27 Ekim 2015 Salı

Bu besinler damarları temizliyor!

Dengesiz beslenme sonucu tıkanan damarlar ölüm riskini arttırmaktadır. İşte damarları temizleyen yiyecekler...

1.Tarçın
Antioksidan deposu olan tarçın, kandaki şekeri düşürür ve bu sayede damarlar için çok faydalıdır. Günde 1 çay kaşığı tarçının kandaki yağ oranını %26 oranında azalttığı kaydedilmiştir.

2.Badem
E vitamini, çözünebilen lif ve tekli doymamış yağlar açısından oldukça zengin olan badem, içerdiği antioksidanlar sayesinde damarlardaki hasarı engeller.

3.Yulaf
Yulaf, kolesterolü düşürür ve damarları temizler. Öğünlerinize yulafı eklemenizi öneririz.

4.Zeytinyağı
Akdeniz ülkelerinde kalp hastalıkları görülme oranının daha az olması zeytinyağı sayesindedir. İçeriğindeki antioksidanlar sayesinde kanseri önler ve tansiyonu düşürür.

5.Nar
İçerisinde barındırdığı antioksidanlar sayesinde nar, kan akışını arttırır ve damarların tıkanmasını önler.

Protein tozu ölüm saçıyor

Uzmanlar, kullanımı hızla yayılan protein tozlarına karşı uyardı.


Türk Nefroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Siren Sezer, önemsiz görünen bir tehlikeye dikkat çekti. Özellikle spor yapan gençlerin, yüksek dozda proteinli ürünler ya da protein tozu tüketmelerinin böbreği yorduğunu ifade eden Sezer, gençlerin çoğunlukla iltifat almak veya arkadaşlarına kendini beğendirmek için kullandığı protein tozlarının, kişiyi diyalize bağımlı hâle getirebildiğini söyledi. Kullanımı rutin haline gelmiş protein tozlarının zararı dolayısıyla doktora başvuranların sayısının arttığı bilgisini verdi.
KORKUNÇ SONUÇLAR DOĞURUYOR
Söz konusu maddenin gençlerin yeni tehlikesi olduğuna dikkat çeken Sezer, “Üniversite öğrencileri özellikle de erkeklerde daha fazla görüyoruz. Kız arkadaşlarına iyi görünmek ve iltifat almak için kullanıyorlar. Çünkü kas yapımında protein almaları öneriliyor. Normalde aldıklarından 4 katı daha fazla protein alıyorlar. Buna tozu da ekleyince korkunç sonuçlara yol açabiliyor” ifadelerini kullandı.
DİYALİZE BAĞLI YAŞAYABİLİRSİNİZ!
Prof. Dr. Siren Sezer, protein tozlarının böbrek yetmezliğine davetiye çıkardığını ifade etti. Ayrıca tansiyon yüksekliği, kalp kaslarında büyüme, ileri yaş kalp krizine ve ritim bozukluğuna kapı araladığını kaydetti. “Durumun fark edilince hemen önlem alınıyor. Uyarılar dinlenmez ve toz kullanımı sürerse diyaliz makinesine bağımlı yaşama zorunluluğu doğacaktır” dedi. Sözcü

26 Ekim 2015 Pazartesi

Ameliyat oldu yatalak kaldı

Ankara Kalesi surları dibindeki Kala Mahallesi'nde 2 odalı bir gecekonduda 200 TL kira ile yaşayan Karadağ ailesinin 3 çocuğundan en küçüğü olan 3 yaşındak Sıraç'ın 3 ay önce çarpıklık nedeniyle ayaklarından ameliyat olması sonucu yatalak kaldığı belirtildi.


Yaşam mücadelesi veren Sıraç'ın annesi 28 yaşındaki Serpil Karadağ, "Oğlum bu ameliyattan sonra beyinde gelişen bir hastalıkla yatağa bağımlı yaşam mücadelesi veriyor. Bizler Romanız, yeterli bilgi ve eğitime sahip değiliz. Gözümüzün önünde eriyen oğlumuzun neden bu hale geldiğini yetkililerin bizlere bilgi verilmesini istiyoruz" dedi.
Anne Serpil Karadağ, oğlu Sıraç'ın 3 ay öncesine kadar oldukça sağlıklı koştuğunu, konuşup yemek yiyebildiğini belirtirken şindi ise ne ayakta durabildiğini, ne de konuşabildiğini söyledi. Oğlunun doğuştan ayaklarında çarpıklık olduğunu belirten anne Karadağ, "Evimize yakın olan Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne tedavi için götürdüğüm oğlum, yapılan tetkikler sonrası ayaklarından ameliyat oldu. Ne oldu ise bu ameliyattan sonra oldu. Şimdi oğlum ne yürüyebiliyor, ne konuşabiliyor, ne de hareket edebiliyor. Şimdi yatağa bağımlı yaşam savaşı veriyor. Daha sonra neden böyle oldu diye ameliyat ettirdiğimiz hastaneye götürdüğümüzde 'çaresiz hastalık çocuğunuza iyi bakın' diye evimize gönderdiler. Bizler Romanız, ne eğitimimiz var, ne de düzenli gelirimiz. Kocam Tayfun işsiz. Sosyal güvencemiz yok. Paramız olmadığı için gözümüzün önünde eriyen çocuğumuz Sıraç'ın bu hastalıktan kurtulması için çaresiz kaldık. Devlet yetkililerinden bu çocuğumun neden bu hale geldiği, sağlığına kavuşması için özel hastanelerde tedavisi konusunda destek ve yardım istiyorum" dedi.
3 ay önce sağlıklıydı
Minik Sıraç'ın yakalandığı amansız hastalıkla tükendiklerini belirtirken anne Serpil Karadağ, bu rahatsızlığın neden oluştuğunu öğrenmek istediklerini söyledi. Oğlunun 3 ay öncesine kadar oldukça sağlıklı bir çocuk olduğunu, ayaklarındaki çarpıklığa rağmen yürüyüp, konuşabildiğini hatırlatan anne Serpil Karadaç, "Bu şikayetler nedeniyle amaliyat ettirdiğimiz hastaneye başvurduk, beyinde oluşan bir hastalık nedeniyle çaresiz bir hastalık olduğu ifade ediliyor. Muayne eden doktorların bizlere söylediği 'oğlunuz çaresiz bir hastalığa yakalanmış, alın evinize götürün ve iyi bakın' dediler. Şimdi oğlum yatalak. Bu hastalığın iyileşme ve çaresi yok mu?" diye sordu.
Roman vatandaşı olduklarını ve belirli bir eğitimi olmadığını belirten anne Karadağ, kocasının işsiz olduğunu, kendisinin ise bohçacılık yaparak evini geçindirmeye çalıştığını söyledi. Karadağ, "Çocuğum hasta olduğu için satışa gidemiyorum. Ev kiramız birikti. Çocuğumun yakalandığı hastalık nedeniyle üzüntümden 20 kilo verdim. Maddi durumumuz iyi olmadığı için gözümün önünde eriyen çocuğumu iyi hastanelere götürüp, çare arıyamıyorum. Yetkililerden oğlum Sıraç'ın ameliyat sonrasında neden böyle bir duruma geldiğini öğrenmek istiyorum" dedi. cnntürk.com.tr

Taktığı lens yüzünden kör olacaktı

Cadılar Bayramı için 10 Sterline aldığı ilginç lensi takan 24 yaşındaki Sarah Richards, lensin gözbebeklerine yapışması nedeniyle neredeyse kör oluyordu...

Lensi taktıktan birkaç saat sonra şiddetli bir acıyla karşı karşıya kaldığını söyleyen Richards, gözünün enfeksiyon kapması nedeniyle bir hafta çalışamadığını söylüyor.

Daha önce hiç lens takmadığını söyleyen genç kadın, "Lensi taktığımda onun plastik ve konforsuz olduğunu düşündüm" diyor.

Arkadaşının partisine giden Richards, lensini çıkarmadan uyudu. Sabah kalktığında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark eden genç kadın, "Acılar içinde uyandım.

Gözlerimi açmaya çalıştım, nihayet gözümü açabildiğimde küçücük bir ışık gördüm" diyor.

Korkular içerisinde doktora giden genç kadının gözlerine damla damlatılarak, göz banyosu yaptırıldı.

İyileşen genç kadın, cadılar bayramı nedeniyle milyonlarca insanın birbirinden ilginç lensler alacağını ama bunu kesinlikle önermediğini söylüyor.

Dr. David Allamby ise, bu tip lenslerle uyunduğu takdirde gözde enfeksiyon riskini artacağına dikkat çekerek, bu lenslerin göze kalıcı hasarlar verebileceğini söylüyor ve insanları dikkatli olmaları konusunda uyarıyor. (Habertürk)

25 Ekim 2015 Pazar

Yeni nesil ilaçlarla Hepatit C tedavisi oldu tamamen kurtuldu

10 yıldır hepatit ile mücadele eden 61 yaşındaki kadın, yeni üretilen ilaçlarla sağlığına kavuştu. SGK'nın karşılamadığı ilaçların toplam maliyeti 100 bin lira.

61 yaşındaki Nehriman Balcı Uzuntuna, 10 yıl önce ateş ve kaşıntı şikayeti ile hastaneye kaldırıldı. Uzun süre rahatsızlığına teşhis konulamadı. Yapılan tetkikler sonrasında hastalığının hepatit C olduğu söylendi. Nehriman Balcı Uzuntuna, 10 yılın ardından yeni üretilen ilaçlarla sağlığına kavuştu.
"YENİ İLAÇLARI 6 AY KULLANDIM ŞİMDİ TESTLERİM HEP NEGATİF ÇIKIYOR"
Hürriyet'in haberine göre; Yaşadıklarını anlatan Uzuntuna, “Bana dediler ki hepatit C olmuşsun. Hepatitin ne olduğunu bile bilmiyordum. Nereden bulaştığını da bilmiyorum. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne geldik. Tedaviye başlandı. Sonuç vermedi. İkinci defa aynı ilaçlarla tekrar tedaviye başlandı. Onun da çok ağır yan etkileri oldu. Vücudumda döküntüler oluştu. Daha sonra yeni ilaçlardan bahsettiler. 6 ay kullandım. Hiçbir yan etki yaşamadım. Allah’a şükürler olsun şu anda hepatit ortadan kalkmış. Tamamen silinmiş. 3 ayda bir tahlil oluyorum, hep negatif çıkıyor. Benim ilaçlarım ücretsizdi, inşallah devletimiz verir de başkaları da tedavi olur da düzelirler” dedi.
YENİ NESİL HEPATİT C İLAÇLARIYLA TEDAVİ OLDULAR
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nce (KLİMİK) İstanbul’da düzenlenen ‘Olgular Eşliğinde Yeni İlaçlarla HCV Tedavisi Deneyimi Sempozyumu’nda sadece Nehriman Balcı Uzuntuna değil, daha önce mevcut tedavilere cevap vermemiş ama yeni nesil hepatit C ilaçları ile tedavi olmuş hastalar masaya yatırıldı. KLİMİK Derneği Hepatit Çalışma Grubu üyesi ve Sempozyum Başkanı Prof. Dr. Sıla Akhan; Nehriman Balcı Uzuntuna’nın 2006 yılından bu yana hastası olduğunu belirterek, “Birkaç kez tedavi denendi başarısız oldu. Arada geçen zaman içinde sürekli takipteyiz. Yaptığımız ikinci biyopside hastalığın ilerlediğini gördük. Bu hastada yeni ilaçları deneyelim diye erken erişim programına başvurduk. Şartları uydu. İlaçları ücretsiz alabildik. Hepatit C için büyük avantaj yeni geliştirilen ilaçlardır. Bu ilaçlar henüz S"GK tarafından geri ödemeye girmediği için henüz ülkemizde ancak ücretini vererek alan hastalar kullanabilmektedir. Maliyeti çok yüksek olduğu için sınırlı sayıda hasta alabilmektedir. Bizim toplantımızda üç yeni ilaç grubu ile tedavi edilmiş hasta deneyimleri paylaşıldı. Bu hastalara ya erken erişim programı ya da klinik araştırmalar doğrultusunda elde edilmiş ilaçlar verilmiştir. Bu şekilde elde edilen deneyim paylaşıldı” diye konuştu.

HEPATİT C’Yİ TARİHE GÖMEN İLAÇLARIN MALİYETİ 100 BİN LİRA
Prof. Dr. Sıla Akhan bu hasta şanslı olsa da, yeni ilaçları bekleyen çok sayıda hasta olduğunu kaydederek, “Hastamız 6 aylık bir tedavi gördü. İleri olduğu için, şimdi tam kür içinde. Yani tamamen iyileşti. Siroz başlangıcındaydı artık iyileştiği için siroz ilerlemez zaten. Onun hayatını kısıtlayacak bir şey olmaz. Son derece rahat geçirebilir bu dönemi. Bu şekilde tedaviye cevap vermeyen hasta grubu birikmiş durumda. Onlara yapabileceğimiz başka bir tedavi yok, bu ilaçları bekliyoruz. Bunlar hayatla ölüm arasında kalan hastalar. İlacın maliyeti 100 bin TL ve devletin geri ödeme kapsamına alması için bekliyoruz. Aslında hepatit C için heyecanlı bir dönemdeyiz. Yeni ilaçlarla tedavi yüzde 90’ları geçmiştir. Ama henüz geri ödemeye girmediği için ancak parası olan hastalar kendileri alarak tedavi oluyorlar. Bu ilaçlarla tedavi 3 aya da kısaldı. 1 yıl değil, 3 ay. Üstelik ilaçların hiçbir yan etkisi yok. İnanılmaz yan etkisi olan ilaçlardı bunlar. Zor kullanıyordu hastalar” ifadesini kullandı.
NAKİL OLMADAN KURTULMAK ÇOK ÖNEMLİ
Prof. Dr. Akhan, kronik hepatit C infeksiyonu olan, özellikle de sirotik olan ilerlemiş ve karaciğer nakline ihtiyaç duyan hastaların biran önce bu tedavi olanağından yararlanması gerektiğini vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Nakil gibi son derece maddi manevi zor işlemler yapılmadan hastanın bu infeksiyondan kurtulması çok önemlidir. Çünkü eğer tedavi edilmeden nakil gerçekleşmek zorunda kalırsa hastada yine karaciğerinde enfeksiyon tekrar edecektir. Bütün maliyeti çok daha artıracaktır. Hastaların hiçbir şikayetlerinin olmaması en çok yanıltan konulardan biridir. Karaciğer siroz aşamasına kadar ki bu süreç 20-30 yıllık bir süreçtir, hastada bir şikayete yol açmaz. Hastaların defalarca başka sebeplerle kan vermiş olması hepatit ile ilgili testler istenmediyse kronik hepatitin olduğu anlaşılamaz. Ailesinde hepatit olanlar mutlaka yaptırmalıdır. Sağlık personeli, laboratuvar, diyaliz gibi kan ve ürünleri ile sık temasta olanlar, şüpheli cinsel ilişkisi olanlar mutlaka yaptırmalıdır.’’ 

24 Ekim 2015 Cumartesi

Kanser tedavisinin geleceği bu testlerle belirlenecek

Tümörün genetik profiline bakarak tedavi planlaması onkolojinin geleceği gibi görünüyor. Teknoloji ürünü yöntemlerle kanser hücresinin genetik haritası çıkartılıyor ve o genetik yapıya etki eden akıllı ilaçlarla tümör yok ediliyor. Yani artık kanserde tedaviyi kişiye özelleştirmek yetmiyor, biyolojik olarak tümöre de özelleştirmek gerekiyor.

Moleküler biyoloji ve genetik alanları baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bu gidişat, yine teknolojinin negatif etkileri nedeniyle tüm dünyada hızla artan kanser hastalığı ile mücadeye de yeni ufuklar açıyor.

Kanser tedavisinde son 10 yılda heyecan yaratan gelişmeler yaşandığını belirten Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir, özellikle genetik ve moleküler biyoloji alanındaki bu gelişmelerin, sadece kanserde kişiye özel tedavileri başlatmakla kalmadığını, tümöre özel tedavilerin de yolunu açtığını söyledi.

Prof. Demir’in işaret ettiği gelişmelerden biri de kanser hücresinin bütün genetik özelliklerini gözler önüne seren, tedavi protokollerine yeni yeni girmeye başlayan next generation sequencing yöntemi.

KANSERİN ÇIKTIĞI ORGANA GÖRE DEĞİL, HÜCREYE GÖRE TEDAVİ

Demir’e göre yöntem kanser tedavisi açısından çok önemli, çünkü: “Next generation sequencing yöntemiye tümörün genetik haritası çıkartılıyor, böylece bazen sadece böbrek tümörlerinde var olduğunu düşündüğümüz bir mutasyonun, meme tümörlerinde de olduğunu görüp bu mutasyona özgü akıllı ilacı kullanabiliyoruz. Artık tümörler çıktıkları organdan ziyade genetik özelliklerine göre tedavi edilmeye başlıyor.”

Prof. Dr. Gökhan Demir
Prof. Dr. Gökhan Demir

HASTA GEREKSİZ VE ETKİSİZ İLAÇ YÜKÜNDEN KURTULUYOR

Demir’in anlattıkları, hastaya gereksiz ve dolayısıyla etkisiz ilaç yüklenmesinin önüne geçmek, tümörün genetiğine göre onu darmadağın edecek en etkili ilaçları kanser hücresinin üzerine salmak açısından son derece önemli. Böylece hasta hem gereksiz ilaç ve yan etki yükünden kurtuluyor hem de doğru ilaçla etkin tedavi şansı yakalıyor. Zaten Prof. Demir’e göre de geleceğin kanser tedavisi, bu tür yöntemlerle şekillenecek:

Tümörün genetik profiline bakarak tedavi planlaması, onkolojinin geleceği gibi görünüyor. Bu alanda hızla yeni yöntemler geliştiriliyor ve bunlar son 3-4 yıldır giderek artıyor.”

“HER TÜMÖRÜN KENDİNE ÖZGÜ BİR CANLI OLDUĞU FİKRİ GELİŞTİ”

Bahçeşehir Üniversite’nden Beyin Cerrahı Prof. Dr. Türker Kılıç da geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yapılan Uluslararası Beyin Mikrocerrahi Anatomisi Kongresi’nde tümöre özel tedaviler konusuna değindi.

Kılıç, “Geldiğimiz noktada sadece her hastanın değil, her tümörün de kendine özgü bir canlı olduğu fikri gelişti. Bu nedenle cerrahiyi anatomik olarak kişiye özelleştirmek yetmez, tedaviyi biyolojik olarak tümöre de özelleştirmek gerekir. Bu alandaki klinik uygulamaların beyin tümörleri ve hipofiz adenomlarının tedavisinde yakın gelecekte yer bulacağına inanıyoruz” değerlendirmesinde bulundu.


YAKINDA GENETİK TESTLER KAN İLE YAPILACAK

Kanser hücresinin genetik yapısının biopsi veya ameliyat materyallerinden alınan doku örneklerinde saptandığını belirten Acıbadem Üniversitesi’nden Medikal Onkolog Prof. Dr. Özlem Er ise “Yakın gelecekte kan ile de bu testleri yapmak mümkün olacak, çünkü dolaşımdaki bir veya iki hücrenin saptanması bile genetik testlerin yapılması için artık uygun. Sıvı biopsi (Liquid biopsy) diye adlandırılan yöntem ile dolaşımdaki kanser hücreleri ve DNA’sı test edilebiliyor” dedi.

TÜRKİYE’DE HER HASTA BU YÖNTEMLERDEN YARARLANAMIYOR

Tümörün genetik haritasını ortaya koyan ve tedavi başarısını etkileyen bu tür yöntemlerin ülkemizdeki kullanımı ise biraz gecikmeli oluyor. Mesela gelişmiş ülkelerde özellikle meme kanserinde kullanılan ve tümörün parmak izini ortaya çıkaran next generation sequencing yöntemi, ülkemizde sadece bazı merkezlerde kullanılıyor ve henüz SGK’nın ödeme kapsamında değil.

Prof. Dr. Özlem Er
Prof. Dr. Özlem Er

SGK GENİŞ PROFİLLİ TESTLERİ ÖDEME KAPSAMINA ALMALI

Bu tür testlerin, özellikle tedavi seçeneği kısıtlı olan tümörlerde yeni geliştirilen moleküllerin kullanılmasına imkan sağladığını vurgulayan Prof. Er, “Kolon kanseri için RAS mutasyonları, melanom için BRAF mutasyonu, akciğer kanseri için EGFR, ALK testleri ilaç seçimine faydalı olacak testlerdir ve SGK kapsamında yapılabiliyor. Ancak meme kanserinde kemoterapi seçimi ile ilgili olan moleküler testler ve diğer kanserlerdeki geniş profilli testler henüz SGK kapsamında değil” açıklamasında bulundu.

SAĞLIK BAKANLIĞI ONKOGEN PROJESİ İÇİN İLK ADIMI ATTI

Sağlık Bakanlığı da geçtiğimiz günlerde Harvard Medical School arasında yapılan işbirliği kapsamında, tümörün moleküler yapısı ve kişinin genetik özellikleri incelendikten sonra etkin ilacın uygulanacağı Onkogen Projesi için altyapının kurulduğunu ve bunu için ilk adımın atıldığını açıklamıştı. ntvmsnc

23 Ekim 2015 Cuma

Doğum için en iyi ay

Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırmada doğum için en uygun ayın aralık olduğu belirlendi. Araştırmaya göre, bu ayda düşük riski azalıyor, bebeklerin hayatta kalma şansları artıyodr. Doğum için en kötü ay ise haziran.


ındiana üniversitesinde gerçekleştirilen araştırmada 270 bin hamile kadın incelemeye alındı. Sonuçta; en sağlıklı bebeklerin aralık ayında dünyaya geldiği belirlendi. 

Yaz aylarına göre bu ayda doğan bebeklerin hayatta kalma şansı daha yüksek.

Bilim insanları, doğum için en kötü ayınsa haziran olduğu görüşünde.

Yapılan incelemede haziran ayında hamilelerin düşük yapma olasılıklarının daha fazla olduğu görüldü. Doğan bebeklerin yaşama şansı da kış aylarına göre daha az. 

Haziran ayında erken doğum ve kusurlu doğum riskinin de kış aylarına göre daha yüksek olduğuna işaret ediliyor. 

Bu durum, tarım ilaçlarının kullanımının artmasına ve güneş ışınlarının yoğunluğuna bağlanıyor.

Şubat ayı da doğum için iyi bir zaman değil. Zira bu dönemde de bulaşıcı kış hastalıklarının arttığına dikkat çekiliyor. ntv

Kemoterapiyi reddetti kendi idrarını içiyor...

41 yaşındaki Sam Ravelle'e 3 yıl önce meme kanseri teşhisi koyuldu. 3 evre agresif meme kanseri türüne sahip olan genç kadına radyoterapi, kemoterapi ve lumpektomiden oluşan tedavi önerildi.

Ancak tüm bu yöntemleri reddeden Ravelle, yerine idrar terapisi ve alternatif tıp ilaçlarını kullanacağını söyledi.

BENCE KEMOTERAPİ DELİLİK

Uzmanların çok tepkisini çekse de kemoterapiye inanmadığını söyleyen Ravelle şunları söylüyor, "Araştırdım ve bence kemoterapi bir çeşit delilik. Eğer bir insan sağlıklıysa bağışıklık sistemini ortadan kaldırmazsınız, eğer bir insanın sağlığı bozulduysa yine bağışıklık sistemini zayıflatmazsınız. Ancak kemoterapi sadece kanser hücrelerini yok etmiyor, sağlıklı hücreleri de yok ediyor. Bu yüzden birçok yan etkiyle karşılaşılıyor. Kanserden kurtulan ama kemoterapi yüzünden kalitesiz hayat yaşayan birçok insan var."

GÜNDE 5 DEFA KENDİ İDRARINI İÇİYOR

Genç kadın tedavi boyunca günde 5 defa ve 3 gün boyunca kendi idrarını içiyor ve aynı anda hiçbir şey yemiyor. Şu anda kanser yüzünden durumu kötüleşen, nefes alma problemi yaşayan Ravelle yine de kemoterapi görmemek konusund akararlı olduğunu söylüyor. Meme kanseri konusunda klinik hemşire olan Jane Murphy ise bugüne kadar kesin olarak fayda görülmüş hiçbir alternatif tedavinin olmadığını ve bu tür alternatif uygulamalara yönelen hastaların ciddi zarar gördüğünü belirtiyor.

İDRAR TERAPİSİ NEDİR?

Daily Mail'in haberine göre idrar terapisi Aztek Uygarlığı'nda yaraları temizlemek için kullanılan, Hint ve Çin tıbbında da geçiyor. Terapiden İncil'de de bahsediliyor. Çoğunluğu sudan oluşan idrarda protein, vitamin ve mineraller de bulunuyor. Hürriyet

22 Ekim 2015 Perşembe

Yaşam tarzı meme kanseri nedeni

Meme kanseri, dünyada ve Türkiye’de kadınlarda en sık görülen kanser türü olarak biliniyor. Hastalık en çok 40-50 yaş ve sonrasındaki kadınlarda ortaya çıkıyor. Meme kanserinin nedeni tam olarak bilinemese de gelişen teknoloji, değişen yaşam koşulları, çalışma şartları, yetersiz beslenme ve kilo gibi birçok etken bu hastalığa yol açabiliyor. Ancak alınabilecek bazı önlemlerle meme kanserinden korunmak da mümkün. Özellikle sağlıklı beslenme, alkol ve sigaradan uzak durma ve düzenli spor yapma oldukça önem taşıyor. Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. M. Rafet Yiğitbaşı, Meme Kanseri Bilinçlendirme Ayı sebebiyle hastalık hakkında bilinmesi gerekenleri ve korunma yöntemlerini açıklıyor.

Yaşam koşulları meme kanserini tetikleyebilir
Çağımızda en sık görülen hastalıklardan biri haline gelen meme kanserinin günümüz kadınlarını büyük oranda tehdit ettiğini belirten Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “Öyle ki kansere bağlı ölümlerde akciğer kanserinden sonra 2. sırada meme kanseri yer alıyor. Meme kanserinin nedeni tam olarak bilinemese de bu hastalığı oluşturan birçok risk faktörü olabilir. Sanayileşmenin getirdiği ağır stres ve çalışma koşulları, beslenmedeki yetersizlikler, katkı maddeli ve işlenmiş yiyeceklerle yanlış beslenme, kimyasal kozmetikler, genetik faktörler, hareketsizlik, kilo ve geç doğum gibi pek çok neden meme kanserinin oluşmasına yol açabilir. Bunların yanı sıra hiç doğum yapmamış ve emzirmemiş olma, alkol-sigara kullanımı da diğer önemli sebepler arasında yer alır. Meme kanseri, kadın sağlığını tehdit eden en önemli sorunlardan biri olsa da nadiren erkeklerde de görülebilir. ” dedi.
Meme kanseri; meme dokusunu oluşturan süt yapan hücrelerin ya da süt kanallarını oluşturan hücrelerin amaçsız ve kontrolsüzce çoğalması sonucu gelişir. Bu hücrelerin çoğalabilmesi ve büyüyebilmesi için uzun bir zaman gereklidir. Çoğalan hücreler lenf ve kan yoluyla vücudun diğer organlarına da yayılabilir. Buradaki amaç, meme kanserinin kan ve lenf yoluyla vücuda yayılmadan önce, meme içinde küçük bir kitle halindeyken fark edilip tanı konmasıdır.
20 yaşın üzerindeki tüm bayanlar ayda bir kez kendi meme kontrollerini yapmalıdır. Bunun için en ideal yöntem, kadınların "kendi kendilerine elle" yapacakları muayenedir. Kadınlar kendi kendilerine elle yapacakları kontrollerde, memelerinin dokusu ve yapısı konusunda fikir sahibi olacakları için memelerinde oluşacak herhangi bir değişikliği hemen fark edeceklerdir.
İlk evrede belirti veya ağrı olmayabilir
Meme kanserinin ilk safhalarında herhangi bir sıkıntı ya da ağrıya sebep olmayabileceğine dikkat çeken Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “Ancak kansere işaret eden bazı belirtileri de vardır. Bu belirtiler; memede yeni oluşan boğumlar ya da sertlikler, memelerin arasında yeni oluşan büyüklük farkı, kollar kaldırıldığında memelerin farklı davranışları, memenin birinin değişimi, meme alanında ciltte aniden meydana gelen ve hemen kaybolmayan kırmızılık, cildin bir yerde çekilmesi ya da bir memenin çekilmesi, kol altlarında boğumlar oluşması, memelerin birinden tek taraflı olmak kaydıyla suya benzeyen veya kanlı bir sıvının çıkması olarak sıralanabilir.
Meme kanserinin erken evrede belirlenmesi hastalığın tamamen tedavi edilebilme olasılığını artırır. Bu sebeple kadınların bu hastalık konusunda bilinçlendirilmeleri çok önemlidir. Ancak bu şekilde meme sağlıklarını koruyabilirler. Meme; yapısal ve işlevsel olarak çocukluk, yetişkinlik ve menopoz dönemlerinde pek çok değişim geçirir.” diyor.
40-50 yaş arasındaki kadınlar risk grubu
Meme kanserine yakalanma riskinin 20’li yaşlarda oldukça düşük olduğunu söyleyen Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “40-50 yaş arasındaki kadınlarda daha sık rastlanır ve 50 yaş sonrasında ciddi derecede bir artış gösterir. Meme kanseri teşhisi konan kadınların yüzde 50’sini 65 yaş üzeri kişilerin oluşturması, bir kadının yaşamında yıllık incelemelerin ne denli önemli olduğunu da göstermektedir. Bu noktada her kadının meme işlevi ve sağlığı açısından düzenli periyotlarda kontroller yaptırması gerekir. Hatta belli zamanlarda kendilerini muayene etmeleri ve bu konuda duyarlı olmaları şarttır.” dedi.
Hasta kendisine muayene yapmalı
Hastanın kendi kendine meme muayenesine başlaması için en uygun zamanın 20 yaş sonrası olduğunu belirten Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “20 yaş ve öncesi meme kanseri görülme olasılığı düşük olduğundan meme kontrolü önerilmez. Muayeneye erken yaşta başlamak hastada aşırı paniğe ve kafa karışıklığına yol açabilir. 20 yaşını geçmiş her kadın, adet dönemi başlangıcından 7-10 gün sonra ayda bir defa kendi kendine meme muayenesi yapmalıdır. 40 yaşına kadar 3 yılda bir, 40 yaşından sonra ise her yıl hekim muayenesinden geçilmelidir. Rahim ameliyatı geçirmiş kadınların da her ayın ilk haftası kendilerine muayene tarihi belirlemeleri gerekir.” diyor.
meme-kanseri-kadin-400
Her kitle kanser olmayabilir
Memede saptanan her kitlenin meme kanseri olmayabileceğini de söyleyen Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “Yaşça daha genç kadınlarda fibroadenom ya da kist denilen kanser olmayan kitleler görülebilir. Orta ve daha ileri yaşlardaki kadınlarda oluşan fibrokistik değişiklikler ise ele kitle olarak gelebilir. Bu kitlelerin ağrılı ya da ağrısız olması kanser oldukları anlamına gelmez. Ancak memede fark edilen ve ele gelen bir yapı veya kitle olması durumunda incelemeye alınması gerekir. Eğer memede kitle fak edilirse mutlaka uzman bir hekime başvurulmalıdır.” dedi.
Psikolojik bozukluklar görülebilir
Kanser tanısının konulmasıyla birlikte hastanın zorlu bir sürece girdiğini söyleyen Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “Bu durum da hastanın psikolojik olarak yıpranmasına neden olabilir. Yapılan araştırmalarda meme kanseri hastası olan bir kişinin psikolojik bir sorunla karşılaşma olasılığının yaklaşık yüzde 50 olduğu belirtiliyor. Bu hastalarda en çok görülen psikolojik sorunlar ise depresyon ve kaygı bozuklukları oluyor.
Birçok hastalıkta olduğu gibi meme kanseri tedavisinde de hastanın moralinin yüksek olması ve stresten uzak olması gerekir. Bu sebeple meme kanseri hastaları, hekim tarafından farklı bir şekilde yönlendirilmediyse ve fiziksel şartları izin veriyorsa normal yaşantılarına devam etmelidirler. Kendilerini dış dünyadan uzaklaştırmak ve içe kapanmak tedavi sürecini uzatabilir. Bu hastalar, hastalık ve tedavi süreci ile ilgili duygularını başka insanlarla da paylaşmalıdırlar. Bu şekilde davranmak hastalığı kabullenmede yardımcı olur ve iyileşme sürecinde oldukça fayda sağlar. Gerektiği durumlarda ise psikolojik destek almaktan çekinmemelidirler.” diyor.
Meme kanserinden korunabilirsiniz
Alınabilecek bazı önlemlerle meme kanserinden korunmanın mümkün olduğunu belirten Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “Öncelikle her kadın özellikle menopoz dönemine girdikten sonra beslenmesine çok dikkat etmelidir. A ve C vitamini yönünden zengin taze sebze ve meyveler tüketilmelidir. Hayvansal yağlardan uzak durulmalı, posalı gıdalarla beslenilmelidir. Alkol ve sigara kullanımı bırakılmalı, tütsülenmiş tuzlu ve konserve yiyecekler asla yenmemelidir. İdeal kilonun korunmasına da özen gösterilmelidir. Ayrıca haftada 3-4 saat spor yaparak meme kanseri riski azaltılabilir. Ancak ailesinde meme kanseri hikayesi olan ve genetik testlerde yüksek risk taşıyan hastaların ek korunma yöntemlerine ihtiyaçları vardır. Bunların yanı sıra mümkün olduğunca stresten, ağır ve yorucu çalışma koşullarından uzak durulmalıdır.”dedi.
Tedavide erken teşhis önemli
Tedavide erken teşhisin önemine de dikkat çeken Central Hospital’dan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Rafet Yiğitbaşı, “Meme kanseri tedavisinde en önemli ve belirleyici nokta erken teşhis ve hastalığın evresidir. Tümör 1cm’nin altındaysa cerrahi müdahale yapılır. Cerrahi tedavi dışında ise radyoterapi (ışın tedavisi), kemoterapi ve hormonoterapi uygulanır. Bu tedavi yöntemleri hastalığın evresine, hastanın yaşına ve tümörün özelliklerine göre değişkenlik gösterebildiğinden multidisipliner bir tedavi şekli uygulanır.” dedi.
Kemoterapiyle mevcut tümör kaybolabilir
Cerrahi operasyondan önce kemoterapi uygulamasıyla mevcut olan tümör kaybolabilir. Bu sayede tümörün kemoterapiye verdiği cevap da izlenebilir. Özellikle bazı hastalarda memenin korunması oldukça önem taşır. Meme korunması ancak tümörün kemoterapi sonrası küçülmesiyle sağlanabilir. Meme korunmasıyla hasta ek bir risk almaz. Son yıllarda gelişen teknoloji sayesinde kemoterapi uygulamasında önemli ilerlemeler olmuştur.
Mamografi sonuçları olumsuzsa meme alınabilir
Meme içerisinde yaygın tümörleri bulunan, memenin birçok noktasında aynı anda başlamış kanseri olan hastalarda ise meme koruyucu cerrahiler yapılamaz. Böyle bir durumda memenin mutlaka alınması gerekir. Hastaya yapılan mamografi sonuçlarında yaygın ve kötü kireçlenmeler varsa, meme kanserinin birçok yerde yoğunlaşacağı düşünülüyorsa mutlaka bu hastaların memesinin alınması planlanmalıdır. Daha önce göğüs duvarına radyoterapi uygulanan hastalarda ise, meme koruyucu ameliyatı sonrası yeniden radyoterapi yapılması gerekebilir. Bu sebeple bu gruptaki hastalara mastektomi uygulanmalıdır. Unutulmaması gereken diğer bir nokta da meme kanserinin deneyimli bir ekip tarafından tedavi edilmesi gerektiğidir. Sözcü

Göğsünden dil yapıldı (Dil kanseri nedir?)

Dil kanseri hastası 61 yaşındaki Zafer Dağ, sıra dışı bir operasyonla sağlığına kavuştu.


Mersin'in Tarsus ilçesinde annesiyle yaşayan ve sebze yetiştiriciliğiyle geçinen Zafer Dağ, Ocak ayında dilinde yara ve ağrı şikayetiyle bir sağlık ocağına gitti. Verilen ilaçları kullanmasına rağmen dilindeki yaralar iyileşmeyince Zafer Dağ, başka bir sağlık merkezine başvurdu. 

KBB Uzmanı Prof. Dr. Hayrettin Cengiz Alpay ve Op. Dr. Aykut Bozan, hastayı dil kanseri teşhisi koydu. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Alper Ata ile yapılan konsey sonucunda organ koruma protokolüne karar verildi. Kemoterapi ve ışın tedavisi uygulamasının ardından önce kitlenin küçüldüğü, 6’ncı ayda ise tekrar büyüdüğü ve dilin tamamını kapladığı anlaşıldı.

"ŞİFA İLE TABURCU OLDU"

Bunun üzerine hastaya dilin çıkarılması ve lenf akımının süzüldüğü boyun bölgesindeki nodlarının temizlenmesi ve çıkarılacak dilin yerine ağız tabanını doldurması için göğüs bölgesinden doku nakli operasyonu uygulandı. Prof. Dr. Hayrettin Cengiz Alpay, Op. Dr. Aykut Bozan ve ekibi tarafından yaklaşık 12 saat süren operasyonun ardından bir hafta yoğun bakımda kalan, 1 ay hastanede takip ve tedavisi süren Zafer Dağ, riskli dönemin atlatılması üzerine taburcu edildi. Sağlığına kavuşan Zafer Dağ, kendisini çok iyi hissettiğini, ağrılarının kalmadığını söyledi.

İLK KENDİ ADINI SÖYLEDİ

Prof. Dr. Hayrettin Cengiz Alpay, kapsamlı bir ameliyat yaptıklarını, en keyifli yönünün hastalarını şifa ile taburcu etmek olduğunu söylerken, ekibi ile birlikte gerçekleştirdiği operasyonu söyle anlattı: "Göğüs bölgesinden doku alınarak ağız tabanı için dil yapıldı. Bu dil orada sabit dil olacak. Hasta hiç hareket ettiremeyecek. Dil geriye kaçmasın diye çene kemiğine delikler açarak sabitledik. Konuşma yetisini zamanla kazanacak. Hastamızın operasyon sonucu ilk söylediği şey kendi adıydı." 

Güneş ışığından mahrum kalmak depresyona sokuyor

Uzmanlar, mevsim geçişi kaynaklı depresyona girilmemesi amacıyla stresten uzak durulması, beslenme ve uyku düzenine dikkat edilmesinin yanı sıra günde en az 30 dakika yürüyüş ve mutlaka 15-20 dakika güneş ışığı alınmasını öneriyor.


Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Serhat Tunç, mevsim geçişi kaynaklı depresyona girmemek için stresten uzak durulması, beslenme ve uyku düzenine dikkat edilmesinin yanı sıra günde en az 30 dakika yürüyüş ve mutlaka 15-20 dakika güneş ışığı alınması gerektiğini bildirdi.

Tunç, mevsimsel geçiş dönemlerinde en sık rastlanan hastalıkların başında depresyonun geldiğini belirtti.

Mevsim geçişlerinde iki yıl üst üste olmak koşuluyla "duygu durumu bozuklukları" görülmüşse, mevsimsel depresyona girme ihtimalinin arttığına işaret eden Serhat Tunç, şunları söyledi:

"Sonbahar ve kış aylarında günlerin kısa, havanın soğuk olmasının etkisiyle dışarıya zorunlu olmadıkça çıkılmıyor, çıkılsa da kalın giyinildiği için güneşle temas az oluyor. Gün ışığıyla az temas etmemiz dolayısıyla beyinde 'melatonin' ve 'serotonin' hormonlarındaki değişiklikler, keyifsizlik, isteksizlik ve halsizlik belirtilerine neden oluyor. Mevsim geçişi kaynaklı depresyona girilmemesi amacıyla stresten uzak durulması, beslenme ve uyku düzenine dikkat edilmesinin yanı sıra günde en az 30 dakika yürüyüş ve mutlaka 15-20 dakika güneş ışığı alınması gerekiyor."

"KUZEYE GİTTİKÇE GÖRÜLME SIKLIĞI ARTIYOR"

Yrd. Doç. Dr. Tunç, mevsimsel depresyonun belirtileri arasında mutsuzluk, keyifsizlik, ilgi ve istek kaybı, çabuk sinirlenme, halsizlik, yorgunluk ve konsantrasyon kaybını sayarak, şöyle devam etti:

"Bu tür rahatsızlıkların görülme sıklığı, gün ışığından az yararlanan yukarı enlemlerdeki yerlerde artıyor. Geçmişinde depresyon hastalığı veya bipolar bozukluk, ağır fiziksel hastalık, düşük yaşam koşulları da riski artırıyor. Gençlerde kış aylarında depresyon döneminin ortaya çıkması oranı da diğer yaş gruplarına göre daha yüksek. Bu nedenle mevsim geçişlerinde daha duyarlı olmalıyız."

Uyku düzenine dikkat edilip, sabah erken kalkmanın mevsimsel depresyonu engelleyebileceğine değinen Tunç, ayrıca doktor önerisiyle vitamin takviyesi yapılması gerektiğini dile getirdi.

"HER YORGUNLUK DEPRESYON DEĞİLDİR"

Serhat Tunç, her yorgunluk halinin "depresyon" sayılamayacağına da dikkati çekerek, "Depresyon diyebilmemiz için kişinin duygu durumunda gün boyu devam eden çökme veya belirgin ilgi kaybı olmalıdır. Bu çökme haline diğer belirtiler de eşlik ediyor. Bu belirtiler özellikle yılın aynı dönemlerinde görülüyorsa, o zaman mevsimsel depresyondan bahsedilebilir. Bu tür durumlarda mutlaka bir psikiyatri uzmanıyla görüşülmelidir." ntv

"Kemoterapi anne olmaya engel değil"

ABD'nin Georgia eyaletinde çalışmalar yapan bilim insanları, kemoterapi tedavisi sonrası doğurganlığını kaybeden kadınlara bu özelliğini geri kazandıracak bir yöntem keşfetti.

Bilim insanları, kanser tedavisi sırasında zarar gören yumurtalıkları hayata geri döndürecek bir buluşa imza attı.
Milyonlarca kanser hastasına ilgilendiren bu buluş, tedavi sırasında doğurganlık özelliğini kaybeden kadınlara umut ışığı oldu. Tedavinin sadece kanser hastalarında değil, erken menapoza giren kadınlara da yardımcı olabileceği düşünülüyor.
Georgia Tıp Fakültesi'nden bilim insanları, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde, kemik iliğinden alınan kök hücreleri, kemoterapi sonrası yumurtalıkları gençleştirmek için kullandı.
"Boş" hücreler olarak tanımlanan kök hücreler, programlanarak vücudun zarar gören herhangi bir bölgesinde hücreye dönüştürülerek zarar gören dokunun yenilenmesi sağlanıyor.
Araştırmacılar kök hücreleri, yumurtalıkları saran, koruyan ve üretim için önemli olan folikülleri tamir etmesi için programladı.
Elde edilen sonuçları Amerikan Tıbbi Üreme Derneği'ne sunan bilim insanları, araştırmada kullanılan farelerin 2 hafta içerisinde doğurganlığının arttığını belirtti. ntvmsnc

Erken doğan bebek sandviç poşetiyle ısıtılarak kurtarıldı

Elinizden daha ufak bir bebek. 5 parmağı, kolları, minicik bacakları var. O kadar ufak ki doktorlar 1 saatten fazla yaşayabileceğine ihtimal vermediler ancak yine de bu minik savaşçı için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

3 ay erken doğan Pixie Griffiths-Grant ismindeki bebek doğduğunda ailesi yıkıldı. Çünkü kimse yaşama tutunabileceğine inanmıyordu. Ancak doğunca doktorlar tarafından sıcak tutulması için sandviç poşetine koyulan ufaklık bunu başardı.

SANDVİÇ POŞETİ İLE HAYATI KURTULDU
Anne Sharon Grant kızının yaşadıklarını ise İngiliz Daily Mail Gazetesi'ne şöyle anlattı, "Pixie doğar doğmaz onu sıcak tutmak için bir sandviç poşetine koydular. Kordondan yeterince beslenemiyordu. 8 hafta boyunca devamlı hastanedeydim ve büyümesinde sorun olup olmadığını araştırıyorduk. Ancak son 8 haftada sadece 20 gram alabilmişti. Doktorlar bana kötü haberi verdiğinde yıkıldım. Pixie'yi almadan önce biraz kilo almasını istiyorlardı ancak bir türlü büyümüyordu. 11 Mayıs'ta ise doktorlar bebeğin doğurtulması gerektiğini söyledi."

Pixie dünyaya getirildikten sonra ise hipotermi yani vücut sıcaklığının aşırı düşmesi durumu söz konusuydu. Bebek o kadar küçüktü ki doktorlar anne karnında onu bulamayacaklarını düşündükleri için anne karnında iki kesi açmaları gerekti. Daha sonra ise ısıtılması için yoğun bakıma giderken bir poşete koyuldu.
Doğumundan 5 ay sonra ise Pixie 3 kilo 400 grama, ortalama bir yenidoğanın kilosuna ulaşmayı başardı. Hürriyet

Skolyoz her 10 genç kızdan birinin sorunu

Halk arasında omurga eğriliği olarak bilinen skolyoz, daha çok ergenlik çağındaki kızlarda görülüyor. Her 10 genç kıza karşı 1 genç erkekte ortaya çıkıyor. Ameliyatla tamamen düzeltilebilen skolyaza zamanında müdahale edilmemesi ise kişinin bu sorunu ömür boyu “sırtında taşıması” anlamına gelebiliyor.

Skolyoz, önden arkaya bakıldığında dümdüz olması gereken omurganın sağa ya da sola doğru 10 dereceden fazla eğilmesi durumu. Vakaların % 80 ile 85’inde sebep bilinmiyor. Omurga Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Aydoğan, skolyozun bilinen nedenlerini şöyle aktarıyor: “Anne karnında omurganın gelişimi sırasında görülen duraklamalar, omurların birbirine bitişik olması, kama şeklindeki omurga yapısı, spastik çocuklarda görülen spastisite ve çocuk felci geçirenlerde bir taraftaki kasların felç olması.” 

SKOLYOZ AKCİĞER KAPASİTESİNİ DÜŞÜRÜYOR

Skolyoz sağlıklı çocuklarda görülebilen bir problem olduğu için genellikle ağrısız seyrediyor ve başlangıçta belirti vermiyor. Ergenlik çağının hemen öncesinde omuzlardaki dengesizlik gözle görülür hale geliyor.
Dr. Aydoğan’a göre, çocuktaki skolyozu belirlemede en önemli görev ailelere düşüyor: 

50 DERECENİN ÜZERİNDE KALP PROBLEMLERİ YAPIYOR

“Çocuk her iki kolunu yana sarkıttığında belden olan uzaklığı birbirinden farklıdır; bir taraf gövdeye yakınken bir taraf açılır. Öne eğilip yerden bir şey almaya kalktığında kürek kemikleri arasında mesafe farkı vardır. Eğer eşlik eden bir kifoz (kamburluk) varsa öne eğildiğinde dik duramama problemi de görülür. Başlangıç dönemindeki skolyozda fiziksel kapasite ve genel sağlık durumu olumsuz etkilenmez; ancak ilerleyen dönemde skolyoz 50 derecenin üzerine çıkarsa kalp ve akciğer problemleri yaşanması kaçınılmazdır. Skolyoz akciğer kapasitesini küçülttüğü için göğüs kafesini de daraltır. Sağlıklı bir insanın kolaylıkla atlatabileceği grip, akciğer enfeksiyonu gibi hastalıkları daha uzun sürede atlatırlar. Özellikle kız çocuklarında görülen skolyoz, estetik kaygıları da beraberinde getirdiği için bu çocuklar daha içine kapanık olur, iş bulmada problem yaşar ve çoğu evlenmeden hayatına devam eder.” 

AİLELER İPUÇLARINI DİKKATE ALMALI 

• Çocuğunuz soyunduğunda omurga çıkıntıları düz orta hatta görünmüyorsa, 
• Her iki kolunu yanlarına aldığında biri leğen kemiğinden uzak, biri vücuda bitişikse ve bunu kontrol edemiyorsa, 
• Omuzlarında bir asimetri varsa, 
• Çantasını sürekli yukarıda olan omzuna asma ihtiyacı duyuyorsa,
• ‘Öne doğru eğil’ dendiğinde kürek kemikleri arasındaki mesafe farkı görünüyorsa skolyozdan şüphelenip bir hekime başvurulması gerekir.


KORSE KİŞİYE ÖZEL OLMALI

Tanıda genellikle röntgen tetkiklerinin kullanıldığına değinen Doç. Dr. Mehmet Aydoğan, eğriliğin derecesi, hastanın yaşı, eğriliğin artış oranı gibi kriterlere göre takip mi cerrahi tedavi mi yapılacağının kararlaştırıldığını söylüyor: “Skolyozun derecesi takip edilmelidir. Kişi kemik gelişimini tamamlamış bile olsa skolyozunun ilerleyebileceği unutulmamalıdır, bu nedenle takip çok önemlidir. 
Bu süreçte oluşan skolyozun ilerlememesi ve omurga etrafındaki kasları güçlendirmeye yönelik olarak fizik tedavi ve rehabilitasyon egzersizleri için yönlendirilerek 4-6 ayda bir takiplerine bakılır. 

Hastada 30-35 derecelik bir eğilme söz konusu ise korse tedavisine başlanır. Korse ameliyat dışı yöntemlerden eğriliğin ilerlemesini engellediği kanıtlanmış tek tedavi yöntemidir. Hekim kontrolünde iyi bir ortez protez uzmanıyla birlikte kişiye özgü yapılması gerekir. Kişinin vücudunun kalıbı alınarak korse yapılır ve korseyle film alınarak korsenin hastanın skolyozunu ne kadar düzelttiği görülür. Korsenin kaç saat giyileceğinden, omurgayı itecek dirseklerin özelliklerine ve korsenin nasıl giyilip çıkarılacağına kadar tüm detayların düzenlenmesi gerekir. Çocuk okul dönemindeyse 8 saatlik okul süresi dışında geriye kalan 16 saatin tamamını korse takarak geçirmelidir. Okula gitmeyen çocuklarda korse takma süresi 23 saate kadar çıkabilir.”

AMELİYAT NE ZAMAN YAPILMALI?

• 35 derece olan skolyoz, hasta düzenli korse kullandığı halde 6 aylık periyotlarda izlendiğinde ilerlemeye devam ediyorsa,
• 6 ayda bir beş derecenin üzerinde artış gösterdiyse, 
• Belde görülen skolyozun derecesi 40 ve üzeriyse, 
• Sırt bölgesindeki skolyozun derecesi 45 ve üzerindeyse ameliyat düşünülüyor.

Omurgayı düzeltmek için vidalar ve iki titanyum çubukla omurların düzgün bir şekilde birbirine kaynamasını sağlamaya çalıştılarını dile getiren Dr. Aydoğan, “Skolyoz ameliyatlarında tecrübeli bir uzman ve iyi hastane imkanlarıyla günümüzde % 100’e yakın başarılı sonuçlar alınmaktadır. Skolyoz ilerlemesine rağmen tedavi edilmiyorsa gelecekte kalp ve akciğer fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyeceği için hastanın ameliyat olma şansını da kaybetmesine neden olabilir. Skolyoz ameliyatı sonrası ameliyat edilen bölümde esneklik konusunda hassasiyet olduğu için jimnastik ve benzeri omurga esnekliğini zorlayan sporlar yapılmadığı sürece hasta hayatına kolaylıkla devam edebilir” diyor. ntvmsnc