30 Kasım 2017 Perşembe

Kılçığı, Kafası ve Kuyruğuyla Tüketin!

Vücut direncini artırmak için haftada 2 defa omega 3 bakımından zengin, sağlıklı protein kaynağı balık tüketilmesi gerektiğini söyleyen Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Funda Elmacıoğlu, balığın kılçığı, kafası ve kuyruğunda yüksek oranda kalsiyum bulunduğunu belirtti.

Türkiye'de 8 kilogram seviyesinde olan kişi başı yıllık balık tüketimi, dünya genelinde 16 kilogram, Avrupa'da ise 25 kilogramdır. Balık zengini bir ülke olmamıza rağmen dünya ortalamasının yarısı kadar balık tüketiyoruz. Sağlıklı yaşam, hatta obeziteye karşı mücadele için balık tüketiminin artırılması önemlidir.
DEPRESYONU ÖNLÜYOR!
Düzenli balık tüketiminin depresyona yakalanma ihtimalini yüzde 17'ye kadar düşürdüğünü belirten Elmacıoğlu, balıkta bulunan omega 3 yağının da damar sertliği, tansiyon, kalp, damar ile felç gibi hastalıkları önlediğini, obezite, hiperaktivite ve dikkat eksikliği gibi rahatsızlıkların etkilerini ise azalttığını anlattı.
ZENGİN KALSİYUM KILÇIĞINDA!
Balığın kılçığı, kafası ve kuyruğu kalsiyum bakımından oldukça zengindir. Özellikle hamilelikte ve kemik erimesinde bunlar çok faydalıdır.
MEVSİM GEÇİŞLERİNDE SIK TÜKETİLMELİ
Vücut direncinizi artırmak için haftada 2 defa omega 3 bakımından zengin, sağlıklı protein kaynağı balık tüketimi önemlidir. Retina, beyin ve sperm hücrelerinin tam olarak çalışmalarını sağlıyor. Bünyesindeki yüksek oranda kalsiyum ve fosfat içeriği, eklem ağrıları ve cilt yumuşaklığına iyi gelmektedir.
HAFTADA EN AZ İKİ ÖĞÜN BALIK!
Prof. Dr. Elmacıoğlu, özellikle düzenli balık yiyen büyüme çağındaki çocukların boylarının çok daha hızlı ve sağlıklı uzadığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
Balığın proteini hayvansal kaynaklı olduğu için biyo yararlılığı, yani vücut proteinine dönüşme oranı çok yüksektir. Bu yüzden balık büyüme, gelişme ve yeni doku yapımı için gerekli proteinin karşılandığı en temel besinlerden biridir. Yeni doku üretimine en çok ihtiyacı olan grup ise büyüme çağındaki çocuklardır. Balıkta bulunan omega 3 yağ asitleri, A ve D vitaminlerinin yanında mineraller bakımından da zengin olan balıklar, çinko, selenyum ve iyot gibi vücut için gerekli mineralleri de barındırmakta. Daha mutlu ve daha sağlıklı bir hayat için haftada en az 2 öğün balık tüketilmesini öneriyoruz. (mahmure)

29 Kasım 2017 Çarşamba

Canan Karatay’dan önerdi! ‘Doğal antibiyotik su gibi için’

Muğla'nın yaklaşık 10 milyon zeytin ağacıyla, Türkiye'deki zeytin varlığının yüzde 10'una sahip ilçesi Milas'ta bu yıl 4'üncüsü düzenlenen Zeytin Hasat Şenliği'ne katılan İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, 7'den 77'ye herkese  bol bol zeytinyağı içmeleri tavsiyesinde bulundu.

Milas 4’üncü Zeytin Hasat Şenliği aralarında Muğla Valisi Esengül Civelek, MHP Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan, Milas Kaymakamı Eren Arslan, CHP’li Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay ile sivil toplum kuruluşu, siyasi partilerin temsilcileri, çiftçiler ve üreticilerin de katıldığı yürüyüş ile dün (Cumartesi) başladı. Milas girişindeki Hayıtlı Mahallesi’nde toplanan kalabalık, Atapark’a kadar davul ve zurna eşliğinde yürüdü. Şenlik, halk oyunları gösterisi ve resmi törenle devam etti.
TÜRKİYE ZEYTİNİN YÜZDE 10’U MİLAS’TAN
Milas Kaymakamı Eren Arslan, şenliğin açılışında Milas’ta zeytincilikte coğrafi işaret ve tescil işlemleriyle fark yaratıldığını söyledi. Kaymakam Arslan, şöyle dedi: “Bu bereketli topraklarımızda yetişen ürünlerin içerisinde zeytinin önemli bir yeri vardır. Zeytin en kutsal uygarlıklarda, efsanelerde, dinlerde, refah, bilgelik, barış, bolluk, saflık gibi değerlerin sembolüdür. Bütün ağaçların ilki denilen zeytin, ilçemizdeki tarımsal alanlar içerisinde yüzde 66’lık payıyla büyük önem teşkil etmektedir. Ülkemizde bulunan yaklaşık 110 milyon zeytin ağacının, yüzde 10’luk varlığı ilçemiz sınırları içerisindedir. Geçtiğimiz yıl aldığımız coğrafi işaret belgesiyle de zeytinimizin kalite üstünlüğünü ispatlamış olduk. Memecik zeytinimizden elde ettiğimiz ürünümüz erken hasat, soğuk sıkım ile şifa kaynağı haline dönüşmektedir.”
‘COĞRAFİ İŞARETLEME MİLAS ZEYTİNİN KALİTESİNİ KANITLADI’
Muğla Valisi Esengül Civelek, şenliğin organizasyonunda emeği geçenlere teşekkür etti 4. Milas Zeytin Hasat Şenliği’nin hayırlı ve bereketli olmasını dileyen Vali Civelek, “Meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları Milas’ta beş marka Milas zeytinyağı coğrafi işaretlemesini aldı. Süreçte gayret, çaba, emek sarf eden tüm taraflara şahsım, Muğla ve ülkem adına şükranlarımı sunuyorum. Coğrafi işaretleme, Milas zeytinyağının Milas’a özgün bir ürün olduğunu ve kalitesini garantilemiştir. Bundan sonra da Milas zeytinyağımız piyasada hak ettiği, layık olduğu yere gelecektir. Biz de bunun haklı gururunu yaşayacağız. Milas Zeytin Hasat Şenliğimiz, zeytinciliğimizin geliştirilmesine, zeytin ve zeytinyağımızın tanıtılmasına, markalaşmasına katkı sağlayacağına olan inancım tamdır” dedi.
‘SU GİBİ ZEYTİN YAĞI İÇİN’
Zeytin ve zeytinyağı ürünlerinin tanıtımların ve bilgilendirilmelerin yapıldığı şenlikte İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay da doğal, soğuk sıkım sızma zeytinyağının faydalarını konusunda bir konferans verdi. Prof. Dr. Karatay, sağlıklı yaşam için 7’den 77’ye herkese  bol bol zeytinyağı içmeleri tavsiyesinde bulundu. Dünyanın sağlıklı meyvesinin zeytin, en sağlıklı meyve suyunun ise zeytinyağı olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Karatay, “Zeytinyağını mutlaka tüketmeniz gerekiyor. Çünkü zeytinyağı demek sağlık demektir. Sağlıklı beslenin ki sağlıklı ve uzun bir ömür yaşayasınız. Günde en az 30 zeytin tanesi tüketmeniz gerek. Başta meme kanseri olmak üzere tüm kanser çeşitlerini önleyen bir doğal antibiyotikten söz ediyoruz. Kolesterol korkunuz olmasın. Vücuttaki şeker oranını düzenler, günboyu dinç olmanızı sağlar” dedi.
TEMSİLİ HASAT YAPILDI
Zeytin Hasat Şenliği, konferansı ardından Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Milas Meslek Yüksekokulu akademisyenleri ve öğrencilerinin hazırladığı zeytin temalı sanatsal eserleri, Milas Halk Eğitimi Merkezi’nde üretilen ürünler ile zeytin ve zeytinyağı firmalarının açtığıı standların gezilip, alışveriş yapılmasıyla devam etti. Zeytindostu Derneği tarafından, zeytinyağı tadımı da yaptırılan şenlikte daha sonra Menteş Mahallesi’ndeki bir zeytin bahçesinde temsili hasat yapıldı. Zeytin silkme makinesiyle modern yöntemler kullanılarak hasat edilen zeytinler, plastik kasalarla fabrikaya götürüldü ve soğuk sıkım yapılarak taze zeytinyağının tadına bakıldı. DHA

Günde üç kahvenin sağlığa birçok yararı var

Dünya genelinde yapılan bir araştırma, çok kahve içen insanlarda diyabet, kalp rahatsızlıkları, bunama ve bazı kanser türlerine daha az rastlandığını ortaya çıkardı.


Bilim insanları hamile kadınlar dışında, günde üç dört fincan kahve içmenin birçok yarar sunduğunu söylüyor.
Geçmişte yapılan 200’den fazla farklı araştırmanın verileri temel alınarak yapılan çalışmaya göre günde üç - dört fincan kahve içen kişilerde daha fazla değil daha az sağlık sorunu yaşandığı, erken ölüm ve kalp rahatsızlığı risklerinin kahve içmeyenlere göre daha düşük olduğu gözlemlendi.
İngiltere’deki Southapmton Üniversitesi’nde bir araştırma ekibi tarafından yürütülen ve 201 geçmiş araştırmanın verilerinden yararlanan çalışma, kahve tüketiminin diyabet, karaciğer rahatsızlıkları, bunama ve bazı kanser türlerinin görülmesi riskini düşürdüğünü öne sürüyor.
Southampton Üniversitesi’nde kamu sağlığı uzmanı olarak görev yapan Robin Poole tarafından yönetilen "şemsiye araştırma" 201 geçmiş çalışma verilerinin gözlemine ve dünya genelinde yapılan 17 klinik araştırmaya dayandırılıyor.
BMJ British Medical Journal’da yayınlanan araştırmada, Poole’un ekibi, "Belirli bir düzende kahve tüketiminin güvenli olduğu görünüyor. Erken ölüm riski günde üç fincan kahve içen insanlarda daha düşükken, prostat, endometriyum kanseri, cilt kanseri ve karaciğer kanserinin, tip 2 diyabetin, safra taşı ve gut hastalıklarının kahve tüketen insanlarda daha az gözlemlendiğinin" altını çiziyor.  DHA

28 Kasım 2017 Salı

Reflüye karşı alınması gereken 7 önlem

Genellikle göğüs ortasında yanma, ağrı, ağza acı su gelmesi kimi zaman da ses kısıklığı ve kuru öksürükle kendini gösterebilen reflü, en yaygın sindirim hastalıklarından biri. Her yaşta görülebilen ve giderek artan bu hastalığın ortaya çıkmasında en büyük etken ise yanlış beslenme alışkanlıkları.

Reflü tedavi edilmediğinde yaşam kalitesini düşürüp, iş hayatını olumsuz etkilemekle kalmıyor, yemek borusuna zarar verip kansere giden yolu bile açabiliyor.
Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Musa Aydınlı, mide suyunun; asit, mide enzimleri ile bazen safra içerdiğini, bunların eritici ve yıkıcı etkilere sahip olduğunu söyledi. Yemeklerin bu sayede sindirildiğini aktaran Dr. Aydınlı, sistemin işleyişi ile ilgili şunları söyledi:
“Sindirim işlemini yaparken sindirim organlarımız mide suyundan kendilerini korumak zorundadır ve bunun için de etkin savunma sistemlerine sahiptir. Ancak savunma sistemlerinin yetersiz kalması durumunda reflü hastalığı ortaya çıkar. Dengesiz ve düzensiz beslenme, şişmanlık, sigara, alkol, stres vb. faktörler savunma sitemlerini olumsuz etkiler. Mide suyu zamanla yemek borusunun içini döşeyen dokuyu zedeler ve asit serbest sinir uçlarına ulaşır. Bu da ağrı gibi yakınmaların ortaya çıkmasına neden olur. Hastalık göz ardı edilir ve kontrol altına alınmaz ise ağrı ve yanmanın ötesinde tehlikeli boyutlara ulaşabileceği unutulmamalıdır.”
HASTA KALP KRİZİ GEÇİRDİĞİNİ SANABİLİR
Yemeklerden sonra olan, bazen gece uykudan uyandırabilen göğüs ortasında yanma ve ağrı, ağıza acı su gelmesi bu hastalığın tipik yakınmaları. Ağrılar bazen o kadar çok şiddetli olabiliyor ki hasta kalp krizi geçirdiğini bile sanabiliyor.
Mide suyu ve gıdalar boğaza, hatta ağza kadar ulaşabiliyor. Bu durumda boğaz ağrısı, ses kısıklığı, öksürük, ağız kokusu ve özellikle çocuklarda ağız-diş sorunlarına sebep olabiliyor. Öte yandan hastalığın nadir de olsa tipik yakınmalara yol açmadan kanama, yemek borusunda darlık veya kanser ile ortaya çıkabileceği unutulmamalı.
İLERLEYEN AŞAMADA YEMEK BORUSU KANSERİNE NEDEN OLABİLİR
Reflünün çoğunlukla doğrudan hayatı tehdit edici sonuçlara yol açmadığını, yakınmalara yol açıp hayat kalitesini bozduğunu söyleyen Uzman, reflü ile gelişebilecek daha ciddi sorunları şöyle anlattı:
“Ancak hastaların bir kısmında yemek borusunda ülserler, kanama ve darlıklara yol açıp hayati risk dahi oluşturabilir. Seyrek olarak yemek borusu yıllar süren reflü ile mücadelesinde kendisini korumak için bir başkalaşıma uğrar. Reflüye karşı kendisinden daha dayanıklı olan bağırsak iç dokusunu taklit etmeye çalışır. Bu başkalaşım bazı hastalarda, net bilinmeyen genetik özelliklerin de etkisiyle, Barrett özofagusu oluşturabilir. Barrett özofagus gelişen hastalarda ise yemek borusu kanseri için kanıtlanmış bir risk artışı mevcuttur. Bu kanser gelişimi özellikle batı toplumlarında daha dikkat çekici boyutlardadır.”
REFLÜDEN KORUNMAK İÇİN BUNLARA DİKKAT
Dr. Aydınlı’nın reflüden korunmada etkili olabilecek tavsiyeleri ise şu şekilde:
1) Dengeli, düzenli ve sağlıklı beslenme en önemlisidir. Doğal ürünler tercih edilmelidir. Öğün saatleri düzenli olmalı, öğünler atlanmamalı, akşam öğünleri biraz hafif olmalı ve geç saatlere kalmamalıdır.
2) Yemekten sonraki 3 saat içinde uzanıp yatılmamalı, yatmadan önce midemizin yediklerimizi hazmetmesi için beklenmelidir. Geç saatlerde, uyumadan önce atıştırma yapılmamalıdır, yatmadan önce mutlaka midenin boş olması gereklidir.
3) İhtiyacımızdan fazla yemek yemekten, zor hazmedilecek, yağlı, etli ağır yemeklerden, kızartma, hamur işi ve mayalı gıdalardan uzak durulmalıdır. Gaz yapacak baklagiller, sebzeler ve meyveler kararınca tüketilmelidir.
4) Hazır ve katkılı gıdalar, asitli gazlı içecekler, aşırı acı, turşu, tuzlu, baharatlı, soslu gıdalardan uzak durulmalıdır. Çikolata, kahve, sıcak içeceklerin çok sıcak içilmesi reflüyü arttırır.
5) Orta uzun vadede fazla kiloların verilmesi, şişmanlık ile mücadele, egzersizin arttırılması, gerekirse bu konuda uzmanlardan yardım alınması önemlidir.
6) Sigara ve alkolden kaçınılmalıdır.
7) Stres, aşırı yorgunluk, gerginlik ve uykusuzluktan kaçınılmalıdır.
YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİKLERİ VE DİYET UYGULANACAK İLK TEDAVİ
Reflü tanısı için detaylı öykü ve muayenenin esas olduğunu, gerekli görüldüğünde endoskopi yapıldığını belirten Gastroenterelog, “İşlem ayaktan günlük olarak yapılır, 10 dakika kadar sürer. Çoğunlukla hasta uyutularak yapılır, aynı gün kişi evine gidebilir. Endoskopi sırasında gerekirse Barrett özofagus için biyopsi alınabilir. Bazı hastalarda yemek borusunun ilaçlı filmi ve tomografi gibi görüntüleme tetkikleri, 24 saatlik pH monitorizasyonu, impedans ölçümü, manometri gibi ileri tetkikler gerekebilir. Hastaların çoğunluğunda yaşam tarzı değişiklikleri ve diyet önerileri tedavinin asıl unsurunu teşkil eder. Bunun yanı sıra ilaç tedavileri ile birlikte reflü hastalığı büyük oranda kontrol altına alınabilir. Ancak bazı hastalarda bunlar yeterli olmayabilir ve hastaların endoskopik veya cerrahi tedavisi yapılması gerekli olabilir” bilgisini aktardı.
ntvmsnc.com.tr

NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’ne ödül

Sağlık Gönüllüleri Türkiye ve Hospital Manager dergisi tarafından bu yıl 11’incisi düzenlenen Sağlıkta Sosyal Sorumluluk Ödülleri ve Yılın Başarılı Sağlık Yöneticisi Ödülleri, sahiplerini buldu. Törende “Sağlık Sistemine Özgün ve Nitelikli Katkı Ödülü” için NPİSTANBUL Beyin Hastanesi layık görüldü
Sağlık Gönüllüleri Türkiye ve Hospital Manager dergisi tarafından bu yıl 11'incisi düzenlenen Sağlıkta Sosyal Sorumluluk Ödülleri ve Yılın Başarılı Sağlık Yöneticisi Ödülleri Acıbadem Altunizade Hastanesi'nde düzenlenen törende sahiplerini buldu.
Sağlıkta Sosyal Sorumluluk Ödülleri'nde Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi, “sağlık sistemine yapmış olduğu özgün katkılar” dolayısıyla ödüle layık görüldü. Ödül, Üsküdar Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Furkan Tarhan, İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Fırat Tarhan'ın da katıldığı gecede Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a takdim edildi.
“BEYİN HASTANESİ OLMAK ÇOK ÖNEMLİ”
NPİSTANBUL Beyin Hastanesi olarak 20 yıllık bir geçmişe sahip olduklarını ve sürekli ilkleri hayata geçirmek için çalıştıklarını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, beyin görüntüleme ve beyin haritalama konusunda dünya çapında yürütülen projelerin içerisinde yer aldıklarını söyledi. Prof. Dr. Tarhan, G-20 kapsamında Antalya, Çin ve Hamburg'da düzenlenen N20 Zirvesine katıldıklarını ve beyinle ilgili hastalıklar konusunda önemli sunumlar yaptıklarını söyledi.
“Beyin bizim için öncelikli bir alan” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Beyin Hastanesi olmak çok önemli. Avrupa'nın ikinci beyin hastanesini kurduk. Beynin yanı sıra psikiyatri, nöroloji, psikoloji ve başka branşlarda da hizmet veriyoruz. Beyin alanında yeni tedavi yöntemlerini ilk kez hayata geçiriyoruz” dedi.
NPİSTANBUL Beyin Hastanesi olarak duyu bütünleme gibi pekçok tedavi yöntemini ilk kez uyguladıklarını belirten Tarhan, “Ben asker kökenliyim. Silahlı Kuvvetler'de çok kullanılan terminolojiler var; ‘Komutan sadece yapılan işlerden değil, yapılmayan işlerden de sorumludur' denir. Biz de hekim olarak sadece yapılanlardan değil, yapılmayan tedavilerden de sorumluyuz. Hasta karşımıza geldiği zaman ona sadece mevcut tedaviler değil, başka tedavi yöntemlerinin de düşünülmesi gerekiyor. Bu motivasyonla hareket ettim, yeniliklere açık bir şekilde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Birçok yeniliği de bu felsefeyle hayata geçirdik” diye konuştu.
“BAZILARI YAKINMAYI SEVER AMA…”
Yılın Başarılı Sağlık Yöneticisi Ödülleri'nde ise Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur, Sağlık Yönetiminde Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nün sahibi oldu. Prof. Dr. Metin Çakmakçı tarafından ödül verilen Prof. Dr. Haydar Sur da ödüle layık görülmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek “Bazı insanlar yakınmayı çok sever ben hayatta yakınan insanlardan olmamayı istedim. Çalıştım kendimi gerçekleştirmenin gerçek bir huzur olduğuna inandım. Bunu sağlayabilmiş yüce insanlardan biri olamadık ama olma yolunda bundan sonra da çalışacağıma huzurlarınızda söz veriyorum. Bu bana enerji verecek, bundan sonra hem öğrencilerim hem ülkem hem de arkadaşlarım için daha çok çalışacağım” dedi.
Sağlık alanında Türkiye'nin önde gelen vakıf ve kurumlarının layık görüldüğü Yılın Başarılı Sağlık Yöneticisi Ödüllerinin jürisi Prof.Dr. Melih Bulut, Prof.Dr. Barış Diren, Prof.Dr. Metin Çakmakçı, Yaşar Yıldırım, Bülent Kiymir, Meri İstiroti ve Oğuz Engiz'den oluştu. Sağlıkta Sosyal Sorumluluk Ödüllerinin jürisi ise Prof.Dr. Haluk Gürgen, Prof.Dr. Barış Diren, Sibel Güneş, Semra Baysan, Ayşenur Asuman Uğur ve Oğuz Engiz'den oluştu.

27 Kasım 2017 Pazartesi

‘Türkiye’nin yüzde 3’ünde skolyoz var’ Çocuklarda skolyoz nasıl anlaşılır?

Türkiye'de skolyozun ( omurilik eğriliği) görülme oranının yüzde 3 olduğunu belirten Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı'nda görevli Yard. Doç. Dr. Emre Karadeniz, çocukların kendilerinde bu hastalığı çok zor fark ettiği bilgisini verdi. 
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı’nda görevli Yard. Doç. Dr. Emre Karadeniz, Türk toplumunun yüzde 3’ünde omurilik eğriliği (skolyoz) olduğunu, deformenin ilerlemesini yavaşlatan fizik tedavi programları olmasına rağmen kötü gidişata engel olunamadığını, mutlaka bir cerrahın eğriliğe elini atıp deformeyi düzeltmesi gerektiğini söyledi.
“SKOLYOZ, ÇEŞİTLİ YAŞ GRUPLARINDA ORTAYA ÇIKABİLİR”
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nde doğuştan olabildiği gibi doğumdan sonra gelişim sürecinde ya da ergenlik döneminde ortaya çıkan normalde düz haldeki omurganın sırt ve bel bölgesinden görülen sağa ve sola doğru oluşan eğrilik çeşitli yöntemler uygulanarak tedavi ediliyor Yard. Doç. Dr. Emre Karadeniz skolyozun çeşitli yaş gruplarında ortaya çıkabildiğini belirterek, şöyle dedi:
“Skolyoz’ dediğimiz hastalık kafadan leğen kemiğine kadar olan kemik bloğunun üç eksende ön arka sağ sol, rotasyon anlamında anatomik normal eğimli yapısını kaybetmesidir. Skolyozun tipleri vardır. Yeni doğmuş çocukların omurlarındaki anormallikten dolayı eğrilik olabilir, ikili yaş civarlarında omurga eğrilikleri çıkabilir. 10 yaş civarında çıkan ise ayrı bir grup omurga eğrilikleri vardır. Bunların hepsinin de davranışları birbirinden farklıdır. Bunun tabii ki bir profesyonel tarafından davranışları yönünden takip edilmesi ve ona göre tedavi planlaması gerekiyor.”
Omurga eğriliğinin Türk toplumunun yüzde 3’ünde rastlandığını söyleyen Karadeniz, şöyle devam etti:
“Toplumda rastlanma oranlarına gelince de biliyoruz ki, Türk toplumunun yüzde 3’ünde bu hastalık var ve bundan sonra doğacak çocuklar için de aynı şey geçerli. Bunların yüzde 10’u bir profesyonel tarafından tedavi düzenlemesine ihtiyaç duyacaklar ve bunların da yüzde 10’u cerrahi müdahale adayı.”
“ÇOCUKLARIN EĞRİLİĞİ FARK ETMESİ ZOR”
Yard.Doç.Dr. Emre Karadeniz, küçük çocukların omurilik eğriliğinin fark edilmesinin çok zor olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
“Küçük çocukların bunları fark etmeleri, aynaya baktıklarında bunu görmeleri zor. Genel olarak bize hastaların şekli ebeveynin bu çocuğun bir omzu düşük bir omzu yukarıda, bu çocuğun sırtında bir anormallik var diye geliyorlar. Bu toplum sağlığı anlamında ebeveynin takibiyle çıkması evet bir parametredir ama bunun üzerinde bir profesyonel bakışla gitmek daha mantıklı olabilir. Dünyada bu tarama programlarına ilişkin örnekler var, Amerika’nın birkaç eyaletinde bu konuda halkın üzerine gidip agresif olarak bunun tarama programları oluşturulmuş ve işliyor. Bazı eyaletlerde bu tercih edilmiyor. Türkiye için hangisi doğru bu yaklaşımlardan onu zamanla göreceğiz”
İLERLEMEYİ YAVAŞLATAN FİZİK TEDAVİ YÖNTEMİ VAR
Omurilik eğriliğinin ilerlemesini yavaşlatan fizik tedavi programları olduğunu belirten Yard.Doç.Dr. Karadeniz, “Olan bir rahatsızlığı eğer geri getirmek normale getirmek diyorsanız sporla bunu geriye getirmek mümkün değil, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama cerrahi gerektirmeyen, takip gerektiren kişilerde deformenin ilerlemesini yavaşlatan fizik tedavi programları var. Bunlar bilimsel olarak ispatlı ve güvenilir kaynaklar, bunlar denenebilir ama bazı değerler var ki fizik tedaviyle ne yaparsanız yapın o kötü gidişata engel olamıyorsunuz. Bir cerrahın o eğriliğe elini atıp o deformeyi düzeltmesi mutlaka gereklidir” dedi.
DHA

Hamilelikte grip aşısı yapılabilir mi?

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, hamilelikte gripten korunmada en etkili yöntemin aşı olduğunu söylüyor. Peki ne zaman aşı yaptırmalı? Bebeklere de grip aşısı yapılabilir mi?

Kış ayların yaygınlaşan grip, hamileleri daha çok etkiliyor. Bu nedenle önlem almanın önemli olduğunu belirten Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, faydalı bilgiler verdi:
GRİP, GEBELERİ DAHA ÇOK ETKİLİYOR
Grip, gebelikte geçirildiğinde, diğer dönemlere göre daha şiddetli geçirilen bir enfeksiyondur. Gerek bağışıklık sistemindeki değişiklikler, gerekse solunum ve dolaşım sistemine binen ekstra yük nedeniyle eskiden ayakta atlatabildiğiniz bu enfeksiyonu çok daha şiddetli geçirirsiniz hatta hastanede yatmanız gerekebilir. Maalesef gebelikte tanısı konmamış ve komplike olmuş olgularda akciğer iltihabı (zatürre) hatta ölüm görülebilir.
Ayrıca grip sırasında görülen yüksek ateş, bebeğinizde sinir sistemi anomalilerine neden olabilir. Ama grip aşısı olursanız hem kendinizi hem de bebeğinizi (koruyucu hücreler kan yoluyla bebeğinize de ulaşacaktır) bu enfeksiyondan koruyabilirsiniz.
Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, gebelik esnasında grip aşısı olmanın yararı ve gerekliliği konusunda çok önemli bilgiler verdi;
GRİP NEDİR, NASIL BELİRTİ VERİR?
Grip, influenza virüsünün neden olduğu solunum yollarını tutan bir hastalıktır.Yüksek ateş, öksürük, göğüs ağrısı, kas ağrısı ve yorgunluk başlıca belirtileridir. (Her gribal enfeksiyonda ATEŞ olmayabilir)
Çocuklarda ve ergenlerde bulantı, kusma da belirtilere eklenebilir.
Gribin yayılması, gripli kişinin öksürme, hapşırma ve konuşması sırasında etrafa yayılan virüs damlacıklarıyla gerçekleşir.
Üstelik bu öyle hızlıdır ki, karşı tarafın hasta olduğunu anlayana kadar enfeksiyon size bulaşmış olabilir. En bulaştırıcı dönem hasatlığın başlangıcından itibaren 5-7 gündür.
“GRİBE KARŞI EN İYİ KORUNMA YÖNTEMİ AŞIDIR”
Gribe karşı korunmanın ilk adımı aşı olmaktır. Gebelik esnasında olunan grip aşısı hem sizi hem de doğum sonrası birkaç ay süreyle bebeğinizi gribe karşı koruyacaktır. Yapılan çalışmalar sağlıklı bireylerde aşının %60 oranında koruyucu olduğunu göstermiştir. Dünya üzerinde her yıl milyonlarca gebe kadın güvenle bu aşıyı yaptırmaktadır. Canlı aşı olmadığı için güvenilirdir.( ilk üç ayda bile güvenle yapılabilir) Amerikanın kamu sağlığı ve hastalıkları kontrol etme ve önleme birimi CDC tüm gebelere grip aşısı yapılması gerektiğinin altını çizmektedir.
KİMLER GRİP VE KOMPLİKASYONLU GRİP İÇİN RİSK ALTINDADIR?
5 yaşından küçük(özellikle 2 yaş altı) çocuklar
65 yaş üstü yetişkinler
Gebeler
Bakım evinde yaşayanlar
Sağlıkçılar
GEBELİKTE ERKEN TEDAVİ ÖNEMLİDİR
Eğer gribe yakalandıysanız mutlaka istirahat edin.Eğer öksürük ve nefes darlığı gibi belirtiler de eklenirse veya istirahat etmenize ,yeterli sıvı almanıza rağmen iyileşme bulguları izlenmezse mutlaka hastaneye başvurun.Grip için kullanılacak antiviral ilaçlar ,48 saat içinde başlanırsa, ciddi komplikasyonlardan sizi korur.
NE ZAMAN AŞI OLMALI?
Aşı için en ideal dönem ekim ayı sonuna kadar olan dönemdir. Ama grip sezonu nisan ayına kadar sürdüğünden aşı her zaman uygulanabilir. Hastalığın en yaygın olduğu ay ise Şubat ayıdır. Aşıdan 2 hafta sonra bağışıklık başlar.
BEBEĞE GRİP AŞISI YAPILAMAZ
Bebeğin korunması çok önemlidir çünkü bebeklerde grip en ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Üstelik altıncı ayına kadar bebeklere grip aşısı yapılamaz. (Bu nedenle evdeki diğer aile bireyleri de aşılanmalıdır.)
Ayrıca bir önceki yıl aşı yaptırmış olsanız bile her yıl yeni etkenler ortaya çıkacağından aşıyı yinelemelisiniz.
Aşı ölü virüslerden elde edildiği için, gebeliğin hangi ayında olduğunuza bakmaksızın aşıyı yaptırmanızda sakınca yoktur.
BUNLARI UNUTMAYIN
– Hastaysanız, kırgınlık ve ateşiniz varsa aşı olmak için belirtilerin geçmesini bekleyin.
– Daha önce aşı nedeniyle alerjik reaksiyonlar yaşadıysanız, aşı yaptırmayın.
– Yumurtaya karşı alerjisi olanlar, aşı sonrası benzer sorunlar yaşayabilir. Bu yüzden bir süre yumurtadan kaçınmak gerekebilir.

Cildi kışa hazırlamanın püf noktaları!

Kış aylarında cildin ekstra bakıma ihtiyaç duyduğunu belirten uzmanlara göre, sonbahar ayları cilt bakımı ve kışa hazırlamak için en uygun zamanlar.

Soğuk hava cildin dış katmanını etkileyerek daha kalın ve kırılgan hale getiriyor. Kış ayı boyunca ciltte yağ salgısı azalıyor, soğuk ve kuru hava cildin kurumasına sebep oluyor. Ciltte kuruluk, gerilme ve ince kılcal damarlarda genişlemeler sebebiyle oluşan kızarıklıkla birlikte cildin nem dengesi bozuluyor. Kuru cilt ayrıca başta egzema olmak üzere bazı cilt hastalıklarının da tetiklenmesine yol açıyor.
ntvmsnc'nin haberine göre; “Soğuk hava ve düşük ultraviyole oranı cilt bakımı uygulamalarının en iyi arkadaşıdır” diyen Dermatoloji Uzmanı Dr. Zahide Eriş Eken, sonbaharla birlikte ciltte meydana gelen değişiklikleri şöyle anlatıyor:
1- Cildinizde kuruluk başlayabilir, yüz, dudaklar, vücut, kol ve bacaklar kurur.
2- Yüzde ve omuzlarda çillenme ve güneş lekelerinde artış olabilir.
3- Kaz ayakları güneş ışınlarının etkisiyle belirginleşmiş olabilir.
4- Açık ayakkabı ve sandaletlerle ayaklarınız bakımsız kalmış ve ayak derinizde kurumalar soyulmalar başlamış olabilir.
5-Saçlarınız havuz, deniz ve güneşin etkisiyle kurumuş ve bakımsız kalmış olabilir.
CİLDİNİZİ NEMLENDİRİN!
Sonbaharda görülen bu cilt sorunlarında öncelikle nem dengesini sağlamak için bol su içmek gerektiğini vurgulayan Dermatoloji Uzmanı, yapılacak diğer uygulamalar hakkında ise şunları söylüyor:
“Yüz ve vücuda uygun nemlendiricilerle vücudun nem dengesi sağlanabilir. Yüz ve vücutta çok kuru ciltler için yağlı kremler, yağlı ve akneye meyilli ciltlerde ise su bazlı kremler tercih edilmelidir. Bacaklar ve kollar daha kurumaya meyilli bölgeler olduğu için bu bölgelerde yağlı kremler tercih edilmelidir. Nemlendirici kremler tercihe göre genellikle gliserin, vazelin, üre, laktik asit ve hyaluronik asit içerirler. Bu nemlendiriciler kuruluğu önlemek için soğuk havalarda sıklıkla ve tercihen banyo sonrası nemli cilde sürülmelidir.
“NEM AŞISI İŞE YARAYABİLİR”
Nemlendiricilerle kuruluğunuz geçmiyorsa veya iş yoğunluğundan dolayı nemlendiricilerin etkisi hızlı olsun istiyorsanız; hyaluronik asit içeren nem aşısı yaptırabilirsiniz. Bu uygulama dermatoloji uzmanları tarafından kısa sürede küçük enjeksiyonlarla bir veya birkaç seans şeklinde yapılabilir. Cilt altına enjeksiyonlarla hyaluronik asit direkt verilir. Böylelikle nemlendirici kremlerin ciltten emilmesi beklenmeden hyaluronik asitin ciltte direkt nemlendirici ve cilt gençleştirici etkisi başlar. Bu uygulamalarda hyaluronik asitle birlikte, cilde ışıltı, sıkılaşma ve gençleşme özelliği sağlayan vitamin kokteylleri uygulanabilir.
PRP’DEN DE YARARLANMAK MÜMKÜN
Ayrıca nem aşısının etkisi seanslar halinde PRP işlemi ile güçlendirilebilir. PRP yani “Platelet rich plasma” platelet (trombosit) yönünden zenginleştirilmiş plazmanın kısaltılmışıdır. Kişiden alınan küçük miktardaki kan özel bir tüpe konularak bir dizi işlemden geçirildikten sonra elde edilen ‘trombositten zengin plazma’ aynı kişiye enjeksiyon yoluyla geri verilir. Trombosit denilen kan hücreleri, vücudumuzda bulunan deforme olmuş dokuların onarımı ve doğal haline dönüşmelerini sağlamak için gerekli “büyüme faktörlerini” yapısında barındırmaktadır.
KIZARIKLIK VE DAMARLANMALARIN ÇÖZÜMÜ ARTIK VAR!
Cilt yüzeyindeki kılcal damar ve kızarıklıkların ise lazerle tedavisi için kış ayları yine en uygun aylardır. Bu damarlanmalar ve kızarıklıklar uygun lazerle birkaç seansta silinebilir.
PÜRÜZSÜZ CİLT İÇİN ÖLÜ HÜCRELERİ CİLDİNİZDEN UZAKLAŞTIRIN
Cilt yüzeyindeki ölü cilt hücreleri meyve asitleri içeren (glikolik, ait, retinoik asit, salisilik asit gibi) ve cilt tipine göre tercih edilen temizleme jelleri, kremler ve maskelerle uzaklaştırılabilir. Bu kimyasal peeling işlemi tercihen hızlı ve daha etkili olacak şekilde muayenehane ortamında bu asitlerin daha etkin dozları kullanılarak seanslar şeklinde uzmanlar tarafından uygulanabilir. Kimyasal peeling düzenli yapılan ciltler daha sağlıklı ve canlı kaldığı için diğer cilt gençleştirme işlemlerine çok ihtiyaç duymazlar.
EL VE AYAK BAKIMINI ATLAMAYIN
Kış aylarında el ve ayak bakımı önemlidir. El kremleri gliserin, vazelin, lanolin içerir ve kış aylarında sıklıkla uygulanmalıdır. El sabunları ise kuruluğu önlemek için yağlı veya kremli olmalıdır.
Kış aylarında ayaklar sürekli ayakkabı içindedir ama yaz ayı boyunca deniz suyu ve sandalet içinde güneşe maruz kalan ayaklarımız kurur ve topuklarda çatlaklar oluşmaya başlar. Kış aylarında ayaklarımıza dikkat edersek yaz aylarında açık ayakkabılarda daha bakımlı ayaklara sahip olabiliriz. Salisilik asit ve üre içeren nemlendirici pomatlar topuklara ve ayaklara masajla uygulanmalıdır. Vakit bulamıyorsak bu uygulamayı gece yatarken yapabiliriz. El üzerinde oluşan güneş lekeleri kış ayında uygulanabilecek lazer işlemleri ile giderilebilir.
ÇATLAYAN DUDAKLARA BAKIM
Dudaklarda soğuk havaların başlamasıyla birlikte cildimiz gibi nem dengesini sağlayamayarak kurur. Kuruyan dudaklar çatlayıp, kanayabilir bu da dudakta acı ve gerginlik hissi yaratır. Dudaklarımızı da koruyucu nemlendirici kremlerle koruyabiliriz ve dışarı çıkarken dudaklara güneş koruyucu içeren nemlendiriciler kullanmak gereklidir. Yine dudakların kuruluğu nemlendiricilerle sağlanamıyorsa cilde yapılan nem aşısı gibi dudağa da nem aşısı uygulaması yapılabilir.
AKNE TEDAVİSİNİN TAM ZAMANI!
Yaz aylarında sıcak hava, terleme ve dondurma çikolata gibi yiyeceklerin fazla tüketilmesiyle sivilcelerde artış olabilir. Soğuk havalar akne ve akne izlerinin tedavisi için uygun zamanlardır. Yüzeyden uygulanacak kremler ve jeller veya ağızdan alınan haplar aknenin şiddetine göre tedavi için belirlenir ve bunlar genellikle kış aylarında kullanıma uygundur. Ayrıca akne izleri için de soyucu bazı kremler kış aylarında kullanılmalıdır. Akne izleri için kimyasal peeling işlemleri veya lazer işlemleri soğuk havalarda yapılabilir. Fraksiyonel lazerler akne izleri ve lekelerinde uygulanabilir.
GÜZELLİĞİN SİMGESİ SAÇLARI UNUTMAYIN!
Güneş ışığı, tuzlu deniz suyu ve klorlu havuz suları ile yıpranan ve hasarlanan saçlar soğuk ve kuru havaların da etkisiyle cildimiz gibi kurur ve kabalaşır. Kuruyan saçlarda saç gövdesi hasarlanır ve saçlar kabarıklaşır, taranamaz ve dökülmeler başlar. Yazın yıpranan saçları soğuk ve kuru havaya hazırlamak için nem dengesini sağlamak gereklidir. Saç kremleri ve nemlendirici saç maskeleri uygulanabilir. Badem yağı doğal ve saç için etkili bir nem kaynağıdır.
Ayrıca saç dökülmelerine hızlı etki sağlamak için saç PRP işlemleri ve saç için etkili bir vitamin olan biotin de içeren vitamin kokteylleri saça uygulanabilir. Bu uygulamalar kişinin saç dökülme ve saç sağlığının durumuna göre kişiye özel seanslar şeklinde uzman doktorlar tarafından belirlenerek yapılır.
GÜNEŞ LEKELERİNDEN KURTULMAK İÇİN UYGUN ZAMAN
Ciltte yaz ayı boyunca daha belirginleşen lekeler ve çillerin tedavisi için kış ayları daha uygundur. Cilt lekeleri cilt yapısına ve genetiğine bağlı olarak güneşin yıllar süren etkisiyle oluşurlar. Bu lekeler daha ufak veya geniş çaplı, bir bölgede veya tüm yüzü kaplayacak şekilde oluşabilir. Bazı lekelerin tedavisi yapılabilir fakat unutulmamalıdır ki lekeler tekrarlayıcı olabilir.
Lekelere kimyasal peeling, enzimatik peeling veya lazer işlemleri yapılabilir. Cildin dış katmanında leke tedavisi yapılırken ayrıca cilt altı dokusunun desteklenmesi de önemlidir. Bu sebeple cildi soymayan fraksiyonel lazerler, mezoterapi, PRP gibi işlemlerle cilt altı doku uyarılır ve cilt altı dokudaki büyüme faktörleri salgılayan hücreler onarım süreçlerini hızlandırır. Etkili ve başarılı tedaviler almak için dermatoloji uzmanlarıyla görüşmeniz doğru olacaktır.
İŞTE KIŞ AYLARINDA CİLT YENİLENMESİNE LAZERLİ ÇÖZÜM
Son zamanlarda her alanda olduğu gibi dermatoloji ve estetik alanında da teknoloji yenilenmektedir. Fraksiyonel lazerler cilt yenilenmesinde kullanılan en etkili teknik haline gelmiştir. Cilt yenilenmesi, leke, kırışıklık, sivilce izleri, yanık ve cerrahi sonrası kalan izler bu tip lazerlerin etkili olduğu alanlardır. Fraksiyonel lazerler kollajen dokuyu kontrollü olarak hasarlayıp cildin yenilenme ve iyileşme hücrelerini harekete geçirmek için çalışırlar. Böylelikle hasarlı cilt yenilenir ve kaliteli ve yeni kollajen üretimi gerçekleşir. Böylece görünür bir şekilde zamanı geriye almış olursunuz. Fraksiyonel lazerlerle cilt rengi düzenlenir, ince kırışıklıklar azalır, cilt sarkma ve gevşekliklerinde ve akne ve ameliyat izlerinde belirgin bir azalma olur. Cilt daha gençleşeceği için daha genç de görünür. Lazerlerin bu etkileri klinik olarak da kanıtlanmıştır.
AMELİYATSIZ GENÇLEŞMENİN YOLU
Soyucu olmayan fraksiyonel lazerlerle cildin dış katmanı korunur ve günlük hayattan soyutlanmadan, kızarıklık ve soyulma sorununu yaşamadan konforlu bir şekilde lazer uygulaması yaptırılabilir. Bu uygulama kısa süreli ve seanslar halinde uygulanmaktadır.
Cerrahi olmayan bu uygulamalar belirgin bir şekilde cilt sağlığınızı artırarak ameliyatsız gençleşmenin önünü açar.

26 Kasım 2017 Pazar

Hamilelikte grip bebeğe zarar verir mi?

Grip, pek çok insanın hayatını olumsuz etkilediği gibi gebelik sürecinde de bebeğin sağlığını tehlikeye sokuyor. İstinye Üniversite Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum/Jinekolojik Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Mert Göl, anne adaylarına griple ilgili önemli bilgiler verdi…

Gebelikte grip geçiren annelere bol miktarda sıvı tüketmeleri ve istirahat etmeleri önerilir. Bu süreçte doktorun vermediği hiçbir ilaç kullanılmamalıdır. Hamilelik sırasında grip olan annelerin eğer grip uzun sürüyor ise ki 3-4 gün içinde geçmeli, ateş yüksekliği var ise, solunum güçlüğü ve ciddi öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri varsa mutlaka bir doktora başvurmaları gerekmektedir.
Korunmak için neler yapılabilir?
Gripten korunmak için en önemli şey, toplum içinde özellikle grip şikayetleri olan insanlara fazla yaklaşmamak, genel anlamda ise hamile iken arkadaşlarımızla öpüşme ve yakın temasa neden olan davranışlardan kaçınarak bulaşma riskini azaltabiliriz. Ayrıca sağlıklı bir beslenme, spor, yeterli vitamin takviyesi ile de gripten korunabiliriz.Sözcü

24 Kasım 2017 Cuma

Kendi kendine meme muayenesi erken teşhiste önemli

Meme kanserinde erken tanının önemine vurgu yapan ve kendi kendine meme muayenesinin erken tanıdaki rolüne dikkat çeken Genel Cerrah Prof. Serdar Saydam, “Biz kadınlardan tanı koymalarını beklemiyoruz, sadece daha önce olmayan bir değişiklik var mı yok mu bakmalarını, varsa doktora gitmelerini öneriyoruz” dedi.
Meme kanserinde erken tanının, tedavi başarısını etkileyen önemli bir faktör olduğunu belirten Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden Genel Cerrah Prof. Dr. Serdar Saydam, memede lezyon olması halinde hemen hekime başvurulması gerektiğinin altını çizdi.
Kendi kendine meme muayenesinin mamografiye yardımcı olduğunu söyleyen Genel Cerrah, “Ama hiçbir zaman mamografinin yerine geçmez” dedi.
MUAYENE DOĞRU ŞEKİLDE YAPILMALI
ntvmsnc'de yer alan habere göre: Kendi kendine yapılan meme muayenesinin püf noktalarına da değinen Saydam, “Memeyi tutup iki taraftan sıkmak hiçbir şekilde doğru bir yöntem değildir. Genellikle hastalar hangi tarafı muayene edeceklerse o tarafın elini başının arkasına koyup ayaktayken hafif dairesel hareketlerle memeyi parmak uçlarıyla göğüs duvarı arasında sıkıştırmaları ve koltuk altı muayenesi için de karşı eli koltuk altına koyup diğer elle üzerini kapatmaları yine dairesel hareketlerle sıkıştırarak muayene etmeleri gerekiyor” diye konuştu.
KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ NE ZAMAN YAPILMALI?
Bu tarz muayeneleri ön muayene olarak değerlendirmek gerektiğini dile getiren Prof. Saydam, “Hastalar zaten doktora yılda bir defa gidiyorlar. Kendi kendine yılda on iki defa meme muayenesi yapmaları gerekiyor. Adet gören bir kadınsa iki adetin ortasında yumurtlama zamanında, adet görmüyorsa herhangi bir zamanda bu muayeneyi yapabilirler” ifadesini kullandı.

Ortodontik tedavi için kalıcı dişlerin çıkmasını beklemeyin!

Ağız ve diş sağlığı için dişlerdeki düzensizliklerin ve çene bozukluklarının zamanında tedavi edilmesinin önemli olduğunu belirten Ortodontist Burak Büyüktürk, çocuklarda, ortodonti tedavisine başlamak için süt dişlerinin kalıcı dişlerle değişmesini beklememek gerektiğini söyledi.

Diş ve çenedeki düzenliszilk ve bozuklukların diş temizliğini zorlaştırdığını, bunun da diş eti hastalıkları ve diş çürüğüne bağlı diş kayıplarına yol açtığını belirten Diş Hekimi ve Ortodonti Uzmanı Burak Büyüktürk, ortodontik tedavinin zamanlamasına dikkat çekti.
“Çocuklarda, ortodonti tedavisine başlamak için süt dişlerinin yerine kalıcı dişlerin çıkması beklenmemeli” diyen Dr. Büyüktürk, her çocuğun gelişiminin farklı olduğu için çene ve diş yapısının da buna göre şekillendiğini dile getirdi.
Birçok çocukta ortodontik sorunların erken yaşta ortaya çıktığını, bu nedenle çene problemlerine erken müdahale edilmesi gerektiğini vurgulayan Büyüktürk, ortodonti tedavisi hakkında sık sorulan soruları şöyle cevapladı:
Ortodonti nedir? 
Ortodonti tam olarak dişlerdeki bozuklukları düzeltmek amacıyla kullanılmaktadır. Bu tedavi yöntemi ile estetik olarak sorunlar ortadan kalkar ve çocuklar sağlıklı bir diş yapısına kavuşur.
Çocuklarda sorunlu diş belirtileri nelerdir?
Çocuğun ağız ve diş yapısındaki bozukluklar onu sağlık açısından tehdit edebildiği gibi, görünüm olarak da zamanla rahatsız eder. Bu nedenle tedavi gerektiren durumlar şu şekilde sıralanabilir.
-Önde konumlanmış çapraşık dişler,
-Süt dişlerin erken ve geç kayıpları,
-Dengeli durmayan ağız ve çene yapısı,
-Çiğneme ve konuşma gibi işlevlerde ağzı kapama zorlukları,
-Çene yapısın geride veya çok önde olması,
-Alt ve üst dişlerin birbirine doğru şekilde temas etmemesi gibi durumlar.
Çocuk için ilk ortodontik muayene ne zaman olmalı?
Ortodontik (telli) tedavi genellikle çocukluk çağında yapılan bir tedavidir. Çocuklarının dişlerinde ya da çene yapısında bir problem olduğunu gören ebeveynler en kısa sürede bir ortodonti uzmanına çocuğunun muayene ettirmelidir. İlk ortodontik muayene üst ve alt daimi kesiciler sürdüğünde (ortalama 7-8 yaş) yapılmalıdır. Bu yaşta dişler düzgün sıralanmış görünse bile gizli bir kapanış problemi söz konusu olabilir. Bu dönemde teşhis edilen sorunlar küçük müdahalelerle düzeltilir ve ileride oluşabilecek daha büyük problemleri önler.
Diş tellerinin kullanımı nasıl olur?
Diş telinin takılmasında belirli bir yaş sınırı yoktur. 7 yaşından 70 yaşına kadar diş teli kullanılabilir. Çocuklarda tedavi süresi erişkinlere göre daha kısa sürmektedir. Çocuklarda diş teli için en uygun ortalama yaş 12’dir. Bu ikinci azıların ağız içine sürme zamanıyla hemen hemen aynı döneme denk gelmektedir.
APAREYLER DOĞRU KULLANILIRSA DİŞ TELİNE GEREK KALMAYABİLİR
Erken dönemde yakalanan ortodontik problemlerin daha kolay ve daha hızlı düzeltilmesi, ilerde oluşacak ortodontik problemin önlenmesi, çenelerin birbirlerine göre olan konum bozukluklarında (çenenin önde veya geride olması) ya da ortodontik tedavi sonrası elde edilen tedavi sonucunun pekiştirilmesi için apareylerden (damaklıklardan) faydalanılmaktadır. Bu apareylerin doktorunuzun önerdiği şekilde kullanılması çok önemlidir. Bu apareyler sayesinde ilerde belki de diş telinin takılmasına gerek kalmayabilir ya da yapılan bu müdahale ile diş teli takma süreniz kısaltılabilir. Tedavisi bitmiş olan hastalarda ise tedavi sonucunuzun uzun yıllar kalması için bu apareylerin belli bir süre kullanılması gerekmektedir.
FONKSİYONEL TELLERDEN YARARLANILIYOR
Ortodonti tedavisinde çocuklar da diş tellerinden yararlanır. Hastanın kendisinin takıp çıkarabildiği hareketli teller çoğunlukla erken dönemde ve çok karışık olmayan ortodonti problemlerinde kullanılır. Büyüme ve gelişim döneminde, iskelet yapısının belirli bir yöne doğru gelişmesine yardımcı olmak için fonksiyonel tellerden faydalanılır. Çocuklar için hem kolay hem de pratik bir obje olan teller, kullanım açısından rahat olduğu için tercih edilir. Rahatlıkla çıkarabildiği içinde temizlemesi de oldukça basittir.
Ortodonti tedavisi uygulamazsa neler yaşanır? 
Çocuk yaşlarda tedavi edilmeyen ortodontik problemler ileri yaşlarda estetik görünüm bozuklukları ve buna bağlı psikolojik sorunlar, diş kanamaları, diş eti rahatsızlıkları, konuşma zorluğu, ağız kokusu, diş kayıpları ve de dişleri temizleme zorluğu yaratabilir. (ntvmsnc.com.tr)

22 Kasım 2017 Çarşamba

Burun ucunun düşüklüğü, daha sinirli gösteriyor

Yüz görüntümüzde, etrafa verdiğimiz enerjiyi en çok bozacak noktalardan birisi de burun ucunun düşüklüğüdür. Burun ucu düşüklüğü, hem nefes alma bozukluğu, hem de estetik olarak engeller oluşturuyor. İşlevsel açıdan burundan nefes almaya büyük ölçüde engel olurken; estetik açıdan kişiye sinirli, yorgun ve enerjisi düşük bir görünüm veriyor.


Burun ucu düşüklüğünün her zaman problem oluşturabildiğini kaydeden KBB ve Burun Estetiği Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları söyledi: “Bu sorunu yaşayan bireyler kendilerini ‘Sadece burun ucumu parmak uçlarımla azıcık yukarı kaldırdığımda çok iyi nefes alıyorum’ şeklinde ifade ediyorlar. İlaveten bu sorunun giderilmesiyle birlikte, daha iyi soluklanmanın sunacağı bol hava ve koku gibi pek çok temel yaşamsal avantaj bulunuyor. Burun ucu düşüklüğü sorununun çözülmesi bireye, sosyal ve mesleki kariyerinde de enerjisi yüksek bir görüntü sağlıyor” dedi.
Lokal anestesi ile 45 dakika sürüyor
Burun ucu estetiği (Tipplasti) ameliyatları, lokal anestezi yapılarak en fazla 45 dakika sürdüğünden, hasta hemen sonrasında evine veya işine geri dönebiliyor. Bu yöntemde, silikon tampon ve burun sırtına atel konulmadığından dolayı oldukça konforlu bir iyileşme süreci gerçekleşiyor.
Burun ucu estetiği ameliyatını diğer burun bölgelerinde sorun olmayan hastalara uyguladıklarını anlatan KBB ve Burun Estetiği Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy konuşmasına şöyle devam etti: “Bu ameliyatı, sıklıkla lokal anestezi ile yapmak mümkün olup, çok nadiren genel anestezi uyguluyoruz. Burun ucu estetiği, genelde üstte bahsettiğimiz gibi burun ucunun kaldırılması söz konusu olmasının yanında, nadirende olsa burun ucunun indirilmesi, inceltilmesi veya kalınlaştırılması, burun deliklerindeki şekil bozukluklarının düzeltilmesi, burun kanatlarındaki kalınlığın inceltilmesi veya çökmenin giderilmesi gibi pek çok işlemleri kapsayan geniş bir kavramdır. Ayrıca bu yöntemle, burun ucunun rafine edilmesi dediğimiz zarifleştirilmesi ve ışık vurduğunda burada martı kanadı şeklinde son derece güzel bir görüntü yakalanması mümkündür. Dahası bu ameliyatları, daha evvel burun estetiği ameliyatı olmuş, fakat istenen sonuçları burun ucunda alamayan hastalara da revizyon amaçlı olarak sıklıkla uyguluyoruz” diye konuştu.
Ödem ve morluk oluşmaz
Burun ucu estetiğinde iyileşme süresinin, klasik septorinoplasti yöntemlerine göre daha kısa olduğunu ifade eden Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları kaydetti: “Bu yöntemde, kemik dokuya müdahele edilmediğinden dolayı ödem ve morluk hiç olmaz. Ayrıca, atel veya alçı koymak gerekmediğinden, iş ve iş gücü kaybı da hemen hemen hiç yoktur. İşlem esnasında, açık veya kapalı (burun içinden) teknik ameliyat yöntemlerinin her ikisinin de cerrahın tecrübesine ve tercihine göre avantajlı tarafları vardır. Benim sıklıkla kullandığım yöntem, burun ucuna her türlü müdaheleyi yapabilmeye olanak sunan açık tekniktir ki, kesi yeri uygun kapatıldığında kesinlikle kesi izi kalmaz. Kapalı tekniğin ise yegane avantajı, birkaç haftada olsa burun girişinde görülen dikişlerin içeride olmasıdır. Özetle, burun ucu estetiğini düşünen hastalara, mutlaka yapılacak profil analizi ölçümleri ve bilgisayar çalışmalarıyla, doğru tedavi yöntemi doktor tarafından belirlenmelidir. Nitekim burun ucu estetiği ameliyatları, gerçekten seçilmiş kişilerde son derece basit ve yüz güldürücü bir uygulamadır” dedi.
Burun ucuna dolgu uygulamaları da, son yıllarda oldukça popüler 
Cerrahi uygulamanın yanı sıra, özellikle son yıllarda dolgu ile yapılan burun ucu estetiğinin de oldukça popüler olduğunu kaydeden Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları söyledi: “Burun ucu estetiği amaçlı dolgu uygulamaları da, seçilmiş hastalarda kullanılan bir diğer yöntemdir. Dolgu uygulamaları, kullanılan maddeye göre değişebilmekle birlikte, 1 -3 yıl arasında etkilidir. Avantajı ve dezavantajı da tam olarak bu noktada olup, yapılan işlemin geri dönüşü mümkündür ve bahsedilen sürelerde yeniden tekrarlanması gerekiyor. Bazende, çok küçük kusurlarda, sabırla 2-3 kez tekrardan sonra, o bölgede bir miktar yumuşak dokuda oluşabilmesi sebebiyle hastayı tekrarına gerek kalmaksızın çok daha uzun süreli de memnun edebilmektedir” şeklinde konuştu.

Bel ağrısı hangi hastalıkların habercisi?

Erişkinlerin yüzde 80’inin hayatlarında en az bir defa ortaya çıkan bel ağrısının, bir aydan uzun sürmesi altta yatan ciddi bir sorunu düşündürmeli.

Bel ağrısından yakınan hastaların yarısından çoğu ilk haftadan sonra, yüzde 90’ından çoğu ilk bir aydan sonra büyük ölçüde iyileşiyor. Yüzde 10’undan daha azında ise şikayetler altı aydan daha uzun sürebiliyor ve bu durum ciddi hastalıkların belirtisi olabiliyor.
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Bozbuğa, bel ağrısının, pek çok hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkan bir durum olduğuna dikkat çekerek, “Bel ağrısı şikayeti, insanlarda soğuk algınlığından sonra en sık görülen rahatsızlıktır” dedi.
AĞRININ NEDENİ BEL FITIĞI OLMAYABİLİR
Bel ağrısına yol açan nedenlerden birinin de bel fıtığı olduğunu belirten Bozbuğa, bel ağrısına neden olabilecek sorunları şöyle anlattı:
“Toplumda, bel ağrısı sanki her zaman bel fıtığının belirtisiymiş gibi düşünülse de, gerçekte, bel fıtığı çok geniş bir yelpazede yer alan bel ağrısının nedeni olan pek çok hastalıktan sadece bir tanesidir. Bel ağrısı basit bir kas spazmından mekanik bel ağrısına, osteoartrit ve spondiloza (omurganın kireçlenmeleri), bel fıtığına, fibromiyaljiye, yumuşak doku zorlanmalarına, omurganın iltihabi-enfeksiyöz hastalıklarına, apselere, kemik hastalıklarına ve kırıklarına, metabolik-hormonal hastalıklara, romatizmal hastalıklara, iç organ hastalıklarına, büyük damar hastalıklarına (aort damarının anevrizması/genişlemesi, damar tıkanıklıkları), çeşitli kemik / omurga, omurilik ve yumuşak doku tümörlerine ve daha birçok hastalığa işaret edebilir. Bu nedenle, çok dikkatli ve ısrarcı bir biçimde, bel ağrısının nedeninin ortaya konmasına çalışılmalıdır.”
KİMLER BEL FITIĞI RİSKİ TAŞIYOR?
Bel ağrısına ve bel fıtığına yol açan risk faktörlerini şöyle sıralamak mümkün:
• Mesleki olarak fiziki yüklenmeler, ağır iş yapmak,
• Uzun süreli oturmak, masa başı işlerde çalışmak, hareketsiz bir yaşam tarzı, bel ve karın kaslarının zayıflığı,
• Omurganın yanlış kullanılması, kontrolsüz, ani ve zorlayıcı hareketler yapılması,
• Omurganın yapı ve şekil bozuklukları,
• Aşırı kilo,
• Sigara kullanımı,
• Stres, depresyon.
"HASTALARIN ÇOĞU AMELİYATSIZ İYİLEŞEBİLİR"
Bel fıtığı tedavisinde esasın, omurga ve disk üzerindeki yüklenmenin azaltılması, sinir dokusu üzerindeki basının kaldırılması ve vücudun kendi kendini tamir mekanizmalarının kuvvetlendirilmesi olduğunu dile getiren Beyin Cerrahı, tedavi yöntemi hakkında ise şunları söyledi:
“Bel fıtığının yeri, tipi, derecesi ve diğer faktörlere göre tedavi değişmekle birlikte, genel olarak bel fıtığı ile ilişkili bel ağrılı hastaların büyük bir çoğunluğu cerrahi dışı tedaviler ile iyileşir. Cerrahi dışı tedaviler, hastaya ve hastalığın derecesine ve evresine göre değişmek üzere; ilaç tedavisi, yatak istirahati, fizik tedaviler, lokal enjeksiyonlar, lokal sıcaklık uygulamaları, manuel terapiler, egzersizler, hasta eğitimi, vb. şeklinde sıralanabilir.
Ancak, bazı hastalar kesinlikle cerrahi tedaviyi gerektirirler ve hiçbir şekilde diğer tedavilerden yararlanmazlar ve çok daha da önemlisi küçük bir oran da olsa bazı hastalarda acil cerrahi girişim şarttır. Ne yazık ki cerrahi tedavinin geciktirilmesi bu hastalarda geri dönüşü mümkün olmayan kalıcı nörolojik fonksiyon kayıplarına yol açabilir. Bel fıtığında cerrahi tedavinin, belli şartlara ve algoritmalara göre hareket edildiğinde, başarı oranı çok yüksektir.”
KİLO KONTROLÜ VE BİLİNÇLİ EGZERSİZ ŞART
Omurganın doğru kullanılması, normal kiloda olmak, düzenli ve bilinçli spor yapmak, doğru beslenme alışkanlığına sahip olmak, güneşten ve açık havadan yeterince yararlanmak, toksik maddelerden (sigara vb.) uzak durmak, stres kontrolü, bel sorunlarından korunmada önemli etkenler. (ntvmsnc.com.tr)

16 Kasım 2017 Perşembe

Tarçın hafızayı güçlendiriyor, kimyon sivilceyi gideriyor

Aromaları ile yemeklere lezzet katan baharatların sağlık için de sayısız faydası var. Şeker ve kolesterolü düzenlemekten, metabolizmayı güçlendirmeye, kanser hücrelerinin baskılanmasından tümörün küçülmesine katkı sağlamaya kadar birçok alanda fayda sağlayan baharatlar doğru kullanılmadığında ise sağlığı tehdit edebiliyor.

Özellikle kronik hastalıkları olanların baharatları daha dikkatli kullanması gerektiğini söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, zencefil, tarçın, biber, karanfil gibi günlük hayatın içindeki baharatların kullanımı ile ilgili önemli bilgiler paylaştı:
ZENCEFİL TÜMÖRÜN KÜÇÜLMESİNE YARDIMCI OLUYOR 
“Antibakteriyel, antiviral, antienflamatuvar olarak kullanılan zencefil, çay olarak tüketildiğinde hamilelik dönemi bulantılarında kullanılabilecek en güvenilir çareye dönüşür. Zencefil çayı aynı zamanda uzun yolda ortaya çıkan mide bulantılarında da etkilidir. Antitümör etkisi sayesinde tedavisi zor olan kanser türlerinde doktora danışılarak tüketilen zencefil tümörün büyümesini baskılamaya yardımcı olabilir. Spor yapan kadınlarda kas ağrılarını ve adet dönemindeki ağrıları azalttığına dair çalışmalar bulunan zencefil solunum yolu hastalıklarında, öksürük, grip ve soğuk algınlığına birebirdir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Fakat kan basıncı ve şeker ile ilgili ilaç kullananlar için sakıncalı olabileceği unutulmamalıdır.
TARÇIN HAFIZAYI GÜÇLENDİRİYOR
Kan şekerini dengelemesiyle tanınan ve bu özelliği ile diyabetik hastalara önerilen tarçın bazı diyabet ilaçları ile etkileşime girebilir. Diyabet hastalarının tarçın kullanımı ile ilgili doktorlarına danışması önemlidir. Kolesterol üstünde de dengeleyici etkisi olan tarçının antioksidan, antiseptik ve antibakteriyel özellikleri de vardır. Kanın pıhtılaşmasını önlemeye yardımcı olan tarçın zengin lif içeriği sayesinde sindirimi kolaylaştırır. Lösemide kanser hücrelerinin çoğalma riskini düşürür. Tarçın sakızı çiğnemek veya koklamak hafızayı güçlendirir, Alzheimer gibi hastalıklarda yardımcı olarak kullanılabilir.
ZERDEÇAL, OSTEOPOROZA KARŞI KORUYOR
Zencefil ailesinden olan ve Hindistan safranı olarak da bilinen zerdeçalın kullanım alanları da safranla benzerlik gösterir. Antienflamatuvar, antioksidan, antitümör özellikleri olan zerdeçal Alzheimer gibi hastalıklarda kullanılır. Kolon, prostat, pankreas, meme kanserlerinde tedaviye ek olarak kullanılabilir, ancak öncesinde hekime danışmak önemlidir. Artrit, pankreatit, enflamatuvar bağırsak hastalıklarında ağrıyı azaltıcıdır. Safra taşına karşı doğal bir koruyucudur. Kan basıncını düzenler, osteoporoza karşı da koruyucu özellikleri bulunur. Zerdeçalı günlük beslenmesine dahil etmek isteyenler pilav, makarna, et yemekleri, yumurta, çorba gibi yemeklere ekleyebilir.
OMEGA-3 VE OMEGA-6 KARANFİL ŞİŞKİNLİĞİ ÖLÜYOR
En çok diş ve diş eti hastalıklarına önerilen karanfil, lokal anestezik olarak da kullanılabilir. Ağız kokusu için de etkili olan karanfil, su ve çayda tüketildiğinde şişkinliğe iyi gelir. Bitkilerde çok nadir görülen omega-3 ve omega-6 barındırmasıyla dikkat çeken zencefil, soğuk algınlığı, öksürük gibi bağışıklık sistemi hastalıklarında da kullanılabilir. Siyah noktalar, sivilceler, cilt lekeleri için birebirdir. Baharat ve çay olarak tüketilmesi önerilen karanfil, yağ olarak tüketildiğinde yarardan çok zarara neden olan bir ürüne dönüşebilir. Mutlaka bir uzmana danışılarak kullanılması gereken karanfil yağı; direkt olarak içilmemeli, cilde sürülmemeli ve seyrelterek kullanılmalıdır. Çocukların kesinlikle kullanmaması gereken karanfil yağı mide ve bağırsakta dönüşü olmayan ciddi yan ektilere neden olup vücutta tahribat yaratabilir.
SİYAH NOKTA VE SİVİLCELERE KARŞI: KİMYON
Kan şekerini dengeleyen kimyon, cildi düzenler, siyah nokta, sivilce, yaşlılık kırışıklıklarının tedavisine yardımcıdır. Yüksek demir içeriği sebebiyle kansızlık tedavisinde oldukça etkili olan kimyon, astımla savaşır ve bağışıklık sistemini güçlendirir. Aşırı tüketimi karaciğer ve böbreklere zarar verebilen kimyonun hamilelik döneminde de düşüklere neden olabileceği için kullanılmaması önerilir.
ÇALIŞMAYAN BAĞIRSAKLAR İÇİN KETEN TOHUMU
Omega 3 yağ asitleri ve diyet lifi açısından zengin olan keten tohumu sindirim sistemini ve bağırsakların sağlıklı çalışmasını destekler. Kan şekeri ve kolesterolün dengede kalmasına yardımcıdır. Bu özelliğiyle kalp ve damar hastalıklarına karşı da koruyucu olan keten tohumu, meme ve prostat kanseri riskini düşürür. Suda bekletilip salatalarda kullanılabilir.
CHİA KOLESTEROLÜ DENGELER
Omega 3, 6 ve lif içeriği bakımından zengindir. Kan şekerini ve kolesterolü dengeler. Antioksidan özelliği sebebiyle kanser riskini düşürür. Süt ve suda jelleşme özelliği ile puding, sütlü yumurta gibi sevilen birçok tarifte kullanılabilir. Midede şiştiği için açlık hissini yatıştırır. Tansiyon hastaları uzmana danışarak kullanmalıdır.
PUL BİBER BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE METABOLİZMAYI GÜÇLENDİRİR
Antienflamatuvar ve gaz giderici olarak kullanılan pul biber içindeki bileşikler sayesinde birlikte yenilen diğer besinlerin vitamin ve mineraller emilimini de arttırır. Yüksek miktarda C vitamini içerdiğinden doğal antibiyotik olarak tanınan pul biberin vücut için mucizevi bir besin olduğunu söyleyebiliriz. Bağışıklık sistemi ve metabolizmayı güçlendiren pul biber antidepresan olarak kullanılabilir. Kanser hücrelerinin bastırılmasında da yardımcı olan biberin bazı ilaçlarla etkileşime girebileceği unutulmamalıdır.” ntvmsnc

15 Kasım 2017 Çarşamba

Burun estetiği ameliyatlarında doğru bilinen 9 yanlış

Burun estetiği, ülkemizde ve dünyada en sık yapılan ameliyatlardan birisi. Halk arasında, bu ameliyat ile ilgili adeta şehir efsanelerine dönüşen birçok kafa karışıklığı da mevcut. 
Yıllardır burun estetiği ameliyatları yapan Burun Estetiği Cerrahisi Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, “Bu planlanırken, mutlaka burun fonksiyonları dikkate alınmalıdır. Çünkü bu ameliyatın başarısında, hem burun fonksiyonlarının iyileştirilmesi, hem burun estetiği esastır” diyor.
Burun estetiği ameliyatlarında doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgi veren Burun Estetiği Cerrahisi Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları söyledi:  
1.YANLIŞ: Çok genç veya ileri yaşlarda, burun estetiği ameliyatı yapılmaz!
1-DOĞRU: Bu ameliyatlar için alt sınır kızlarda 16, erkeklerde 18 yaştır. Fakat, burundan havayolu tıkanıklığına bağlı ileri derece zorluğu olan daha küçük yaşlardaki çocuklarda da bu ameliyatı nadiren de olsa gerçekleştirebiliyoruz. Ancak çok mecbur kaldığımızda uyguladığımız bu çocukluk çağı burun estetiği ameliyatlarında, kıkırdak ve kemik büyüme noktalarına dokunmadan bu ameliyatı gerçekleştirmek mümkün. İleri yaşlarda, bu ameliyatı gerçekleştirmek için bir üst sınır yoktur.
Hastanın genel durumunun iyi olduğu ve anestezi almasında sakınca olmadığı her yaşta, bu ameliyat uygulanabilir. Bazen de çok ileri yaşlarda olup, estetik beklentisi olmayan kişilere tıbbi sebeplerle de burun estetiği ameliyatının tüm aşamalarını aynen uygulayabiliyoruz. Valf, yani kapakçık cerrahisi dediğimiz bu işlemle, burun kanatlarında nefes alırken çökme, burun ucundaki aşırı açının düşmesine bağlı nefes alma zorluğu ve orta çatıdaki zayıflıklara bağlı nefes alma problemlerine müdahale edebiliyoruz.
2.YANLIŞ: Tüm burun estetiği ameliyatları, aynı yöntemlerle uygulanır!
2-DOĞRU: Her birey özgün olduğu gibi her burun yapısı da özgündür ve kişiye özel planlama yapılmalıdır. Bu ameliyat belki de, diğer tüm ameliyatlardan farklı olarak tamamen cinsiyete ve kişisel anatomik özelliklere göre çok fazla değişkenleri olan tek ameliyattır diyebiliriz. Değişkenler olarak işine içine; kıkırdak, kemik, cilt, ciltaltı dokusunun kalınlığı, yüzdeki simetri durumu gibi pek çok faktör girmektedir. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, hiçbir hastanın ameliyatında uyguladığımız teknikler diğeriyle birebir aynı olmuyor. Dolayısıyla, bu ameliyatın adeta bir el yapımı sanat eseri gibi her birey için farklı yapıldığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.
3. YANLIŞ: Açık yöntemde yara izi kalır!
3-DOĞRU: Bu ameliyat, farklı tekniklerle gerçekleştirilmektedir. Bazı cerrahlar sadece kapalı yöntemi kullanırken, bazıları da açık yöntemi, bazıları da hastanın burun yapısına göre ikisinden birisi tercih etmektedir. Açık teknikte, tüm burun anatomik yapılarının ortaya konulması sebebiyle, ameliyat esnasında cerrahi saha çok daha ayrıntılı değerlendirilebilmekte ve uygun tekniklerle sorunlar giderilebilmektedir. Hastanın tek problemi, burun kemeri veya kanatlarının enine genişliği ise, kapalı teknikle bunu düzeltmek yeterli olabilir, ancak ilaveten başka birçok sorunları da varsa, çoğu zaman kapalı yöntem yetersiz kalmaktadır. İçinde bulunduğumuz coğrafyada burun yapıları, Avrupa veya İskandinav ülkeleri gibi değil, bizde burunlar hem büyük, hem de daha ileri derecede bozukluklar mevcut olup, aynı anda birçok işlemi de birlikte uygulamak gerekebiliyor. Ben ameliyatlarımda, %80 açık, %20 kapalı teknik kullanıyorum.
Seçilmiş vakalarda doğru uygulandığında, açık teknik ameliyatın süresini yaklaşık 1 saat kadar uzatıyor, ama revizyon ihtimalini de büyük oranda azaltıyor ve başarılı oluyor diye düşünüyorum. Günümüzde uyguladığımız açık yöntem ile, yara izini 6 ay sonrasında çıplak gözle fark etmek neredeyse imkansızdır. Kapalı yöntemin ise, çok daha kısa sürede bitmesi en büyük avantajı olmakla birlikte, dezavantajı ise cilt altından çalışılması ve bazı sorunlara müdahale edebilmedeki teknik zorluklardır.
4.YANLIŞ: Burun estetiği sonrası, Ağrılı bir süreçtir!
4-DOĞRU: Bu ameliyatlar büyük oranda ağrısızdır, ameliyattan sonraki 3.günden itibaren pek çok hastamız ağrı kesici kullanma ihtiyacı hissetmiyorlar. Günümüzde kullandığımız Ultrasonik Piezo teknolojisiyle, morluk az oranda olabiliyor. Bahsedilen bu morarma ve şişlik, dışarıdan bakanlara hasta acı çekiyor hissi uyandırmasına karşın, buna bir nevi illüzyondur demek yanlış olmaz.
Ameliyatta yapılan kemik kesilerinin, hareketli bir bölgede olmaması sürecin ağrısız olmasının nedenidir. Bu dönemde, hafif ağrılara sebebiyet vermemesi için hastalarımıza, yüz bölgesini fazla hareketlendirecek sert çiğneme, aşırı gülme gibi durumlardan 1 hafta kadar uzak kalmalarını ve yumuşak diş fırçası kullanmalarını öneriyoruz. Böylece, hastanın neredeyse hiç ağrısı olmayacaktır.
5.YANLIŞ: Burun estetiği sorasında, burun ucu düşer!
5-DOĞRU: Ameliyat, tecrübeli ellerde yapıldığında, burun ucu düşmez. Modern rinoplastide, burun ön kısmını mutlaka greft dediğimiz kıkırdaklarla destekliyoruz. Burun ucunun bu şekilde desteklenmesi, ilerleyen yaşlarda oluşabilecek fizyolojik burun ucu açısı düşmelerine karşıda dirençli oluyor ve buna bir nevi anti-ageing katkısı oluyor da diyebiliriz. Nitekim, yaşlanmaya bağlı kişinin yüzündeki ifadeyi değiştiren burun ucu düşmesi, doğru teknikle yapılan burun estetiği ameliyatlarında olmaz yada uzun yıllar sonra çok daha hafif olur diyebiliriz. Bazı meslektaşlarımız buna “evladiyelik bir burnunuz olacak” diyorlar ki, bu çok doğrudur.
6.YANLIŞ: Ameliyatın en zor tarafı, burun tamponları ve bunların çıkarılmasıdır!
6-DOĞRU: Yıllardır, dokuya yapışıp ağrılı bası yapan ve çıkarılırken acı veren uzun burun tamponlarını kullanmıyoruz. Günümüzde tampon etkisini oluşturmak amacıyla, dikiş teknikleri, kendiliğinden eriyebilen tamponlar veya silikon tamponları kullanıyoruz. Bunların tümü de, tamamen ağrısız ve son derece konforlu uygulamalardır. Ben son yıllarda daha ziyade silikon olup, ortasından hastanın hava da alabildiği malzemeleri tercih ediyorum. Bu malzemeyi sevmemin nedeni, burun içindeki mukoza dediğimiz dokuların doğru yerlerine oturmalarını sağlamak içindir. Çünkü bu ameliyatın başarısında, hem burun fonksiyonlarının iyileştirilmesi, hem burun estetiği esastır.  
7.YANLIŞ: Burun estetiği dışarıdan yapılırken, nefes alma ameliyatı da dışarıdan yapılır!
7-DOĞRU: Burun içi ve dışı beraber bir organdır. Bazen, burun içinde bir sorun olmamasına rağmen, sırf dışındaki aks eğrilikleri sebebiyle hava pazajı engellenmektedir. Bazen de, burun içindeki kıkırdak eğriliğini düzeltmeden, dışına yapılacak bir estetik müdahale yetersiz kalabilmektedir. Burun içindeki septum denen kıkırdağı ve dışındaki estetiği beraber düşünmeliyiz. Bunu ünlü bir müellif  “Nose goes where does septum goes= burnun içindeki septum denilen kıkırdağı nereye giderse burunda oraya gider” şeklinde ifade etmiştir. Tek bir kesi ile burnun hem dışına, hem de iki taraflı olarak içine de müdahale edebiliyoruz.  
8.YANLIŞ: Burun estetiğinde, lazer uygulaması daha başarılı sonuç verir!
8-DOĞRU: Lazerin, burun estetiği ameliyatlarında yeri yoktur.  Lazer, asla kemik ya da kıkırdak dokuyu şekillendirmez. Ancak çok nadiren de olsa, açık teknik burun ameliyatlarından sonra, kesi izinin bariz olduğu hastaların bu şikayetini azaltmak için lazer ile ilgili cildin soyulması yani bir nevi derin peeling amaçlı lazere hastaları yönlendiriyoruz. Ayrıca, geçmişte burun içindeki konka dediğimiz etlerin lazerle küçültülmesi kullanılmıştır, ama günümüzde terkedilmiştir. Günümüzde bu amaçla radyofrekans dediğimiz, lazer benzeri küçültme yapan teknolojileri yoğun bir şekilde kullanmaktayız.
9.YANLIŞ: Burun estetiği sorunları, sadece cerrahi müdahale ile düzeltilir!
9-DOĞRU: 10 yıl öncesine kadar burun şeklindeki sorunların düzeltilmesinde, ameliyat dışında alternatif bir yöntem yoktu. Fakat günümüzde, gelişen dokuya uyumlu dolgu maddeleri teknolojileriyle, az sayıdaki seçilmiş olgularda ameliyatsız da burun estetiği mümkündür. Fakat, tüm burun şekil bozukluklarının da  “Ameliyatsız burun estetiği” olarak da tabir edilen dolgu, botoks veya cilt germe ile düzeltilebileceği konusunda yanlış bir algı vardır ve bu da doğru değildir. Çünkü bu yöntemleri, ancak çok küçük belli sorunları olan seçilmiş hastalarda uyguluyoruz.

2 Kasım 2017 Perşembe

Canan Karatay'dan, Sertab Erener'e şok

Prof. Dr. Canan Karatay, telomer haplarıyla 100 yıldan uzun bir ömür vaat edenlere karşı çıktı. 
Karatay, "Dengeli beslenmek ömrü uzatır, telomer haplarıyla ömür uzatmak hikaye" dedi.
Telomer tedavisi ile 100 yaşındayken de genç olmanın mümkün olduğu iddia ediliyor. Bu kadar popüler olmasının bir nedeni de Sertab Erener'in bu tedaviyi uygulaması. DNA hücrelerini etkileyen hapın kullanıldığı bu tedaviye birçok uzman karşı çıkıyor. Canan Karatay da bu isimler arasında.
"TELOMER HAPIYLA ÖMÜR UZATMAK HİKAYE"
Sanatçı Sertap Erener ile gündeme gelen, ayda bir tane içilen ve bir hapın bin dolar civarında olduğu telomer tedavisine Prof. Dr. Canan Karatay'dan farklı bir yaklaşım geldi.
Telomer hapıyla ömür uzatmak hikaye" diyen Canan Karatay, telomerleri korumak için şu uyarılarda bulundu:
''TELOMERLERİ KORUMAK İÇİN BUNLARA DİKKAT!''
Ömür kısalması demek telomerlerin bozulması demek. Doğal ve yapay her türlü şekerden uzak durmak, kimyasallardan, GDO'lu gıdalardan, gazlı içeceklerden, sigaradan uzak durmak teromerlerin zarar görmesini engelliyor ve ömrü uzatıyor.

Balığın faydasını artıracak 6 önemli öneri

Hafızayı, kemikleri ve gözleri kuvvetlendirmesinden Alzheimer riskini ve kötü kolesterolü düşürmesine dek birçok faydası bulunan balık, özellikle de bugünlerde mevsim geçişi nedeniyle yaygınlaşan enfeksiyonlara karşı vücut direncini artırmada etkili rol oynuyor. Ancak uzmanlara göre, balığın sağlık etkisini artırmak için bazı noktalara özen göstermekte fayda var.


Sağlık üzerinde çok yönlü etkisi olan balığın mutlaka haftada iki kez tüketilmesi gerektiğini belirten Beslenme, Diyet ve Fitoterapi Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili, en yüksek faydayı sağlayabilmek için de doğru hazırlanması ve doğru tüketilmesinin önemini vurguluyor.
Balığın faydalarını hatırlatan Bilgili, 6 önemli öneride bulunarak sağlıklı pişirme tarifleri verdi. İşte balığın yararını artıracak o noktalar:
Kızartmayın
Balığı asla kızartmayın çünkü kızartıldığında ağırlığının yarısı kadar yağ çeker, besin değerini kaybeder ve kalori miktarı artar. Izgara yapmak, fırınlamak veya sebzelerle birlikte buharda pişirmek besin değerlerini korumasını sağlar.
Yeşil salata ile tüketin
Balıkta en az bulunan vitamin C vitamini. Bu nedenle balığın yanında yeşil salata tüketmeyi tercih edin. Özellikle bol limonlu bir yeşil salata balıktaki C vitamini açığını da lezzetli şekilde kapatan çok iyi bir seçim olacak.
Haftada iki kez mutlaka yiyin
Haftada iki kez düzenli olarak balık tüketmeyi ihmal etmeyin. Balık sayesinde hem kalbinizi ve sağlığınızı koruyacak hem de yükselen kolesterolle hiç çaba sarf etmeden başa çıkabileceksiniz. Vücudun kış aylarında daha fazla ihtiyaç duyduğu A, B1, B2 ve D vitaminlerini düzenli balık tüketimi ile karşılayabileceksiniz. Çocuklarınızı da hem bağışıklıklarını güçlendirmek hem de fiziksel ve zihinsel gelişimlerini desteklemek için balık yemeye teşvik edin.
Küçük balıkları kılçığıyla tüketin
Balığın kılçığında bulunan yüksek miktardaki kalsiyum ve fosfor kemiklerin sağlığı ve dayanıklılığı bakımından son derece önemli. Bu nedenle özellikle kemik erimesi sorunu yaşayanların, hamsi gibi küçük balıkları kılçığıyla tüketmesinde fayda var.
Mutlaka limon sıkın
Balığı gerek hazırlarken gerekse tüketirken mutlaka limon sıkın. Limonun içinde bulunan antioksidanlar ve C vitamini balıktaki omega 3'ün vücuttaki kullanımını artırıyor.
Çok fazla pişirmeyin
Balıkları çok fazla pişirmek protein kaybına neden olur ve balıktaki proteinin vücudumuz için bir yararı kalmaz. Bu sebeple balıkları hafif sulu kalacak şekilde pişirmek gerekiyor.
4 BALIK BOL FAYDA!
Uskumru: Yağlı bir balık olan uskumru, diğer balıklara göre daha fazla B12 ve D vitamini içeriyor. D vitamini içeriği ile kemikleri güçlendirirken, 100 gr. uskumru tüketen bir kişi, bir haftada alması gereken B12 ihtiyacının tamamını karşılıyor; bu sayede düşünme ve algılamada zorlanma ve depresyon etkileri ortadan kalkabiliyor. Omega 3 yağ asidi açısından da zengin olan uskumru; bilişsel, zihinsel ve fiziksel fonksiyonlar için son derece faydalı.
Palamut: Vücutta üretilmeyen, dışarıdan besinlerle vücuda alınması gereken, çoklu doymamış yağ asitleri olan EPA ve DHA’dan en zengin olan balıkların başında gelen palamut; içeriğindeki sülfür, fosfor ve vanadyum sayesinde bir türlü kapanmayan yaraların kapanmasına yardımcı oluyor. Yüksek protein ve D vitamine sahip olan palamut, kanın damarda daha akışkan olmasını sağlıyor, kan dolaşımını iyileştiriyor. Ancak kızartma yerine fırında yapmak sağlıklı olanı.
Lüfer: Kilo kontrolünü sağlamaya çalışanlar için birebir olan lüferin 100 gramı sadece 144 kalori. İçerisinde yüzde 69 oranında protein bulunan lüferin yine 100 gramı, bir yetişkinin günlük alması gereken omega-3 miktarına eşit. Zengin içeriği ile kalp sağlığını destekleyen, magnezyum sayesinde kalp ritmini düzenleyen lüferde, atar damar sağlığı için önemli potasyum ve yüksek düzeyde antioksidan etkiye sahip olan selenyum bulunuyor.
Hamsi: Yağda eriyen A ve D vitaminleri yönünden oldukça zengin olan, içerdiği doymamış yağ asitleri sayesinde kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyan hamsi, yapılan araştırmalara göre ani kalp ölümlerini azaltıyor. Kılçığı ile yenilen bir balık olan hamsi içeriğindeki kalsiyum ve magnezyum ile kemik ve dişlerin gelişiminde önemli rol oynadığından bebek ve çocukların yemesi çok önemli. Ancak kızartmadan kaçının.
Hamsi Buğulama Tarifi: Hamsileri ayıklayın, yıkayıp, süzün. İri halka şeklinde doğradığınız soğanları fırın kabına yerleştirin ve karabiber serpin. Hamsileri yan yana sıralayıp üstüne yine halka şeklinde doğranmış domatesleri yerleştirin. Limon suyu, zeytinyağı ve karabiberi çırpıp balıkların üzerine dökün. 175 derecelik fırında 25 dakika pişirin.
Güveçte Lüfer Tarifi: Lüferi 1 çorba kaşığı zeytinyağı ile sıvayın. Patatesleri yarım ay şeklinde kesip güvece dizin, yarım limonu halka şeklinde kesip patateslerin üzerine koyun. Lüferleri birbirine ters bakacak şekilde yerleştirin. Domatesleri 4'de dilimleyip yerleştirin. Biberleri halka şeklinde kesip güvece yerleştirin. Az su ekleyip fırına verin.
Uskumru Izgara Tarifi: Yağlı bir balık olan uskumrunun içini temizledikten sonra bıçak yardımıyla kuyruk kısmından başlayarak, kılçık paralelinde uzunlamasına başa doğru fileto olarak ikiye ayırın. Zeytinyağı ile yağlayarak ızgara üzerinde alt üst ederek pişirin. Piştikten sonra maydanoz ve limonla servis edebilirsiniz. (ntvmsnc)