30 Eylül 2015 Çarşamba

Fazla kilo meme kanseri sebebi

Ekim ayı, Meme Kanseri Farkındalık Ayı. Erken teşhisin son derece önemli olduğu meme kanserine dair siz neler biliyorsunuz? Ne zaman muayene olunmalı, tedavisi var mı, nasıl önlenir? gibi aklınıza takılan soruların cevabını sizi için hazırladık.


Meme kanseri teşhisi özellikle son yıllarda giderek artıyor ve ne yazık ki her sekiz kadından biri meme kanserine yakalanıyor.

Meme kanserinin başlıca sebepleri arasında fazla kilolar ve hareketsizlik geliyor. Bunun önüne geçmek için ise sağlıklı beslenmek, kilo kontrolünü sağlamak ve düzenli spor yapmak gerekiyor.

Meme kanseri riskini azaltmak için sağlıklı beslenmeniz gerekiyor. Haftada bir iki kez balık tüketmek, kırmızı ve beyaz turp, brokoli, Brüksel lahanası kanser riskini azaltıyor.

Hiç doğum yapmamış olmak ya da bebeğinizi emzirmemek de meme kanseri riskini artıyor. Bu yüzden özellikle bebek sahibiyseniz en az bir yıl bebeğinizi emzirmeniz gerekiyor.

Düzensiz hayat, fazla sigara ve alkol de meme kanserini tetikleyen sebepler arasında yer alıyor.

Sadece %10'u kalıtsal bir hastalık olan meme kanserinde erken teşhis oldukça önemli. Bu yüzden ailenizde herhangi birinde meme kanseri hikayesi olmasa bile muhakkak gerekli taramaları yaptırmanız gerekiyor.

30 yaşından sonra ilk doğumunu yapanlarda, 18 yaş öncesinde ilk doğumunu yapanlara göre risk artıyor.

Her 20 yaşını geçmiş kadının meme kanseri riski taşıdığını bilmesi, ayda bir kendi kendine meme muayenesi, iki yılda bir klinik meme muayenesi yaptırması gerekiyor.

40 ile 69 yaş arasındaki kadınların ise ayda bir kendi kendine meme muayenesi, yılda bir klinik meme muayenesi, iki yılda bir de mamografi çekilmesi gerekiyor.

Meme kanseri belirtilerinin arasında en sık görüleni memede oluşan ağrısız kitle. Memede kızarma, ödem ya da meme başında çekintilerin meydana gelmesi de belirtiler arasında yer alıyor. Bunlardan herhangi birine rastladığınızda derhal bir hekime başvurmanız gerekiyor.

sözcü.com.tr

Bu yiyecekler anne sütünü artırıyor

Bütün anneler ilk 6 ay sadece anne sütünün bebek için en önemli, besin değeri en yüksek besin olduğunu biliyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren anne sütünü artıran yiyecekler ise süt verildiği dönemde tüketilebilir. İşte anne sütünü artıran yiyecekler ve özellikleri.


Annelerin bu dönemde normal yiyeceklerine ek olarak günlük yaklaşık 500 kalori almaları yeterli. Ancak önemli olan bu kaloriye karşılık gelecek yiyecek ve içeceklerin neler olması gerektiği. 1-7 Ekim Dünya Emzirme Haftası’nda, Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı, anne sütünü artıran 10 özel besinle ilgili bilgi veriyor.
Su, anne sütünü artıran temel besin   
Anne sütünün miktarını arttırmak için tüketilmesi gereken temel besin su. Anne sütünün yüzde 87’si sudan oluşuyor. Emziren annelerin bu süreçte normal gereksinimlerinden daha fazla su tüketmeleri gerekiyor.  60 kiloluk birinin günlük tüketmesi gereken su miktarı yaklaşık 2 litreyken, emziren annelerde bu rakam 3-3,5 litreye çıkıyor. Bu gereksinimin 2- 2,5 litresi saf sudan, kalan kısmı ise şekersiz komposto, bitki çayı ve ayran gibi içeceklerden karşılanabiliyor. Gereksiz kilo alımının engellenmesi için kompostolara şeker ilavesine gerek yok, meyvenin kendi şekeri yeterli.
Öneri: Halk arasında bilinenin aksine şeker ve şekerli besinler süt miktarını arttırmıyor. Her emzirme esnasında 1- 1,5 bardak su tüketerek yeterli sıvı alımını sağlayabilir, süt miktarını artırabilirsiniz.
 
Yulaf; sütün kanallarda ilerlemesini hızlandırıyor.
Son dönemde yapılan çalışmalar gösteriyor ki annede demir eksikliği olması durumunda süt üretimi de düşüyor. Yulaf iyi bir demir kaynağı, ayrıca rahatlatıcı etkisiyle sütün meme kanallarında ilerlemesini sağlayan oksitosin hormonunun salınımını uyarıyor. Bu nedenle de sütün kanallardan ilerlemesi hızlanıyor.
Öneri: Sabah kahvaltılarınızı yulafla zenginleştirebilir, yulafı pişirerek veya süt ile tüketebilirsiniz.
 
Havuç, süt kanallarını geliştiriyor
Havucun içeriğinde meme dokusunun sağlıklı gelişimini ve süt oluşumunu destekleyerek östrojen benzeri görev yapan, bitkisel bir kimyasal olan fitoöstrojen bulunuyor. Fitoöstrojen süt üretimini artırıyor. Östrojen hormonu meme dokusu içerisindeki süt kanallarını geliştiriyor. Ayrıca havuç iyi bir beta karoten kaynağı ve emzirme sürecinde artan beta karoten ihtiyacını karşılıyor.
Öneri: Salatalarına mutlaka günde 1 adet havuç ekleyin. Yapılan çalışmalar emzirme döneminde havuç tüketen annelerin çocuklarının ilerleyen dönemlerde havuç tüketmeyi daha kolay kabul ettiğini gösteriyor.
 
Rezene, sütün yağ içeriğini artırıyor
İçerdiği fitoöstrojenler nedeni ile östrojen benzeri bir görev yaparak süt miktarını ve sütün yağ içeriğini arttırıyor. Rezene ayrıca anne sütü yolu ile bebeğe geçerek sindirim ve hazımsızlık problemleri yaşamasını önlüyor.
Öneri: Çay yerine rezene çayı tüketin ve içine şeker eklemeyin. Günde 2-3 fincan rezene çayı tüketerek süt miktarını artırabilirsiniz.
Arpa, süt salınımını artırıyor  
Hayvanlarla yapılan bazı çalışmalar arpanın içinde bulunan polisakkaritin annedeki prolaktin miktarını arttırdığını gösteriyor. Prolaktin, memede bulunan süt salgılayıcı hücrelerden süt salınımını uyaran hormon.
Öneri: Arpanın bu etkisinden faydalanmak için arpanın çimlendirilmesiyle elde edilen malt içeceklerinden günde 1 adet tüketebilirsiniz.Ancak unutmayın bu içecekler yüksek kalori içerikleri nedeniyle aşırı tüketilirse istenmeyen kilo artışlarına yol açabiliyor.
 
Baklagiller, sütün kalitesini artırıyor
İyi bir demir kaynağı olan baklagiller, süt miktarını ve kalitesini arttırıyor.  Özellikle emziren anne vejetaryen ise diyetinde mutlaka bu besinlere yer vermeli. Ancak zaman zaman annede gaz problemlerine yol açabildiğinden bu besinler, bebekte de benzer problemlere neden olabiliyor.
Öneri: Eğer bu yiyecekler sizde gaz sorunu oluşturmuyorsa, haftada 2-3 defa nohut, kuru fasulye, barbunya gibi baklagillere öğünlerde yer verebilirsiniz.  
Koyu yeşil yapraklı sebzeler, sütü artırıyor
Ispanak, kara lahana gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler içerdikleri fitoöstrojenler ile süt miktarını arttırıyor. Ayrıca bu sebzeler kalsiyum, demir, folat ve vitamin A içeriği bakımından zengin olması yönü ile de sütün kalitesinin artmasına da katkı sağlıyor.
Öneri: Koyu yeşil yapraklı sebzeleri gün içerisinde salatalarınıza veya sebze yemeği olarak beslenmelerine dahil edebilirsiniz.
 
Sarımsak, bebeğin daha çok emmesini sağlıyor
Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, anne emzirme öncesinde sarımsak tüketirse bebekler daha aktif ve daha çok emiyor. Anne sütünün artıran asıl etmen bebeğin aktif bir şekilde anneyi emmesi olduğundan sarımsağın süt miktarını arttırdığını söylemek mümkün. Ancak bebeklerde gaz oluşumuna ve hazım problemlerine de yol açabiliyor.
Öneri: Emzirirken sarımsağı az miktar ile başlayarak yemeklerinize ekleyin ve bebeğinizin verdiği tepkileri gözlemleyin. Eğer gaz ya da hazımsızlık gibi problemler oluşmuyorsa gün içerisinde 1-2 diş tüketebilir veya yemekte zorlanıyorsanız sarımsak kapsülü alabilirsiniz.
 
Ceviz, fındık ve badem, zengin yağları içeriyor
Ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumlar emziren annelerin diyetinde mutlaka yer almalı. Bu tohumlar vücudumuz tarafından sentezlenemeyen ve mutlaka dışarıdan alınması gereken yağlar bakımından zengin olduğundan sütün kalitesinin arttırılmasında önem taşıyor. Ayrıca yağlı tohumların içeriğinde bulunan bazı aminoasitler süt oluşumu için gerekli olan seratoninin yapısına katılarak süt miktarının ve kalitesinin arttırılmasında rol oynuyor.
Öneri: Bu yağlı tohumlar yüksek kalori içerdiğinden gün içerisindeki ara öğünlerde 3-4 tam ceviz, 10-12 adet çiğ badem veya fındık yiyebilirsiniz.
Susam, yüksek kalsiyum içeriyor
Yüksek kalsiyum içeriği ve östrojen hormonuna benzer özellikler göstermesi nedeni ile süt miktarını artırıcı özelliğe sahip.
Öneri:Susam tanelerini salatalarınıza ekleyerek günde 1-2 çay kaşığı kadar tüketebilirsiniz. Hürriyet

29 Eylül 2015 Salı

10 kadından birinde "çikolata kisti" var

Kısırlığın en önemli nedenlerinden biri olan endometriozis, üreme çağındaki her 10 kadından birinde görülüyor. Halk arasında "çikolata kisti" olarak da bilinen hastalık, kadını hem fiziksel hem de sosyal yönden olumsuz etkiliyor.

"Guardian" gazetesinde yayımlanan araştırma, şiddetli ağrı, halsizlik gibi semptomlara neden olan hastalığın dünya genelinde yaklaşık 176 milyon kadını etkilediğini ortaya koydu.

Dünya Endometriozis Araştırmalar Vakfı ve Endometriozis Derneği Başkanı Lone Hummelshoj, 13 ila 49 yaşlarında ortaya çıkan hastalığın evliliklerin yıkılması, depresyon gibi sosyal etkilerin yanı sıra çok sayıda kadının iş gücünün azalmasına yol açarak ekonomik kayba da neden olduğunu söyledi.

ABD'de 7,6 milyon kadını etkileyen endometriozis hastalığının ülke ekonomisinde her yıl 80,4 milyar dolar kayba yol açtığı sanılıyor. Hastalığın, 1,6 milyon kadını etkilediği İngiltere ekonomisine maliyeti ise 16 milyar doları buluyor.

“ARAŞTIRMALARA AYRILAN BÜTÇE YETERSİZ”

Endometriozisin kısırlığın en önemli nedenlerinden biri olduğuna işaret eden Hummelshoj, gebe kalamama sorunu yaşayan her 10 kadından 2-4'ünde kısırlığa yol açan endometriozisin araştırılması için ayrılan bütçenin son derece küçük olduğuna dikkati çekti. Hummelshoj, "Bu kadar çok kadını etkileyen bir hastalık için bu kadar az bütçe ayrılması, büyük bir skandaldır" ifadesini kullandı.

TEŞHİSİ KOLAY DEĞİL

Birçok kadın, endometriozisin teşhisinin güç olması nedeniyle gerekli tedaviyi göremiyor ya da yanlış tedavi ediliyor. Adını rahmin iç tabakasını kaplayan ve adet dönemlerinde kalınlaşıp dökülen "endometrium"dan alan hastalığın teşhis edilmesi kimi zaman yıllar alabiliyor.

Hastalığın, adet kanının karın boşluğuna ters yönde akması ve endometrium dokusunun karın içinde rahim duvarına benzer dokuların bulunduğu yerlere yerleşerek kistleşmesi sonucu ortaya çıktığı sanılıyor.

ntvmsnc.com.tr

Sağlıklı tiryakilerin sırrı çözüldü

Bazı tiryakilerin ömür boyu sigara içmelerine karşın nasıl sağlıklı akciğerlere sahip olabildiklerinin sırrı çözüldü.

BBC Türkçe'de yayınlanan habere göre, İngiltere'de 50 bin kişinin incelendiği araştırmada, sigara nedeniyle insanların DNA'larında ortaya çıkan bazı olumlu mutasyonların akciğer fonksiyonlarını geliştirdiği ve sigaranın ölümcül etkisini maskelediği tespit edildi.

İngiltere Tıp Araştırmaları Vakfı'ndan uzmanlar, araştırma sonuçlarının akciğer fonksiyonlarını geliştiren yeni ilaçlar bulunmasına yardımcı olabileceğini söyledi. Uzmanlar ayrıca, hiç sigara içmemenin en iyi seçenek olduğunu vurguladı.

Tiryakilerin hepsi olmasa da birçoğu akciğer hastalıklarına yakalanıyor. Ancak yaşamları boyunca bir kez bile sigara içmeyenler de aynı hastalıklardan muzdarip olabiliyor.

Leicester Üniversitesi'nde yapılan çalışmada uzmanlar, İngiltere'deki Biyolojik Banka projesine katılan gönüllülerin sağlık ve genetik bilgilerini inceledi. Bilim insanları özellikle nefes darlığına, öksürüğe ve tekrarlayan akciğer enfeksiyonlarına yol açan Kronik Öbsturiktif Akciğer Hastalığına (KOAH) yakalananları ele aldı. İngiltere'de üç milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen bu hastalık, bronjit ve amfizeme yol açıyor.

KOAH riski azalıyor

Sigara tiryakisi olan ve olmayanlarla KOAH hastası olan ve olmayan denekler karşılaştırıldığında, DNA'mızdaki bazı kesimlerin KOAH riskini azalttığı görüldü. Yani "iyi genlere" sahip sigara tiryakilerinin, "kötü genlere" sahip olanlara kıyasla daha düşük KOAH riski taşıdığı tespit edildi.

Araştırma ekibinden Prof. Martin Tobin, BBC'ye yaptığı açıklamada "Tütünün zararlarına karşı herkese garantili koruma sağlayacak sihirli bir yöntem yok. Akciğerleri sigara içmeyen birine göre yine de daha sağlıksız olacak. İnsanların gelecekte KOAH ve sigara bağlantılı kanser ve kalp hastalıklarından korunmasının en iyi yolu sigarayı bırakmak" dedi.

Sigara bu çalışmada ele alınmayan kanser ve kalp hastalıkları riskini de arttırıyor. Araştırmada sigara içenlerde içmeyenlerden daha sık görülen bir genetik kod da keşfedildi. Henüz doğrulanmasa da, bu kodların beyin faaliyetlerini etkileyip bireyin kolayca nikotin bağımlısı olmasına yol açtığı saptandı.

cnntürk.com.tr

28 Eylül 2015 Pazartesi

Aspirin mide-bağırsak kanserinde ömrü iki kat arttırıyor

Düzenli aspirin kullanımının bağırsak kanserini önlemede etkili olabileceği önceki araştırmalardan biliniyordu. Hollanda'da yapılan bir araştırmadan ise aspirinin, mide - bağırsak kanseri hastalarının ömrünü iki kat uzatabileceği sonucu çıktı.


14 bin kişinin katıldığı Leiden Üniversitesi'nin araştırmasında mide - bağırsak kanseri hastalarında aspirinin etkisi incelendi.

Araştırmada, her gün düzenli aspirin kullanımının hastaların ömrünü iki kat uzatabileceği tespit edildi.

Düzenli aspirin kullanımının bağırsak kanserini önleme ihtimali olduğu zaten önceki araştırmalardan biliniyordu. Hollanda kaynaklı araştırmadan sonra şimdi, hastalardan tümör örnekleri alınacak ve aspirin tedavisinin hangi tümörler üzerinde etkili olduğuna bakılacak. ntvmsnc

27 Eylül 2015 Pazar

Prof. Dr. Narlı: 'Tuzlandığı için ölen yeni doğan bebekler var'

Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nejat Narlı, Çukurova kentlerinde bazı ailelerin yeni doğan bebebekleri doğar doğmaz tuzladığını, bu yüzden bir çok bebeğin sıvı kaybından beyin kanaması geçirip öldüğünü söyledi.


Yeni anne adaylarını uyaran Prof. Dr. Nejat Narlı, bebeklerin çevreden duyulan bilgilerle değil, bir sağlık kuruluşundaki doktor tavsiyesi ile büyütülmesi gerektiğini vurguladı. Yeni doğan bebekleri genellikle aile büyüklerinin tavsiyesiyle tuzlandığını belirten Prof. Dr. Narlı şöyle dedi:

"Yeni doğan bebekler, aile büyükleri tarafından tuz veya zeytin yağı ile birlikte ovulup banyo ettirilerek ağız, koltuk altı, kasık, dahil tüm vücuda sürülerek tuzlanmaktadır. Ne yazık ki ciltten emilen aşırı miktarda tuz, ciddi ve hayatı tehdit eden hipernatremi (kanda tuz oranının yükselmesi) ile sonuçlanabilmektedir. Bu nedenle yaşamını yitiren bebekler bulunuyor. Bebeğinizi kesinlikle tuzlamayınız."


ÖLÜMLE SONUÇLANIYOR

Tuzlamanın genelde Adana ve Hatay çevresinde yapıldığını belirten Prof. Dr. Narlı şöyle şöyle konuştu:

"Özellikle bölgemizde doktor desteğini almayan bazı aileler tuzlamayı uyguluyorlar. Bebekleri doğar doğmaz kokmasın diye tuzluyorlar. Yeni doğan savunmasız bebeğin vücuduna sürülen tuz, sıvı kaybına neden oluyor. Böyle olunca bebeğini kendince korumaya çalışan aile, istemeden onun beyin kanaması geçirip ölmesine neden oluyor. Bazı soğuk bölgelerde de bebek doğar doğmaz vücudu toprak ile sarılıyor. Bu da bebeğin tetanos olmasına neden oluyor. Çoğu zamanda bebeğe doğduktan sonra bir kaç kez ezan okunmadan anne sütü verilmiyor. Bebeğin gözüne iyi göreceği düşünülerek limon damlatılıyor. Yapılan bu işlemler hemen ters etki göstermezse de bir süre sonra sağlık problemleri olarak kendini gösteriyor."

Murat KİBRİTOĞLU / ADANA, (DHA)

Gençlerin yüzde 59’u obez

Avrupa'daki insanların çoğunun fazla kilolu olduğu tespitini paylaşan Dünya Sağlık Örgütü, bu durumun devam etmesi halinde Avrupa'daki gençlerin, büyükanne ve büyükbabaları kadar uzun yaşayamayabileceğini belirtti.

Dünya Sağlık Örgütü, tarafından hazırlanan Avrupa Sağlık Raporu'nda, Avrupalıların büyük bölümünün fazla kilolu olduklarına dikkat çekildi.

Avrupa nüfusunün yüzde 59'unun aşırı kilolu veya obez oldukları belirtilen raporda, dünyada en yüksek alkol ve tütün tüketim seviyesinin de Avrupa'da görüldüğü vurgulandı.

DSÖ, bu veriler karşısında Avrupa'daki gençlerin, büyükanne ve büyükbabaları kadar uzun yaşamayabilecekleri uyarısında bulundu.

Raporda, Avrupa'da kanser, diyabet ve kalp-damar hastalıklarından ölümlerin düştüğüne işaret edilirken, sigara ve alkol tüketiminin azalmaması halinde bu kazanımların tehlikede olduğunun altı çizildi.

Felçli hastalar için umut

ABD'de geçirdiği bir kaza sonucu beş yıldır felçli olan bir hasta, beyin dalgalarını okuyan bir cihaz sayesinde kısa mesafe yürümeyi başardı.

California Üniversitesi'ndeki doktorlar ve araştırmacılar tarafından geliştirilen beyin sinyallerini okuyan ve bu sinyalleri bacaktaki elektrotlara gönderen cihaz sayesinde, omuriliği zedelenen ve beş yıldır bacaklarını kullanamayan 26 yaşındaki hasta yaklaşık 4 metre yürümeyi başardı.

Araştırma ekibinin başında yer alan Dr. An Do, yaptığı açıklamada, "Bu araştırma uzun yıllar felçli kalan hastanın beyninin yine de yürüme eylemi için sağlam sinyaller gönderme kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor" dedi.

Birçok hasta için umut ışığı olacağı belirtilen araştırmanın detayları "NeuroEngineering and Rehabilitation" dergisinde yayımlandı.

Yorgun hissetmenizin nedeni klima olabilir

Özellikle yaz aylarında sıklıkla kullanılan klimaların yorgunluğa etkisi olabilir. Prof. Dr. Metin Özkan yaptığı açıklamada, klimaların doğru kullanılmadığı takdirde pek çok zarara yol açabildiğinin altını çizdi. Peki yanlış kullanıldığında solumun problemi ve kronik yorgunluk gibi sorunlara yol açan klimayı kullanırken dikkat etmemiz gereken hususlar neler?

Prof. Dr. Metin Özkan yaptığı açıklamada, sıcak yaz günlerinde özellikle kapalı mekanlarda serinlemek için kullanılan klimaların doğru kullanıldıkları takdirde önemli yararları olduğunu belirterek önemli açıklamalarda bulundu.

DOĞRU KLİMA KULLANIMI İŞ PERFORMANSINI ARTIRIYOR 

Prof. Dr. Metin Özkan yaptığı açıklamada, sıcak yaz günlerinde özellikle kapalı mekanlarda serinlemek için kullanılan klimaların doğru kullanıldıkları takdirde önemli yararları olduğunu belirterek, "Özellikle yaz aylarında kapalı ofislerde çalışan kişilerin iş performansı klima sayesinde artabilir. Ayrıca sıcak havanın zihinsel ve fiziksel aktiviteler üzerindeki olumsuz etkisini de azaltmaktadır. Ortamın serin olması terlemeyi azalttığından dehidrasyon yani vücudun susuz kalma riski daha düşüktür. Ayrıca bakımı ve temizliği iyi yapılan klimalar; parazit ve haşerelerin varlığını azaltır, polen gibi alerjenlerden koruma ve iç ortam havasının daha kaliteli olmasını sağlar" dedi.

SOLUNUM PROBLEMLERİNİN ORTAYA ÇIKMASINA SEBEP OLUYOR 

Klimanın solunum problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Özkan, "Tüm bu yararlarının yanı sıra klima kullanımın bazı riskleri de bulunmaktadır. Ani ısı ve nem değişiklikleri solunum sistemini etkileyebilir, cilt ve göz gibi hassas bölgelerin kurumasına neden olabilir. Gün boyu sürekli çalışan klimalar; gürültü kirliliğine, alerjik reaksiyonlara, kronik rinit, farenjit, boğaz ağrısı ve ses kısıklıklarının ortaya çıkmasına da sebep olabilir. Merkezi soğutma sistemlerinin içinde çeşitli mikroorganizmalar ve mantarlar üreyebilmektedir. Bunlar evin veya ofisin her tarafına kolaylıkla yayılabilir. Bu durum nedeniyle; astım, bronşit ve diğer akciğer hastalığı olan kişilerde kolaylıkla akciğer enfeksiyonları, nefes darlığı, wheezing (nefes alıp verirken ıslık sesi duyulması) veya diğer solunum problemlerini ortaya çıkabilir" diye konuştu.

KLİMANIN YOL AÇTIĞI PROBLEMLER 

Özkan, klimanın sebep olduğu sağlık problemlerini şu şekilde sıraladı:

"Sürekli hastalık ve yorgunluk hali: Aşırı soğutulmuş ortamlarda yorgunluk hissedilebilir. Klimanın fazla çalıştırılması, kronik yorgunluk ve baş ağrısına neden olmaktadır. Ayrıca bu tür kuru havalı ortamlarda bulunulması; nefesle alınan havayı ciğerlere taşıyan hava yolu olarak adlandırılan borucukları kurutacağı için; öksürük, solunum sıkıntısı, soğuk algınlığı ve zatürreye neden olabilir. Cilt kuruluğu: Uzun süre klimalı ortamda bulunmak cilde nem kaybettireceği için cilt kuruluğu ve kaşıntıya neden olacaktır. Bu süreçte daha yoğun nemlendirici kullanımı gerekebilir. Kronik hastalık belirtilerinde artış: Merkezi hava soğutma sistemleri bazı mevcut hastalıkları tetikleyebilir. Düşük tansiyon, artrit (eklem iltihaplanması) ve nörit (sinir iltihaplanması) gibi hastalıkların belirtilerinde klima nedeniyle artış görülebilmektedir. Sıcakla başa çıkamama: Uzun süre klimalı ortamlarda çalışmaya alışan kişilerde yazın aşırı sıcak havaya karşı bir intolerans yani uyum sağlayamama durumu gelişir ve bu durum aşırı sıcak dalgalarının olduğu dönemlerde ölüme dahi neden olabilir. Solunum problemleri: Sıcak bir günde trafikte sıkışıp kalındığında havalandırma çok büyük bir şans olabilir. Ancak bu havalandırmalar ciddi solunum problemlerine neden olabilen mikroplar için en uygun ortamlardır. Klimalar aynı zamanda ateş ve zatürreye neden olarak ölümle sonuçlanabilen lejyoner hastalığının mikrobu için de önemli bir kaynak oluşturmaktadır."

KLİMA NASIL KULLANILMALI ? 

Özkan, klima kullanımının hastalıklara neden olmaması için alınması gereken önlemleri ise şöyle anlattı:

"Klimalı alanlar düzenli olarak havalandırılmalıdır. Gerek özel alanlar gerekse merkezi havalandırma sistemleri mutlaka profesyonel ekipler tarafından kurulmalı ve düzenli bakımları yapılmalıdır. Oda ısısı 21-25 derece arasında tutulmalıdır.

Nem oranı yüzde 60-70 arasında olmalıdır. Klimalı ortamlarda uzun süre kalınacaksa hızlı ısı değişikliklerinden korunmak için hırka veya benzeri bir kıyafetler bulundurulmalıdır. Klimalar talimatlara uygun olarak temizlenmeli ve hava filtreleri düzenli olarak değiştirilmelidir. Klimaların yılda bir defa teknik personel tarafından kontrol edilmelidir.Yaşam alanlarının iyi havalanıp dışarıdaki temiz havanın içeri geldiğinden emin olunmalıdır. Zaman zaman klima kapatılarak pencereler açılmalıdır."  ntv

Az uyku diyabet, obezite ve depresyon nedeni

Normal uyku süresinin günde 6 ile 8 saat arasında olduğunu vurgulayan Nöroloji Uzmanı Prof. Yahya Çelik, bu sürenin altında uyuyanlarda diyabete, kilo almaya ve depresyona eğilimin arttığını söyledi.

Uykusuzluğun önü alınmaz sorunlara yol açabileceğini ifade edenTrakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim Prof. Dr.Yahya Çelik, "Uyku önemli bir olay. İki gün arka arkaya uykusuz kalmak ölümle eşdeğerdir. İki gün, üç gün uyumazsanız ciddi psikiyatrik problemlerle, ardından ölümle karşı karşıya kalabilirsiniz. Uykunun süresi hep tartışıla gelmiştir ama normal bir uyku süresi 6 ile 8 saat arasındadır" dedi.

Normal uyku süresinin altında uyuyanlar için ciddi sorunların baş göstermesinin doğal olacağını anlatan Çelik, "Normal bir uyku süresi 6 ile 8 saat arasındadır, bu uyku süresinin altında uyuyan insanlarda diyabete, kilo almaya ve depresyona eğilim artıyor. Az uyku gibi çok uyku da yarar getirmiyor. Aşırı uykunun da özellikle 10-12 saatten sonra dinlendirmediği biliniyor" şeklinde konuştu.

Uykunun süresi kadar uyku kalitesinin de önemli olduğuna dikkati çeken Çelik, kaliteli bir uyku için uygulanması gerekenleri şöyle sıraladı:

KALİTELİ BİR UYKU İÇİN BUNLARA DİKKAT

"İyi bir uyku uyuyabilmemiz için uyku hijyenimize dikkat etmemiz gerekir. Bunun için neler yapmamız gerekli, özellikle akşam saatlerinden sonra çay kahve uyarıcı içeren enerji içecekleri kullanılmamalı. Efor gerektiren işler yapılmaması gerekir. Uykunuz geldiği zaman yatağa girmeniz gerekir. Uykunuz gelmeden yatağa girmemeniz gerekir. Bunun dışında yatak odasında televizyon olmamalı. Yatak odasında çok fazla derin felsefi kitaplar okumamak gerekir. Çok fazla konsantrenizi bozacak, uykudan uyandıracak olan olaylardan uzak durulması lazım. Bir de ortamın karanlık olması çok önemli. Yatağın da ergonomik açıdan iyi olması lazım." ntv

Sağlık sigortasıyla ilgili önemli uyarı

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Yönetim Kurulu Üyesi Şemsi Bayraktar, Genel Sağlık Sigortası'nda yüksek limitten hesaplanan borçtan kurtulmanın yolunun gelir testinden geçtiğini, çiftçilerin ve vatandaşların 30 Eylül'e kadar gelir testi yaptırırlarsa Genel Sağlık Sigorta borçlarının silineceğini ya da azalacağını bildirdi.

Bayraktar, yaptığı açıklamada, 30 Eylül'e kadar gelir testi yaptırmayan çiftçilerin ve vatandaşların tavandan Genel Sağlık Sigortası borcuyla karşı karşıya kalacağını ifade ederek, Genel Sağlık Sigortası borcu olan çiftçilerin ve vatandaşların, gelir testi yaptırmadığı için yüksek meblağlarla karşı karşıya kaldığını, bu kişilerin 30 Eylül olan son başvuru tarihini kaçırmaması gerektiğini vurguladı.

Gelir testi için kaymakamlıklardaki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına başvurulması gerektiğini belirten Bayraktar, gelir testi sonucuna göre, hane içindeki kişi başına gelirin brüt asgari ücretin 3'te 1'inden (424 lira 50 kuruş) az olanların borcunun silineceğini, borcu silinenlerin sağlık hizmetinden yararlanmaya başlayacağını kaydetti.

Gelirin bu rakamın, yani 424 lira 50 kuruşun üzerinde olması halinde gelir oranında belirlenecek primin geriye dönük yeniden hesaplanacağına dikkati çeken Bayraktar, "Böylece en yüksek limitten çıkarılan borçtan çiftçilerimiz ve vatandaşlarımız kurtulacak. Çıkan borç taksitle de ödenebilecek. Genel Sağlık Sigortası borcunu yapılandırmak isteyenlerin de 2 Kasım'a kadar Sosyal Güvenlik il müdürlüklerine ve Sosyal Güvenlik Merkezlerine başvurmaları gerekiyor" ifadesini kullandı.

Bakanlar Kurulu kararıyla gelir testine son başvuru süresini 30 Eylül'e, genel sağlık sigortası prim borcu olan vatandaşların bu borcu yapılandırmaları için SGK'ya son başvuru süresinin 2 Kasım'a, borçlarını yapılandıran vatandaşların ilk taksit ve peşin ödeme süresini 30 Kasım'a uzattığını anımsatan Bayraktar, Genel Genel Sağlık Sigortası'na ilişkin tescil ve borç durumlarının https://esgm.sgk.gov.tr/Esgm/ ve https://www.turkiye.gov.tr/ adreslerinden görüntüleyebileceklerini belirtti.

26 Eylül 2015 Cumartesi

Kolesterol göz estetiğini bozabilir!

Genellikle kolesterol yükselmesiyle birlikte göz çevresinde beyaz kabarcıklar şeklinde ortaya çıkan ksantelazma, göz estetiği açısından önemli bir sorun.

Kurban Bayramıyla birlikte hızlı et tüketiminden kaynaklanabilecek kolesterol yükselmesi, sadece kalp - damar sistemini değil göz çevresi estetiğini de etkiliyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. İskender Alkın Solmaz, genellikle yüksek kolesterole bağlı gelişen beyaz kabarcıkların yani ksantelazmanın, kadınlarda daha sık olmak üzere 40 - 50 yaş civarında görüldüğünü vurguladı.

“ESTETİK BİR SORUN DİYEREK GEÇİLMEMELİ”

Cilt altı yağ birikimi olarak ortaya çıkan ksantelazmaların göz kapağında nokta şeklindeki bir beyazlıkla kendini belli ettiğini söyleyen Solmaz, sorunun üst göz kapağının iç kısmında görülebildiği gibi alt göz kapağı ve burun kenarlarında da ortaya çıkabileceğini aktardı.
Ksantelazmalı göz
Ksantelazmalı göz
Ksantelazmanın görmeyi etkilemeyen estetik bir sorun olduğunu söyleyen Op. Dr. Solmaz, “Ancak, estetik bir sorun deyip geçmemek lazım. Göz kapaklarındaki bu tür renk değişimleri ve birikimler pek çok kişinin sosyal hayatta problem yaşamasına neden olabilir ve psikolojisini olumsuz etkileyebilir” dedi.

KALP - DAMAR SAĞLIĞI İÇİN DE UYARI OLABİLİR

Alzheimerdan Parkinsona, kanserden diyabete kadar birçok hastalığın göz muayenesiyle teşhis edilebildiğine dikkat çeken Solmaz, ksantelazmaların vücuttaki yağ birikimine de işaret ettiği için kalp ve damar sağlığı açısından bir belirti olabileceğini söyledi. Bu nedenle hastaların ertelemeden gerekli kontrollerini yaptırması önerisinde bulundu.

TEKRARLAMAMASI İÇİN BESLENMEYE VE KİLOYA DİKKAT

Ksantelazmaların ameliyathane ortamında alınması gerektiğini söyleyen Op. Dr. Solmaz, tedavideki en önemli sorunlardan birinin operasyon sonrası vücudun yine aynı yerde ksantelazma üretmesi olduğunu kaydetti. Solmaz, bu nedenle tedaviye başlamadan önce gerekli kontrollerin yapılarak kolesterol seviyesinin belirlenmesi gerektiğini vurgulayarak ameliyat sonrası koruma yöntemlerine dikkat çekti: “Öncelikli olarak kolesterol yüksekliğine neden olan kötü beslenme ve kilo alımı gibi riskli davranışlardan kaçınarak diyete dikkat edilmelidir.” ntv

22 Eylül 2015 Salı

Cep telefonu hafızayı zayıflatıyor

Dünya Mental Sporlar Federasyonu (Memoriad) Türkiye Başkanı Melik Duyar, cep telefonları ve akıllı cihazların hafızayı, yaratıcı düşünmeyi ve yeni fikirler üretmeyi zayıflattığını söyledi.


Cep telefonları ve akıllı cihazların hafızayı zayıflattığını söyleyen Dünya Mental Sporlar Federasyonu (Memoriad) Türkiye Başkanı Melik Duyar, beyinde milyarlarca hücrenin, hücreler arasında da sinaps denen kanalların bulunduğunu, hafızanın güçlü kullanımında ise bu kanalların güçlü bağlar haline geldiğini anlattı.

Bu bağların kuvvetinin hafızanın gücünü de gösterdiğini belirten Duyar, "Yani vücut kaslarının kullandıkça sağlamlaşması gibi, bu kanallar da kullandıkça güçlenir. Hafıza kullanılmadığında ise bu bağlar kopar ve hatırlayamama başlar" dedi.

Akıllı cep telefonları ve cihazların beynin giderek daha az kullanımına neden olduğuna işaret eden Duyar, "Bu cihazlar nedeniyle hafızayı daha az kullandığımız için de hatırlama performansımız da düşüyor. Bilgiye daha kolay ulaşıyoruz ancak yeni bilgiler üretme kapasitemiz ve yaratıcı düşünme potansiyelimiz aynı oranda düşüyor" diye konuştu.

"BEYNİ YA KULLANACAĞIZ YA DA KAYBEDECEĞİZ"

Duyar, cep telefonlarının bilgiyi hazır sunduğu için beynin kullanımına da gerek kalmadığına vurgulayarak, şöyle devam etti:

"Bu anlamda cep telefonları, akıllı cihazlar hafızayı, yaratıcı düşünmeyi ve yeni fikirler üretmeyi zayıflatıyor. Cep telefonları, her cebe girdiğinden beri sayıları günlük yaşantımızdan çıkardık. Sayıları hafızada tutmaya çalışmıyoruz. Beynimizin ilgili bölümlerini kullanmadığımız için beynin hafıza, hatırlamayla ilgili bölümleri bir müddet sonra çalışmamaya başlıyor. Çünkü kullanılmayan bölgelere kan akışı da olmuyor. Beslenmeyince o bölgelerdeki hücreler ölüyor. İngilizce'de 'kullan ya da kaybet' tabirinde olduğu gibi beynin kullanılmayan bölgeleri de bir süre sonra kaybedilir.

KİŞİ, KENDİ TELEFON NUMARASINI BİLE BİLMİYOR

Bu nedenle tavsiyem, öncelikle cep telefonu rehberini kullanmak yerine, bu rehbere bakmadan numaraları hatırlayarak çevirmeye çalışmanızdır. Eskiden en azından eşimizin, annemizin, babamızın telefonunu biliyorduk, şimdi onları bile bilmiyor çocuklar. Kişiye kendi telefonunu sorduğunuz zaman 'bir dakika bakayım' diyor."

İSİMLERİ HATIRLAMAYA ÇALIŞMA VE YÜZ TANIMA ETKİLİ

Duyar, isimlerin ve yüzlerin, politikacı, doktor, öğretmen, bankacı gibi meslekler başta olmak üzere her meslek için son derece önemli olduğunu vurguladı. İsimlerin ve yüzlerin hatırlanamamasının günlük yaşamı olumsuz etkilediğinin altını çizen Duyar, bunun çözümünün daha tanışma anında isimlerin hafızada tutulmasına gayret edilmesinde saklı olduğunu söyledi.

Duyar, isim ya da yüzleri hatırlamak için daha önce tanınan kişiler ya da isimler arasında bağlantılar kurulmasının etkili bir yöntem olduğuna işaret ederek, daha iyi hatırlama için kişinin ismi ve yüzünün fotoğrafik bir sembole dönüştürülmesini önerdi.

GÜÇLÜ HAFIZA HASTALIKLARDAN DA KORUYOR

Hafızayı güçlü kılmanın çeşitli hastalıklara karşı bir korunma yöntemi olduğunu bildiren Duyar, şunları kaydetti:

"Bir kere hafızanızı güçlü tutarsanız Alzheimer ve bunamadan korunursunuz. Beynin sağlıklı ve genç olması, kişinin bedeninin de sağlıklı ve genç olması anlamına gelir. Türkiye'de emeklilik dönemi, özellikle beynin en az kullanıldığı dönemdir. Dikkat ederseniz, emekliler beyinlerini kullanmazlarsa konuşma bölgeleri bile zarar görür. Şimdi bunama ve alzaymır gibi hastalıklar çok daha erken yaşlarda görülmeye başlıyor. 30 yaşında Alzheimer belirtileri olan gençlere rastlanıyor. Bunu beynin kullanılmamasına bağlıyorum. Kullanmıyorsanız beyninizi alzaymıra yakalanmanız çok daha kolaydır."

"İZLEMEKLE ÖĞRENSEYDİK HEPİMİZİN DAHİ OLMASI GEREKİRDİ"

Duyar, hafızanın geliştirilmesi için şu önerilerde bulundu:

"Sudoku çözmelerini öneriyoruz. sudokuzekasi.com sitemizde ücretsiz bir yazılım ve elektronik bir kitap var. Sudoku için gazete almanıza da gerek yok. İstediğiniz zaman bu sitedeki yazılımdan sudoku çözebilirsiniz. Yazdığımız kitapta tüm stratejileriyle sudoku çözme yöntemlerini anlatıyoruz. Özellikle kitap okumayı öneriyoruz. Televizyon ve video izlemek insan beynini körelten diğer faktörlerdir. İzlemekle öğrenseydik hepimizin dahi olması gerekirdi. Televizyon ve video beyni pasif tutar, sadece pasif olarak izleriz. Dolayısıyla kitap okunmalı. Yabancı dil öğrenmeye çalışılmalı. Bir yabancı dil biliyorlarsa ikinci yabancı dili öğrenmeli. Bu da yoksa dans etmeyi öğrenmeli. Kısaca dans, yabancı dil, okuma, hafıza teknikleri sporları, cep telefonu rehberindeki numaraları ve plakaları akılda tutmaya çalışmak gibi basit yöntemler hafızayı güçlü kılar." ntvmsnc

20 Eylül 2015 Pazar

Bilim adamları laboratuvarda sperm üretti

Bu buluşun döllenmeyi sağlayacak kapasitede sperm üretemeyen erkeklere umut ışığı olması bekleniyor.

Fransa’da bir laboratuvar, yapay ortamda insan spermi üretmeyi başardıklarını açıkladı. 20 yıla yakın bir süredir çalışmayı yürüten bilim adamları, buluşun kısırlık tedavisinde çığır açacağı görüşünde. Habertürk'te yer alan habere göre projede çalışan bilim insanlarından biri olan Marie- Helene Perrard, Lyon’daki laboratuvarda, insan spermine ulaşana kadar geçilen evreleri şöyle anlattı: “Öncelikle hayvanlar üzerinde denedik. En bilindik olan fareden sperm elde ettik. Sonra diğer türlere, maymunlara geçtik, en son da insana geldik.”

KANSERLİ GENÇLER İÇİN DE UMUT

Bu teknikte şimdilik ergenlik öncesi dönemdeki erkeklerin spermatogonial kök hücreleri kullanılarak sperm elde ediliyor ancak Perrard, bu buluşun döllenmeyi sağlayacak kapasitede sperm üretemeyen erkeklere de umut ışığı olmasını bekliyor. “Kanser olan gençlerin üreme sorunu kalmayacak” diyen Perrard, “Çünkü şimdiye kadar eğer küçük bir oğlan kanserse ve kemoterapi tedavisi almışsa, bu onun sperm üretimine zarar veriyor ve kısır yapıyordu” dedi. 2017’de klinik test aşamasına geçilecek tekniğin, onay aldığı takdirde, başka tedavilere cevap vermeyen dünya çapında 15 genç kanser hastası ile 120 bin yetişkin erkekte kullanılması bekleniyor.

15 Eylül 2015 Salı

Kalın bağırsak kanserinden korkmayın!

Kalın bağırsak kanseri erken tanıda tedavisi mümkün bir hastalıktır. Düzenli kontroller sizi kolon kanserinden koruyacaktır.

Kolon kanseri yani kalın bağırsak kanseri, toplumda sık rastlanılan bir kanser türü olup görülme sıklığı açısından 3. sırayı almaktadır. Görülme sıklığı yaşla birlikte artmaktadır. Ancak düzenli takip ve kontrollerde saptanan erken tanıdaki kolon kanseri, bugün için tedavisi mümkün bir hastalıktır.

Yanlış beslenme alışkanlıkları, obezite, tuvalet alışkanlıklarındaki değişiklikler ve bağırsak polipleri kalın bağırsak kanserinin en önemli nedenleridir.

Polipler ve kanser

Kalın bağırak polipleri kısaca, kalın bağırsak mukozasından kaynaklanan et benleridir. Yaşla birlikte görülme sıklıkları artmaktadır. Tüm poliplerin ancak %10'u kadarı kansere dönüşür ama kolon kanserinin, %95 i bu adenomlardan gelişir.
Poliplerin büyük kısmı belirti vermezler, genellikle yapılan kolonoskopilerde tesadüfen görülür.

Kolon kanserinin belirtileri nelerdir?

Kolon kanseri erken evrede genellikle belirti vermez.
Tuvalet alışkanlığındaki değişiklikler kolon kanserinin habercisi olabilir.

-Dışkıda incelme, uzun süren kabızlık ve sebepsiz ishal gibi,
-Dışkıda kan görülmesi, parlak kırmızı veya katran kıvamında
-Geçmeyen karın ağrıları,
-Uzun süren hazımsızlık şikayetleri
-Kansızlık,
-İştahsızlık, kilo kaybı

Erken tanı koymak mümkün mü?

Erken tanıda kilit teşhis ve tedavi anahtarı kolonoskopidir. Yapılan kolonoskopiler ile kalın bağırsakta görülen poliplere hem tanı konur hem de görülen polipler alınarak, bağırsaktan temizlenmiş olurlar. Kalın bağırsak kanseri yavaş ilerleyen (5-10 yıl gibi) bir kanserdir. Yaş, aile kanser öyküsü ve fiziksel şikayetler kolonoskopi tetkikinin istenmesinde kilit faktörlerdir.

Artık tüm dünyada kolonoskopi 50 yaş sonrası şikayet olsun olmasın tarama metodu olarak kullanılmaktadır.

Yine artık biliniyor ki erken tanı konulan kolon kanseri, tedavisi mümkün bir hastalıktır.

Rektal muayene, yıllık kan sayımı, dışkıda gizli kan taraması, kolon kanseri için erken tanıda önemli yer tutmaktadır.

Bunların içinde ' dışkıda kan testi 've rektal muayene, kolon kanserlerinin % 50 sini açığa çıkarır. Çünkü kalın bağırsak kanserinin yarısından fazlası kalın bağırsağın rektum denilen son bölümünden kaynaklanır.

Unutmamak gerekir ki, düzenli aralıklarla yapılan kolonoskopi, kalın bağırsak kanserinin cerrahi tedavisini mümkün kılar.

Genel Cerrahi, Meme ve Tiroid Cerrahisi Uzmanı Yrd.Doç.Dr. Mehmet Emin Güneş / cnntürk

14 Eylül 2015 Pazartesi

Meme kanserine destek koşusu

Paris'te 40 bin kadın, meme kanserine farkındalığı artırmak amacıyla "La Parisienne" koşusuna katıldı.

Fransa'nın başkenti Paris'te meme kanseriyle mücadele için düzenlenen "La Parisienne" koşusuna, şiddetli yağışa rağmen 40 bin kadın katıldı.


Bu yıl 19'uncusu düzenlenen ve Eyfel Kulesi'nin karşısında bulunan Lena Köprüsü'nden başlayan 6,7 kilometrelik koşu, Ecole Militaire'de sona erdi.


Sadece kadınların katılabildiği yarışta, şiddetli yağışa rağmen 40 bin kişi koştu.


Avrupa'daki en önemli kadın koşusu arasında yer alan "La Parisienne", Fransa'da en çok katılımın gerçekleştiği 2. koşu olarak biliniyor.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Sağlık Bakanlığı'ndan kanserle mücadelede büyük adım

Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsem Hatipoğlu, kanser tedavi cihazı alanında dünyanın bu yılki en büyük ihalesinin 7 Eylül'de gerçekleştirildiğini ve 14 cihaz alımının yapılacağını bildirdi.

Hatipoğlu, kontrolsüz hücre çoğalması sonucu bulunduğu organın fonksiyonlarının bozulmasıyla seyreden bir hastalık olan kanserin, son 30 yılda iki kat arttığını söyledi. Her yıl dünyada 14 milyon kişinin kansere yakalandığını belirten Hatipoğlu, bu hastalıktan 8 milyon civarında ölüm görüldüğünü ifade etti. Türkiye'de yılda 150-200 bin kişiye kanser tanısı konulduğuna işaret eden Hatipoğlu, erkeklerde en sık prostat ve akciğer, kadınlarda ise meme ile rahim kanserine yakalanıldığını anlattı. Kalın bağırsak kanserlerinin her iki cinste de üçüncü sırada yer aldığını söyleyen Hatipoğlu, kanser hastalarının birçok uzmanlık dalı tarafından ortaklaşa tedavi edildiğini aktardı. Hatipoğlu, şunları söyledi:

CİHAZLARIN ÇOĞALMASI ERKEN TANIYA YARDIMCI

"Son yıllarda Sağlık Bakanlığınca yapılan kanser taramalarıyla erken tanı konma imkanı sağlandı. Sağlık Bakanlığımız, kanser tedavi cihazı olan radyografi sistemi ve ek donanımları alanında dünyanın bu yılki en büyük ihalesini 7 Eylül'de gerçekleştirmiştir. Görüntüleme yöntemlerinin gelişmesi ve bu cihazların ülkemiz hastanelerinde çoğalması erken tanı konulmasına yardımcı olmaktadır. Bu hastaların, uygun cerrahi tedavi sonrası tıbbi onkoloji ve radyasyon onkoloji protokolleriyle tedavileri gerçekleştirilmektedir. Bu gelişmeler kanser tedavisindeki başarı oranını arttırmıştır."

'AMAÇ RİSKİ AZALTMAK'

Hatipoğlu, alımı yapılacak 14 radyografi sistemi cihazının, alanında son teknolojiye sahip ürün olan radyoterapi cihazları olduğunu vurguladı. Radyografi'nin, elektrikten x- ışınları elde ederek çalışan bir sistem olduğunu söyleyen Hatipoğlu, hemen tüm kanserlerin tedavisinde çok etkili bir şekilde kullanıldığını kaydetti. Hatipoğlu, cihazla tümörlü dokuya maksimum ve etkili doz verilirken, kanser hücreleri etrafındaki normal dokuların zarar görmemesinin amaçlandığını dile getirdi. Bakanlık olarak koruyucu sağlığa büyük önem verdiklerinin altını çizen Hatipoğlu, gayelerinin kanser riskini en aza indirmek olduğunu belirterek, "Alınan bu cihazlarla hastalarımıza daha iyi hizmet verebilmek ve onların modern radyoterapi cihazlarına ulaşılabilirliğini artırmak amaçlandı. Bu tıbbi cihazlarla ülkemiz, bölgenin en önemli kanser tedavi üssü haline geldi" dedi.

Hatipoğlu, İstanbul Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine ikişer, Bursa Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi, Sivas Numune Hastanesi, Malatya Devlet Hastanesi, Çanakkale Devlet Hastanesi, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesine birer olmak üzere toplam 14 cihazın dağıtımının planlandığını da sözlerine ekledi

İki kişiyi bağlayan tek hastalık

Araştırmalara göre her 7 çiftten birinin çocuk sahibi olamadığını belirten Kadın Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Hakan Özörnek, “Kısırlık iki kişiyi tutan dünyadaki tek hastalıktır. Bu özelliği infertiliteye doğru ve özenli yaklaşımı daha da önemli kılar” dedi.

Sağlık sorunları her ne kadar aileyi ve çevreyi de ilgilendirse de aslında yalnızca bir kişinin hastalığı ve sağlık sorunudur. Örneğin diyabet hastası olduğunuzda bu süreci, tedaviyi ve kontrolleri tek başınıza yürütürsünüz.

Ntv.com.tr'de yer alan habere göre kısırlık, yani infertilitenin ise iki kişiyi tutan tek hastalık olduğunu dile getiren kadın hastalıkları ve tüp bebek Uzmanı Op. Dr. Hakan Özörnek, “Özellikle ülkemiz gibi geniş aile kavramı yaygın kültürlerde kısırlık yalnızca çiftleri değil, onların ailelerini yani çok daha kalabalık bir kitleyi etkisi altına almakta ve çoğu zaman mutsuz etmektedir” dedi.

"KISIRLIK DÜNYA NÜFUSUNU TEHDİT EDEN İLK ÜÇ HASTALIKTAN BİRİ"

“Dünya Sağlık Örgütü kısırlığı dünyadaki en önemli sağlık sorunları arasında üçüncü sırada kabul etti” diye konuşan Özörnek, üreme sağlığının nüfus planlaması, nüfus dağılımı ve coğrafyalardaki siyasi ve sosyal dengeleri de etkilediğini aktardı.

HEM KADIN HEM DE ERKEK İÇİN ÇOCUK SAHİBİ OLMAK GİDEREK ZORLAŞIYOR

Geçtiğimiz yüzyılda 100 milyonun üzerinde olan sperm sayıları üst sınırının günümüzde DSÖ tarafından 15 milyon olarak belirlendiğine dikkat çeken Özörnek, üreme sağlığının tehdit altında olduğunu söyledi.

Bir araştırmanın 2027 yılında Fransa’da çok sayıda erkeğin yardımcı üreme yöntemleri olmaksızın çocuk sahibi olamayacaklarını ortaya koyduğunu aktaran Dr. Özörnek, “Tüp bebek uygulamalarının, azalan ve yaşlanan dünya nüfusunu istenen düzeye çıkarmada vazgeçilmez bir araç olabileceği öngörülüyor” ifadelerini kullandı.

10 Eylül 2015 Perşembe

Sırtında 'meme' büyüklüğünde ve şeklinde yağ bezesi çıktı

İrlanda'nın Dublin kentinde 46 yaşında bir kadının sırtında meme büyüklüğünde ve şeklinde bir tümör çıktı. 2 kilo 700 gram ağırlığındaki tümör doktorları ve gören herkesi hayrette düşürdü.

Hürriyet'in haberine göre; İsmi açıklanmayan kadının sırtında tümörün ise tıpta lipoma denilen bir çeşit yağ tümörüydü. Son 10 yıldır sırtında tümörle yaşayan hasta, son 3 senedir tümörün hızla büyüdüğünü söyledi. 19 santim boyunda 6.7 santim genişliğinde olan tümörü gören doktorlar ilk olarak kötü huylu bir tümör olmasından şüphelendi.

Hastanın doktoru Tunde Abdulsalam isimli doktor ise hayatında hiç bu büyüklükte bir tümör görmediğini belirtti ve şunları söyledi, "İnsanlar bu tür yağ bezelerinin bu kadar büyümesini beklemez. Birçok hasta kozmetik nedenlerle çok daha erken evrede aldırır. Klinik deneyimlerime göre lipoma denilen yağ bezeleri daha küçüktür ve genellikle vücut fonksiyonlarını etkilemediği için hastalar kendi haline bırakır. Yıllar içinde de boyutları bu kadar değişmez."


Sepsis kalp krizinden sık görülüyor

Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ünal, vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği kontrolsüz yanıt ile kendi doku ve organlarına zarar vermesiyle ortaya çıkan sepsisin, dünyada kalp krizi, meme, akciğer ve prostat kanserinden daha çok kişinin ölmesine neden olduğunu belirtti.

Ünal, 13 Eylül Dünya Sepsis Günü dolayısıyla dernek merkezinde, hastaların da katılımıyla düzenlediği basın toplantısında, yaşanan terör olaylarına değindi.

Bugünlerde ülkede hiç istenmeyen olaylar yaşadığını ifade eden Ünal, "Maalesef ülkemiz şehitler, ölüm ve terör yaşıyor. Mesleğimiz icabı insanları kurtarmak için çalışıyoruz. Dil, din, ırk farkı bizim için hiç önem arz etmiyor. Yoğun bakımda bir hastayı kurtarabilmek için günlerce, haftalarca, aylarca çaba sarf ediyoruz. Gencecik insanların ölmesi bizi çok rahatsız ediyor" diye konuştu.

HER YIL 8 MİLYON İNSAN SEPSİSTEN ÖLÜYOR

Türkiye'nin bir an önce normal günlere dönmesi temennisinde bulunan Ünal, sepsisin, vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği kontrolsüz yanıt ile kendi doku ve organlarına zarar vermeye başlamasıyla ortaya çıktığını söyledi. Yüksek oranda ölüme neden olan hastalığın, bilinmediğini ve önemsenmediğini, her yıl dünyada 31 milyon yeni hastaya teşhis konulduğunu vurgulayan Ünal, bunların 8 milyonunun hayatını kaybettiğini aktardı.

Necmettin Ünal, hayatını kaybedenlerden 5 milyonunun, 5 yaş ve altında olduğuna işaret ederek, yeni doğum yapan annelerden en az 100 bininin, bu hastalığa yakalandığını dile getirdi.

TÜRKİYE'DE 300 BİN SEPSİS HASTASI 65 BİN ÖLÜM


Prof. Dr. Necmettin Ünal, şu bilgileri verdi:

"Sepsis, dünyada kalp krizi ile akciğer, meme ve prostat kanserlerinin toplamından daha sık görülüyor, daha çok ölüme neden oluyor. Dünyada yılda 31 milyon yeni sepsis vakası olduğunu düşünürsek, bizde istatistik olmadığı için bir çıkarım yapalım, dünya 7 milyar, Türkiye 75 milyon. Senede 31 milyon yeni sepsis hastası oluyor. O zaman Türkiye'de her yıl 300 binden fazla sepsis hastası ortaya çıkıyor ve bunların 65 ila 165 bini ölüyor. Çok ciddi bir rakam bu. Meme kanserinden, enfarktüsten bu kadar insan ölmüyor."

"ERKEN TEDAVİ ÖNEMLİ"

Sepsisin, enfeksiyon hastalığından sonra ortaya çıktığını dile getiren Ünal, "Enfeksiyona vücut kontrolsüz yanıt oluşturuyor. O da organları bozuyor. O zaman onun ismi sepsis oluyor ve hasta bundan ölüyor" diye konuştu.

Hastalığın tanısı için farkındalık oluşması gerektiğini belirten Ünal, "Sepsisle ilgili sağlık personeli de halk da bilgi sahibi olacak ki sağlık kuruluşuna erken başvursun, tedavi erken başlasın. Sepsisteki ölümü azaltan temel faktör, tedaviye erken başlamak. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa hasta o kadar çabuk kurtuluyor. Çünkü antibiyotik tedavisindeki her bir saatlik gecikme sepsis hastasının ölüm riskini yüzde 8 artırıyor. 10 saat geciktiğiniz zaman maçı kaybettiniz" ifadelerini kullandı. Bir soru üzerine oyuncu Nejat İşler'in de sepsis hastası olduğunu anımsatan Ünal, hastalığa farkındalığın artması için medya organlarına önemli görevler düştüğünü dile getirdi.

"TEDAVİDEKİ ANA UNSUR ANTİBİYOTİKLER"

Tanı koyması zor olmayan hastalıkta erken tedavinin önemine değinen Ünal, tedavideki ana unsurun antibiyotikler olduğunu söyledi.

Ünal, antibiyotiğin yanı sıra uygulanması gereken tedaviler bulunduğunu belirterek, şunları aktardı:

"Sıvı tedavisi, kan şekeri, beslenme gibi bir sürü yöntem var ama antibiyotik çok önemli. Tanı konur konmaz hemen antibiyotik tedavisine başlanması gerekiyor. Vücudunuzda kronik yani direncinizi kıracak başka hastalıklar varsa, bir enfeksiyon sonrası sepsis gelişmesi riskiniz artıyor. Bu nedenle yaşlı popülasyonda daha fazla görülüyor. Kronik hastalıkta mevcut olaylar bunu artırıyor. İmmünolojik yetmezlikler bunu artırıyor. Ama bunu şununla karıştırmayın. Her enfeksiyon hastalığı da sepsis değildir. Tamamen tedavi edilebiliyor."

"SEPSİSE KARŞI BİLİNÇLİ OLUNMALI"

Hastalardan Zehra Alpay, 3 yıl önce bir tür mantar olan aspergilosa yakalandığını, yoğun tedavi ve ameliyatların ardından sepsis ile tanıştığını belirterek, 35 gün yoğun bakımda tedavi gördükten sonra hastalığı yendiğini söyledi. Rahime İmamoğlu da (40), şiddetli karın ağrısı şikayetiyle hastaneye gittiğini, 2 gün süreyle ağrı kesici iğne tedavisi gördüğünü ifade ederek, bilincini kaybetmesiyle üniversite hastanesine kaldırıldığını anlattı.

İmamoğlu, "1,5 ay yoğun bakım servisinde yattım. Kalp ve akciğer işlevlerim dışarıdan makineyle çalıştırıldı. Şimdi ise fizik tedavisiyle tedavi sürecim devam ediyor" dedi. İdrar yolları hastalığı sonrasında sepsis tanısı konulan hastalardan 56 yaşındaki Prof. Dr. Ahmet Kaşgöz ise uzun süre yoğun bakımda tedavi gördüğünü kaydederek, 1,5 ay sonra normal yaşantısına döndüğünü kaydetti.

Lenfoma tanısı ile 3 yıl önce hastaneye yattığını dile getiren 77 yaşındaki Şeniz Algül ise tedavisi sırasında sepsisle karşılaştığını ifade etti. Algün, "Bugün hayatta olmamın en büyük nedenlerinden biri, erken tanı ve doğru tedavidir. Bu nedenle sağlık çalışanlarının sepsise karşı daha bilinçli olmaları gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu.

'Ameliyat, kan nakli ve diş tedavisinde Alzheimer bulaşabilir'

İngiltere’de yapılan bir araştırma Alzheimer’in ameliyat aletleri, kan nakli ya da diş tedavisi yoluyla insandan insana geçebileceğine işaret ediyor.

Şimdiye kadar bilim insanları hastalığın büyük ölçüde yaşlılık ve kısmen de genlerle ilgili olduğunu düşünüyordu. Ancak sonuçları bilim dergisi Nature’da yayımlanan araştırma, hastalığın Alzheimer “tohumları” olarak bilinen prionlar vasıtasıyla insandan insana geçme olasılığını ortaya koydu.

Metal yüzeylere yapışan bu mikroskobik protein molekülleri, geleneksel sterilizasyona karşı dirençli. University College London’dan nöroloji uzmanı Prof. John Collinge, araştırmalarıyla ilgili olarak “Üç yolla beyninizde bu protein tohumları oluşur. Ya kendiliğinden – yaşlandıkça ortaya çıkan bir talihsizlik olarak- ya bozuk bir genden ya da tıbbi bir kazadan. Bizim hipotezimiz bu” dedi.

'TEMASLA GEÇMİYOR'

Araştırmada, hastalığın Alzheimer hastasıyla temastan geçebileceğine dair hiçbir bulguya rastlanmadı. Ancak tıbbi işlemlerin hastalığın habercisi olan protein oluşumlarına neden olabileceği belirtiliyor. Uzmanlara göre, teorik olarak kan nakli, beyin ameliyatı, ya da kanal tedavisi gibi invaziv diş operasyonlarında Alzheimer’ın geçmesi mümkün. Kuluçka süresinin 40 yıla kadar çıkması nedeniyle insanların hastalığa yakalandığını anlayamayabileceği ifade ediliyor.

Bu bulgulara, Creutzfeldt-Jakob hastalığından ölen (CJD) sekiz kişinin beyinleri incelenirken rastlandı. Orta yaşlarda ölen bu hastaların hepsine 1955 ile uygulamanın yasaklandığı 1985 yılları arasında kadavralardan alınan büyüme hormonu nakledilmiş. Hastaların dördünde çok yüksek seviyede amiloid beta proteinine rastlandığı belirtiliyor. Beyin hücrelerinin arasında oluşan bu yapışık protein oluşumları, Alzheimer hastalarında hücrelerin birbirleriyle normal iletişim kurmasını engelliyor. Hürriyet

9 Eylül 2015 Çarşamba

Ölçüsüz içilen bitki çayları hamilelikte riskli

Manisa Özel Sekiz Eylül Hastanesi Kadın Doğum Hastalıkları Doktoru Ebru Taşkent, hastalıklardan korunmak amacıyla özellikle kış aylarında soğuk algınlığının tedavisi için fazla tüketilen bitki çaylarının, hamilelik döneminde düşük riskine neden olduğunu söyledi.


Manisa Özel Sekiz Eylül Hastanesi Kadın Doğum Hastalıkları Doktoru Ebru Taşkent, hamilere bitki çayı uyarısı yaptı. Dr. Taşkent, hastalıklardan korunmak ve özellikle kış aylarında soğuk algınlığı tedavisi için çok fazla tüketilen bitki çaylarının hamilelik döneminde düşük riskine ve erken doğuma neden olabileceğini belirtti.


'ÖLÇÜYÜ KAÇIRMAYIN' UYARISI

Doktora danışılmadan bitki çaylarının kullanılmaması gerektiğine dikkati çeken Dr. Taşkent, "Özellikle bazı bitki çaylarının hamilelik döneminde kullanımı karında kasılmaları artırarak erken doğuma sebep olabiliyor. Böylece düşük riskini de arttırıyor. Şimdi milletin kafası da karışık. Gelen hastalarımızın da ilk sorduğu ’bitki çayları düşük yapar mı?’ şeklinde. Hiçbir şey ölçülü tüketildiği halde düşüğe yol açmaz. Yani, oturupta günde bir litre içersen, doğal olarak bitki çaylarının ilaç tedavisi de başlar. Bu da ister istemez bir takım problemlere yol açar. Hamilelik özel bir süreç olduğundan hastanın destek vitaminler alması lazım. Özellikle kalsiyum dengesini sağlamak adına süt içmesi gerekir. İçememesi halinde iğne yoluyla destekliyoruz" dedi.

Ersan ERDOĞAN/MANİSA, (DHA) 9 Eylül 2015

Genç kadın çok gülünce kendinden geçiyor

İngiltere'de yaşayan Maggie Saunders isimli genç kadının çok enteresan ve ülkesinde sadece 30 kişide görülen bir hastalığı var. Genç kadın eğer çok gülerse ya da bazı yiyecekleri tüketirse aniden kendinden geçiyor ve bayılıyor.

Saunders, bu nedenle hiç uzun süreli bir sevgilisinin olmadığını söylüyor ve bundan sonra da aşkı bulamamaktan korkuyor, "Biriyle birlikte olmak istediğinizde ilk olarak sizi yemeğe götürmek istiyorlar ancak birçok yiyecek bayılmama neden oluyor. En son buluşmamda aniden bayılınca masanın altına düşmüşüm. Karşımdaki insanlar genellikle ya çok fazla içtiğimi ya da madde bağımlılığım olduğunu düşünüyor."


"VAZOVAGAL SENKOP" HASTALIĞI

Çocukluğundan beri belli aralıklarla bayılan Saunders'a 19 yaşında "vazovagal senkop"  teşhisi koyuldu. Kalp atışlarının yavaşlamasına neden olan sendrom dolayısıyla genç kadının beyni oksijensiz kalıyor ve bu da geçici bir süre bilincini yitirmesine neden oluyor. Saunders ayrıca bu durumundan bağımsız olarak kalp hastası olduğu için daha fazla tehlikede.

EN BÜYÜK HAYALİ GLASTONBURY FESTİVALİ'NE GİTMEK

Genç kadın ayrıca en büyük hayalinin İngiltere'nin en büyük müzik festivali Glastonbury'e gitmek olduğunu ancak tüm arkadaşları için sorun yaratacağını ve bu nedenle gitmekten vazgeçtiğini söylüyor.  Hürriyet

8 Eylül 2015 Salı

Meme kanseri sonrası yeni çözüm: Onkoplastik

Meme kanseri nedeniyle uygulanan cerrahi müdahale sonrası doku kaybıyla karşı karşıya kalan kadınların yaşadığı estetik kaygı "Onkoplastik" yöntem ile son buluyor.


Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yöneticisi Prof. Dr. Mehmet Ali Gülçelik, meme kanserinin cerrahi tedavisinde uygulanan "Onkoplastik yöntem" hakkında açıklamalarda bulundu.

GEÇ EVLENME, EMZİRMEME MEME KANSERİ RİSKİNİ ARTIRIYOR

Her 8 kadından birinin meme kanserine yakalanma riski bulunduğuna dikkati çeken Gülçelik, özellikle 50 yaş sonrasında bu kanser türüne daha fazla rastlandığını vurguladı. Gülçelik, geç evlenme, çocuk doğurma yaşının yükselmesi, emzirmeme ve obezite gibi faktörlerin riski artırdığına işaret etti.

MEME KANSERİNDE İKİ TÜR AMELİYAT VAR

Meme kanseri tedavisinde kemoteropi, radyoterapi ve cerrahi yönteme başvurulduğunu anlatan Gülçelik, "Bunların arasındaki en önemli basamak erken evre meme kanserinde cerrahi ameliyat. Ameliyat dediğimiz zaman iki teknik karşımıza çıkıyor. Birisi memenin tamamının alınması, diğeri de 'meme koruyucu cerrahi' dediğimiz tümorlü bölgeden sağlam bir sınırla çıkarılan ameliyatlar. İki ameliyatın birbirbine üstünlüğü yok. 'Memenin tamamının alınması çok iyi bir tedavi, bir kısmının alınması riskli bir tedavi' demek yanlış bir kavram. İkisinde de başarı aynıdır" diye konuştu.

İLK AŞAM TÜMÖRLÜ DOKU ÇIKARILMASI

Meme koruyucu cerrahide ilk aşamanın tümörlü dokunun çıkarılması olduğunu belirten Gülçelik, radyoterapi aşamasına geçilmediği durumlarda memenin tamamının alındığını söyledi.

Gülçelik, "Memenin bir kısmının alındığı ameliyatlarda, tümörün çıkarıldığı yerde bir boşluk kalıyor. Bu boşluğu doldurmazsanız radyoterapi aldıktan sonra o bölgede bir çekme başlıyor ve memenin şekli ciddi anlamda bozuluyor. Meme koruyucu cerrahi sonrasında estetik bir problem yok gibi görünürken radyoterapi aldıktan sonra ciddi kozmetik efektler ortaya çıkıyor" dedi.

"ONKOPLASTİK CERRAHİ ESTETİK KAYGIYI AZALTIYOR"

Onkoplastik cerrahi tekniği ile ameliyat sonrasında ortaya çıkan meme boşluğunun giderildiğini bildiren Gülçelik, şu bilgileri aktardı:

"Yapılan işlem tam olarak meme tümörünü çıkartırken ortaya çıkan boşluğun, kendi meme dokuları ile ya da çevre dokuların kaydırılarak doldurulması işlemidir. Tümörü çıkarttığınızda ışın tedavisi alındığı zaman o çekintiler ortadan kalkıyor. Estetik problemin ciddi anlamda ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Bir meme cerrahının plastik cerrahi teknikleri ile meme kanseri tekniklerini birleştirerek aynı seansta en iyi kozmetik ve cerrahi başarısını sağlamasıdır."

"SIRT YA DA GÖBEK ÇEVRESİNDEN ALINAN DOKU İLE DOLDURMA İŞLEMİ"

Mememin tamamının alındığı ameliyatlarda hastalar için estetik problemin daha fazla olduğunu dile getiren Gülçelik, "otolog" adı verilen yöntemin bu durumlarda devreye girdiğini söyledi.

Prof. Dr. Gülçelik, hastanın kendi dokusu ya da dışarıdan temin edilen dokuyla ameliyat sonrasında ortaya çıkan meme boşluğunun giderilmeye çalışıldığını kaydederek hastanın sırt dokusu ya da göbek çevresinde yer alan yağ dokusu ile yapılan doldurma işleminden sağlıklı sonuçlar alındığını sözlerine ekledi. (hürriyet.com.tr)