28 Şubat 2017 Salı

Behçet hastalığı en çok hangi organları etkiliyor?

Birçok organı etkileyen ancak klinik çalışmalara göre, % 50-70 oranında gözlerde tutulum yaparak iltihaba neden olabilen Behçet hastalığı, zamanında tedavi edilmezse kalıcı görme kayıplarına yol açabiliyor.

Behçet hastalığı, nadir görülen ve vücutta birçok sistemi tutan bir hastalık. Ağızda aft, genital ülser, deri bulguları ve gözün iltihaplanması (üveit) gibi sorunlara yol açıyor.
Ankara Üniversitesinden Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nilüfer Yalçındağ, hastalığın en sık Türkiye, Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkelerinde görüldüğünü ifaderek, "Hastalığın görülme sıklığı Japonya'da on binde bir iken bu oran Türkiye'de on binde 42'dir. En sık 30-40 yaşlarında görülmektedir. Genç nüfusu etkilemesi nedeniyle önemli bir hastalıktır" dedi.
Hastalığın, eklemler, mide bağırsak sistemi, damarlar ile beyni tutabildiğini anlatan Yalçındağ, tanının özel bir testle değil ancak klinik bulguların değerlendirilmesiyle konulabildiğine işaret etti.
"GÖZ TUTULUMU EN ÇOK ERKEKLERİ ETKİLİYOR"
Yalçındağ, Behçet hastalığının gözde iltihaplanma, tekrarlayan ataklar ve iyileşme dönemleriyle seyreden göz içi iltihaba neden olduğuna dikkati çekerek, "Behçet hastalığında göz tutulumu, klinik çalışmalarda yüzde 50-70, hastalığın görülme sıklığı ve etkenlerini ortaya koyan epidemiyolojik çalışmalarda yüzde 20 civarında bildirilmektedir. Tek gözde başlasa bile genellikle her iki gözü etkiler" diye konuştu.
Erkeklerde göz tutulumunun kadınlardan daha sık ve ağır seyirli olduğunu belirten ve "Erkek hastaların yaklaşık olarak üçte ikisinde göz tutulumu meydana gelir. Göz tutulumu genellikle hastalık başlangıcından sonraki 2-4 yıl içinde olur. Ancak Behçet hastalığı tanısı bazen göz hastalığının başlamasıyla birlikte konulur. Bunun sebebi daha önceden mevcut olan ağızda aft gibi bulguların hastalar tarafından önemsenmeyerek hekime başvurulmamasından kaynaklanmaktadır. Behçet hastalığında, iltihabi bulgular ani olarak başlar, iyileşir ve tekrar nükseder. Ancak bu atakların her biri gözde az ya da çok bir hasar bırakabilir ve görmeyi tehdit eden komplikasyonlar gelişebilir" ifadesini kullandı.
GÖZLERDE BU ŞİKAYETLER VARSA DİKKAT
Nilüfer Yalçındağ, hastaların genellikle gözde kızarıklık, bulanık görme veya görme kaybı, uçuşma, gözde ve göz çevresinde ağrı şikayetleri ile başvurduğunu anlatarak, gözün arka kısmını tutan iltihapta ise gözde kızarıklık olmadan ağrısız görme azalması ve uçuşma meydana geldiğini söyledi.
Behçet hastalarının gözünden şikayeti olmasa dahi 6 ayda bir göz muayenesi yaptırması tavsiyesinde bulunan Yalçındağ, tedavi sürecine ilişkin şu bilgileri verdi:
"Hastalık birçok sistemi tuttuğu için diğer tutulum yerlerine göre ilgili branş hekimlerinin de görüşü alınarak tedavi ortak olarak belirlenmelidir. Üveitin tutulumun yeri ve ağırlığına göre damla, enjeksiyon veya sistemik tedavi yöntemleri uygulanır.
Üveitli hastalarda iltihap belirtilerinin hızlı bir şekilde baskılanması ve kalıcı yapısal değişikliklerin oluşmasının önlenmesi için tedavinin derhal başlaması gerekir. Tedavinin bir diğer amacı da atakların sıklığını ve şiddetini azaltmak ve sonuçta hastanın görme yetisini korumaktır. Çünkü göz hastalığının ciddi ve hasar bırakacak tarzda seyredeceğinin en önemli işareti atakların sık görülmesi ve ağır seyretmesidir. Bu nedenle, tedavinin uzun süreli ve yakın takip altında olması zorunludur. İlaçların sistemik yan etkileri açısından hastaların takibinde romatologlarla iş birliği yapılmalıdır."
KALICI GÖRME KAYBINA NEDEN OLABİLİR
Prof. Dr. Yalçındağ, stres, aşırı yorgunluk, ateşli hastalıkların, sinüzit ve diş absesi gibi enfeksiyonların da göz iltihabı ataklarına neden olabileceği uyarısında bulunarak, tedavi edilmeyen göz iltihabı atakları sonucunda, gözün özellikle arka tabakalarında meydana gelen hasar nedeniyle kalıcı görme kayıpları oluşabileceğini kaydetti. ntvmsnc

27 Şubat 2017 Pazartesi

İnsanlık depresyonda

Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan rapora göre, 2015 yılında dünyada 300 milyondan fazla kişinin depresyondaydı. Verilere göre Türkiye’de ise her yüz kişiden dördü depresyondan şikayetçi.

Dünyada depresyon vakalarının sayısı hızla artıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan bir araştırma 2015 yılında dünya çapında depresyon vakalarının sayısının 322 milyona yükseldiğini ortaya koyuyor. Bu rakam, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 4.4'üne denk geliyor.
Depresyon vakalarının sayısında son on yılda yaklaşık yüzde 18'lik artış kaydedildiğine dikkat çekilen raporda, vakaların yüzde 80'inden fazlasının düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerde tespit edildiği belirtiliyor.
Araştırmayı yürüten ekipte yer alan Dan Chisholm depresyonun artmasında nüfusun büyümesinin yanı sıra ortalama yaşam süresinin uzamasının etkili olduğunu belirterek, özellikle yaşlıların depresyona yakalandığını kaydetti. Dan Chisholm perşembe günü Cenevre'de yaptığı açıklamada, depresyonun dünyanın her yerinde insanların hayatını kısıtlayan nedenlerin başında geldiğini söyledi.
Türkiye'de nüfusun yüzde 4.4'ü depresyonda
DSÖ raporunda, Türkiye'de 2015 yılında yaklaşık 3 milyon 260 bin kişinin depresyondan mustarip olduğu, bunun Türkiye nüfusunun yüzde 4.4'üne denk geldiği kaydedildi.

Deutsche Welle Türkçe'nin aktardığına göre, raporda Almanya'da ise nüfusun 5.2'sinin yani 4 milyon 100 bin civarında kişinin depresyon geçirdiği belirtiliyor. Alman Depresyon Yardım Vakfı'na göre, depresyon toplumda çok yaygın bir hastalık. Ancak yaygın olmasına rağmen en az ciddiye alınan hastalıklar arasında bulunuyor.
Gençler tehdit altında
DSÖ'den yapılan açıklamada, özellikle gençler, doğum öncesi ve sonrası dönemde kadınlar ve yaşlılar arasında görülen depresyonla mücadele edilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.
Araştırmayı yürüten ekipten Dan Chisholm, 'günümüzde gençlerin önceki kuşaklara kıyasla daha büyük baskı altında' olduğunu söyledi. Sosyal medyanın depresyon ve kaygı bozuklukları gibi hastalıkları nasıl etkilediğinin henüz bilinmediğini kaydeden Chisholm, gençlerin durumuna ilişkin 'endişe' duyduklarını ifade etti. Okulda öğretmen ve psikolojik danışmanların çocuklardaki depresyon tehlikesini önceden anlayabilmesi için daha iyi eğitim almaları gerektiğini belirten Chisholm, çocukların baskıya karşı koyabilmesi için de okullarda yaşama ilişkin becerilerin aktarılması gerektiğini söyledi.
DSÖ tarafından yapılan araştırma depresyonun erkeklere kıyasla kadınlar arasında daha yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra 55 ile 74 yaş arasında depresyon daha sık görülüyor. Yaşlılar arasında depresyona yakalanan kadınların oranı yüzde 7.5 iken erkeklerde bu oranın yüzde 5.5 olduğu belirtiliyor.
Yaygın bir hastalık olmasına rağmen depresyonun tabu konular arasında yer aldığına dikkat çeken Dünya Sağlık Örgütü, 7 Nisan Dünya Sağlık Günü'nde bu konuda bir kampanya başlatmayı planlıyor. 'Depresyon- Hadi Konuşalım' (Depression-Let's Talk) sloganı ile yürütülecek kampanya ile depresyonun nedenleri ve sonuçları konusunda toplumun aydınlatılması, depresyonda olanlara yardım edilmesi ve depresyon geçirenlerin yakınlarına destek sunulması hedefleniyor.

Uzun süre kokulu muma maruz kalmak kansere davetiye çıkartıyor!

Evlerde kullanılan kokulu mum uzun süre kullanılması durumunda kansere davetiye çıkarttığı iddia edildi.

Evlerde dekoritif amaçla kullanılan kokulu mumlar tehlike saçıyor. CBS New York’un haberine göre; Amerika'nın New Jersey eyaletinde yaşayan Meghan Budden, evinde kokulu mumu birkaç saat boyunca yaktı.
Ertesi gün bebeğinin burnunu temizlemek isteyen anne gördüğü manzara ile şok oldu. Bebeğinin burnun içinde küçük siyah noktalar olduğunu gören anne hemen mumların üzerinde yazan yazıları okumaya başladı. Mumların üzerinde 3 saatten fazla yakmayın uyarısı bulunuyordu.
Uzmanlar uyardı!
Yapılan tetkikler sonrası oluşan siyah noktalara, mumlardan kaynaklanan isin neden olduğu belirlendi. Küçük bebeğin sağlık durumunun erken müdahale ile iyi olduğu bildirilirken uzmanlar kokulu mumlar hakkında ciddi uyarılarda bulundu.Özellikle portakal ve limon kokulu mumların, ozonla temasında ortaya formaldehit çıkıyor. Uzun süre formaldehit maruz kalınması ise kansere davetiye çıkartıyor.Sözcü

24 Şubat 2017 Cuma

Çocuğunuz dilini çıkaramıyorsa dikkat!

Çocuğunuz konuşma bozukluğu yaşıyorsa, şeker ya da dondurma yerken dilini çıkaramıyorsa, sınırlı ya da sıkı bir dudak ve dil bağına sahip olabilir.

Çocuğunuz konuşma bozukluğu yaşıyorsa, şeker ya da dondurma yerken dilini çıkaramıyorsa, sınırlı ya da sıkı bir dudak ve dil bağına sahip olabilir. Uzmanlara göre bu durum, hem fiziksel hem de estetik sorunlara yol açabilir.
Diş etini, dudak, dil ve yanak arasında bulunan dokulara bağlayan yumuşak mukozaya frenulum (dudak, dil, yanak bağı) adı veriliyor. Bu dokular genellikle, üst ve alt ön kesici dişlerin arasında, dil altında ve ayrıca yanak ve arka dişlerin arasında konumlanabiliyor. Ağız içinde bulunan bu bağ dokularının sayısı da kişiden kişiye değişiklik gösterebiliyor. Neredeyse her bireyin dil altında yer alan bağ dokuları, üst ve alt orta dişlerin üzerinde de birden fazla bulunabiliyor.
Çocuk, konuşma bozukluğu yaşıyorsa, şeker ya da dondurma yerken dilini ağzından çıkaramıyorsa dil ve dudak bağı problemlerinden şüphelenmek gerektiğini söyleyen Protetik Diş Tedavisi Uzmanı Prof. Dr. Aslıhan Üşümez, “Ayrıca bebeklerde de meme ucunu kavrayamama veya emmede zorlanma görülmesi hali de dikkat gerektirebilir. Bu tür durumlarda, bağ dokusunun bulunduğu düşünülen dil ya da dudak parmak yardımıyla yavaşça kaldırılıp incelenmelidir” dedi.

23 Şubat 2017 Perşembe

SGK 54 ilacı listeden çıkardı

SGK cari açığı azaltmak için Türkiye'de üretim çağrısı yapmaları çağrısını reddeden firmaların 54 ilacını ödeme listesinden çıkardı.

İthal ilaçların Türkiye’de üretilmesi için başlatılan yerelleşme müzakereleri çetin geçiyor. Müzakerelerin ilk aşamasında, Türkiye’de üretimi kabul edilmeyen ilaçlar Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) ödeme listesinden çıkarılırken; bundan sonraki süreçte de yeni ilaçlar için pazarlık masasına oturulması planlanıyor. SGK’nın ödeme listesinde bulunmak Türkiye’de firmalar için hayati nitelik taşıyor. Türkiye’de ilacın en büyük alıcısı devlet.
Hürriyet'ten Hacer Boyacıoğlu'nun haberine göre, Türkiye’de üretilmeyen ithal ilaçların “tedavinin sağlanmasında gerekli güvencenin sağlanması kaydıyla”, SGK’nın ödeme listesinden çıkarılacağı açıklanmış ve firmalarla masaya oturulmuştu. Görüşmelerin ilk turu geçtiğimiz günlerde sona erdi. Piyasada herhangi bir sıkıntı olmaması için başlangıçta, yüzde 50 pazar payına sahip olan ve piyasada 3 eşdeğeri bulunan ilaçlar için sektörle pazarlık yapıldı. Müzakereler sonucunda, birçok ilacın Türkiye’de üretilmesi konusunda uzlaşma sağlanırken, yurt içinde üretilmesi kabul edilmeyen 54 ilaç SGK’nın geri ödeme listesinden çıkarıldı. Kararın uygulaması da 2018 yılına bırakıldı.
Yakın bir zamanda da ikinci dalga görüşmelerin yapılması hedefleniyor. İkinci turda görüşülecek olan ilaçlarda ise en az 2 jeneriğinin olması ve bu jeneriklerin pazar payının yüzde 10 olmasına bakılacak.
Hedef cari açık
İlaçta yerelleşme müzakerelerinde amaç, ilaç firmalarını Türkiye’de üretime yönlendirerek cari açığı sınırlamak. İlk aşamada yapılan görüşmelerde 700 milyon TL’lik üretimin Türkiye’ye kaydırıldığı belirtilerek, ikinci turla birlikte hedefin 2 milyar TL’yi geçmek olduğu kaydediliyor. Bu yolla Türkiye’deki ilaç üretim tesislerinin kapasite kullanım oranlarının ve istihdamlarının da artırılması amaçlanıyor.
Ar-Ge ne olacak
Yapılan görüşmeler sektörde de iki farklı görüşün doğmasına neden oldu. Yerli üreticiler kararı desteklerken, yabancı ilaç firmaları bu kararın Türkiye’ye AR-Ge anlamında bir katkısı olmayacağını ifade ediyor. Firmalar, Gümrük Birliği anlaşmasının modernizasyonu sırasında da bu kararın sıkıntı oluşturabileceği görüşünü dile getiriyor.

21 Şubat 2017 Salı

Porselen Lamina hangi durumlarda tercih ediliyor?

Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan, porselen lamina uygulamasının hangi durumlarda kullanılabildiğini ve avantajlarını anlattı.

Porselen Lamina hangi durumlarda hastalara uygulanıyor? ‘Uygulama, renklenme problemi olan ön grup dişlerde, çapraşık, düzensiz, seviye problemi olan eğri dişlerde, ayrık dişlerde, büyük, eski ve renk problemi olan dolgularda, kırık ve aşınmış dişlerin restorasyonlarında, diş beyazlatma ile tedavi edilemeyen antibiyotik ve aşırı flor kullanımına bağlı olarak oluşan renklenmelerde, kozmetik olarak hastanın dişlerinden memnun olmadığı durumlarda kullanılabilir' diyen Dent Suadiye Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan uygulamanın avantajları hakkında bilgi verdi.
Laminalar özellikle ön grup dişlerde uygulanabilen çok ince porselenlerdir. Porselenin fiziksel özelliklerinin güçlendirilmesi çok daha ince yapılabilmelerini sağlamıştır. Günümüz diş hekimliği daha konservatif bir yaklaşımla, daha az doku kaybı gerektiren restoratif işlemleri ön plana çıkartmaktadır. Porselen laminalar, diş dokusundan çok az veya çoğu zaman hiç preparasyon gerektirmeden uygulanabilen restorasyonlardır. Özel yapıştırıcılar kullanılarak yapıştırılan laminaların renk geçirgenliğinin çok iyi olması estetik olarak mükemmel sonuçlar alınmasını sağlamaktadır.
AVANTAJLARI NELER?
Çok az preparasyon veya hiç bir preparasyon gerektirmeden diş yüzeyine uygulanır. Dayanıklıdırlar. Renk stabiliteleri çok iyidir. Renk seçenekleri mevcuttur. Dişlerdeki kırık, çatlak, büyük dolgular ve renklenmeler rahatlıkla tedavi edilebilir. Dişler arasındaki aralıklar hem estetik hem de doğal bir görünüme sahip olacak şekilde restore edilebilir. Lekelenmeye ve aşınmalara karşı dirençlidirler.
Tırnak yeme, diş gıcırdatma gibi parafonksiyonel alışkanlıkları olan, aşırı çene bozuklukları ve diş harabiyeti olan hastalar dışında her hasta için geçerli ola Porselen Laminaların bakımları ise doğal dişlerden çok farklı değildir, iyi bir ağız bakımı ile yıllarca sorunsuz olarak kullanabilirsiniz.
Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan, ‘Herkes güzel bir gülümsemeyi hak eder. Porselen Laminalar bu gülümseme için diş dokusunda neredeyse hiçbir operasyon uygulamadan yapılabilen estetik ve uzun ömürlü restorasyonlardır.'dedi. Sözcü

Kanser hastaları buraya akın ediyor.

Manisa'da Spil Dağı zirvesinde bulunan Osmanlı Dönemi'nde hastalanan şehzadelerin kaldığı Ayvacık Köyü kanser hastalarının akınına uğruyor.


Manisa'da Spil Dağı zirvesindeki kırsal Ayvacık Mahallesi, özellikle kansere karşı şifa kaynağı olarak ünlendi. Osmanlı Dönemi'nde hastalanan şehzadelerin kaldığı mahalle, Türkiye'nin birçok yerinden kanser hastalarının akınına uğradı. Ünü Türkiye sınırlarını aşan Ayvacık'a Hollanda, ABD ve Almanya'dan da hastalar gelmeye başladı.
Spil Dağı'nın 1522 metre yüksekliğindeki daha önce 5-6 kişinin oturduğu kırsal Ayvacık Mahallesi'nin nüfusu yıllar içinde 250'ye çıktı. Manisa'da bale ve modern dans öğretmeni Nursel Karaosmanoğlu Şimşek'in karaciğer kanserinden kurtulmak için yerleştiği mahalle, kendisine şifa oldu. Bu arada mahalle de 'doktor köy' olarak ünlendi. Nursel Karaosmanoğlu Şimşek'in hikayesini duyanlar da, Spil Dağı Milli Parkı içindeki tek yerleşim yeri olan Ayvacık'a gelmeye başladı. Çam ağaçlarının içindeki oksijen deposu mahallede yılkı atlarıyla birlikte yaşamını sürdüren Nursel Şimşek, doktorların kendisine üç ay ömür biçtiğini ancak 25 yıldır eşiyle birlikte Ayvacık'ta yaşadığını anlattı. 70 yaşındaki Şimşek, şöyle dedi:

"25 yıl önce karaciğer kanseri olduğumu öğrendim. Ayvacık Mahallesi'ni buldum. O zaman burada elektrik, su yoktu. Ama ben buraya aşık oldum ve yerleştim. Doktorlar, 'En fazla üç ay yaşarsın' dediler. 'Üç ayda olsa bu mahallede yaşamadan ayrılmayacağım' dedim, kendime. Ardından ilaçlar, kemoterapiler derken 25 yıldır bu mahallede yaşıyorum. Buranın konumu, doğa yapısı, manyetik alanı hiçbir yere benzemiyor. Olağanüstü güzel bir yer."

Osmanlı Dönemi'nde de hasta olan şehzadelerin bu mahalleye geldiğini anlatan Şimşek, şöyle konuştu:
"Hasta olan şehzadeler buraya gelip sağlıklarına kavuşana kadar burada kalırlarmış. Ben de buraya gelip, yerleştim. Buradaki hava vücudumun kan yapmasını sağladı. Kan yapınca sağlıklı hücreler de arttı. Kanserle daha rahat savaştım. Sağlığıma kavuştum. Ancak 25 yıl sonra fazla çalışmamdan ve özel sorunlarımdan dolayı karın zarımda kansere rastlandı. İç organlarımın büyük bir kısmı alındı. Şimdi kemoterapi alıyorum. Ama büyük bir inatla, hırsla, hayata yeniden sarıldım. Doktorlar, 'ameliyattan sonra toparlanamazsın' dediler. Dört ayda ayağa kalktım. 70 yaşında olsam da 70 yıl daha yaşayacağımı düşünüyorum. Kanserden öleceğim umutsuzluğuna kimse kapılmasın."
Ayvacık'a ilk yerleştiğinde sadece tek ev olduğunu anlatan Şimşek,şöyle devam etti:

"Burası unutulmuş bir yerdi. Böyle bir yerin olmadığını söylediler. Kanseri burada yendiğimi duyan kişiler beni aramaya başladı.Türkiye'nin birçok yerinden insanlar geldi. Şimdi burada 50 hane oldu. Almanya'dan, Fransa'dan, İngiltere'den, Hollanda'dan arayanlar oldu. Gelip, yerleştiler. Hastalıkla nasıl mücadele ettiğimi sordular. Amacım, bu hastalığın korkulacak bir hastalık olmadığını göstermektir. Morali yüksek tutup, tıbbi tedaviye de devam edildiğinde kanser kesinlikle yenilebilir."
Kendisi gibi Ayvacık'ta kanseri yenen kişiler olduğunu söyleyen Şimşek, "Kan kanseri olan bir kaptan İstanbul'dan gelip kaldı. İstanbul'a döndüğünde doktorlar şaşırmış. Kan değerlerinin çok yüksek olduğunu görmüşler. Bu kişi de kanserden kurtuldu" dedi. 72 yaşındaki Yunus Şimşek de eşiyle birlikte Ayvacık'ta yaşadığını belirterek, buranın temiz kalmış nadir yerlerden biri olduğunu söyledi. Yunus Şimşek, "Biz geldiğimizde burası mezraydı. Burada, 'Vücut oksijen yapsın' diye doğa tarafından dürtükleniyor. Temiz hava, sakinlik, doğanın güzelliği ve tıbbın desteği ile hastalıklara karşı vücut burada güçleniyor" diye konuştu.

Ayvacık muhtarı Mesut Atbiner de, kendisinin de 12 yıl önce Ayvacık'a geldiğini anlattı. Atbiner, şunları söyledi:
"Buranın havası, suyu, doğası kanser hastalarına iyi geliyor. Hastalar burada iyi olup gidiyor. Bitkisel otlar, meyvelerden yararlanıyorlar. Kanser hastalarının, felçlilerin gecikmeden buraya gelmesi gerekiyor. Burası derde derman olan bir yer. Konaklama yerlerimiz var. Kendi evlerimizin bir odalarını aylık, günlük, üç aylık kiraya verme imkanımız var.
Bunu da Valilikten ve Kaymakamlık'tan izin alarak yapıyoruz. 10 sene önce burada 8 hane varken şimdi nüfus 250 oldu. İnsanların buraya gelmesini tavsiye ederim." DHA

Küçük Nisanur, ameliyata girerken arkadaşı için böyle dua etti

Antalya'da annesinin verdiği böbrekle hayata yeniden tutunan 7 yaşındaki Nisanur Demir'in ameliyat öncesi ettiği dua ile herkesi duygulandırdı.


Diyarbakır'da ailesiyle oturan Nisanur Demir, Antalya'da özel bir hastanede annesi Remziye Demir'in verdiği böbrekle hayata yeniden merhaba derken, bir de dileği vardı.

3 yaşından bu yana böbrek hastalığı ile mücadele eden ve 1.5 yıldır diyalize giren küçük kız, böbrek nakli ameliyatına girmeden önce kendi gibi diyalize bağlı yaşayan arkadaşı için dua etti.

Küçük Nisanur'un, "Allahım Muhammed'e böbrek bul. İyileşir, arkadaşlarıyla aşağıya iner, oynar, diyalize gitmez, arkadaşlarıyla oynar, amin" sözleri herkesi duygulandırdı.

Anne Remziye Demir, başarılı geçen ameliyatın ardından çok mutlu olduğunu söyledi.
Demir, "Nisanur 3 yaşından bu yana hasta. Şimdi 7 yaşına girdi. 1.5 yıldır diyalize giriyordu. Ben böbreğimi verdim. Çok mutluyum. Kızım iyileşsin başka bir şey istemiyorum" dedi.

6 çocuk annesi Remziye Demir, Nisanur'un hastalığının soğuk algınlığıyla başladığını belirterek, "Doktor iğne vermişti sabah akşam. 4'üncü iğnede Nisanur'un yüzü vücudu şişmeye başladı. İlaç alerjisi dendi. Alerji ile ilgili gittiğimiz doktor tahliller sonucu böbreklerinin gittiğini söyledi " diye konuştu. DHA

Katarakt tedavisinde yeni yöntem

Katarakt tedavisinde artık çok daha etkili sonuç veren yeni bir yöntem kullanıyor. Türkiye'de yeni yeni uygulanmaya başlayan yöntemle göz haritası çıkarılıyor ve kişiye özel ameliyat ile hata payı sıfırlanıyor. Tedavinin ömrü de daha uzun.

Katarakt ameliyatları, "dijital navigasyon" yöntemi ile artık çok daha kolay ve etkili şekilde yapılıyor.
İleri derece kataraktta bile olumlu sonuçların alındığı yöntem, Türkiye'de de uygulanmaya başladı.
Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Bekir Sıtkı Aslan, yöntemin özelliklerini, “Hastanın tüm göz verileri kayda alınır. Bir diske yüklenerek ameliyathanede bulunan lazere taşınır. Ameliyathanedeki lazer hastanın gözüne özgü olan bu bilgileri değerlendirir ve hastanın gözüne tam da yapılması gereken kadar kesiği tam da yapılması gereken kadar kataraktın yumuşatılmasını sağlar” şeklinde anlattı.
KİŞİYE ÖZGÜ TEDAVİ YAPILIYOR, HATA PAYI SIFIRLANIYOR
Kişinin göz haritasını çıkaran dijital navigasyon yöntemi ile hem kişiye özgü müdahalenin mümkün olduğunu hem de hata payının sıfırlandığını dile getiren Dr. Aslan, “Önceden hastanın gözüne yapılacak kesiklerin yeri cerrah tarafından rastgele belirleniyordu, şimdi bunu bir analiz yaptıktan sonra dijital navigasyon altında tam da olması gereken yere yapıyoruz. Astigmatizma açısından önemli bir artı sağlıyor ve lensi çok daha doğru yere koyma imkanımız var” değerlendirmesinde bulundu.
TEDAVİNİN ÖMRÜNÜ DE UZATIYOR
Dijital navigasyon yöntemi ile katarakt tedavisi ömrünün de uzadığını aktaran Dr. Aslan, “Endoter hücresi dediğimiz bir hücre var, yılda yüzde 1 oranında kayboluyor. Katarakttan sonra bu kayıp çok daha büyük bir orana çıkabiliyor. İşte bu dijital navigasyon ile endoter kaybını çok az seviyelere indirip katarakt ameliyatının o insan için ömrünü artırma imkanımız artıyor” dedi. ntvmsnc

20 Şubat 2017 Pazartesi

İşte cildi güzelleştiren gıdalar

Hayatımızı devam ettirebilmenin temel kaynağı olan beslenme aynı zamanda sağlığımızı da destekler. Peki cilt sağlığımız için hangi gıdaları tüketmeliyiz? Özellikle içinde olduğumuz kış mevsiminde hangi gıdaları tüketmeliyiz? Kışın cildimiz korumak için hangi besinleri nasıl tüketmeliyiz? 

Bu antioksidan zengini besinleri daha fazla tüketerek cildinizi genç ve canlı tutabilirsiniz:
1- Avokado
2- Biber
3- Karalahana
4- Kavun
5- Yer elması
6- Ispanak
7- Domates
8- Portakal
9- Çilek
10- Brokoli
11- Turp
12- Şeker pancarı

Lazer epilasyonlardaki tehlike

Güzellik uzmanları tarafından yapılan Lazer epilasyonlar sağlığı tehdit ediyor! Danıştay, 2014’te lazer epilasyon işlemlerinin güzellik uzmanları tarafından yapılmasını yasaklayıp, sadece hekimlerce yapılmasına karar verdi. Ancak eski alışkanlık hâlâ devam ediyor ve güzellik uzmanları lazer epilasyon yapıyor.

Son yıllarda kadınların rağbet gösterdiği estetik uygulamalardan biri olan ve zaman zaman uzman kişiler tarafından yapılmaması nedeniyle mağduriyetlerin yaşandığı lazer epilasyonla ilgili tartışmalar yeniden gündeme taşındı.
Habertürk’ten Öznur Karslı’nın haberine göre, süreç, Sağlık Bakanlığı'nın 2008 tarihli yönetmeliğinde yer alan “Eğitimini alan kişiler IPL epilasyon cihazı kullanabilir” ifadesinin kaldırılması için doktorların Danıştay'a başvurmasıyla başlamıştı. Danıştay, 2014'te epilasyon işleminin sadece hekimler tarafından yapılması gerektiğine hükmetti. Bunun üzerine İstanbul'da, 200'ün üstünde ruhsatlı merkez kapatıldı, 40 işletme sahibine de dava açıldı. Türkiye'de sayıları 108 bine ulaşan güzellik merkezlerinin çoğunda da yönetmeliğe uyulmadığı tespit edildi.
DOKTOR YERİNE TEMİZLİKÇİ!
Ancak yasağın üzerinden 3 yıl geçmesine karşın değişen bir şey yok! Kimi özel hastanelerde açılan merkezlerde de doktor yerine temizlikçi kadrosundaki hastane çalışanlarının ya da estetisyenlerin görev yaptığı iddia edildi. Konuyla ilgili video görüntülerinin paylaşılması üzerine İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa'daki bazı özel hastanelere ilgili araştırma yapıldı. Görüşülen merkezler, öncelikle ücretsiz testlerden ve kampanyalı fiyatlarından bahsetti. Tüm vücut paket programı 1500- 2000 TL arasında olan lazer epilasyon randevusu veren yetkililer, “İşlemi plastik cerrah mı yoksa dermatolog mu yapıyor?” sorusuna “Estetisyen ya da güzellik uzmanı” yanıtını verdi.
Bir hastane ise epilasyonda hekimin sadece kontrol amaçlı seansa girdiğini belirtirken, İzmir'de aranan bir özel hastanenin yetkilisi ise “Bu işlemi zaten hekimler yapmaz” bilgisini paylaştı.
EN SON O MAĞDUR OLMUŞTU
İstanbul'da geçen ay özel bir hastanede yapılan epilasyon işlemi nedeniyle mağdur olup vücudunda yanıklar oluşan kuaför Meltem B. (28), suç duyurusunda bulunmuştu. Estetisyen Dilek Ö. ile hastane bölüm sorumlusu hakkında “basit yaralama” suçundan 1 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. Geçen yıl ise Fatih'te yine bir özel hastanede Meral T. adlı kadına lazer epilasyon işlemi yapan estetisyen Aysel B. hakkında dava açılmıştı. Savcılık, Ayşel B. ile hastane yetkilisi Dr. Şükrü G.'ye 5 yıl hapis talep etti. İddianamede, Aysel B.'nin hekim haricinde lazer uygulama yaparak kanuna aykırı davrandığı anlatılmıştı. Göztepe'de de 2014 Ekim ayında yaşanan olayda epilasyon işlemi sırasında vücudunda ikinci derecede yanık oluşan H.S. adlı kadın, güzellik merkezi ile merkezdeki doktor hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.
TEMİZLİK ELEMANI VE HASTANE PERSONELİ EPİLASYON YAPIYOR
Danıştay kararıyla 108 bin güzellik salonunda çalışan personelle birlikte yaklaşık 430 bin kişinin mağdur olacağını belirtti. Uygulamayla ilgili özel hastaneleri de suçlayan Aydın, “Danıştay kararına rağmen özel hastanelerdeki merkezlerde doktorlar ya hiç işlem yapmıyor, ya da kontrol amaçlı bekliyorlar. Epilasyon uygulamaları, uzman tabip yapılması gerekirken, 3 aylık kurs bitirme belgeleri olan temizlik elemanı, hastane personeli gibi yetkisiz kişilere emanet ediliyor. Bunların SGK girişi de güzellik uzmanı, hizmetçi ya da hastane personeli olarak yapılıyor. Bazı özel hastaneler, hastane içindeki odalarını daire gibi usulsüz bir şekilde güzellik merkezi olarak kiraya vermiş” diye konuştu.

Yüzdeki ağrılar tümör belirtisi olabilir

Uzmanlar uyarıyor, yüz ağrısıyla birlikte yürümede dengesizlik, yüzde ağrı, kulak çınlaması, burun tıkanıklığı ya da burun akıntısı gibi belirtiler varsa dikkat.

Yürümede dengesizlik, yüzde ağrı, kulak çınlaması, burun tıkanıklığı ya da burun akıntısı gibi belirtiler, kafa tabanı tümörlerinden kaynaklanabiliyor. Hissedilen rahatsızlıkların farklı hastalıklarla karıştırılması ve kafa tabanı tümörlerinin erken dönemde belirti vermemesi ise teşhisi geciktirebiliyor Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Gökhan Akdemir, kafa tabanı tümörleri ve tedavileri hakkında bilgi verdi.
Kafatasının koruması altında bulunan beyin, kafatasının alt kısmındaki deliklerden, sinirler ve omurilikle dışarıya doğru ilerleyerek, fonksiyonlarını yerine getirmektedir.
Kafatası denilince daha çok üst kısım anlaşılmakla birlikte; burun, göz, kulak ve omuriliğe doğru inen bir yapısı da bulunmaktadır. Sinirler, damarlar ve omuriliğin bulunduğu bu bölgede ortaya çıkan rahatsızlıklar, gerek anatomik gerekse bölgesel açıdan karmaşık hastalıklardır.
Her yaşta görülebilen kafa tabanı tümörleri, çocukluk çağında kraniofarenjiom, 30-40’lı, bazen de
50’li yaşlarda hipofiz tümörleri, menenjiomlar ve Schwannom şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Genellikle iyi huylu olan kafa tabanı tümörleri, gelişim hızı yavaş olduğu için erken dönemde genellikle belirti vermemektedir. İlerleyen dönemde özellikle yüzde şiddetli ağrı ile ortaya çıkan kafa tabanı tümörlerinin belirtileri şunlar;
Çift veya bulanık görme
Hissedilen rahatsızlıklar, farklı hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Hastalar bu şikayetler ortaya çıktığında ilk olarak göz ya da kulak burun boğaz doktorlarına başvurmaktadır. Kapsamlı bir nörolojik muayenenin ardından Bilgisayarlı Tomografi (BT), beyin tomografisi ve MR gibi radyolojik tetkiklerin ardından teşhis konulabilmektedir.
Kafa tabanı tümörleri arasında özellikle Schwannom’a ait nörofibromatozis adlı hastalıkta genetik geçişin etkili olduğu bilinmektedir. Genellikle beyin, kulak ve çevre sinirlerde gelişim gösteren Schwannom tümörleri bulunan hastalarının ciltlerinde et beni gibi yaygın benler ya da sütlü kahve gibi büyük lekelere sık rastlanmaktadır.
Kafatasının alt kısmında ortaya çıkan tümörler, anatomik olarak zor bir bölgede olduğundan uzman ellerde tedavi edilmesi gerekmektedir. Hastalık beynin kabuğunda olduğunda, kafatası kubbesi kaldırılarak bu kısma ulaşılabilmektedir.
Ancak sorun kafa tabanında olduğunda yukarıdan aşağıya yol kat etmek beyinde istenmeyen etkilere neden olabilir. Teknolojinin ilerlemesiyle endoskopik olarak kafa tabanı tümörlerine; burundan, gözlerin arasından, kulağın içinden, boyun kısmından ve geniz bölgesinden beyne zarar vermeden girilebilmektedir.
Koku alma, görme ve yüz hareketleri gibi sinirlerin cerrahi işlem sırasında hasar görmemesi için ameliyatlarda güvenliği üst seviyeye taşıyan nöromonitörizasyon ve nöronavigasyon gibi ileri teknolojilerden faydalanılmaktadır.
Ameliyatla alınan kafa tabanı tümörleri genellikle iyi huylu olduğundan ek tedaviye fazla ihtiyaç duyulmamaktadır. Ancak kafa tabanının derinliklerinde yer alan bazı oluşumlarda, örneğin ana şahdamarı bölgesinde yer alan tümörlerde Gamma knife, cyber knife ve LINAC tedavisi uygulanabilmektedir.

19 Şubat 2017 Pazar

Diş eti hastalığının belirtileri neler?

"Diş eti hastalığı olan insanlar genellikle kötü sağlık alışkanlıklarına sahiptir." diyen Diş Hekimi Metin Ayan, bu sorunun özellikle kalp hastalığını tetiklediğini belirtti. Peki diş eti hastalığı kendini nasıl belli eder?

Diş ve kalp sağlığı arasında paralellik olduğunu belirten Diş Hekimi Metin Ayan; “Diş eti hastalığı olan insanlar genellikle kötü sağlık alışkanlıklarına sahiptir. Sigara ve alkol kullanımı, kötü beslenme alışkanlığı ve hareketsizlik kalp rahatsızlığının en güçlü tetikçileridir. Ayrıca, diş eti hastalığı olan birçok insanda diyabet hastalığı da görülür. Bu da kalp hastalıklarında bir başka güçlü risk faktörüdür” dedi.
DİŞ ETİ HASTALIĞININ BELİRTİLERİ
Ağız içi enfeksiyonların dolaşım sistemi yoluyla vücuda yayılabileceğini belirten Ayan, basit yöntemler ile önlenebilecek rahatsızlıkların kalp krizi ve felce sebep olabilecek kronik iltihaplanmalara kadar ciddi boyutlara ulaşabileceğini vurguladı. Ayan, “Diş eti iltihabı, diş etinde kızarıklık, şişlik, ağız ve diş temizliği esnasında kanama, diş eti üzerinde beyaz lekelenmeler ile kendini gösterir. Tedavisine dişler üzerindeki plak ve diş taşının uzaklaştırılması ile başlıyoruz. Bu dönem kişi bizimle işbirliği yaparsa diş etinde iltihaba sebep olan bakterilerin uzaklaştırılması kolaylaşır. Ağız ve diş sağlığı konusunda bebeklik döneminden başlayıp düzenli olarak diş hekimi kontrolünü aksatmamak ve yılda en az iki kez olmak üzere devam etmek büyük önem taşımaktadır. Ancak bu sayede ciddi diş ve diş eti hastalıkları erken dönemde teşhis edilebilir. Ağız bakımına özen göstermeli” şeklinde konuştu.

18 Şubat 2017 Cumartesi

Kullandığı boya kör ediyordu

16 yaşındaki Tylah Durie'nin vücudu kaş kirpik boyasına alerjik reaksiyon gösterince neredeyse kör oluyordu.


Daily Mail'in haberine göre; Tylah, kaşlarına ve kirpiklerine boya sürdükten yarım saat sonra yanma ve kaşıntı hissetmeye başladı. Ertesi uyandığında gözleri şişen genç kız çığlık çığlığa ağlamaya başladı.

Tylah yaşadığı acıyı, "Gözlerime kum fırlatılmış gibi hissediyordum. Kaşlarımı jiletle kesiyorlarmış gibi sızlıyordu.

Gözlerimi o kadar şişmişti ki küçük bir aralıktan görmeye çalışıyordum. Gözlerimden iltihap akıyordu." diye anlattı.

Öncesinde alerji testi yaptırmadığı için genç kızın boyada bulunan parafenilendiamin adı verilen kimyasala ölümcül bir alerjik reaksiyon gösterdiğinden haberi yoktu. Boyanın üzerinde test yapılmadan kullanılmaması konusunda bir uyarı vardı ancak genç kız bunu önemsemedi.

Tylah'ın gözlerinin içinde kimyasal yanıklar kaldı. Doktorlar, genç kızın kalıcı körlük yaşayabileceğini, saç veya kaş kirpik boyasına bir daha dokunursa ölebileceğini söyledi. cnntürk


Canan Karatay: Kırmızı et kilo verdirir, dinçleştirir

Doğal beslenmiş hayvanlardaki kırmızı et proteinlerinin kilo vermeyi başlattığını ve dinç kalmayı sağladığını söyleyen Prof. Canan Karatay, "En sağlıklı kırmızı et kuzu, keçi ve av hayvanlarında bulunur" dedi.

Izgarada sade olarak pişirilen veya yemeklerde kullanılan kuzu etinin evde yapılan kıymalı köftenin sağlıklı pişirilmesi durumunda kanserojen olmadığını söyleyen
İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, zararlı bileşiklerin et yandığında meydana geldiğini aktardı.
"Zararlı ve kanserojen olan da budur zaten fakat insanımız da gidip o yanığı tüketmeyi sever. Yanlış burada başlıyor" diyen Karatay, bol protein içeren sakatatların fiyatlarının düşük olmasından dolayı tercih edilebileceğini anlattı:
Karatay, "Sakatatlar D vitamini ve demir bakımından zengindirler. Özellikle karaciğer ve yürek çok fazla D vitamini içerir. Serbest dolaşan bütün hayvanlarda Omega 3 bulunur. Yani kuzunun böbreği, dalağı, beyni, karaciğeri ve yüreği gibi sakatatlar rahatlıkla yenebilir" diye konuştu.
"SALAM, SOSİS, SUCUK DEĞİL PASTIRMA TÜKETİN"
Türkiye’de en lezzetli yiyecekler arasında bulunan, doğallığını kaybetmemiş kırmızı et çeşitlerinden birinin pastırma olduğunu ifade eden Karatay, şöyle konuştu:
"Salam, sosis, sucuk gibi işlem görmüş şarküteri etleri fazla miktarda nitrat içerirler. Kızartılarak tüketilen bu etler, kansere neden olur. Örneğin lahmacun yenebilir. Kilo vermek isteyenler bile az miktarda lahmacun yiyebilir. İnce hamuru karbonhidrat, kıyması protein, soğanı, maydanozu ve domatesi ise sebzedir. Lahmacun dengeli ve sağlıklı bir besin kaynağıdır. Doğal beslenmiş hayvanlardaki kırmızı et proteinleri, kilo vermeyi başlatır ve dinç kalmayı sağlar. Elazığ usulü bulgurlu çiğ köfte de sağlıklı ve lezzetli bir et yemeğidir. Çiğ köftenin sağlıklı olmasının sebebi işlenmemiş olması ve baharatlarla ince bulgurla yoğrulmuş olmasıdır. Elazığ’ın içli köftesi de son derece sağlıklıdır. Dışı bulgurdur içinde de ceviz, ceviz yağı, soğan ve et bulunur. Yani salam ve sosis masum değilken tüketiyoruz, saydıklarımı tüketmiyoruz. Yanlış yapıyoruz."
"KIRMIZI ET PROTEİNLERİ KİLO VERMEYİ BAŞLATIR"
Karatay, kırmızı etin kandaki ürik asidi yükseltmediğini dile getirerek şunları kaydetti:
"Gut hastalığının nedeni etli yiyecekler değil, şeker gibi aşırı miktarda tüketilen karbonhidratlardır. Yapılan bir araştırma karbonhidrat ağırlıklı bir yemekten sonra kalp krizi geçirenlerin, yağlı yemeklerden sonra kalp krizi geçirenlere oranla yüzde 75 daha fazla olduğunu gösteriyor. Glisemik indeksi yüksek, karbonhidratlı yemekler, aşırı miktarda kan şekerini yükselterek insülin hormonunu da aniden yükseltiyor. Şeker ve insülin yüksekliği karaciğeri yağlandırır ve insülin direncini başlatır. Şeker hastalığı da açlık kan şekerimiz normal dahi olsa bir insülin direnci hastalığıdır. Sağlığınıza dikkat etmek istiyorsanız sağlıklı, katkısız kırmızı et yiyebilirsiniz. Doğal beslenmiş hayvanlardaki kırmızı et proteinleri, kilo vermeyi başlatır ve dinç kalmayı sağlar. Fakat önce sağlıklı bilinçlenmek gerekiyor." ntvmsnc

15 Şubat 2017 Çarşamba

Leke çıkarıcı diş macunlarına dikkat!

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, dişlerdeki lekelenmeler için uzun süre boyunca leke çıkarıcı diş macunlarının kullanılmaması gerektiği konusunda uyarıyor. “Bu macunlar dişlerde daha kısa sürede, daha kalıcı lekelere yol açar” diyor ve lekelenmelerin önüne geçebilmek için dişlerin her öğünden sonra düzenli olarak fırçalanması gerektiğini belirtiyor.

Diş Hekimi Pertev Kökdemir, dişlerdeki lekelenmeler hakkında bilgi verdi: “Dişlerimiz bazen doğuştan bazen de günlük alışkanlıklarımıza ve yediğimiz, içtiğimiz gıdalara bağlı olarak renklenebilir. Eğer dişlerimiz doğuştan lekeli ise bunun için birçok tedavi yöntemi vardır. Lekelerin koyu tonları beyazlatma materyalleri ile açılabilir veya bu dişlere bonding uygulaması yapılarak lekeler ortadan kaldırılabilir. Eğer dişlerimiz sonradan renklendiyse, yediğimiz, içtiğimiz gıdalar dişlerde sararmaya veya kahverengi lekelere sebep olduysa; öncelikle dişlerimiz diş hekimi tarafından temizlenir. Ardından da ihtiyaç varsa daha derin bir temizlik işlemi olan bleaching-diş beyazlatma işlemi yapılabilir.”
Bir bardak su ile ağzınızı çalkalayın
Diş Hekimi Pertev Kökdemir, “Dişlerimizin sararmasını önlemek için renklendirici gıdalar tüketildikten sonra ağzımızın bol su ile çalkalanması mutlaka faydalı olacaktır” diyor ve uyarıyor: “Kahve veya çay gibi renklendirici içeceklerden sonra, bir bardak su içilmesi; renklendirici maddenin ağız ortamından uzaklaşmasını sağlar. Bunun dışında beyazlatıcı diş macunları da ara ara kullanılabilir. Ancak beyazlatıcı macunlarından farklı olan leke çıkarıcı diş macunlarını çok sık kullanmamak gerekir. Çünkü bu macunlar bir süre sonra dişte aşınmalara veya çiziklere neden olabilir. Bu da dişin daha kısa sürede renklenmesine veya leke tutmasına sebep olur.”
Beyaz peynir yiyin
“Eğer dişlerimizi fırçalayamayacağımız bir ortamdaysak veya diş fırçamız yanımızda değilse; o zaman ağzımızın mutlaka su ile çalkalanması veya son gıda olarak beyaz peynir yenmesi çürük oluşumunu azaltıcı etki gösterir” diyen Kökdemir, “Ancak dişlerin fırçalanmıyor olması bir süre sonra diş eti hastalığına yol açar. Bu nedenle diş fırçalamanın yerini başka hiçbir yöntem tam anlamıyla tutamaz. Dişlerin mümkünse her öğünden sonra fırçalanması gerekir” dedi.

10 adımda daha verimli bir hayat!

Sabah kalktığınızda aynadaki görüntünüze soru sormayı ihmal etmeyin. İlk soracağınız soru ise “Bugün son günüm olsaydı, ne yapmak isterdim?” olsun. Bugün son gününüzmüş gibi, olabilecek en enerjik halinizde uyanın yataktan. Yapacak o kadar güzel planlarınız var ki, hiçbiri ertelenmemeli! Peki bu enerjiyi benliğinizde bulmanız ve daha verimli günler geçirmek için sahip olmanız gereken rutinler nelerdir? 
1) Güne mutlaka egzersiz ile başlayın.
Yapılan araştırmalara göre iş günlerinden önce egzersiz yapan kişilerin görünüşleri daha pozitif ve sorun çözme kapasitelerinin daha geniş olduğu görülmüştür. Vücudunuzun en az 10 dakika boyunca hareket ettirmek, beyninizi yatıştıran ve kontrolün sizde olmasını sağlayan nörotransmitlerin de hareket geçmesinde en büyük etkendir. Sabah egzersizleri enerjinizi gün boyunca en üst noktada tutmak için vazgeçilmez rutinlerinizden olmalıdır.
2) Limon suyu içmek sandığınızdan daha etkili.
En kısa sürede yatağınızdan kalkabilmek için biraz limon suyu içmek fiziksel ve mental enerjinizi keskinleştirerek daha hızlı hareket etmenizi sağlar. Aynı zamanda limon suyu midenizde besin emilimini arttırarak gün boyu doğal enerji kaynağınızı yeniler.
3) Kahvaltınıza kadar ekranlara bakmaktan uzak durun.
Sabah kalkar kalmaz ilk iş Facebook ve e-mail bildirimlerini kontrol etmekse; dikkatinizi kaybetmeye bir adım daha yaklaştınız demektir. Aman dikkat! Değerli ilk dakikalarınızı sizi daha çok sakinleştiren melodilerle birlikte geçirmenizde fayda var. Pencereden dışarı bakıp kuşları izleyerek uyanmak vakit kaybı gibi görünebilir fakat günün geri kalanında yaşadığınız odaklanma sorununuzu oldukça azaltacağınız kesin.
4) Gerçek bir kahvaltı yapın.
Kahvaltı yapma fikri birçok insanın üşengeçlikten dolayı ikinci ya da üçüncü planı olmuştur ancak gerçek bir kahvaltı yapan insanlarda kan şekeri düzeyleri daha kararlı ve obezlik riski daha düşüktür. Sağlıklı bir kahvaltı verimli bir günün kapılarını sonuna kadar açan bir anahtardır. Kahvaltı deyip geçmeyin. Size enerji verir, kısa vadeli hafızayı güçlendirir ve daha uzun sürelerde daha yoğun konsantreye sahip olmanızı sağlar!
5) Günlük hedeflerinizi belirleyin.
Araştırmalara göre somut hedefler belirlemiş kişilerin daha büyük bir özgüvene ve daha kararlı bir kontrol mekanizmasına sahip oldukları gözlenmiştir. Küçük küçük hazırladığınız to do listler gün boyu zaman planlamanızı yapmakta en büyük yol göstericiniz olacaktır.
6) Çalışma alanınızı temiz tutun.
Çalışma alanınızın ne durumda olduğu konsantrasyon yeteneğinizi siz farkında olmasanız da büyük ölçüde etkiliyor. Dağınıklık, yapmak istediğiniz işten dikkatinizi uzaklaştıran en büyük etkendir. Konsantrasyona bağlı gerçekleşen tüm yığılma problemlerinin kökü çalışma alanınızın ne halde olduğuyla ilgilidir. Mesela çalışma alanınızda rokettube videoları izlemeyin. Aslan yatağından belli olur diye boşuna dememişler!
7) Sabah toplantılarınızın kontrolünüzden çıkmasına izin vermeyin.
Sabahın ilk saatlerine toplantı koymak doğru bir davranış olabilir. Zihinleri yorulmamış insanların bir araya gelmesi her zaman daha canlı fikirler çıkaracaktır ancak nasıl olsa sabahın ilk saatleri diyerek tüm bir gününüzün toplantıyla geçmesine izin vermeyin. Sabah programlarınızın zaman kontrolünü sağlamak günün daha verimli işlemesini sağlayacaktır.
8) Oradan oraya koşturmayın!
Multi-tasking kişilikler yani yani çok fazla görevi olan insanlar her zaman bir adım öne çıkmış olabilirler ancak araştırmalara göre multi-tasking kişiler verimliliklerini ve performanslarını olduğundan daha düşük seviyede sergiliyorlar. Beyninizin bir seferde maksimum iki işe birden odaklanabileceğini unutmayın ve oradan oraya savrularak başarı kapasitenizi düşürmeyin.
9) Reddetmeyi bilin, hayır deyin!
“Hayır”, değerli sabahlarınızı koruyabilecek en güçlü kelimedir. Hayır diyebilen ve nazikçe reddetmeyi öğrenen insanların daha az zorlukla karşı karşıya kaldığı ve daha az stresli bir hayata sahip oldukları gözlemlenmiştir. Hayır kelimesini kullanmayı rutininiz haline getirmek, ruh halinizi rahatlatacağı gibi verimliliğinizi de arttıracaktır.
10) Hepsini bir araya getirin!

64 yaşında ikiz doğurdu

İspanya'nın kuzeyindeki Burgos kentinde 64 yaşındaki bir kadının tüp bebek yöntemiyle ikiz bebek doğurduğu bildirildi.

İspanyol haber ajanslarından verilen bilgilerde, M.İ.A. adlı kadının ABD'de tüp bebek yöntemiyle hamile kaldıktan sonra İspanya'ya döndüğü ve Burgos kentindeki Recoletas hastanesinde sezaryen ile ikiz bebek doğumu yaptığı açıklandı.
Biri kız diğeri erkek olan ikiz bebeklerin ve annenin sağlık durumlarının çok iyi olduğu belirtildi. 64 yaşındaki kadının 6 yıl önce yine aynı hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiği kaydedildi.
Hastane yetkilileri İspanya'da 58 yaş üstü kadınlarda doğum yapma vakalarının çok nadir görüldüğüne dikkat çekerek, 64 yaşında ikiz doğum yapan kadının durumunun özel sayıldığını dile getirdi. cnntürk

Kanser teşhisiyle 10 yılda 7 kez ameliyat oldu! Gerçek çok farklı çıktı

Adana’da, 10 yıl önce 'kolon kanseri' teşhisi konulan 26 yaşındaki Salih Murat’ın, 7 kez ameliyat geçirip, 26 kiloya düştükten sonra kanser olmadığı anlaşıldı. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde Prof. Dr. Yüksel Gümürdülü’nün, 'Crohn hastası' olduğunu tespit ettiği genç, bu yönde yapılan tedavinin ardından sağlığına kavuştu.


Salih Murat adlı vatandaşın sağlık sorunları 2006 yılında ve henüz 16 yaşındayken başladı. Karnında başlayan ani ağrılarla başvurduğu hastanede “kolon kanseri” teşhisi konularak, onkoloji kliniğinde tedavi gören Salih Murat, bir türlü iyileşemedi. 55 kilodan 26 kiloya kadar düşen gence, ağrıları ve atakları geçmeyince bağırsağında bulunan bir kitlenin yırtılmaya neden olduğu bilgisi verildi. Salih Murat, bunun üzerine birçok kez operasyon geçirse de hiçbir tedaviden olumlu sonuç alınamadı.
Talihsiz genç, hastalığına çare bulmak için ailesi tarafından hastane hastane dolaştırıldı. Yurt içinde birçok hastaneye başvuran, gittiği her hastanede “yapılacak bir şey kalmamış sabahı göremez” denilen genç, onkoloji servislerinde yıllarca adeta çile doldururken, aldığı kemoterapinin ardından saçları döküldü.
'KEMİK YIĞININA DÖNDÜM'

Tedavisi süresince adeta kemik yığınına dönüştüğünü anlatan Salih Murat, şunları söyledi:
“7 ameliyatın 4’ünde apandisit, birinde safra kesemin alındığı yazıldı. 72 saati geçen ağır ataklarım oluyordu. Ağrı başladığında kendimi evin duvarlarına çarpıyordum. Gittiğimiz doktorlar anneme ve akrabalarıma her şeye hazırlıklı olmaları gerektiğini bile söylemişler. Aşırı kilo kaybını gören hastaneler beni umutsuz vaka olarak görüp almak istemiyorlardı. Artık umudum kesilmişti. Ben de hastanelere gitmek istemez olmuştum. Annem, teyzem ve tüm yakınlarımın benden gizli gizli ağladıklarını biliyordum. Ben iyileşemediğim gibi daha çok acı çekiyordum. Ölümü artık kabullenmiş durumdaydım.”

YENİDEN KİLO ALMAYA BAŞLADI
Son çare olarak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Anabilim Dalı Profesörlerinden Yüksel Gümürdülü’nün kendilerine tavsiye edildiğini anlatan Salih Murat, şöyle devam etti:
“Teyzem, son bir kez de Yüksel hocamın beni görmesi için ısrar etti. Zorla gittiğim Balcalı Hastanesi’nde de aslında umudum yoktu. Değerli hocamız, önce raporlarını inceledi ve yaptırdığı çeşitli tetkiklerin ardından kanser olmadığımı söyledi.”
Salih Murat, Prof. Dr. Gümürdülü’nün tedavisinin ikinci ayından itibaren hızla düzelmeye ve kilo almaya başladığını belirterek, şöyle konuştu:
"10 yıldır kanser olduğunu bildiğim hastalığımın aslında kanser değil crohn (iltihaplı bağırsak hastalığı) ve FMF hastalığı olduğunu Prof. Dr. Gümürdülü’den öğrendim. Doktorum beni çok sıkı takip etti. Hastanede yatak tedaviye başlandığında 26 kiloydum. Gün gün kaybettiğim umutlarımı, yine gün gün yeniden yeşertmeye başlamıştım. Değerli hocam, her gün bizzat kendisi beni muayene ediyor ve hemşirelere yapmaları gerekenleri anlatıyordu."
Yanlış teşhis yüzünden 10 yılının yaşam mücadelesi vermekle ve ameliyatlarla geçtiğini belirten Salih Murat, tedavi boyunca bıçak altına hiç yatmadığını ve ağrı kesici kullanmadan doğru tedavi yöntemleri sayesinde bir yılda iyileştiğini söyledi.

YENİDEN DOĞMUŞ GİBİ
Hayatına kaldığı yerden devam etmek isteyen Salih Murat, şimdi özel bir şirkette çalışıyor ve ikinci üniversiteyi okuyor. Doktorunu sürekli ziyaret eden Salih Murat, “Canı veren Allah elbette ancak, değerli hocam hayatımın kurtulmasına vesile oldu. Bazı geceler 10 yıllık hayat mücadelem gözümün önünde canlanıyor. O anda içimden doktoruma mesaj yazmak geliyor. Cep telefonuma sarılıp defalarca teşekkür duygularımı kendisine iletiyorum. Allah ondan razı olsun” diye konuştu.
Tedaviyi gerçekleştiren Prof. Dr. Gümürdülü ise Salih Murat kendisine geldiğinde öyküsünü dinlediğini ve ardından tetkiklerini yaptırdığını belirterek, “Hastamız crohn hastası idi. Zaten hastalığın belirtileri 16 yaşında görülmüş. Bu yaşta ailesel bir geçiş yoksa kanser hastalığı düşünülemezdi” dedi.
Prof. Dr. Gümürdülü, crohn hastalığının, gastrointestinal sistemin (Gastrointestinal Sistem. Vücudun çiğneme, sindirim, emilim ve boşaltım olaylarının gerçekleştiği ağızdan anüse kadar olan bölümü) herhangi bir yerinde oluşabilen iltihabi bir hastalık olduğunu vurguladı. Crohn hastalığında tedavinin, hastalığın lokalizasyonuna, şiddetine ve komplikasyonların varlığına göre düzenlenmesi gerektiğini vurgulayan Gümürdülü, şöyle devam etti:

KONTROLLERİ DEVAM EDİYOR
“Tedavi, tedaviye alınan cevap, hasta uyumu ve yan etkiler değerlendirilerek her hastaya farklı bir uygulama ve değerlendirmeyle yapılmalıdır. Crohn hastalığında güncel tedavi akut hastalığın tedavisi ve elde edilen düzelmenin sürdürülmesi şeklinde iki basmakta gerçekleştirilir. Hastamız Salih Murat, tedavimize tam olarak 2 ay içinde cevap verdi ve hızla düzelmeye başladı.”
Hastası Salih Murat'ta crohn ve FMF hastalıklarının aynı anda bulunmasının işi zorlaştırdığını ancak, çözümsüz olmadığını anlatan Prof. Dr. Gümürdülü, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hastamızı şimdi rutin aralıklarla kontrol altında tutuyor, bir şikayetinin olup olmadığını soruyoruz. Hastanemizden taburcu olduktan sonra hiçbir sorun yaşamadık. Bundan sonra da yaşamayacağını ümit ediyorum.”

Kilo aldırmayan makarna nasıl olur?

Beslenmeden makarna, ekmek, bulgur gibi karbonhidratların tamamen çıkarılmasının doğru olmadığına vurgu yapan diyetisyenler, diyetlerde gereksinim doğrultusunda karbonhidrat tüketilmesini öneriyor. Dikkat edilecek en önemli nokta ise tüketilen karbonhidratın miktarı.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Türkiye Makarna Sanayicileri Derneği, Obezite Diyetisyenliği Derneği ve Türkiye Diyetisyenler Derneğince "Hastalıklarda Beslenme Sempozyumu: Karbonhidrat Sayımı" düzenlendi.
Diyetisyenlere, diyabet tedavisinde etkin şekilde uygulanan karbonhidrat sayımı yöntemi ile ilgili temel prensiplerin ve güncel bilgilerin uygulamalı olarak aktarıldığı sempozyumda, doğal, besleyici ve sağlıklı bir besin olarak tanımlanan makarnanın sofralarda ve diyetlerde ne şekilde yer alması gerektiği anlatıldı.
Sempozyuma katılan yaklaşık 300 diyetisyen, kremasız, bol sebze ve domates sosuyla hazırlanmış makarnaların tadına bakarak, sağlıklı beslenmenin ipuçlarını verdi.
"TAHIL GRUBUNU YEMEZSENİZ, ZAYIFLAYAMAZSINIZ"
Sempozyumda gazetecilere açıklama yapan Obezite Diyetisyenliği Derneği Başkanı Prof. Dr. Nevin Şanlıer, yeterli ve dengeli beslenmede karbonhidratların çok önemli bir yer tuttuğunu ifade etti.
Bir kişinin günlük enerjisinin yüzde 50-60'ının karbonhidratlardan elde edildiğini anlatan Şanlıer, bu nedenle besinler içinde karbonhidratların en çok kullanılan yiyecekler arasında yer aldığını söyledi.
Şanlıer, karbonhidratların bir gramının 4 kalori enerji verdiğini dile getirerek, bunların içine ekmek, tahıl grupları, makarna, pilav, eriştenin girdiğini belirtti.
“DİYETİNİZDEN MAKARNA, BULGUR VE EKMEĞİ TAMAMEN ÇIKARMAYIN”
Diyetler içinde de karbonhidratların mutlaka olması gerektiğine dikkati çeken Şanlıer, "Bizim ana besin kaynağımız olduğu için günlük öğünlerimizden ya da diyetimizden tamamen makarna, ekmek, pilav ve bulgurun çıkarılması olmaz. Bunların, mutlaka diyetlerimizde her gün olması gerekiyor. Bilimsel çalışmalar da gösteriyor ki günlük olarak da karbonhidrat tüketiminin yetişkin bir bireyde 130 gramın altına düşmemesi gerekiyor" diye konuştu.
“EKMEK VE MAKARNA OLMADAN ZAYIFLANMAZ”
Ekmek, makarna olmadan zayıflamanın da mümkün olmayacağını vurgulayan Şanlıer, "Zayıflama diyetlerinde de poliklinik çalışmalarımızda da mutlaka tahıl grubunu kullanıyoruz. Bunun içinde, makarna, ekmek, pilav ve unlu çorbalar bulunuyor. Ben, danışanlarımıza da 'Tahıl grubunu yemezseniz, zayıflayamazsınız' diyorum" değerlendirmesinde bulundu.
PROTEİN ARTINCA DOYMUŞ YAĞ ORANI DA ARTAR
Bazı uzmanların, "Ekmek yemeyin" şeklindeki önerilerinin hatırlatılması üzerine Şanlıer, "Doğru bulmuyorum çünkü protein miktarını da ne kadar artırırsanız aynı zamanda doymuş yağ oranını yükseltiyorsunuz. Yağ oranın artırılması demek de başta kalp damar hastalıkları olmak üzere pek çok hastalığın oluşumuna neden oluyor" yanıtını verdi.
MAKARNA NASIL YENMELİ?
Şanlıer, sağlıklı bir beslenmede makarnanın nasıl tüketilmesi gerektiğini anlatarak, pişirirken yağ oranının yükseltilmesi ve kremalı soslarla sunulmasının uygun olmadığını, bunun yerine bol sebzeli, domatesli, yoğurtlu ya da kıymalı şekilde yapılabileceğini ifade etti.
Kişinin gereksinimi kadar tüketim yapılması gerektiğini belirten Şanlıer, bunun sadece karbonhidratlar için değil, tüm gıdalar için geçerli olduğunun altını çizdi.

14 Şubat 2017 Salı

Çocuğunuz sık mı hastalanıyor? Aman dikkat, alerji olabilir

Her çocuk hastalanır, özellikle kreş çağındaki çocuklarda bu oran biraz daha yüksektir. Ancak hastalanma sıklığı normalden daha kısaysa dikkatli olmak gerekir. Kış boyunca kısa aralıklarla hastalanan bir çocuğunuz varsa mutlaka alerji uzmanına gitmelisiniz.

Sanılanın aksine alerji kendisini yalnızca kızarıklık, kaşıntı ve döküntü ile göstermiyor.
Geçmeyen burun tıkanıklığı, sık sık görülen nezle hali, geçmeyen gece öksürükleri ve nefes darlığı ciddi bir alerjik hastalığın belirtisi olabiliyor.
Tedavi edilmeyen alerjiler ilerleyen zamanlarda kişiyi astıma kadar sürükleyebiliyor.
Özellikle bebekler için tüm gıdalar alerji tehdidi taşıyor. Çocuklarda besin alerjisi olarak başlayan alerjiler solunum yolu alerjisi olarak devam edebiliyor.
İleriki yaşlara taşınan solunum yolu alerjilerinin tedavi süreci daha uzun ve zorlu oluyor. Aynı zamanda tamamen iyileşme ihtimali azalıyor.
Bebekken tespit edilebilen alerjilerin yok edilme şansı çok daha yüksek. Ancak testlerin mutlaka bir çocuk alerjisi uzmanı tarafından yapılması şart.
Uykuda huzursuz olma, göz altlarında geçmeyen ya da zaman zaman belirginleşen morluklar, koşma ya da ağlama sonrası ortaya çıkan öksürük, çabuk yorulma gibi belirtiler çocuklarda alerji belirtisi olabiliyor.

Gereksiz antibiyotik bağışıklık sistemini zayıflatıyor

Çocuk Alerji, İmmünoloji ve Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Akçay; insan vücudunda iki tür bağışıklık sistemi olduğuna, birinin mikroplardan koruduğuna, diğerinin ise alerjiye neden olduğuna dikkat çekti.

Bağışıklık sistemi ile alerjik hastalıklar arasında güçlü bir bağ bulunduğunu, bu iki sistemin birbirine bağlı olduğunu, biri güçlendiğinde diğerinin zayıfladığını söyleyen Prof. Dr. Ahmet Akçay şöyle konuştu: “İnsan vücudunda iki tür bağışıklık sistemi vardır. Birisi mikroplardan koruyan bağışıklık sistemi, diğeri ise alerjiye neden olan bağışıklık sistemidir. Evet doğru duydunuz. Alerjiye neden olan bağışıklık sistemi vardır. Bu iki sistem denge halindedir. Mikroplara karşı olan bağışıklık sistemi zayıflarsa alerjiye neden olan bağışıklık sistemi kuvvetli hale gelir ve alerjik hastalıklar ortaya çıkar. Bu nedenle mikroplara karşı olan bağışıklık sisteminin zayıflatılmaması gerekir. Mikroplarla ne kadar güçlü savaşırsanız alerjik hastalıklar sizden o kadar uzak olacak demektir.”
Gereksiz antibiyotik bağışıklık sistemini zayıflatıyor
Bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesi için yapılması gereken en önemli şeyin gereksiz antibiyotik kullanmamak olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Akçay; gereksiz antibiyotik kullanımının astım ve alerjik hastalıkları arttırdığına dikkat çekti. Özellikle doğumdan sonra kullanılan antibiyotiklerin, faydalı mikropları öldürmesi ve vücudun bağışıklık sistemini zayıflatması sebebiyle astım ve alerjik hastalıkları artırdığını vurguladı. Prof. Dr. Akçay; “Doğumda hafif derecede alerjiye eğilim yaratan bağışıklık sistemi baskındır. Doğumla birlikte vajinadaki ve dışkıdaki flora ile karşılaşma, mikroplara karşı olan bağışıklık sistemini devreye sokar ve alerjiye eğilim azalır. Çocuğun bağışıklık sistemi gelişirken az mikropla karşılaşması ve mikroplarla karşılaşsa da hemen antibiyotik kullanmaya başlanması, alerjik hastalıkları arttırır. Çünkü bağışıklık sistemi zayıflayınca alerji artar, alerji artınca bağışıklık sistemi zayıflar. Gribal enfeksiyonlar, virüsler nedeniyle geliştiği için antibiyotikler yarar sağlamaz. Özellikle 2 haftayı geçmeyen ve ateşsiz olan öksürük durumlarında antibiyotik kullanımına gerek yoktur” dedi.
Akçay; “Alerjik hastalıklarda aşı tedavisi çok etkilidir. Astımlı veya alerjik nezleli çocuklarda alerjiye karşı tolerans oluşturmak için kullanılır. Aşı tedavisi ilaç gereksinimini azaltır veya ortadan kaldırır, yeni alerjilerin gelişmesini önler ve hayat kalitesini artırmaktadır. Çocuklarda aşının etkisi yetişkinlere göre çok daha fazladır. Çünkü çocuklarda immun sistem değişim içindedir” dedi.

10 Şubat 2017 Cuma

Gezen tavuk yumurtasında büyük aldatmaca

Kayseri Yumurta Üreticileri Birliği, piyasada "gezen tavuk yumurtası" olarak bilinen ürünlerle ilgili çarpıcı bir iddia ortaya attı. İddiaya göre, fabrikalardan ucuza alınan kirli yumurtalar, "doğal yumurta" adı altında piyasaya sürülüyor.

''Üzerinde kir bulunan yumurtalar fabrikalardan ucuza alınıyor, ardından 'doğal yumurta' adıyla yüksek fiyatla satılıyor.''
Son zamanlarda adı sık duyulan ve yoğun talep gören "gezen tavuk yumurtası"yla ilgili bu iddia, Kayseri Yumurta Üreticileri Birliği'ne ait.
İddiaya göre, bazı satıcılar, halk arasındaki "Üzerinde kir bulunan yumurta doğal yumurtadır'’ anlayışını istismar ederek aldatmaca bir yöntem uyguluyor.
Satıcılar, fabrikalarda diğerlerinden daha ucuza satılan kirli yumurtaları aldıktan sonra, üç-dört katı fiyatla ve ‘'gezen tavuk yumurtası’' adıyla piyasaya sürüyor.
“TİCARİ YUMURTADAN FARKI YOK”
Özellikle gezen tavuk yumurtası aramanın gereksiz olduğunu belirten Kayseri Yumurta Üreticileri Birliği (Yum-Bir) Başkanı İbrahim Afyon, fabrikada üretilen yumurtaların daha hijyenik olduğunu savundu.

Afyon sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu tür yumurtaların ticari yumurtalardan hiçbir farkı yoktur. Hatta ticari yumurtaların şu avantajı vardır; hijyeniktir, yediği yem bellidir, bulunduğu ortam bellidir, aşılamaları ilaçlamaları zamanında yapılır ve kontrol altındadır.''
“YUMURTANIN ÜZERİNDEKİ KİR AKSİNE ZARARLI”
Yumurtaların üzerindeki kirin, algının aksine sağlıksız olduğunu vurgulayan Afyon, “Yumurtanın üzerindeki kir aksine zararlıdır. Yumurtanın üzerindeki gözenekten içeri geçebilir. Bunlar hijyen dışıdır'' dedi.
Yetkililere göre, yumurtada en çok dikkat edilmesi gereken kurallar, yumurtanın ambalajsız alınmaması, paketlerin üzerindeki son kullanma tarihine bakılması ve yumurtanın temiz olmasına dikkat edilmesi. ntvmsnc

Hindistan'da dört ayaklı doğan bebek ameliyat edildi

Hindistan'da dört ayak ve iki cinsel organla dünyaya gelen bebek, ameliyat edildi.

Hindistan'ın Karnataka eyaletinde milyonda bir görülen doğum gerçekleşti.
Hindistanlı bebek, dört bacak ve iki cinsel organla dünyaya geldi.

Ailesi bu durumu "Tanrının bir hediyesi" olarak yorumlarken, doktorlar acil ameliyata alınması gerektiğini belirtti.

Aile maddi imkansızlıklara rağmen başlarda bebeğin ameliyatını reddetse de aldıkları detsek sayesinde ameliyata onay verdi.

Başarılı geçen ameliyatın sonunda bebek iki bacağı ve tek cinsel organıyla oldukça sağlıklı olarak ailesine teslim edildi.
Hastane doktorları milyonda bir görülen bu durumun ilerleyen yaşlarda ciddi bir soruna yol açabileceğini vurguladı.

9 Şubat 2017 Perşembe

Sağlıkta dönüşüm ile ameliyat sayısı katlandı

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın verdiği rakamlar, Türkiye’de yapılan ameliyat sayılarının son 5 yılda ameliyat sayısı neredeyse 570 bin arttığını ortaya koydu.

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a, bir önerge ile son 5 yılda Türkiye’de yapılan ameliyat sayılarındaki artışı sordu. Önergeyi Sağlık Bakanlığı kayıtlarıyla yanıtlayan Bakan Akdağ’ın verdiği rakamlara göre, tüm Türkiye’deki hastanelerde son 5 yılda yapılan ameliyat sayısında 569 bin 568 artış oldu. Sağlık Bakanı Akdağ’ın bu konuyla ilgili verdiği rakamlar şöyle:
Hürriyet gazetesinden Meltem Özgenç'in haberine göre, 2011 yılında Sağlık Bakanlığı hastanelerinde 2 milyon 209 bin 326, üniversite hastanelerinde 617 bin 477, özel hastanelerde 1 milyon 373 bin 774 ameliyat yapıldı.
Bu rakam 2015 yılında Sağlık Bakanlığı hastanelerinde 2 milyon 364 bin 595, üniversite hastanelerinde 801 bin 424, özel hastanelerde ise 1 milyon 604 bin 126’ya yükseldi.
2011 yılında acile başvuru sayısı 94 milyon 781 bin 306 iken, rakam 2015 yılında 110 milyon 915 bin 407’ye tırmandı.
Yine 2011 yılında Sağlık Bakanlığı hastanelerine yılda 254 milyon 342 bin 943 başvuru olurken, bu rakam 2015 yılında 306 bin 825 bin 524’e çıktı. Üniversite hastanelerine başvuru sayısı ise 24 milyon 437 bin 107’den 34 milyon 539 bin 363’e, özel hastanelerde 59 milyon 69 bin 86’dan 77 milyon 581 bin 931’e yükseldi.
Bu verilere göre, ameliyat sayıları son 5 yılda 569 bin 568, acile başvuru sayısı 16 milyon 134 bin 101, hasta başvuru sayısı ise 80 milyon 732 bin 395 arttı.
‘Yük yoksulun sırtına’
CHP’li Murat Emir, soru önergesine verilen yanıt üzerine şunları söyledi: “AKP’nin yıllardır ‘Sağlıkta Dönüşüm’ adı altında yürüttüğü politikalar artık sürdürülemez noktada. Hem hasta başvuru hem de acil servislere başvuru sayısı büyük oranda yükseldi. İstatistiklere göre acil servislere başvuranların sayısı 5 yıllık dönemde yüzde 17 arttı. Bunun sebebi, vatandaşın, normal poliklinik hizmetleri sırasında birçok ödeme yapmak zorunda bırakılması, bundan kaçış yolu olarak da acil servislere yönelmesi. İstatistiklerin gösterdiği bir diğer gerçek, artan sağlık maliyetlerinin, özel hastanelere kâr yazıldığı, yoksul vatandaşın sırtına yük olduğu. Özel hastanelerin vatandaşların sağlığını hiçe sayarak yüksek oranda ameliyat yaptığını da görüyoruz.”