31 Ağustos 2016 Çarşamba

Menopoz beslenmesinde 10 öneri

Menopoz döneminde yanlış beslenme düzeni, uygulanan vitamin ve minerallerden fakir şok diyetler kemikte erimelere, ileri evrede ise kemiklerde kırıklara, ağrı ve sakatlıklara yol açabiliyor. Uzmanlar bu nedenle bu dönemde özellikle D vitamininden zengin besinlerin tercih edilmesi gerektiğini vurguluyor.


Kemik erimesi (osteoporoz) kemik kalitesinin bozulması ve kemik kütlesinin azalması ile karakterize, dünyada 3 kadından birini ve 5 erkekten birini etkileyebilen bir hastalıktır. Kadınlarda özellikle menopoz sonrası, östrojen hormonunun da azalmasına bağlı olarak kemik erimesi riski daha da artar. Özellikle menopoz döneminde yanlış beslenme düzeni ve uygulanan vitamin ve minerallerden fakir şok diyetler, kemikte erimelere ileri evrede kemiklerde kırıklara (özellikle kalça, omurga, el ve ayak bilek) ve buna bağlı ağrı ve sakatlıklara yol açabilir.

Omurga kemiklerinde gelişebilecek çökme kırıkları sırtta kamburlaşmaya ve boyda kısalmaya neden olabilir. Özellikle menopoz döneminde kalsiyum, fosfor ve C vitamini açısından zengin bir beslenme düzeninin kemik sağlığı açısında önemli olduğuna vurgu yapan Medical Park Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Aslı Özmaden Hantal, kemik erimesine karşı alınabilecek önlemleri şöyle sıraladı:

Kemik erimesi engellenebilen bir hastalıktır. Kemiklerimizin ihtiyacı olan kalsiyum, D vitamini, fosfor ve C vitamininin yeterli düzeyde alınması ve egzersiz ile kemiklerimizin minerilizasyonun desteklenmesi bunun için yeterlidir.

Vücuttaki kalsiyumun yüzde 99’u kemiktedir ve kemikteki kalsiyumun erimemesi için her gün yeterli miktarda kalsiyumun alınması gerekmektedir. Kalsiyumun en yoğun olduğu gıdalar süt ve süt ürünleridir. Bunun dışında ıspanak, roka ve dut pekmezi yine kalsiyumdan zengin gıdalardır. Günlük kalsiyum ihtiyacı 9-18 yaş 1300 mg, 19-50 yaş 1000 mg, 50 yaş üstü 1200 mg’dır.

D vitamininden zengin beslenin

D vitamini, ‘yağlı tohumlar’ dediğimiz badem, ceviz, sıvı yağlar ve bitkisel yağlarda bulunur. Bunun yanında yağlı balıklar da D vitamininden zengindir. Günlük ihtiyacımızı karşılamaya gıdalar maalesef yeterli gelmemektedir ve bu nedenle güneşten de istifade edilmesi gerekmektedir. Günlük ortalama D vitamini ihtiyacı 400-800 İÜ’dür.

Fosfor et, balık, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi proteinden zengin gıdalarda bulunmaktadır. Günlük ihtiyaç 1 yaşına kadar 250 mg, 1-10 yaş 800 mg, kemik yapımının en hızlı olduğu 11-24 yaş arası 1200 mg, 24 yaş sonrası 800 mg’dır.

Şok diyetler kasları eritir

‘Şok diyet’ dediğimiz diyetler vücutta çok hızlı bir şekilde sıvı ve kas kaybına yol açmaktadır. Kaslarımız kemiklerimizin en önemli mekanik desteği olup kemiklerimizin minerilizasyonunda görev almaktadır. Dolayısıyla, hızlı bir şekilde kas kaybetmek kemik yapımızın da zayıflamasına yol açmaktadır. Bunun dışında pek çok şok diyet proteinden çok zengin gıdaların alımını içerdiğinden kemik erimesine yol açmaktadır. Çünkü gerek fosforun fazla alınması, gerekse protein fazlalığı kalsiyum emilimini azaltmaktadır. Kemiklerimiz kalsiyumsuz kalmaktadır.

Kemik erimesini ve buna bağlı gelişebilecek kırık ve sonrası sakatlık, kamburluk, boy kısalmasından korunmak istiyorsak gıdalarla kalsiyum, fosfor, D vitamini, C vitamini yeterli düzeyde almak, yeterince güneşlenmek ve düzenli egzersiz yapmak zorundayız. Bu nedenle kilo vermek için şok diyetler yerine uzun sürece dağılmış, yeterli protein, karbonhidrat ve yağ düzeyini sağlayan diyetler yapmak ve egzersizle hem kas, hem kemik kütlemizi korumak önemlidir.

Menopoz Beslenmesinde 10 Öneri

Kalsiyum kaynakları her gün tüketilmeli.

Sebze ve meyve tüketimine özen gösterilmeli.

Kurubaklagiller haftada 4- 5 gün, ister yemek olarak isterseniz, haşlanarak salatalara katılabilir.

Az yağlı beslenilmeli, zeytinyağı ağırlıklı olacak şekilde sıvı yağlara yer verilmeli.

Balık tüketimi en az haftada 2 gün olmalı.

Pekmez her gün 1- 2 tatlı kaşığı.

Kafeinli ve asitli içeceklerden uzak durulmalı.

Az tuzlu beslenmeye özen gösterilmeli.

Yüksek proteinli diyetlerden kaçınılmalı.

Usain Bolt'un rahatsızlığı skolyoz, ergenlikte ortaya çıkıyor

Dünya rekortmeni atlet Usain Bolt'un skolyoz yani omurga eğriliği hastası olması dikkatleri bu hastalığa yöneltti. Konu hakkında açıklama yapan Omurga Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Alpaslan Şenköylü, skolyozun daha çok ergenlik döneminde görüldüğünü ve çoğunlukla nedeninin bilinemediğini söyledi.


"Bolt'un kısa mesafelerde arka arkaya kırdığı dünya rekorları spor çevrelerinin ana haber konusu. Tartışmalar yeni bir soruyu ortaya çıkarıyor: 'Bolt'un bu başarısını etkileyen fiziksel özellikleri nelerdir?' Bunlar araştırılırken bir anda Bolt’un doğuştan skolyozu olduğunu öğreniyoruz. Skolyoz omurganın üç boyutlu deformitesine verilen isimdir. Bir takım hastalıklar insanın deha olmasına neden olabiliyor. Örneğin, Paganini'nin muhteşem bir keman virtüözü olmasının nedeni Ehler Danlos Sendromu adı verilen ve eklemlerde ileri derece gevşekliğe neden olan bir bağ dokusu hastalığı. Bu sayede Paganini vücuduna verdiği ve de normal insanların veremeyeceği bir postürle harika keman çalabiliyordu. Ancak benzer şeyi Usain Bolt için söyleyemeyiz. Bolt’un mükemmel bir koşucu olmasının nedeni skolyoz değil. Ama şunu rahatlıkla söylemek olası: 'Skolyozu olan bir kişinin spor yapmasında hiçbir sakınca yok, hatta gayret ederse görüldüğü gibi dünyanın en iyi koşucusu bile olabilir.'

Erken tanı için asimetri olup olmadığına bakın

Omurga ön-arka düzlemden bakıldığında dümdüz görünür ve herhangi bir dönüklüğü bulunmaz. Skolyoz dediğimiz rahatsızlık, ön arka planda omurganın S ya da C şeklinde olması ve beraberinde dönüklük olması durumudur. Belirtileri omuz asimetrisi, bel kavsinin asimetrisi ve kaburga kamburluğudur. Doğuştan olan olgularda, omurlarda oluşum veya ayrılma sorunları görülebilir. Nöromuskuler olgular kas hastalıkları ya da sinirsel hastalıklara bağlı olabilir. En sık görüleni, nedeni belli olmayan tiptir. Ergenlik dönemi verilecek olan korsenin ameliyata gidişi engelleyebilir. Erken tanı için ebeveynler, ergenlik dönemine girmek üzere olan veya ergenliğe henüz girmiş olan çocukların sırtında asimetri olup olmadığını ayda bir kontrol etmelidirler.


Okul çantası skolyoz değil ağrı nedeni

Eğri oturmanın ya da okul çantasını asimetrik taşımak, skolyoza değil ama sırt ağrısına neden olabilir. Skolyozun tanısı için öne eğilme testi kullanılır. Eğer asimetri varsa skolyoz olduğu düşünülür. Ama daha sağlıklı bilgi alabilmek için bir deformite cerrahına başvurmak gerekir. Skolyoz en çok ergenlik çağında 10-14 yaş aralığında görülüyor. Özellikle kız çocuklarında adet görmeye başlamadan hemen önceki hızlı boy atma döneminde ortaya çıkıyor. Bu dönemde verilecek olan korse belki ameliyata gidişi engelleyebilir. Skolyoz, önlemez ancak ilerlemesinin durdurulabilir bir hastalıktır.

İleri eğrilikte tercih edilen cerrahide, 3D teknoloji dönemi

İleri eğriliklerde yani 45 derecenin üzerinde cerrahi tedavi öneriyoruz. Cerrahi tedavi, omurlara yerleştirilen vidalar ve bunları birleştiren çubuklarla yapılır. Skolyoz ameliyatında risk, bu işte uzmanlaşmış cerrahlar tarafından yapıldığında azalmaktadır. Ayrıca gelişen teknoloji de bu konuda biz cerrahlara, önemli imkanlar sunuyor. Omurga ameliyatlarında artık vidaların doğru yerleştirilmesiyle, çevredeki hayati dokulara zarar verilmesini önlemek amacıyla üç boyutlu yazıcı teknolojisinden faydalanıyoruz. Her Skolyoz tipinin ameliyat sonrası bakımı farklıdır. İlk 2 ya da 3 gün hasta kontrollü ağrı kesme yöntemi uygulanır. Her şey olağan seyrederse ameliyat sonrası ortalama 4. günde hastaneden çıkılabilir. Hastalar ortalama 15-20 günde okula tekrar başlayabilir. Genelde ameliyat sonrasında korse kullanmaya gerek yoktur."  cnntürk

30 Ağustos 2016 Salı

Renkli gözlüler risk altında

Ohio Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre renkli gözlü kişileri üzecek bir sonuç ortaya çıktı. Gözleri renkli olanların göz kanserine yakalanma olasılıkları daha yüksek.


ABD merkezli Ohio Devlet Üniversitesi'nin yaptığı yeni bir klinik çalışma açık tenli ve renkli gözlü insanların göz kanserine yakalanma ihtimallerinin daha yüksek olduğunu gösterdi.

Milliyet'in haberine göre; Göz rengini belirleyen pigmentasyon genleriyle ilişkili olan bu risk, mavi, yeşil ve gri renkli gözlere sahip beyaz insanları daha çok etkiliyor.

Göz rengi ile tümör ilişkisi 

BAP1 geninin mutasyona uğramasının cilt, göz kanserine ve diğer kanser türlerine yakalanma riskini önemli ölçüde artırdığını gösteren çalışma, gözü besleyen damarların bulunduğu 'uvea' tabakasında ortaya çıkan tümörlerle göz rengiyle ilişkili genler arasında bağlantı bulunduğunu gösterdi.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

GATA'nın ismi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi oldu

Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin (GATA) ismi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirildi.

Ankara'nın Keçiören ilçesinde bulunan ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sağlık bilimleri alanında askeri personel yetiştiren GATA'nın ismi, Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye genelinde hizmet veren askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na bağlanması ile ilgili yapılan açıklamanın hemen ardından değiştirildi. İsmi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilen hastanenin tabelası da dün gece değiştirildi.

Gebelik depresyonu nasıl etkiler?

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, antidepresanlar ve gebelikte kullanımıyla ilgili önemli bilgiler verdi.


“Önceleri gebelik hormonlarının kadını depresyondan koruduğu düşünülürdü. Ancak araştırmacılar bunun doğru olmadığını ortaya koydu. Üstelik, gebelik duyguları tetikleyerek depresyonla başa çıkmayı zorlaştırabilir.

Evet, gebelik esnasında depresyon mutlakla tedavi edilmelidir. Eğer tedavi edilmemiş depresyon durumu varsa, rutin gebelik kontrolünüzü aksatabilirsiniz. Sağlıklı beslenme zorlaşır, hatta alkol ve sigaraya düşkün hale gelebilirsiniz. Tüm bu olumsuz durumlar erken ve düşük ağırlıklı bebek doğumuna sebep olabilir. Ayrıca doğum sonrasında depresyonun şiddetlenmesi olasılığı artar, sonuçta bebeğinizle de yeterince ilgilenemezsiniz. Gebelik sırasında antidepresan kullanımına karar verirken zarar/yarar dengesi göz önünde tutulmalıdır. Bebekte anomali veya başka problemlerle karşı karşıya gelme olasılığı çok çok düşüktür.

Gebelikte hangi antidepresanı kullanalım?

Gebelik esnasındaki kullanımda tercih edilebilecek antidepresanlar:

SSRI (seçici seratonin geri alım inhibitörleri): Bu grubun, gebelik boyunca güvenle kullanılabilir olduğu düşünülmektedir. (Citalopram, Fluoxetin (Prozac) ve Sertraline)

SNRI: Seratonin ve Norepinefrin gerialım inhibitörleri): Bu gruptaki antidepresanlar da gebelikte bir alternatif olabilir. (Duloxetine (Cymbalta) ve Venlafaxine (Effexor XR)

Bupropion (Wellbutrin): Hem depresyon hem de sigara bağımlılığı için kullanılır. Aslında bu ilaç gebelik depresyonunda ilk seçenek olmamasına karşın, diğer gruplara yanıt vermeyen ve sigara bağımlılığı olan gebelerde kullanılabilir.

Trisiklik Antidepresanlar: Bu grup 1. ve 2. seçenek olmamakla birlikte diğerlerine yanıt olmadığında tercih edilebilecek alternatiftir.

Bazı araştırmacılar, SSRI grubunun gebeliğin 2. yarısında kullanıldığında nadir fakat ciddi akciğer problemi oluşturduğunu belirtmişlerdir. Bazı çalışmalarda nadir doğum anomalileri oluştuğuna dair bildirimler varsa da total risk son derece düşüktür.

Gebelikte hangi antidepresanlardan kaçınmak gerekir?

SSRI grubundan olan Paroxetine (Paxil) kullanımı gebelikte önerilmez. Araştırmalarda, Paroxetine kullanımında, fetüste küçük kalp defektleri rastlanma sıklığında artış izlenmiştir.

Bebek için başka ne gibi riskler var?

Antidepresanları tüm gebelik boyunca ya da gebeliğin son yarısında kullanılırsa bazen bebekte doğumda geçici olarak huzursuzluk ve titreme görülebilir.Bu problemlerle karşılaşmamak için gebeliğin sonlarına doğru ilaç kesilmelidir.

İlacı değiştirmeli miyim?

Antidepresanı değiştirmek ya da kesmek size ve doktorunuza bağlıdır. İlaca bağlı potansiyel risklerin oluşturacağı endişeler, depresyonu tetikleyebilir.

Antidepresan kullanımını gebelik süresince kesersem ne olur?

Bu durumda depresyon tekrar tetiklenebilir. Özellikle SSRI grubunun ani kesilmesinde; bulantı ve kusma, titreme, halsizlik, gerginlik görülebilir.”

Mutlaka doktorunuza danışın

Op. Dr. Betül Görgen, depresyondaysanız, gebelik durumu varsa ya da gebe kalmayı düşünüyorsanız ilaç konusunda mutlaka bir uzmana danışmanızı istiyor. Op. Dr. Görgen, “Bazen hafif ve orta düzeyde depresyon psikoterapi ile düzelebilir. Orta ve şiddetli depresyon durumu varsa veya eskiden depresyon geçirmişseniz, daha şiddetli olarak tekrarlama olasılığı yüksektir” diyor. Op. Dr. Görgen, annen adaylarına gebelikte depresyonun nedenleri ve etkileri hakkında şu bilgileri verdi:

Gebelik depresyonunu tetikleyen durumlar

Gebe kalmadan önce de depresyon hikayesi veya adet öncesi yaşanan semptomların şiddetli olması

Çok genç yaşta gebe kalmak (daha genç gebeler daha fazla risk altında)

Bu süreçte yalnız yaşamak veya yeterli aile desteği almamak

Sınırlı sosyal destek olması (iş yeri sorunları ve maddi sıkıntılar)

Sorunlu bir evlilik sürdürmek veya eşinden şiddet görmek

Gebeliğe, ruhen ve bedenen hazır olmadan yakalanmak

Anne ve bebeğe etkileri

Gebeliğin adeta doğasında olan stress, depresyon belirtilerini şiddetlendirir.

Depresyon durumu tıbbi uyarıları dikkate almaya engel olabilir. Sigara tüketimi artar veya yeme bozuklukları başlar.

Artan şekilde sigara, alkol ve uyuşturucu ilaçların kullanımı hem size hem de bebeğinize zarar verecektir.

Bazı çalışmalar gebelik depresyonunun erken doğum ve düşük doğum tartısı olasılığını artırdığını belirtmektedir. Ancak bu konu hala tartışılmaktadır.

Depresyon, sizin ile bebeğiniz arasında duygusal bağ gelişmesine engel olabilir. Gebelik boyunca süren depresyon ise doğum sonrası depresyon olasılığını artırır.

Kendinize iyi bakın

Yeni bir bebek için hazırlanmak elbette zor bir süreç ama sizin sağlığınız ilk planda olmalıdır. Bu nedenle her şeyi bir anda yapmaya kalkışmayın. Ev işlerinden uzaklaşın ve sizi gevşeten mutlu eden şeylerle uğraşın. Kendinize iyi bakmazsanız bebeğinize de iyi bakamazsınız.

Endişelerinizi eşinizle, ailenizle veya yakın arkadaşınızla paylaşın. Onlardan destek isterseniz, size yardımın bir yolunu bulacaklardır.

Hala kendinizi mutsuz ve gergin hissediyorsanız bir ruh sağlığı uzmanına gitmekten çekinmeyin.

Mutlaka tedavi olun

Pek çok antidepresan ilaç gebelikte de güvenle kullanılabilir ve bebeğinize zarar vermez.

Ancak doktorunuzla muhtemel riskler üzerine konuşmayı ihmal etmeyin. Doktorunuz sizin belirtilerinizi değerlendirip bir tedavi planı için ruh sağlığı doktoruna gitmenizi önerebilir. Bu konuda destek almaktan kaçınmayın.  cnntürk

28 Ağustos 2016 Pazar

Evlilik öncesi diş check-up'ınızı yaptırın

Diş Hekimi Pertev Kökdemir uyarıyor: "Evlenmeden önce nişanlınızla birlikte dişlerinizi kontrol ettirin, çiftlerden birinde enfeksiyon varsa önlemini önceden alın!"


Diş Hekimi Pertev Kökdemir, bazı dönemlerde yaptırılacak olan diş hekimi kontrolünün hayati öneme sahip olduğunu özellikle vurguluyor. Kökdemir, konuyla ilgili bilgiler verdi:

“Dişlerimizin sağlıklı olması her yaşta ve her zaman önemlidir. Bu yüzden diş hekimleri olarak bizler 6 ayda bir mutlaka diş kontrolü yapılmasını öneririz. Ayrıca belli dönemlerde dişlerimizin kontrol edilmesi daha da önem kazanır. Böyle dönemlerde dişlerimizin sağlıklı olması, ağzımızda enfeksiyon olmaması yaşam şartlarımızın ve yaşam kalitemizin daha iyi olmasını sağlar. Örneğin bir ameliyat öncesi ağız ve diş sağlığının kontrol edilip ağızdaki enfeksiyon ve çürüklerin ortadan kaldırılması, ameliyat sürecinin daha iyi geçmesine ve ameliyat sonrası dönemde sağlığımızın da hızlı bir şekilde kazanılmasına yardımcı olacaktır. Aynı şekilde evlilik öncesinde ağız ve diş sağlığımızın kontrol edilmesi ve ağızda varsa çürüklerin tedavi edilip diş eti enfeksiyonlarının iyileştirilmesi çok önemlidir. Çünkü diğer tüm bakteriler ve virüslerde olduğu gibi çürük ve diş eti iltihabını oluşturan bakteriler de bulaşıcıdır. Aynı çatal-bıçağın kullanılması, öpüşme ve hava yoluyla bakteriler bir kişiden diğerine geçebilir. Çiftler arasında da bu geçiş mümkündür. Eşlerden birinde diş eti iltihabına sebep olan bakteriler mevcutsa ve diğer eşte hiç yoksa bir süre sonra diğer eşte de bu bakteriler yoğun bir şekilde gözlemlenebilir.” cnntürk

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Nedensiz gülüşlerde ölüm riski

Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Tevfik Yılmaz, nedensiz ve anlamsız gülme krizlerinin beyin tümörü belirtisi olabileceği konusunda uyardı.


Beyin tümörünün son yıllarda daha çok görülmeye başladığını belirten Memorial Dicle Hastanesi'nde görevli Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Tevfik Yılmaz, önemli bilgiler verdi.

BEYİN TÜMÖRÜNÜN BELİRTİLERİ

Yılmaz, beyin tümörünün belirtileri ile ilgili olarak şu bilgileri verdi: Şiddetli baş ağrıları, bulantı, kusma, şuur bulanıklığı, kol bacak güçsüzlüğü, görme veya yutma ile ilgili sinir sistemini etkileyen durumlar. Bunların dışında hastalarda özellikle belli belirsiz gülmelerde de beyin tümörünün ortaya çıkabildiğini belirten Doç. Dr. Yılmaz, “Hastalarımızda gereksiz, sebepsiz yere gülmeler, durduk yere gülmeler ortaya çıkabiliyor. Yine son dönemlerde artan unutkanlık var diyen hastalarımız bu şekilde belirti ile gelebiliyor. Kelime bulmada zorluk, konuşmada tutukluk olması, konuşmanın bozulması, bunlar beyin tümörünün farklı belirtileri, bunları da dikkate almak gerekiyor. Bunların herhangi birisi olduğu zaman vatandaşın doktora görünmesi şart. Bu tümörde olabilir veya beyinde yer işgal eden damarsal problem olabilir, bunlardan herhangi birisine bağlantılı olarak bu belirtiler ortaya çıkabilir. Bunların dışlanması gerekiyor” dedi.

ORTADA BİR NEDEN YOKKEN GÜLMEK…

Durduk yere alakasız bir durumda hastaların güldüğünü kaydeden Doç. Dr. Yılmaz, konuşmasına şöyle devam etti:

“Gülünecek bir durum yok ortada ama bakıyorsunuz, gülme krizi olmuş sebepsiz hareketler, anlamsız hareketler ortaya çıkıyor. Bu fark edildiği anda, kendisi fark edemeyebiliyor, çevresindekilerin bunu fark ettiği anda bunun incelenmesinin yapılması gerekiyor. Beyindeki her bölgenin ayrı bir görevi var, tümörün ya da damarsal problemin yerleştiği yere göre bu durum ortaya çıkıyor. Kimisinde kol bacak güçsüzlüğü şeklinde kimisinde görme kaybı şeklinde, kimisinde unutkanlık şeklinde, kimisinde bulantı kusma olarak yerleşim yerine göre ortaya çıkabiliyor.”

BEYİN TÜMÖRÜ AMELİYATLARI HASTA UYANIKKEN YAPILIYOR

Tümörlerin beynin önemli yerleşim yerlerine ulaştığını aktaran Doç. Dr. Yılmaz, konuşmasını şöyle tamamladı:

“Beynin önemli yerleşim yerleri var, bu bölgede konuşma merkezi, işitme merkezi, kol bacak hareketi gibi yerlerdeki tümörlerin bir kısmını uyanık olarak hastalarımızı tedavi etmekteyiz. Bu şekilde ameliyat esnasında bu fonksiyonlarını değerlendiriyoruz hastaların. Tümörün sınırlarını bu şekilde belirleyip, daha güvenli bir şekilde çıkarıyoruz. Son dönemdeki gelişmelerde ameliyat esnasındaki ölümler çok düşük, teknolojinin gelişmesi bunda önemli.”

Askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı'na bağlandı

Tüm askeri sağlık kuruluşlarının, bugün saat 17.00'de ülke genelinde eş zamanlı olarak Sağlık Bakanlığı'na bağlandığı bildirildi.

Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, askeri hastanelerin sivilleştiği, 26 ilde 32 hastaneyle bir rehabilitasyon ve bakım merkezi başkanlığının, Sağlık Bakanlığı bünyesinde hizmet vermeye başladığı ifade edildi.

Sağlık kuruluşlarının Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna bağlı olacağı belirtilen açıklamada, bakanlık tarafından işletilecek hastanelerin, yeni dönemde daha güçlü hale getirilmiş bir kadroyla gazilere, şehit yakınlarına, askeri personele ve vatandaşlara aynı kalitede hizmet vermeyi sürdüreceği vurgulandı.

Hakkaniyetli ve kaliteli sağlık hizmetinin daha erişilebilir nitelik kazanacağını ifade edilen açıklamada, şunlar kaydedildi: "Askeri birlik ya da kıtalardaki stratejik ve kritik sağlık hizmetleri yine silahlı kuvvetler sağlık personelince verilmeye devam edecektir. Hizmetlerin sona erdirilmesi ya da aksatılması söz konusu olmayacaktır. Hizmetler güçlendirilmiş şekilde verilmeye devam edecektir. Bu bağlanma öncesinde de

askeri hastanelerimizle sivil hastanelerimiz birçok iş birliği gerçekleştirmiştir. Uygulama ülkenin daha güçlü bir ordu ve sağlık hizmetine kavuşmasına imkan tanıyacaktır. Bakanlığımıza bağlanan askeri hastaneler, FETÖ davası sebebiyle devir alınan hastaneler ile karıştırılmamalı ve bir tutulmamalıdır. Tüm askeri sağlık kuruluşları, bugün saat 17.00'de ülke genelinde eş zamanlı olarak Sağlık Bakanlığına bağlanmıştır."

Sağlık Bakanlığı o ilaç için uyarı yaptı

Sağlık Bakanlığı, Fransa’da 14 bin kadının bebeklerinin otizm riskini yüzde 40 artırdığı iddia edilen ve Türkiye’de de satılan Depakin adlı ilaç hakkında açıklama yaptı.


Habertürk'ün haberine göre açıklamada, ilacın bebeklerde yan etki olarak gelişimsel bozukluğa yol açabileceği belirtildi. İlacın riskleriyle ilgili ruhsat sahibine, hekimlere ve hastalara gerekli uyarıların yapıldığı vurgulandı. Açıklamada, Depakin ilacının, “sodyum valproat” etkin maddesini içerdiği ifade edildi. İlacın istenmeyen ve bilinen yan etkilerinin bulunduğu kaydedilerek, “Kız çocukları/kız ergenler/çocuk doğurma potansiyeli olan kadınlar ve gebe kadınlarda, yüksek teratojenik potansiyel riski (ilaç ve yabancı maddelerin anne karnından plasenta yoluyla bebeğin dolaşımına geçmesi sonucu bebekte biçim bozuklukları ve noksan gelişme sonucu kendini gösteren bozukluklar) ve uterusta valproata maruz kalan bebeklerde gelişimsel bozukluk riski bulunmaktadır” denildi.

‘Doğum kontrol öneriliyor’

Bakanlığa bağlı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, ilacın riskleriyle ilgili ruhsat sahibine, hekimlere ve hastalara gerekli uyarıların yapıldığını belirterek, “Hastalar için kullanma talimatlarında, ‘valproat’ın hamilelik sırasında alınmasının bebekte doğum kusurları ve erken gelişme sorunlarına neden olabileceği ve çocuk doğurma yaşında bir kadının tedavi boyunca etkili bir doğum kontrol yöntemi kullanması gerektiği belirtilmektedir. İlaçla ilgili olarak şimdiye kadar kurumumuza doğrudan yapılan bir anomali bildirimi bulunmamaktadır. 18 Mart 2015 itibarıyla ek izleme alınan söz konusu ilaçların kullanma talimatları ve kısa ürün bilgilerinde ek izlemede olduklarını belirten ve meydana gelen herhangi bir yan etkinin raporlanması gerektiğini hatırlatan siyah ters üçgen bulunmaktadır” açıklamasında bulundu.

Firma: Kararı hekimler veriyor

İlacı üreten firmanın yaptığı açıklamada, “Epilepsi tedavisine devam kararı her bir hasta için ayrı ayrı, tedavinin faydaları ve riskleri ile alternatif tedavi yöntemleri göz önünde bulundurularak hekimleri tarafından verilmektedir. Hekimlerin hastalarına reçete ettikleri ilaç ile ilgili ‘hekim bilgilendirme’ mektubu da yayınlanmış olup, hastalarını bilgilendirebilmeleri için ayrıca ‘hasta bilgilendirme broşür’lerinin de dağıtımı gerçekleştirilmiştir. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından yayınlanan yukarıda belirtilen bilgilendirme dokümanları ile gebe kalabilecek (çocuk doğurma çağındaki) kadınlar ve hekimler tüm risklerle ilgili bilgilendirilmektedir” denildi.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Kolon kanserinin belirtileri nelerdir?

Kolon kanserinin işaretlerine dikkat çeken Prof. Dr. Oktar Asoğlu, özellikle hemoroid hastalarını uyardı.


Hemoroidi olan hastaları kolon kanserine karşı uyaran Prof. Dr. Oktar Asoğlu, ani karın ağrısı, uzun süren kabızlık ve kanama belirtilerinin bağırsak kanseri işareti olabileceğini belirtti. Asoğlu, özellikle hemoroidi olan hastaların bu konuda daha dikkatli olmaları gerektiğini açıkladı.

Dışkınıza bulaşan her kan hemoroidal hastalıklardan kaynaklanmıyor olabilir. Kanser ve hemoroidal hastalıkların aynı anda oluşabileceğini akıldan çıkartmayın. Dışkıda kan varsa bir hekime muayene olun… Bu durumun mutlaka alta yatan bir kolon kanserinin belirtisi olabileceğini akılda tutun. Kolon kanseri günümüzde başarı ile tedavi edilebilir. ”50 yaşından sonra her 10 yılda bir yapılan düzenli kolonoskopi ile kolon kanserinden korunmak mümkün” diyen Liv Hospital İstanbul  Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Oktar Asoğlu, hastalıkla ilgili şu bilgileri verdi:

KOLON KANSERİNİN SEBEPLERİ NELERDİR?

Kolon, kalın bağırsağımıza genel olarak verilen isimdir. Kalın bağırsak kanserinin yüzde 95 sebebi poliptir. Normal bir yetişkinde polipler, yüzde 15-20 oranında bulunurken, 50'li yaşlardan sonra poliplerin görülme oranı yüzde 50'ye kadar çıkar. Bu nedenle risk göz önüne alınarak, 50 yaşını geçmiş olan herkesin kolonoskopik tarama yaptırması büyük önem taşır. Böylelikle kalın bağırsak kanseri engellenebilir. Normal koşullarda riskli bir polipin kansere dönüşmesi için geçen süre ortalama 8-10 yıl gerektirdiğinden, 50 yaşında yaptırılan ve kolonoskopi sonucu normal olan bir kişi, her 10 yılda bir kolonoskopi yaptırarak kolon kanserinden korunacaktır. Demek ki bir insanın kolon kanserinden korunması için, elli yaşından sonra ömrü boyunca 3 defa kolonoskopi yaptırması yeterlidir. Bu sayede kalın bağırsak kanserinden korunulabilir.

ERKEN TEŞHİSLE TEDAVİ ORANI YÜZDE 95

Erken teşhisin çok önemli olduğu kolon kanseri, belirti vermeyen ve yavaş ilerleyen bir kanser türü. Özellikle 50 yaş ve üzerindeki kişilerde görülen bu kanserin tedavi başarısı ise erken teşhisle yüzde 95… Kolon kanseri, dünyada 2. ya da 3. sıklıkta görülen kolorektal kanserler arasında yer alıyor.

KİMLER KOLON KANSERİ RİSKİ TAŞIYOR?

Eğer ailede kalın bağırsak kanseri öyküsü varsa, kırk yaşında taramaya başlanması gerekir. Özellikle 50-60 yaşlarındaki kişide, elde ayakta solukluk, çabuk yorulma, çarpıntı gibi şikayetler varsa mutlaka bir kolonoskopi yapılması gerekir. Ya da hiçbir neden yokken kişinin dışkı alışkanlığında değişim ve durup dururken ortaya çıkan karın ağrısı gibi belirtilerde mutlaka kalın bağırsak kanserinden şüphelenmekte fayda var. Ayrıca rektumda kanama ve dışkı alışkanlıklarında değişim dikkatte alınması gereken önemli bir belirtidir. Özellikle hemoroidi olan kişilerde altta bir tümörün olabileceği her zaman akılda tutulmalıdır. Sebep sonuç ilişkisi nedeniyle, hemoroidal hastalığı olan kişilerde tümörün aynı anda ortaya çıkacağını akılda tutmak çok önemli.

DIŞKIDAKİ KANA DİKKAT!

Dışkıda kan her zaman bir alarm sebebi olarak ele alınmalı. Eğer gerçekten bir muayane olmazsanız, oluşmuş ve bu arada fark edilemeyen tümörün ilerlemesine neden olursunuz. Bu durumda olası bir kanser tedavisinin geç başlamasına neden olabilir.

NASIL TEŞHİS EDİLİR?

• Öncelikle hastanın doktora başvurması ve fizik muayene yaptırması gerekir. Daha sonra sırasıyla aşağıdaki testler yapılmalıdır:

• Dışkıda gizli kan incelenmesi.

• Radyolojik tetkikler bilgisayarlı tomografi vb.)

• Laboratuvar tetkikleri (Tam kan sayımı, biyokimyasal tetkikler). Bunların arasında CEA (Karsinoembriyonik antijen) tetkiki kolon kanserlerinde kanda yükselebilen ve tanıya yardımcı olan testlerden birisidir.

• Kesin tanı için endoskopik tetkikler (Rektoskopi, sigmoidoskopi, kolonoskopi) ve biyopsi (Görülen lezyondan parça alınması ve patolog tarafından incelenmesi).

TEDAVİ YOLLARI NELERDİR?

Kalın bağırsak kanserlerinin standart tedavisi cerrahidir, yani tümörlü bölge çevreden bir miktar sağlam doku ve lenf düğümleriyle birlikte çıkarılır. Bu konu çok önemlidir ve hayati önem taşır. Yapılan çalışmalar, onkoloji prensiplerine uygun olarak ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılan ameliyatların hastanın geleceği açısından en önemli faktör olduğunu gösterir. Kolon kanserinde ameliyattan sonra hastalığın evresine göre ek, koruyucu kemoterapi uygulanır. Örneğin, tümörün bağırsağa komşu lenf düğümlerine sıçradığı evre III vakalarda adjuvan kemoterapi artık tüm dünyada standarttır. Bu vakalara 6 ay süreli koruyucu kemoterapi uygulanır. Günümüzde bu tedavi ile evre III hastaların yaklaşık olarak yüzde 75'i kurtarılabiliyor. Sözcü

Sağlık Bakanlığı'na 20 bin sözleşmeli personel alınacak

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bu yılın sonuna kadar yaklaşık 20 bin kişinin, sözleşmeli personel olarak göreve başlayacağını söyledi.


Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Anadolu Ajansı Editör Masası'nda soruları yanıtladı.

Kamu kuruluşlarında FETÖ mensuplarının ayıklanmasına yönelik çalışmalar hatırlatılarak, Sağlık Bakanlığındaki durumun sorulması üzerine de Akdağ, bu konuda çok hassas davrandıklarını bildirdi.
Akdağ, FETÖ mensuplarının kamudan temizlenmesi gerektiğini vurgulayarak, bunu yaparken adalet terazisinin ise dikkatli kullanılması gerektiğini belirtti.

Bakanlık bünyesinde 7 binin üzerinde açığa alma olduğunu hatırlatan Akdağ, bunların bin 700, bin 800'ünün valilikler tarafından, diğerlerinin ise kendileri tarafından alındığına değindi.

FETÖ'NÜN SAĞLIK BAKANLIĞI'NDAKİ YAPILANMASI

Bakan Akdağ, inceleme süreciyle ilgili ellerinde birçok ölçüm mekanizması olduğunu ve değerlendirmeyi böyle yaptıklarına işaret ederek, şunları kaydetti:

"Aşağı yukarı 2 binin üzerinde bir değerlendirme tamamlandı. Şimdi bunların kamudan ihraç edilmesi gündeme gelecek. Diğer bakanlıklarla, başbakanlıkla birlikte biz de bu çalışmaları yürütüyoruz. Öyle görünüyor ki öteden beri bu kanlı örgüt, çirkin yüzünü gizleyerek özellikle Silahlı Kuvvetlerde, poliste, yargıda, mülki idarede, Milli Eğitimde daha ziyade çöreklenmiş durumda. Buna benzer bir iki kurumda daha, Sağlık Bakanlığında bu kurumlardaki kadar ağır bir yapılanma yok ama biz titizlikle bunların her birini örgüte üye olan, destek veren, bir ilgisi olanları bulup temizlemek için ciddi bir gayret gösteriyoruz."

20 BİN SÖZLEŞMELİ PERSONEL

Bakan Akdağ, sözleşmeli sağlık personeli alımı konusunda, "Eylül ayına yetiştiremeyebiliriz ama bu sene sonuna kadar 20 bine yakın sağlık personelini inşallah göreve başlatacağız." dedi.

AİLE HEKİMLERİNE ZORUNLU NÖBET

Bakan Akdağ, aile hekimlerine zorunlu nöbet uygulaması hakkındaki soruya verdiği yanıtta da, "Aile hekimlerinin hafta sonları ayda 8 saat zorunlu nöbet tutmasıyla ilgili mevzuatımız vardı. Bununla ilgili mevzuatı değiştirdik, kanuna yazdık. Şu anda en son yaptığımız torba kanunla birlikte Cumhurbaşkanımızda. Cumhurbaşkanımız da onaylarsa, aile hekimleri zorunlu olarak ayda 8 saat nöbet tutmak durumunda kalmayacak." dedi. ntvmsnc

Ödem attıran 10 müthiş öneri

Hepimizin kabusu ödemden kurtulmak aslında çok kolay


Ödem, vücut içindeki sıvının doku aralarında ve cilt altında birikmesiyle oluşuyor. Ancak birçok nedenle ortaya çıkabilen ödemle savaşmak o kadar da zor değil. Diyetisyen Şeyda Sular, diyet yapanların kabusu olan ödemi engellemenin püf noktalarını anlattı.

ÖDEMİ ENGELLEYEN 10 ÖNERİ

SU TÜKETİMİ: Günde en az kg başına 30 ml su tüketimi ödemin 1 numaralı düşmanıdır. Yaklaşık içeceğiniz 1.5-2 litre su vücudunuzda ödem oluşmasını engelleyecektir.

TUZ TÜKETİMİ: Günlük gereksinimden fazla alınan tuz size ödem olarak dönecektir. Dünya sağlık örgütü birçok hastalığı da tetikleyen tuz tüketimini günlük 5 gramın üstünde tutulmaması gerektiğini bildirmiştir.

MAYDANOZ: Maydanoz güçlü bir idrar söktürücüdür ve ödem problemlerinde sıklıkla kullanılır.Sizde sabah kahvaltınıza yada salatalarınıza ilave edebilir ekstradan bitki çaylarınızada bir tutam ekleyebilirsiniz.

ANANAS: Hem lezzetli hem de ödem atmanızda yardımcı harika bir meyve.İster kendisini tüketin ister probiyotik yoğurdun üstüne dilimleyin ama muhakkak ödem şikayetiniz varsa tüketin.

KARNONHİDRAT TÜKETİMİ: Aşırı karbonhidrat tüketimi özellikle beyaz un, şekerlemeler ve pirinç gibi glisemik indeksi yüksek olan karbonhidratlar yerine tam buğday,kepek ve yulaf gibi 
glisemik indeksi düşük karbonhidratlar vücutta oluşan ödemi azaltacaktır.

ALKOL TÜKETİMİ: Günlük aldığınız alkol miktarı ve sıklığı vücuttaki ödemi etkileyen bir unsurdur. Bunu göz önünde bulundurursak tüketim sıklığını ve miktarını olabildiğince azaltarak alkol tüketirken yanında içeceğiniz su ödemi minimuma indirecektir.

FİZİKSEL AKTİVİTE: Düzenli yapılan egzersiz vücuttaki sıvı dengesininde korunmasına ve düzenlenmesine yardımcı olmaktadır.Gün içinde yapıcağınız 30-45 dk tempolu yürüyüş ödem probleminizi azaltacaktır.

KİRAZ SAPI: Günlük hayatımızda çok fazla tükettiğimiz siyah çay ve kahve yerine bitki çaylarına yer vermeniz ödem probleminizi azaltacaktır.Özellikle iyi bir idrar söktürücü ve ödeme iyi gelen kiraz sapını tek başına ya da farklı bitki çaylarıyla karıştırarak tüketebilirsiniz.

MUZ: İçeriğinde yer alan potasyumla ödem atmaya yardımcı olan muza günlük beslenmenizde yer verebilirsiniz.1 adet küçük boy muzu 1 porsiyon meyve yerine tüketebilirsiniz.Kadınlar için günde 2 porsiyon,erkekler için günde 3 porsiyon meyve vitamin ve mineral açısından tüketilmelidir.

NAR: Yüksek lif içeriğiyle bağırsakların çalışmasına yardımcı olan nar aynı zamanda ödem atmaya da yardımcıdır.Şeker içeriğinden dolayı miktarı abartmadan günlük beslenmenizde yer verebilir salatalarınıza az miktarda ekleyerek renklendirebilirsiniz.

ÖDEM ATICI ÇAY TARİFİ

1 tutam mısır püskülü,1 tutam kiraz sapı,1 poşet yeşil çay,3-4 dal maydanoz,1 dilim limon,2 dilim zencefil,1/2 dilim ananası 500 ml suda 5 dk bekletin.Günde 2 fincan tüketerek ödem probleminizi engelleyebilirsiniz.

Kanserle savaşta 13 etkili adım

Sağlıklı bir beslenme düzeni, kanserle savaşta en büyük yardımcınız


Uzman Diyetisyen Şebnem Kandıralı, özellikle şekerden uzak durulması gerektiğini belirtirken, ‘rafine karbonhidratlar, tatlılar, ilave şeker eklenmiş besin tüketmeyin’ önerisinde bulundu. Kanser hücrelerinin şekerle geliştiğini belirten Kandıralı, ‘insulin de birçok tümör için büyüme faktörüdür. Meyve sularına da dikkat edin. Aşırı şeker alımına neden olurlar. Meyveleri bütün yiyin’ ifadelerini kullandı.

Enflamatuar (iltihabi) yiyecekleri bırakmaları için uyarı yapan Kandıralı, “Hayvansal besinleri (süt ürünleri, et ve tavuk) tüketmeyin. Omega 6 yağ asidi ve doymuş yağ içerirler. Vücutta işlenirler ve 5-LOX’a (5-lipoksijenaz) dönüşürler, bu da kanser gelişimi ve çoğalmasına neden olan inflamatuar bir enzimdir. Enflamatuar karşıtı yiyecekler yiyin. Bunlar; keten tohumu, chia tohumu, kiraz, zeytin, soya, yosun, koyu meyveler, çilek, soğuk su balıkları, yeşil çay, zencefil, ve fındıkgiller. 

Enflamasyonu hafifletmek için yardımcı olan omega-3 ‘ü de unutmayalım. Bağışıklığı arttıran besinler tüketin. Sarımsak, soğan, zencefil, yeşil çay, yoğurt, yulaf, arpa, ve mantar vb. içerdikleri doğal bileşikler kanser hücrelerinin çoğalmasını ve yayılmasını engeller. Yemeklerinize zerdeçal ekleyin. Anahtar bileşeni curcuminin (hintsafranı) bir dizi çalışmada kanserle mücadelede etkin rol oynadığı gösterilmiştir. Klinik çalışmalar erken safhalarda olmasına karşın bugüne kadar ki çalışmalar meme, rahim, serviks, prostat ve gastrointestinal sistem kanserlerinde etkili sonuçlar alınabildiğini göstermektedir” diye konuştu.

KANSERDEN KORUYAN ÖNERİLER

Mümkün olduğu kadar vücut ağırlığı normal seviyelerde tutulması gerektiğini belirten Kandıralı, kanserden korunmak için şu önerilerde bulundu:

*Beden kitle indeksiniz (kilonuz bölü boyunuzun karesi) 25’in altında olmalı.

*Bel çevresi kadınlarda 80-88 cm‘i, erkelerde ise 94-102 cm‘i geçmemeli.

*Fiziksel aktivite yaşamınızın bir parçası olmalı ve her gün düzenli olarak yapılmalı. Fiziksel aktivitenin kolon kanserini önlediğine dair ikna edici sonuçlar vardır.

*Enerjisi yoğun yiyecekleri, şekerli içecekleri ve fastfoodu sınırlandırın. Sebze ağırlıklı beslenin. Günde en az 3-5 porsiyon çiğ veya pişmiş sebze tüketin.

*Mevsimine göre her renk meyveden günde en az 2-4 porsiyon yemeye çalışın.

*Kırmızı et tüketimini haftada 1-2 kere ile sınırlayın ve işlenmiş et ürünlerinden uzak durun.

*Haftada 1-3 gün balık tüketin.

*Alkollü içecekleri tüketmemeye çalışın. Eğer tüketiyorsak yemekle beraber erkekler günlük iki içkiden kadınlarda bir içkiden fazlasını tüketmeyin.

*Tuz tüketimini sınırlandırın. Yediğimiz tüm besinlerde sodyum bulunduğundan günlük tüketimde 6 gramı (1 silme tatlı kaşığı) geçmeyin.

*Beslenme ihtiyaçlarınızı tek başına diyetle karşılamaya çalışın, herhangi bir diyet takviyesi almayın.

*Rafine nişastalı besin (beyaz undan yapılmış her türlü yiyecek) tüketimini sınırlandırın. Lif tüketimini arttırabilmek için nispeten işlenmemiş olan tahılları ve kurubaklagilleri tercih edin. Tam buğdaylı ve tam tahıllı ürünleri, yulaf, çavdar, bulgur, darı, arpa vb tercih edin.

*Hidrojenize bitkisel yağ, trans yağ ve margarin tüketimini azaltın bunun yerine çoklu doymamış yağ asidi (omega 3,6,9) içeren besinleri tercih edin. Ceviz, fındık, badem, balık, bitkisel yağlar, keten tohumu, zeytini tercih edin.

*Bazı kanser koruyucuları bulanmaktadır. Bunlar, yeşil çay, yaban mersini, böğürtlen, ahududu, elma, kırmızı üzüm, turunçgiller, çilek, kiraz, kavun, kızılcık, kayısı, pembe ve kırmızı greyfurt, ananas, kuşüzümü, sarımsak, soğan, brokoli, karnabahar, lahana, pırasa, turp, kereviz, kırmızı ve yeşil biber, salatalık, kabak, ıspanak, tatlı patates, maydanoz, roka, tere, dereotu, rezene, biberiye, domates ve ürünleri, kakao tozu, balık, tarçın, zencefil, köri, kekik, nane, fesleğen, kuru baklagiller. Bunları tüketmekte fayda var” şeklinde konuştu. Sözcü

23 Ağustos 2016 Salı

Stres kısırlığın nedenlerinden biri

Sağlık problemi olmadığı halde 100 çiftten 20'sinin gebelik elde edemediğini belirten Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, stresin kısırlık üzerinde önemli etki yaptığını söyledi.


Adet günü hesabı, ilişki zamanlaması, yumurtlama takibi ve adet gecikmesi beklentisi içinde olan kadınların stresle çok daha fazla karşı karşıya kaldığını belirten Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, stresin hamileliği zorlaştırdığını aktardı, “Eşinden yeteri kadar destek görmeyen kadınların gebelik şansı düştükçe, stres de katlanarak çoğalıyor. Hâlbuki çiftler, stresten uzak durup birbirlerine destek olursa bebek olma ihtimali artıyor” dedi.

Çocuk sahibi olma isteği ile doktora başvuran çiftlerin yarıdan fazlasının açıklanamayan kısırlığa (infertilite) sahip olduıunu vurgulayan Taşdemir, şöyle konuştu:

“Anne adayının yumurtalıklarının düzenli çalıştığı, tüplerin açık, rahmin sağlıklı ve baba adayının sperm değerleri normal olduğu durumlarda korunmasız geçen bir yıl sonunda gebelik elde edilememesi; açıklanamayan kısırlık olarak değerlendirilir. Güncel teknolojiler ile teşhis edemediğimiz açıklanamayan kısırlık yaşayan çiftlerin önemli bir kısmı, hiçbir yardım almadan kendiliğinden gebelik elde edebilmektedir. Bu çiftler için daha önceki başarısızlıkları ve zaman içinde elde edilen gebeliği açıklamak mümkün değildir.”

Üreme sisteminde bir sıkıntı var ise gebeliğin engellendiğini dile getiren Op. Dr. Seval Taşdemir, “Problemsiz çiftlerin her ay yüzde 15-20 civarında olan gebelik şansı açıklanamayan kısırlık gruplarında yüzde 3-5'ler seviyesine inmektedir. Yani bu çiftlerde de hâlâ spontan gebelik ihtimali devam etmektedir. Açıklanamayan kısırlıkta; üreme sisteminde geçici veya kalıcı, basit ya da karmaşık bir problem olduğu kabul edilir. Bazen farklı basamaklarda ve mekanizmalarda çok sayıda problem olabilir” şeklinde konuştu.

Gebe kalma süresinin uzamasının, çiftler için stres kaynağı olabildiğine dikkat çeken Taşdemir, erkeklerin genellikle sorunları inkar etme ya da eşine yansıtma yollarını kullanarak stresle baş ettiklerini söyledi.

“Stres nedeniyle çiftlerin gebelik şansları azalsa da hiçbir zaman sıfır değildir” diyen Taşdemir, şöyle devam etti: “Tedavi sürecinde bazı çiftler, kendiliğinden gebelik elde edebilir. Bu çiftlere; kendiliğinden gebelik için adet günleri ve şanslarının yüksek olduğu dönemler anlatılmalı veya basit yumurta geliştirme ve takibi yapılarak zamanlı ilişki önerilmelidir.

Bu arada ilişkinin zamanlı olması ve bir görev algısı yaratması, bir zorunluluk haline dönüşmesine yol açabilir. Bu da ilişkiyi kötü yönde etkileyip evlilik problemlerine neden olabilir. Bir yıl süre ile gebelik elde edemeyen bir çift için gerekli tetkikler yapılıp açıklanamayan kısırlıkta teşhisi konduktan sonra olası tedavilere yönlendirilmelidir.”

Kısırlık süresi dört yıldan az, anne adayının yaşı da 35'in altında ise tercihin aşılama tedavisi olması gerektiğini söyleyen Taşdemir, “Anne yaşı 35'in üzerinde ise yine aşılama yapılabilir ama aşılamaların sayısı artırılmadan tüp bebek tedavisine geçilmelidir. Tüp bebek, çiftler için her zaman elde edilebilir bir tedavi yöntemidir. Ancak öncelikle kolay tedaviler denenmeli. Bu yöntemlerle başarıya ulaşamayan çiftlere, daha sonra tüp bebek tedavisi uygulanmalı” dedi. cnntürk

Diş hekimi korkusu olan çocuklara nasıl yaklaşılmalıdır?

Ağız ve diş bakımının sağlanması ve diş fırçalama alışkanlıklarının kazandırılması konularında anne-babalara çok iş düştüğünü ifade eden Bakırköy Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Dt. Selma Kurtoğlu, çocuklarda ağız ve diş bakımına yönelik en çok sorulan soruları yanıtladı.
Çocuklarda ilk diş kontrolü ne zaman yapılmalıdır?


6-8 ayda ilk süt dişleri sürmeye başlar. Süt dişlerinin sürmesi ile birlikte temizlik işlemi de başlar. Anormal bir durum yok ise ilk diş hekiminin muayenesi 2 yaşına kadar bir kere yapılmalıdır. Daha sonra kontroller düzenli olarak 6 ayda bir yapılır.

Diş hekimi korkusu olan çocuklara nasıl yaklaşılmalıdır?

Çocukların diş hekiminden korkmalarında en büyük etken anne, baba ve yakın çevredeki insanların diş hekimi hakkında konuşmaları, korkuları ve kötü hatıralarıdır. Özellikle diş hekimi korkusunu arttıracak korkutmalar, tehditler çocukların korkularının yerleşmesine sebep olur. Böyle bir durumda çocuk daha önce hiç diş hekimine gitmemiş olsa bile diş hekimi korkusunu anne ve babasından öğrenebilir. Ağrısının giderildiğini, tedaviden sonra mutlu olduğunu söyleyen anne-baba,çocuğa çok daha olumlu bir mesaj vermiş olur. Aynı zamanda tedavi aşamasında diş hekimi ile kurulan iyi diyalog çocuğun diş hekimine alışmasına yardımcı olur. Böylece çocuk, diş hekimi ziyaretlerinin normal ve düzenli olması gerektiğini öğrenir. Böyle yetişen bir çocuğun hayatı boyunca zaten dişleriyle sorunu olmayacaktır.

Çocuklar dişlerini ne zaman fırçalamaya başlamalıdır?

Çocuklar dişlerini 2-2,5 yaşından itibaren fırçalamaya başlamalıdır.

Çocuğa diş fırçalama alışkanlığı nasıl kazandırılır?

Diş fırçalamayı öğretmenin en kolay yolu anne-baba olarak ona örnek olmaktadır. Ev içinde büyüklerin diş fırçalamasını izleyen çocuk, bu alışkanlığı daha kolay kazanır. Bunun ile birlikte özellikle akşam yatarken dişlerini fırçalayan anne-baba aynı zamanda çocuğun fırçalamasını da kontrol etmiş olur, hem de örnek davranış ile ona verilecek en iyi eğitimi verir. Çocukların kullanabileceği ürünler yeterince eğlenceli, renkli ve çocuklara hitap edebilecek ürünlerdir. Sağlıklı ürünler ve özellikle diş hekimin önerdiği ürünleri kullanmalıyız. cnntürk

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Siirt'te 'yılan bebek' dünyaya geldi

Siirt'te milyonda bir görülen ve halk arasında, 'yılan bebek' olarak bilinen iktiyozis (kalıtsal cilt hastalığı) hastası erkek bebek dünyaya geldi.


Siirt'te hamile Müzeyyen Karataş (24), sancılarının artması üzerine Siirt Devlet Hastanesi acil servisine başvurdu. Karataş, ilk müdahalenin ardından sezaryene alındı. Karataş, çok nadir görülen ve halk arasında "yılan bebek" olarak bilinen iktiyozis hastası bir bebek dünyaya getirdi. Bebek, Siirt Devlet Hastanesindeki ilk müdahalenin ardından Batman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine sevk edildi.

DOKTOR: DAHA ÖNCE GÖRMEDİK

Kadın Hastalıkları Kadın Doğum Uzmanı Operatör Doktor Ahmet Yıldızbakan, Siirt'te ilk kez böyle bir doğum ile karşılaştıklarını söyledi. Hastayı yapılan tetkiklerin ardından sezaryene aldıklarını belirten Yıldızbakan, 34 haftalık hamile Karataş'ın takibinin gebeliği süresince hiç yapılmadığını aktardı. Yıldızbakan, "Sezeryan sonrasında daha önce görmediğimiz bir bebek dünyaya geldi. Halk arasında yılan bebek olarak bilinen ve milyonda bir görülen iktiyozis hastalıklı bebek doğdu." diye konuştu.

Çocuk doktoru Taner Adıgüzel de doğan bebeği görünce kendilerinin de çok şaşırdığını, hemen bebeğe müdahale ettiklerini bildirdi. "Genetik geçici bir hastalık, ayrıca takipsiz bir hasta. Türkiye'de çok fazla yaşatılan çocuğumuz yok bu vakalarda. Cilt enfeksiyonundan kaynaklanıyor. Özellikle bölgemizde akraba evliliği daha fazla olduğu için bu tür vakaları daha sık görme ihtimalimiz de yükseliyor." diyen Adıgüzel, bebeğin cildinin normal bir insanın cildine dönüşme ihtimalinin çok düşük olduğunu ifade etti.

'YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ UYGULANIYOR'

Her geçen gün cildin kendini yenileme hızı arttığından bebeğin yaşama şansının daha fazla olduğunu anlatan Adıgüzel, şunları kaydetti:

"Normal bir insanın vücuduna hiçbir zaman dönüşmeyecek. Uzun sürede normal bir cilde dönüşmese bile en azından daha az enfeksiyon geçirebileceği bir seviyeye getirilebilir. Bununla ilgili yeni tedavi çeşitleri uygulanıyor." (Fotoğraf: Arşiv) Hürriyet

Çocuklarınıza kefir yedirmeniz için 10 neden

'Uzun yaşama iksiri' diye bilinen kefirin faydaları, çocuklarınıza sağlıklı büyümenin kapılarını açıyor


Zeka, kemik ve kas gelişiminden bağışıklık sistemini güçlendirmeye kadar pek çok faydası bulunan kefir, hormon dengesi için de çok gerekli bir besin. Bu mucizevi besini çocuklara sevdirmenin yollarını Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları- Çocuk Nefrolojisi Uzmanı Prof. Dr. Mahmut Çivilibal, anlattı.

Kefir, yıllar boyu Kafkaslarda sıkça tüketilen ‘uzun yaşama iksiri' olarak adlandırılan, uzun zamandır hayatımızda olan, bağırsakta bulunan zararlı bakterileri yok etmeye ve yararlı bakterileri korumaya yönelik de faaliyet gösteren mucizevi bir besindir.

İnek, koyun ve keçi sütüne karnabahar benzeri canlı organizma içeren kefir granülleri eklenerek elde edilir. Eğer uygun koşullarda saklanırsa yıllarca aktivitelerini korurlar. Kefir, kefir taneleri ile elde edilen etilalkol ve laktik asit fermantasyonlarının bir arada oluştuğu bir süt içeceğidir. Kefir tanelerinin boyutları 0,5-3 cm arsasında değişir ve fındık ya da buğday tanesi büyüklüğünde beyaz, beyaz-sarı arası renklerde küçük karnabahar veya patlamış mısır görünümündedir.

TAM BİR SAĞLIK DEPOSU

Kefir, vücudun temel fonksiyonlarında ve çeşitli faaliyetlerinde kullanılan mineraller ve esansiyel aminoasitler bakımından zengindir. Kefirde bol miktarda bulunan ve esansiyel amino asitlerden bir tanesi olan triptofan, rahatlatıcı ve sinir sistemini düzenleyici bir etkiye sahiptir. Ayrıca harika bir biyotin kaynağıdır. Biyotin, folik asit, pantothenic asit ve tüm B vitaminlerinin emilimini sağlayan bir B vitamini türevidir olup karaciğer, böbrekler ve sinir sisteminin düzenlenmesinde etkili rol oynar. Kefir, kalsiyum, fosfor ve magnezyumdan zengin olup sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı etkisinin yanı sıra hücre gelişimi ve enerji ihtiyacının karşılanması için vücutta karbonhidrat, yağ ve proteinlerin en iyi şekilde kullanılmasına yardımcı olur. İştahsızlık, uykusuzluk, üst solunum yolu enfeksiyonları ve alerji gibi durumlara da iyi gelir. Kefir; B12, B1 ve K vitamini bakımından da zengindir. Bu vitaminlerin yeterli alınması durumunda cilt, böbrek, karaciğer ve sinir sistemine sayısız fayda sağladığı bilinmektedir. Kolaylıkla sindirilebilen besleyici bir süt ürünü olduğu için çocuklar, bebekler, hamileler, iyileşme dönemindeki hastalar, kabızlık ve sindirim sistemi problemi çeken insanlar için ideal bir içecektir.

ÇOCUKLARA KEFİR YEDİRMENİN YOLLARI

Çocuklar için önerilen günlük kefir miktarı bir yaşından sonra bir çay bardağıdır. İki yaşından sonra çocuklarda da tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi ne kadar yoğurt tüketiyorsa o kadar kefir tüketebilir. Kefiri tüketmeyen çocuklar için en iyi yöntem kefiri yemeklerin içine saklayıp vermektir. Kefirli sütlaç, çörek veya kek gibi.

KEFİRİN FAYDALARI

• Bebeklikten ergenliğe kadar; kemik, kas ve dişlerin gelişimi için gerekli olan vitamin, mineral ve protein desteğini sağlar.

• Bağışıklık sistemini güçlendirir ve enfeksiyonlara karşı direnci arttırır.

• İştah açar ve beslenmeye güçlü destek olur.

• İshale ve kabızlığa iyi gelir, kansızlığı önler.

• Görme yeteneğini güçlendirir.

• Yaraların hızla iyileşmesini sağlar.

• Zeka gelişimine önemli katkı sağlar.

• Astım ve allarjiye karşı direnç oluşturur.

• Büyümeyi hızlandırır, boy uzamasına ve sağlıklı gelişime yardımcı olur.

• Hormon dengesini sağlar, ergenlik dönemine pozitif etkinlik katar.

KEFİRLİ SÜTLAÇ TARİFİ

Sütü biraz azaltıp kefiri ekleyerek her türlü sütlü tatlıyı kefirle hazırlayabilirsiniz.

Malzemeler:

-750 ml süt

-2 su bardağı kefir

-1 su bardağı şeker

-Küçük bir limonun kabuğu

-1/2 su bardağı pirinç

-1/2 paket vanilya

-2 çorba kaşığı pirinç unu

Yapılışı:

Pirinçler yıkanır, suyunu süzdükten sonra kısık ateşte 1 su bardağı su ile haşlanır. Süt, şeker ve vanilya ekleyip kaynatılır. Pirinç ununu 2 çorba kaşığı soğuk su ile karıştırıp, tencereye akıtarak ekleyin. Süt miktarı azaltıldığı için daha koyu bir kıvamda olabilir. Ocağın altı kapatılarak, soğumaya bırakılır, oda sıcaklığına geldiğinde kefir eklenip iyice karıştırılır. Kaselere boşaltıp soğuduktan sonra afiyetle yedirilir. Sözcü

21 Ağustos 2016 Pazar

Zika virüsüne karşı 3 metrekarelik "koruma kalkanı"

Yakaya, çantaya, şapkaya takılabilen üç farklı boyuttaki cihaz, sivrisinekleri uzak tutarak kişiyi virüs riskine karşı koruyor. Uludağ Üniversitesi (UÜ) Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu (MYO) öğretim görevlileri ile öğrencilerinden oluşan ekip, "Zika virüsü"nün de taşıyıcısı olan sivrisineklere karşı yüksek frekansta ultrasonik ses üreterek 3 metrekarelik koruma alanı oluşturuyor.


Güneş enerjisiyle şarj edilebilen cihaz, gece gündüz kullanılabiliyor. Nevin Karahan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, oğlunun sivrisinek ısırmalarından sonra ciddi alerjik reaksiyonlar gösterdiğini, "Sivrisineklere karşı kişisel bir koruma yapılabilir mi?" diye düşünürken, Dünya Sağlık
Örgütü'nün (DSÖ) Zika virüsü uyarısını yaptığını, onun üzerine bu cihazı tasarlamak için harekete geçtiklerini söyledi.

Zika virüsü bulaşan kişinin bunu fark etmediğini, hafif gribal enfeksiyon şeklinde geçirdiğini ifade eden Karahan, "Zika virüsü, özellikle bağışıklık sisteminin düşük olduğu çocuklarda, yaşlılarda ve özellikle gebelerde çok ciddi hasarlara neden oluyor. Özellikle gebelere bulaşması sonucu
'mikrosefali' denilen kafatası normalden 30 santimetre daha küçük bebek doğumlarına, bebek ölümlerine ve çeşitli hastalıklarına neden olabiliyor" dedi.

Bu tehlikeli virüse karşı 3 ay süren çalışmaların ardından bir ürün geliştirdiklerini belirten Karahan, "Çalışmalarımızın sonucunda, bazı objelere giydirilerek üzerimizde taşıyabileceğimiz, küçük ve bizi sivrisineklerden koruyabilecek bir malzeme oluşturduk. Bu objeyi yanınızda  ulundurduğunuzda, sivrisinek size yanaşamıyor, bulaşmıyor ve dolayısıyla herhangi bir ısırma
olayıyla karşı karşıya kalmıyorsunuz" diye konuştu.


"Ultrasonik ses çıkarıyor"

Basri Kul da daha önce kullanılan teknolojilerin altyapılarından faydalanarak bir sivrisinek kovucu tasarlamak istediklerini anlattı. Bu amaçla deneysel çalışmalar yaptıklarını belirten Kul, şunları kaydetti:

"Ürünün giyilebilir, yeni nesil elektronik ekipmanlarla donanımlı ve taşınabilir olması gerektiğini düşündük. Özellikle hamile kadınlarda tehlikesini düşünerek, güneş enerjisiyle çalışmasını istedik. Bünyesindeki lityum polimer pille şarj olsun istedik. Bunun yanı sıra güneşli saatlerde kendini şarj edecek, olmadığı zamanlarda pille beslenecek. Böylece 7/24 çalışacak. Bu amaçla sivrisineklerin rahatsız olduğunu ispatladığımız yüksek frekansla ses üreten cihazı geliştirdik. Cihaz, ultrasonik bir ses çıkarıyor. Bu sesin hava moleküllerini titreştirmesi, sivrisineklerde rahatsız edici bir etki oluşturuyor. Cihaz, yaklaşık 3 metrekarelik alana etki ediyor. Çantaların üzerine yapıştırılabilir, şapka üzerine takılabilir ya da broş gibi yakaya takılabilir. Yaklaşık bir düğme boyutunda olduğu için farklı yerlerde de konumlandırılması mümkün. Cihazın birkaç saat güneş alması yeterli."

1 santimetre çapında olanı da var

Cihazın sağlık açısından herhangi bir risk oluşturmadığını söyleyen Kul, "Üç farklı tipte ürün yaptık. Bir tanesi düğme boyutunda, sadece yuvarlak 'saat pili' denilen yassı pillerle çalışıyor. Boyutu yaklaşık 1 santimetre çapında. Diğeri çantalara, kıyafetlere monte edilebilen, güneş enerjisi ve lityum pille gece-gündüz çalışmaya uygun, biraz daha büyük bir model. Buradaki hedef, pilin bitme ihtimalini minimize etmek. Bir diğeri de yakaya takılabilir, pille çalışan model. Hepsinin de hedefi giyilebilir seviyede küçük, hafif ve rahat olması" dedi.

"Patent almayı düşünmüyoruz"

Kul, çalışma için patent alınabileceğini ancak ana hedefi "sağlık" olan bu cihazın bilgilerinin paylaşılmasından yana olduklarını belirterek "Patent almayı düşünmüyoruz. Çalışmamızın kaynak kodlarını, tasarım detaylarını açık kaynak olarak vermek istiyoruz. Yapmak isteyen herkes yapabilir. Biz, burada bunun bilimini geliştirmekle sorumluyuz. Gerekirse üretimini başka firmalar yapabilir. Ana hedefimiz, millete faydalı katma değerler üretmek" ifadesini kullandı.
Çalışmayı bilimsel bir kongrede sunmayı planladıklarına işaret eden Kul, aynı zamanda cihazı anlatan bir makalenin bilimsel bir dergide "örnek çalışma" olarak yayınlanacağını sözlerine ekledi. cnntürk

Stres cildin baş düşmanı

Dr. Gizem Toktaş Geylani, stresin cildin yenilenme eğilimini azalttığını belirtti.


Yoğun ve uzun süreli stresin kansere varana kadar pek çok hastalığa neden olduğu biliniyor. Stresin en çok etkilediği organ olan cilt, yenilenemiyor ve kök hücreler de etkilendiğinden, kızarıklık, egzema, terleme, saç dökülmesi, akne, sedef, vitiligo gibi sorunlara açık hale geliyor.

Adana Estelite Güzellik Merkezi kurucularından Dr. Gizem Toktaş Geylani, fizyolojik olarak sıcak, soğuk, travma gibi olaylar sonucu oluşan stresin; duygu durumu değişikliklerinde de sıklıkla meydana gelen karmaşık bir fizyolojik ve davranışsal cevap olduğunu belirtti.

EN ÇOK CİLT ETKİLENİYOR

Stres sırasında yoğun bir şekilde üretilen bazı hormonların, vücutta pek çok organı olumsuz etkilediğinin altını çizen Geylani, cildin de en çok strese maruz kalan organlardan biri olduğunu kaydetti.

Ciltteki yağlanmanın artarak gözenek, akne gibi problemlere neden olduğunu anlatan Geylani, “Cilde daha az kan gelmesi, daha soluk bir görünüm oluşturur ve cildimizin yenilenme eğilimini azaltır. Yoğun duygusal stres sonucu kızarıklık, egzama, terleme, saç dökülmesi, akne, sedef, vitiligo gibi cilt rahatsızlıkları olabilir” dedi.

KÖK HÜCRELERİ TEHDİT EDİYOR

Dr. Gizem Toktaş Geylani, son yapılan araştırmaların, stresin, derinin gelişimi için gerekli kök hücreleri etkilediğini gösterdiğine dikkati çekerek, şu ifadeleri kaydetti:

“Deri ekleri olan kıl hücrelerini etkilerse saç dökülmesi, renk veren melanositleri etkilerse vitiligo gibi rahatsızlıklar olabilir. Bu rahatsızlıkların özel bir tedavisi yoktur. Destek tedavileri ile oldukça rahatlanılsa da hastalarımızın kendilerini ruhsal olarak rahatlatacak uğraşlar bulması oldukça önemlidir.”

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Sarımsak ile bir gecede uçuklardan kurtulun

Sarımsak, nitrat, sodyum, potasyum, selenyum, kalsiyum, magnezyum, silikon, hidrojen sülfit, fosforik asit, C, D ve B vitaminleri, fitosterol ve doğal yağlar içerir. Ayrıca allisin olarak bilinen bir içeriği de vardır. Araştırmalara göre bu madde enfeksiyonların çabuk iyileşmesine yardımcı olur. 


Sarımsak kan dolaşımını arttırır ve kardiyovasküler problemlere karşı koruma sağlar. Ayrıca diyabetli insanlar için çok iyidir, kolestrol seviyelerini düşürür, serbest radikallerin etkileriyle savaşır ve bir çok hastalığa karşı koruma sağlar.

Bir gecelik tedavi

Bir diş sarımsağı kesin veya doğrayın, sonra da doğrudan uçuğun üstüne uygulayın. Eğer büyük bir uçuksa, bunu taze dişlerle yineleyin. Ilık suyla durulamadan önce 10 dakika boyunca uçuk üzerinde tutun. Bu tedavi biraz kaşıntı veya yanmaya sebep olabilir, ama bu belirtiler bir kaç saniyede kaybolacak, endişelenmeyin.

Ayrıca, sarımsak bu uçukların sebep olduğu genel acıyı azaltabilir ve uçuğu bir kaç saat içinde ortadan kaldırabilir. Eğer tamamen gitmezse, bu tedaviyi gün içinde ve gece de uygulamaya devam edin.

Bir diğer seçenek ise sarımsağı ezip bir macun haline getirmek, uçuğa uygulamak ve gece boyunca bir bandajla üstünü kapatmaktır. Sabahları, sarımsağı yıkayabilirsiniz ve uçuğunuzun ne kadar kuruduğunu görebilirsiniz.

Doktorlar reçeteye kulaklık yazabilecek!

Jabra’nın Sport Pulse Wireless kulaklığı artık doktorlar tarafından reçeteye yazılabilecek. Peki neden?

Reçete denildiğinde hepimizin aklına doğal olarak ilaçlar geliyor. Ancak bundan böyle doktorlar, uygun gördükleri hastalara reçete olarak kulaklık da yazabilecek.

Önemli kulaklık üreticilerinden biri olan Jabra'nın Sport Pulse Wireless modeli, bundan böyle doktorlar tarafından hastalara yazılabilecek. Jabra'dan yapılan resmi açıklamaya göre şirketin TrainerMD mobil uygulamasının 360 Sağlık Programı kapsamında kulaklık ile beraber spor yapan kullanıcıların tüm sağlık kayıtları uygulama üzerinden doktorlara gönderilecek.

Obezite ve diyabet gibi hastalıklarla mücadele etmek için başlatılan u program ile birlikte hastaların spor aktiviteleri direkt olarak işin ehli doktorlar tarafından analiz edilecek. Bu program için Jabra Sport Pulse kulaklığının seçilme sebebi ise kulaklığın kalp atış hızı ve VO2  Max gibi verileri devamlı olarak ölçümleyebiliyor olması.

Genellikle bu tür sağlık verilerini akıllı bileklik gibi giyilebilir teknolojilerin ölçümleyebildiğine şahit olsak da, kulaklık tarafında Jabra Sport Pulse modeli bir ilk. Verileri anlık olarak takip edebilecek doktorlar, bu verilere göre hastanın idman programını düzenleyebilecek.

19 Ağustos 2016 Cuma

Tiroid kanseri en çok lenf bezlerine yayılıyor

Tiroid kanseri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren Endokrin Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yeşim Erbil, her hastalıkta özellikle de kanserde çok önemli olan erken teşhisin önemine dikkat çekti.

Tiroid kanserlerinde en fazla metastazın boyundaki lenf bezlerine olduğunu aktaran Prof. Erbil, bu durumun hastanın ömrünü kısaltmadığını ancak metastazların ameliyatla çıkarılması gerektiğini söyledi.

Hastalığın seyrinin tümör çapına ve hastanın yaşına bağlı olduğunu dile getiren Prof. Erbil şunları söyledi:

“Tümör çapı 4 cm’in ve hastanın yaşı da 45’in üzerinde ise metastaz oranı daha yüksektir. Tiroid kanserlerinin kötü seyirli alt grupları vardır. Bu alt gruplardaki kanserlerde lokal nüks ve uzak metastaz görülme oranı daha yüksektir. Akciğer, kemik, beyin gibi organlara yayılıma uzak metastaz denir. Her kanserde olduğu gibi erken tanı ve uygun tedavi hastalığın seyri açısından çok önemlidir.”

Tiroid kanserini düşündürecek belirtilere dikkat çeken Erbil, ancak bu şikayetlerin iyi huylu büyük bir guatrın da belirtileri olabildiğine vurgu yaparak o belirtileri anlattı: “Boyunda fark edilen sert kitle, mevcut tiroid nodülünde ani büyüme, kitlenin rahat hareket etmemesi, boyunda şişmiş lenf bezleri, ses kısıklığı, nefes almada güçlük, yutma güçlüğü, takılma hissi, seste değişiklik ve inatçı öksürük yani akciğer metastazı belirtileri tiroid kanseri araştırması için dikkate alınır.”

Tiroid kanseri tanısı ultrasonografi ve iğne biyopsisi ile konuluyor. Tiroid nodüllerinin değerlendirilmesinin amacı bu nodülün iyi huylu/kötü huylu ayırımının yapılması. Tiroid ultrasonografisi ve iğne biyopsisi bu ayırımı yapmak için kullanılan altın standart olarak kabul ediliyor. İğne biyopsisi, nodülün içine enjektör iğnesi ile girilerek hücre çekilmesi ve mikroskop altında incelenmesi olayı. Hangi nodüle biyopsi yapılması gerektiği ultrasonografi bulgularına göre belirleniyor.

İyi veya kötü huylu nodüller için yapılan tüm tiroid ameliyatlarının total tiroidektomi olarak adlandırıldığını aktaran Prof. Erbil, ameliyat yöntemi hakkında ise şu bilgileri verdi:

“Ameliyatta iki taraflı tiroid bezi çıkarılır. Guatr nedeni ile ameliyat edilen kişilerde kanser odakları çıkabileceği için ameliyatlar total yapılır. Bu şekilde hastalığın tekrarlaması önlenir ve gerekirse, atom tedavisinin etkili olması sağlanmış olur. Papiller tiroid kanserlerinde iki taraflı tiroid bezi çıkarılır. Bazı hastalarda kanser çapı 1 cm’den küçük ise tek taraflı ameliyat uygulanabilir. Eğer lenf bezlerine sıçrama varsa lenf diseksiyonu da eklenir. Tümör çapı 4 cm’den büyük ise lenf bezine sıçrama olmasa da lenf bezleri çıkarılır. Medüller tiroid kanserlerinde tümör çapı ne olursa olsun iki taraflı tiroid bezi çıkarılır ve boyun orta bölümdeki lenf bezleri alınır. Yan bölgedeki lenf bezlerine sıçrama varsa, o bölgelerdeki lenf bezleri de çıkarılır. Anaplastik kanserde ameliyatın hiçbir yararı olmaz. Hastada solunum güçlüğü geliştiği zaman boğaza delik açma yani trakeotomi uygulanır.” cnntürk.com.tr

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Uyku apnesine dikkat

Gece uyurken şiddetli horlama ile boğulur gibi oluyorsanız, uzun uzun uyuduğunuz halde sabahları hala uykusuz ve yorgun bir halde uyanıyorsanız, uyku apneniz olabilir. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Yusuf Can, uyku apnesi hakkında bilmeniz gerekenleri anlattı.

Op. Dr. Yusuf Can'ın konuyla ilgili yaptığı açıklama şöyle:

Uykuda nefes alma durabilir

Uyurken nefes almanızın aşırı horlama ile beraber herhangi bir nedenle 10 saniyeden daha fazla durmasına uyku apnesi denilir. Bunun sebepleri üst solunum yolundaki darlıklar ve aşırı kilolar boğazdaki yumuşak dokularda baskı oluşturur. Uykunun bu bölge kaslarında gevşeme yapması ve baskıyla üst solunum yolunda tıkanıklık oluşur. Solunumun durmasıyla kandaki oksijen seviyesi düşer. Kalp ve akciğer daha fazla çalışarak oksijen açığını gidermeye çalışır. Kişilerde kalp çarpıntısı ve tansiyon yüksekliği ortaya çıkar. Beyindeki solunum merkezi kandaki oksijen seviyesi düşüklüğünü tespit ederek kişiyi uyandırır. Boyun kaslarındaki kuvvet eski haline dönünce solunum tekrar başlar.

Uyku apnesi hayati risk taşır

Gece boyunca apnelerin ataklar şeklinde devam etmesi, saatte ortalama 5 defadan daha fazla tekrarlaması sağlığınızı riske sokar. Uyku esnasında oluşan apne sayısı arttıkça, vücudun oksijensiz kalması artar ve hipoksiye neden olur. Bu durum beyin, kalp ve kan dolaşımı sisteminde önemli hasarlara neden olur. Dinlenmemiş olarak uyanma, yorgun kalkma ve bunlara bağlı olarak baş ağrısı, sinirlilik, kişilik değişikliği, huysuzluk, çabuk yorulma, genel isteksizlik hali, cinsel isteksizlik gibi problemler ortaya çıkar. Gündüz aşırı uyku eğilimi hastalığın şiddetiyle doğru orantılı olarak artar. Uyku apne sendromu olan kişilerde ani uykuya dalma eğilimi vardır. Apneler, obstrüktif yani hava yolunun tıkanmasına bağlı olabileceği gibi santral yani beynin solunum merkezinin bozukluklarına da bağlı olabilir.

Uyku apnesi tedavisinde hastanın durumuna göre gerekli görülür ise öncelikle ilaç tedavisi uygulanabilir. Cerrahiye alternatif uyku apnesi tedavisi olan CPAP cihazı ile üst solunum yollarının açık tutulması sağlanabilir. Ağız içi ya da burun apareyleri kullanılabilir. Uyku apnesine neden burun eğriliği, burun eti şişliği , burunda solunumu engelleyen polipler , kronik sinüzit , büyük bademcikler, büyük geniz eti yada küçük dil ve damağın sarkık olması , vb. gibi sorunlar için ise cerrahi tekniklerden faydalanılır. Uyku apnesi belirtileri taşıyorsanız siz de alanında uzman bir kulak burun boğaz uzmanına giderek uyku apnesi kontrolü yaptırabilir ve tedavi olabilirsiniz. cnntürk

14 Ağustos 2016 Pazar

Nefesimiz neden daralır?

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Alerji ve İmmünolojik Hastalıklar Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Fuat Kalyoncu, nefes darlığıyla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı.


cnntürk'ün haberine göre; Solunum işi istemsiz olarak otomatik yapılan bir iştir ama istemli olarak kişi solunumunu bir dereceye kadar kontrol edebilir. Bu sayede denize dalan bir kişi nefesini belli sürelerde tutabilir veya şarkı söylerken belli manevraları yapabilir. Ancak ne olursa olsun, akciğerler içinde tutulan nefes, bir basınca kadar tutulabilir, sonra esasen akciğerlerin patlamamasını sağlamak amacıyla otomatik olarak yeni nefes alınır. Yani insan nefesini tutarak kendini öldüremez. İşte bu durum ilk tanımlayanlara izafeten, Herring-Breuer refleksi olarak bilinir. Ünlü yazar ve psikiyatrist Irwin Yalom, Nietzsche Ağladığında adlı meşhur romanında 19. yüzyıl Viyanası'nda, dönemin ünlü şahısları Dr. Josef Breuer, Nietzsche ve Sigmund Freud'u beraberce şiirsel bir dille anlatır.

Nefes darlığının tipleri ve dereceleri

Nefes darlığının en ağır dereceli olanı, istirahatte hissedilendir. Bazen sadece yatış durumunda ortaya çıkar, ayakta veya otururken olmaz, bazen de uykudan sık sık hava açlığı hissi ile uyandırabilir. Bir akciğerin alınması veya bir göğüs boşluğunun tamamen sıvı ile dolduğu durumlarda yatınca düzelen ama oturunca veya ayağa kalkınca olan nefesdarlığı görülebilir. Ayrıca sağa veya sola yatınca olan, nefes alırken veya verirken olan, sadece efor esnasında olan veya her şey normalken psikojenik olarak ortaya çıkan tipleri vardır.

Kussmaul solunumu: Özel bir solunum tipidir, alkol zehirlenmesi, böbrek yetmezliği (üremi), metabolik asidoz, akciğer damar tıkanıklıkları ve son evre kalp-akciğer hastalarında görülür.
Cheyne-Stokes solunumu: Solunum ritminin artıp azaldığı periodik bir solunum tipidir. Kafa içinde basınç artışı yapan kanama ve tümörlerde, böbrek yetmezliği (üremi), komada, bazen sağlıklı bebeklerde ve kalp yetmezliğinde görülür.
Biot solunumu: En düzensiz ritimli solunum denilebilir.

 İşte en önemli sebepleri

– 1-2 saat içinde ve hırıltı ile olan nefes darlığında; astım ve sol kalp yetmezliği,

– Kanlı balgam ile olan nefes darlığında; akciğer damar tıkanıklıkları (emboli), darbeler, bazen zatürre,

– Saatler, günler içinde, ateşle ve balgam ile birlikte olan nefes darlığında; zatürre ve akut bronşit,

– Çok ani ve göğüs ağrısı ile beraber olan nefes darlığında; akciğerin patlaması (pnömotoraks), akciğer embolisi, yabancı cisim yutulması,

– Gece uykudan uyandıran nefes darlığında; reflü, panik atak,

– Derin nefes alıp verme ile olan nefes darlığında ise; zehirlenmeler (aspirin, alkol, etilen glikol gibi), böbrek yetmezliği veya diyabetin ketoasidoz tipi koması düşünülmelidir.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Kömür dişleri beyazlatıyor mu

Sosyal medyada hızla yayılan dişleri kömürle fırçalama modasına uzmanlardan uyarı geldi. Dişleri beyazlattığı iddiasına uzmanlar sağlık uyarısı yapıyor.




Oksijen uygulanıp tozlaştırılmış karbondan oluşan ve “aktif kömür” diye de bilinen madde, blogcular ve YouTube yayıncılarının yeni gözdesi.

Sosyal medyada giderek daha fazla sayıda genç, diş macunlarına sulandırılmış aktif kömür katarak dişlerini fırçalayıp sonuçlarını paylaşıyor. Durulamadan sonra dişlerin daha beyaz olduğu iddia ediliyor.

Ancak bu bir şehir efsanesi… Independent gazetesine konuşan İngiltere Ağız Sağlığı Vakfı Başkanı Dr. Nigel Carter, aktif kömürle diş fırçalamanın sağlığa zararlı olduğu uyarısı yaptı.


Carter, “Kömürün dişleri beyazlattığına dair hiçbir bilimsel kanıt yok” dedi. "Önce" ve "sonra" diye paylaşılan fotoğraf ve videolar bu nedenle yanıltıcı.

Uzmanlara göre dişler kirli olduğunda, kömür de dahil olmak üzere aşındırıcı her tür madde yüzeysel lekeleri yok edebilir.

Ancak bu tür yöntemler diş minesine kalıcı hasar verebildiği gibi, kullanılan maddelerin içeriğinde sağlığa zararlı maddeler varsa çok daha ciddi sonuçlar da doğurabilir.

Uzmanlar, bilimsel ortamlarda test edilip onaylanmış ağız sağlığı ürünleri kullanmak gerektiğini vurguluyor. Hürriyet

Astım hastaları nelerden uzak durmalı?

Prof. Dr. Meftun Ünsal, Karadeniz'deki astım hastalarını nem ve fındık tozuna karşı uyardı.


Fındık tozlarına maruz kalmanın astım hastalarını olumsuz etkilediğini ve aynı zamanda ‘hipersensitivite pnömonisi' denilen hastalığa sebep olduğunu belirten Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi(OMÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meftun Ünsal, astım hastalarına uyarılarda bulundu.

Astım hastalarına uyarılarda bulanan Prof. Dr. Meftun Ünsal, Karadeniz Bölgesi’nin nemli bir iklime sahip olduğundan bu mevsimde astıma ait şikayetlere çok fazla oranda rastlandığını belirtti. Astım hastalarının nemli havadan olumsuz etkilendiğini ifade eden Prof. Dr. Ünsal ayrıca, fındık tozlarına maruz kalmanın astım atağı yanında ‘hipersensitivite pnömonisi’ adını verilen bir hastalığa neden olabileceğini söyledi.

HAVUZA GİRMEYİN, DENİZE GİRİN

Özellikle yaz aylarında çimenin, duyarlı kişilerde astımı tetikleyen en önemli neden olduğunu belirten Prof. Dr. Meftun Ünsal, “Bunun dışında nemli ve sıcak hava astım ataklarını tetikler. Astımlı hastaların şehir merkezinde yaşayanlar serinlemek için havuz yerine denizi tercih etmelidir. Çünkü havuzda temizlik için kullanılan kimyasal maddeler bu hastalarda astım krizine neden olabilmektedir. Yine yeşil alanların çok bulunduğu bölgemizde arı sokması, evde yaşayan bazı böcekler, küf mantarları da astım ataklarını tetikler. Bildiğimiz gibi bu ay özellikle Karadeniz Bölgesi’nde fındık hasadının olduğu zamandır. Fındık tozlarına maruz kalmak da astım atağı yanında ‘hipersensitivite pnömonisi' adını verdiğimiz bir hastalığa neden olabilir. Astımdan ayırımı zor olan bu hastalığın da ayırıcı tanısının yapılabilmesi için şikayetlerinin bu mevsimde olduğunu fark etmişler ise, ayırıcı tanı için Göğüs Hastalıkları uzmanına başvurmaları gerekmektedir” dedi.

12 Ağustos 2016 Cuma

Laparoskopik obezite cerrahisi nasıl yapılır?

Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Kamil Gülpınar sizler için laparoskopik cerrahi teknikleri ile obezite tedavisini anlattı.

cnntürk'ün haberine göre;Laparoskopik obezite cerrahisi için hastanın vücut kitle indeksinin 40’ın üzerinde olması, aynı zamanda şeker hastalığı ve yüksek tansiyon gibi hastalıklara da sahip olması, diyet ve egzersiz gibi ameliyatsız yöntemlerle kilo vermeyi başaramamış olması gerekebilir. Obezite cerrahisi ile kişi bir türlü veremediği aşırı kilolarından kurtulabilir. Laparoskopik cerrahi teknikleri ile midenin hacmi küçültülebilir, emilimi azaltılabilir ya da kombine bir şekilde ikisini bir arada içeren ameliyatlar yapılabilir.Uygulanan cerrahi operasyonların ardından yaklaşık 2 yıl içinde hasta aşırı kilolarının yüzde 50 ile yüzde 80’inden kurtulabilir.
Verilen kilolar hastanın operasyon sonrasında sağlıklı beslenmesi ve sağlıklı yaşaması ile bağlantılıdır. Laparoskopik obezite cerrahi sonrası hastanın yaklaşık 80 ya da 90 kilo vermesi mümkündür. Kilo verme süreci yaklaşık 2 ila 5 yıl kadar değişen hızlarda devam eder.
Obezite tedavisinde uygulanan laparoskopik cerrahi teknikler
En yaygın olarak kullanılan obezite cerrahisi tekniklerini Laparoskopik Sleeve Gastrektomi, Laparoskopik Gastrik Bypass, Duodenal Switch, Biliopankreatik Diversiyon (BPD) olarak sıralayabiliriz. Bunlar midenin hacmini küçültmek ve yine midenin emilim kapasitesini azaltmak için çoğunlukla laparoskopik yani kapalı teknik ile uygulanan operasyonlardır. Bu operasyonlar genel anestezi olma süresi de dahil olmak üzere ortalama 1 ya da 2,5 saat içinde gerçekleştirilmektedir. Ameliyatın ardından 1 gün hastanede kalınması gerekebilir. Bu nedenle hastanın yanında bir yakını ile hastaneye gelmesi tavsiye edilir. Tüm bu operasyonlar laparoskopik yani kapalı teknikler ile yapıldığı için hasta ameliyat sonrasında çok daha az ağrı hisseder. Sonrasında vücutta belirgin bir dikiş izi kalmaz.
Laparoskopik obezite cerrahisinden sonraki iyileşme süreci uygulanan tekniğe göre değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak ameliyatın ardından hastanın yaklaşık 1 hafta dinlenmesi tavsiye edilir. Ardından hasta iş hayatına devam edebilir. Hastanın kilo verebilmesi ve verdiği kiloları geri almaması için beslenme ve yaşam şeklini değiştirmesi gerekebilir. Öncelik ile hafif yürüyüş, yüzme gibi sporlarla başlayabilir, ardından daha yoğun egzersizlere başlanabilir.
Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Kamil Gülpınar

Sıcak hava özellikle çocuklarda ishal riskini artırıyor

Sıcak havalarda yiyeceklerin daha çabuk bozulması ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi nedeniyle ishal vakaları çocuklarda daha sık yaşanıyor. Medical Park Antalya Hastane Kompleksi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Ali Satılmış, ishalin 24 saatte, 3’ten fazla dışkılama veya anne sütü alan bebeklerde her zamankinden daha sık ve sulu dışkılaması şeklinde görüldüğünü belirtti ve zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğini vurguladı.



Medical Park Antalya Hastane Kompleksi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Ali Satılmış, "Dünyada her yıl, 5 yaşın altındaki yaklaşık 2,2 milyon çocuk, ishal nedeniyle ölmektedir. İshale bağlı ölümler sıklıkla su ve mineral kaybından kaynaklanmaktadır. Ayrıca beslenme durumunun iyi olmaması ishal ve ishale bağlı ölüm riskini arttırmaktadır. İshalle birlikte çocuklarda kusma, karın ağrısı ateş de görülüyorsa zaman kaybetmeden bir çocuk hastalıkları uzmanına başvurulmalıdır" dedi.

İshale yol açan sebeplere dikkat

Uzun süre bekletilmiş besinler, uygun şekilde hazırlanmamış konserveler, iyi pişirilmemiş besinler, kaynağı belli olmayan içme sularının içerisinde mikropları barındırarak ishale neden olabileceğini söyleyen Yrd. Doç. Dr. Satılmış, "Bunların dışında özellikle çocuklarda, barsak enfeksiyonları (virüsler, bakteriler, parazitler ve diğer mikroplar), gıda zehirlenmesi, diş çıkarma, bazı gıdalara karşı hassasiyet (alerji), gereğinden fazla meyve ve meyve suyu tüketimi ve diğer ishal yapıcı gıdalar, antibiyotik tedavisi, üst/alt solunum yolu enfeksiyonları, doğuştan metabolik hastalıklar da ishale yol açmaktadır" şeklinde konuştu.

"Kusması olan çocuklara bol bol su içirin"

İshal olan bebeğe doktor onayı olmadan antibiyotik ya da diğer ilaçların verilmemesi konusunda uyaran Yrd. Doç. Dr. Satılmış konuşmasını şöyle tamamladı:

"Küçük çocuklarda ishal özellikle kusma varlığında büyük su kayıplarına yol açar, yeterli su verilmediği takdirde öldürücü olabilir. Bu yüzden kusması olan çocuklara bol bol su içirilmesi gerekir. Ayrıca ek olarak yağsız çorba, pirinç suyu ve seyreltilmiş sütle hazırlanmış muhallebi, ayran, elma suyu gibi sıvılar susuzluğu önlemek, aynı zamanda kalori ihtiyacını karşılamak için verilebilir. 6 aylıktan küçük ve henüz ek gıdaya başlanmamış bebeklerde emzirme sıklaştırılır. Bebek aldığı takdirde aralıklı kaynatılmış ılık su verilebilir." cnntürk

80 binde bir oluyor

Bu gördüğünüz istatistiklere göre yaklaşık 80 bin doğumda 1 gerçekleşen bir olay.


Fotoğraflar İspanya'dan geçtiğimiz pazar günü çekildi ve bir bebeğin anne karnındaki amniyotik kesesi ile birlikte doğuşunu gösteriyor. Ancak daha enteresan olan birkaç dakika önce bu bebeğin ikizi tamamen normal şekilde dünyaya geldi.


Maviye dönmüş kordonu boynuna dolanmak üzere görülen yenidoğan buradan nefes almaya devam ederken, amniyotik kesenin bebeğin vücudunu sıkıca sardığı görülüyor.


Amniyotik kese normalde annenin doğum öncesi suyunun gelmesi ile çatlar ve hararetli doğum sürecinde tamamen yok olur. Bu inanılmaz görüntüler çok kısa sürede internette 7 milyon insan tarafından izlendi.