30 Mart 2017 Perşembe

Bu şekilde 5 kez fırçalayınca diş taşları yok oluyor!

Diş taşlarınızı evde birkaç yöntemle yok etmeyi ister misiniz? İşte diş taşlarını yok eden doğal çözümler…

Kahve ve sigarayı fazla tüketen insanlarda diş plakları koyu sarı olur. Plak diş çürümelerine ve diş kaybına neden olduğu için en başta önlem almak gerekir. Diş taşlarınızı evde birkaç yöntemle yok edebilirsiniz.
İşte sizlere evde hazırlayabileceğiniz diş taşlarınızı yok edecek doğal karışım tarifi...
Malzemeler: 
- 2 çorba kaşığı ay çekirdeği
- 2 çorba kaşığı misket limonu suyu
- Yarım litre su
Hazırlanışı:
Tüm malzemeleri alüminyum kabın içerisine koyun ve bir saat kaynatın. Karışımı ayda 5 kez dişlerinizi fırçalayarak uygulayabilirsiniz.
Diş fırçalamanın püf noktaları Bir diğer yöntem ise diş fırçanızı elma sirkesine batırıp diş fırçasıyla dişlerinizi fırçalamak ve durulamak.
Bunların yanında ağız bakımını da günlük olarak yapmanız gerekir. Doğal içeriğe sahip olan diş macunlarını almaya özen gösterin. Tabii en önemlisi de diş bakımınız için diş hekiminizi belli aralıklarla ziyaret etmeyi asla unutmayın.

Alkol içerek zayıflama çılgınlığı: Drankoreksiya

ABD'nin Ulusal Yeme Bozukluğu Derneği, Drankoreksiya'yı şöyle tanımlıyor; “Aşırı alkol içerek zayıflama ve alkolü, gıdaya değişme veya kusabilmek için çok az miktarda besin tüketmek". Diyetisyen Ayşe Tuğba Şengel, son zamanlarda çokça duyulan bu yöntemi kadınların erkeklere göre 3 kat daha çok tercih ettiğini belirtti. İşte Drankoreksiya çılgınlığı ve 9 zararı...

Özellikle gençlerin zayıflamak ve güzel bir vücuda sahip olmak için denemeyeceği şey yok. Bu konuda aileleri uyaran uzmanlar yeni bir zayıflama trendine dikkat çekiyor; Drankoreksiya. Alkol içerek zayıflama olarak tanımlanan Drankoreksiya ile ilgili bilinmesi gerekenleri Diyetisyen Ayşe Tuğba Şengel anlattı.
Drankoreksiyalı bireyler öğünlerinin yerine alkol tüketmeyi tercih ettiklerinin belirten Şengel, alkol miktarının normalin çok üstünde aldıklarını sözlerine ekliyor ve dikkat edilmesi gereken noktaları anlatıyor. “Drankoreksiya sonucunda alkol ile alınan fazla kaloriyi yakmak için bireyler aşırı miktarda egzersize yönelirler. Bireylerin estetik kaygısı, sosyal yaşam, iş veya okul hayatı gibi psikolojik etkiler drankoreksiyayı tetikleyebilmektedir.
Alkol içerek zayıflamaya çalışmanın sebebi nedir, kimlerde görülür?
Alkolizm ve anoreksiyanın birleşimi olarak karşımıza çıkan drankoreksiyanın temelinde düşük kiloda kalabilme düşüncesi bulunmaktadır. Drankoreksiyanın veya alkol içerek zayıflama nedenleri arasında mükemmel zayıf vücut görüntüsüne sahip olma isteği ve kişilerin bunalım dönemlerinde sosyal ortamlarda fazla bulunarak, alkol tüketimini arttırmaları gösterilebilir.
Kadınlarda erkeklere göre 3 kat fazla rastlanıyor!
Yapılan çalışmalarda kadınlarda erkeklere göre 3 kat daha fazla rastlanan bu rahatsızlığın daha çok 18-25 yaş arası ve genellikle üniversite dönemi gençlerde de görüldüğü bulunmuştur. Journal of American College Health'te yayınlanan bir makalede, anokreksiya ve bulimia vakalarının temelleriyle de bu bozukluğun gelişebileceği belirtilmiştir.
Drankoreksiya'nın zararları neler?
National Institute on Alcohol Abuse on Alcoholism verilerine göre yüksek miktarda alkol tüketimi;
*Beyinde hücre ölümüne, beyin işleyişinin olumsuz etkilenmesine ve uzun dönemde bilişsel bozukluk, Alzheimer, *Parkinson gibi nörolojik bozukluklara,
*Kalp krizi riskinin artmasına, düzensiz kalp atışlarına,
*Midede gastrit ve ülser gibi sorunlara,
*Karaciğer yağlanmasına, alkolik hepatite ve siroz oluşumuna,
*Pankreasta toksik maddeler oluşturarak pankreatit oluşmasına,
*İmmün sistemi olumsuz yönde etkileyerek bağışıklığın düşmesine,
*Kanser riskinin artmasına ve
*Böbrek yetmezliği gibi birçok sağlık problemlerine neden olmaktadır.
Drankoreksiya'nın tedavisi nasıl olmalı?
Basit bir sorun gibi gözüken ancak ilerleyen dönemlerde ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen alkol içerek zayıflama veya drankoreksiyanın erken fark edilmesi ve önlem alınması önemlidir. Kişiye doğru beslenme tedavisi ile birlikte psikolojik desteğin sağlanması gerekmektedir. Yanlış uygulamalar ile hızlı verilen kiloların vücut sağlığı ve psikolojik açıdan ciddi sorunlara yol açabileceği unutulmamalıdır.” diyor. (Sözcü)

Kanser riskini azaltan 7 kural

Kanser tüm dünyada ve ülkemizde kalp damar hastalıklarından sonra kaynağı belli olan ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alıyor. Memorial Şişli Hastanesi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Soley Bayraktar, kanserden korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi.

1- Sarımsak ve soğanı sofranızdan eksik etmeyin
İşlenmiş yiyecekler yemek borusu, pankreas ve kalın bağırsak gibi kanserlerin riskini artırmaktadır. Sofralarda işlenmiş ürünler yerine; kanseri sevmeyen brezilya yemişi, brokoli, samon balığı, avokado, karnabahar, soğan ve sarımsağı tercih edilebilir.
2- Güneş ışığını kontrollü kullanın
Deri kanseri sanıldığından daha sık rastlanılan ancak önlem alındığı takdirde önlenmesi en kolay kanser türlerindendir. Bu nedenle deri kanserinin en önemli sebeplerinden birisi olan güneş ışınlarını kontrollü ve bilinçli kullanmak gerekmektedir. Yaz aylarında güneş ışınlarından saat 10:00-16:00 saatleri arasında uzak durulması gerekmektedir. Zorunlu hallerde en az 30 faktörlü güneş koruyucu sürülmesi, uzun kollu tişörtler ve pantolonlar giyilmesi, geniş bir şapka ve güneş gözlüğü kullanılması gerekir. Bronzlaşmak için solaryumdan kesinlikle uzak durulmalıdır.
3- Düzenli egzersiz yapın ve ideal kiloda kalın
İdeal kiloda kalınarak böbrek, prostat, akciğer, kalın bağırsak ve meme kanseri riski en aza indirilebilir. Haftada 150 dakika aerobik egzersiz yapmanın sayısız faydası bulunmaktadır. Bu süreyi günlük orta seviye zorlukta yapılan 30’ar dakikalık egzersizlere bölmek kişinin hem çok aktif olmasını kalmasını hem de bedenen ve ruhen sağlıklı olmasını sağlayacaktır.
4- Sigara ve alkolü hayatınızdan çıkarın
Sigara ve alkol başta akciğer olmak üzere; baş-boyun, dudak, ağız içi, kalın bağırsak, pankreas, böbrek, karaciğer, mesane, rahim ağzı ve meme kanseri riskini artırmaktadır. Sigara kullananların yanında bulunan kişiler bile pasif içici durumuna düşerek, akciğer kanseri riski ile karşı karşıya kalabilmektedir. Bu nedenle kendimize ve çevremize yapabileceğimiz en önemli iyilik, tüm sigara ürünleri ve alkolü hayatımızdan çıkarmak olacaktır.
5- Aşılarınızı ihmal etmeyin
 • Hepatit B virüsü karaciğer kanserine sebep olabilmektedir. Özellikle sağlık sektöründe çalışanların, birden fazla kişiyle ilişkiye girenlerin, çocukların, uyuşturucu ilaç kullananların, eşcinsel bireylerin hepatit B virüsü aşısı yaptırması son derece önemlidir.
Human papillomavirus (HPV) rahim ağzı kanseri, genital organların kanserleri ve baş-boyun bölgesindeki kanserlere sebep olabilir. HPV aşısı hem erkek hem de kız çocuklarında 11-12 yaşlarına geldiklerinde önerilmektedir. Eğer kişi çocukken bu aşıyı olmadıysa, istediğiniz yaşta yaptırabilir.
6- Riskli davranışlardan uzak durun
Kanseri önlemek için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, tehlikeli davranışlardan uzak durulmasıdır. Örneğin, tehlikeli cinsel ilişkilere girmekten kaçınılmalıdır. Çok sayıda partnerle beraber olmak veya cinsel ilişki sırasında kondom kullanmamak kanser riskini artırır. HPV ve HIV virüsleri cinsel ilişkiyle bulaşır ve bu virüsler rahim ağzı kanseri, karaciğer kanseri, baş-boyun kanseri, genital bölgelerin kanserleri (anüs, penis, vulva, vajen), sarkom, lenfoma ve akciğer kanserine sebep olabilir.
7- Düzenli doktor kontrollerinizi yaptırın
Bazı kanserlerin erken evrede yakalanabilmesi taramalarla mümkündür. Bunlar meme, rahim ağzı, akciğer, kalın bağırsak ve deri kanserleridir. Erken evrede yakalanan kanserlerin tedavisi hem daha kolaydır hem de tedavinin başarılı olma şansı çok yüksektir. (cnntürk)

29 Mart 2017 Çarşamba

Felç tedavisine örümcek zehri

Avustralya'da yürütülen bir araştırma örümcek zehrinin felç tedavisinde kullanılabileceğini ortaya koydu. Bilim insanları, örümcek zehrindeki bir proteinin, beyni felç sonrasında oluşabilecek hasardan koruyabileceğini saptadı.

Queensland ve Monash üniversitelerinden araştırmacılar, Avustralya'nın kuzeyinde yer alan Queensland eyaletine bağlı Fraser Adası'nda dünyanın en zehirli örümcekleri arasındaki 3 "huni yuvalı örümcek" yakaladı.
Laboratuvar ortamında örümceklerin zehirlerini çıkaran araştırmacılar, pipet yardımıyla aldıkları zehirde bulunan Hi1a proteininin örneğini üretti.
Üretilen protein örneğini farelere enjekte eden araştırmacılar, proteinin, felç sonrasında beyinde hasar oluşmasının temel etkeni olan beyindeki asit algılayan iyon kanallarını tıkadığını belirledi.
"FELÇ SONRASI BEYİNDE OLUŞAN HASARI AZALTMANIN YOLU BULUNDU"
Queensland Üniversitesi'nde görevli Glenn King, çalışmayla ilk kez felç sonrasında beyinde oluşan hasarı azaltmanın yolunu bulduklarını söyledi.
King, Hi1a'nın, felç nedeniyle beynin oksijensizlikten en çok etkilenen ve hızlı hücre ölümü nedeniyle genellikle tedavisinin zor olduğu bölgesini de koruduğunu ifade etti.
Araştırmanın sonuçları, merkezi Washington'da bulunan Ulusal Bilimler Akademisi (PNAS) dergisinde yayımlandı. ntvmsnc

Göbek zannetti içinden çıkan şey şoke etti!

24 yaşındaki Meksikalı kadının göbeğinden çıkan kist şoke etti.

Diyet yapan Meksikalı genç kadın karnındaki şişliğin her gün artması ve organlarının ağrısı üzerine doktora gitti. Genç kadın duydukları karşısında şaşkına döndü.

Daily Mail'de yayınlanan habere göre; Dr. Erik Hanson Viana, genç kadına yumurtalık kistinin olduğunu söyledi.

Kalp krizi riskiyle karşı karşıya kalan hastanın karnındaki kitle 33 kiloya ulaşmıştı.
İç organları büyük ölçüde zarar gören kadına ameliyat yapılmasına karar verildi. Kitle öyle büyüktü ki boyu yarım metre, çevresi ise 157 cm’di.

Hastanın karnından çıkarılan kitle karnının yüzde 95’ini kaplıyordu. Ameliyat sonrası konuşan
Dr. Erik Hanson Viana, 10 yeni doğmuş bebek ağırlığında olan kistin hayatında gördüğü en büyük kist olduğunu söyledi.

Ameliyat sonrası hafifleyen kadın yürümek için bir süre koltuk değneklerine ihtiyaç duydu.
Altı ay sonra doktor kontrolüne geldiğinde organlarının tamamen iyileştiği görüldü. Üstelik koltuk değneklerine de artık ihtiyaç duymuyordu. (cnntürk.com.tr)

'Varis tedavisi için damarlarınızı yaktırmayın'

Adana'da Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Okan Dost, varis tedavisi yapılırken işin kolayına kaçanlar tarafından hastadan habersiz by-pass, beyin ameliyatları ve organ nakillerinde kullanılan yedek damarların lazerle yakıldığını söyledi.

Varisin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ancak yöntemin çok önemli olduğunu vurgulayan Dr. Okan Dost, müdahale şeklinin ileride bir hastalık durumu düşünülerek yapılması gerektiğini belirtti. Dr. Dost, "Varisler sadece görüntü veya şikayetlerden ibaret bir problem değil. Varislerin tedavisinde önemli olan ne şikayet ne görüntü aslında. Varislerimiz aslında yedek damar, by-pass damarı dediğimiz damarlardan oluşuyor. Bu damarları korumak çok önemli. Çünkü bu yedek damarlar, by-pass ve beyin ameliyatlarında, organ nakillerinde kullanılır. Maalesef Türkiye'de özellikle bu damarlar genelde lazerle yakılarak, köpükle yapıştırılarak yani yok edilerek tedavi yapılıyor" dedi.
Hastanın varis tedavisi öncesi hekimine, yedek damarların korunup korunmayacağı konusunda konuşması gerektiğini söyleyen Dost şöyle konuştu:
"Varis tedavisi yapılırken bu damarlarımızı aslında koruyabiliriz. Doğru tedavi yapılırsa, vücut problemli yerleri kendisi düzeltebiliyor. Yani birinci amaç varisin görüntüsünü düzeltmek olmamalı. Varisi tedavi ederken birinci amaç bu yedek damarları korumak olmalı. Biz genetiği kötü bir milletiz ve damar hastalıkları özellikle bizim Akdeniz, Güneydoğu, Doğu Anadolu'da inanılmaz yüksek oranda görülüyor. Hepimiz bir gün o damara muhtaç kalabiliriz. Dolayısıyla bu konuda tedavi olurken hangi hekime giderseniz gidin burada hastaların da sorgulaması gereken şu, 'Benim yedek damarımı koruyacak mısın, Ne kadarını koruyacaksın?' Yani önemli olan burada 15-20 yıl sonra başımıza gelecek bir damar rahatsızlığında kullanılabilecek bir damarımız kalacak mı kalmayacak mı tedavide önemli olan o. Yoksa hiçbir suni damar bunun yerini tutmuyor."
Varis hastalığının genetik olduğunu belirten Dr. Dost sözlerini şöyle sürdürdü:
"Varis, sizin genetiğinizde varsa olacaktır. Genetiğinde olan bir şeyi engellemen mümkün değil. Ancak yavaşlatabilirsiniz. Bizim ülkemiz için çorap deniliyor. Bir çok hekim bunu söyler ama varis çorabı bizim ülkemizde önleme açısından çok kullanılabilir değil. Tedavisini yaptığımız veya yapmadığımız sağlıklı insanlara da diyoruz ki, diz altı koruyucu çorabı kasım ile nisan ayı arasında kullanabilirsiniz, özellikle çalışanlar. Çalışmayanlara çok önermiyoruz ama örneğin çalışan bir bankacı diyoruz ki 'Sizin nisan ayı ile ekim ayı arasında giymeniz mümkün değil. İklim şartları Türkiye genelinde buna müsaade etmiyor. Su yüzden bizim önerimiz, 5 santim topukluyu geçecek ayakkabılar giymeyin. Dar sıkı kıyafetler giymeyin. Kabız olmayacak şekilde beslenin diyoruz. Bol sıvı alın diyoruz ve mümkün mertebe sıcak suyla duş almayın. Hamam, sauna bunlardan mümkün mertebe uzak durun. Bir de bazı televizyonlarda kremle tedavi yapılabileceği anlatılıyor. Bazı ürünler satılıyor, deniliyor ki, 'sürüyorsun 20 dakikada varisin geçiyor' bunlar tamamen yalan." DHA

24 Mart 2017 Cuma

Kalın bağırsak kanserinden koruyan 10 öneri!

Sinsi ilerleyen ve erken dönemde hemen hiç belirti vermeyebilen kolon kanserinde en çok obezite ve hatalı beslenme alışkanlıkları sorumlu tutuluyor. Uzmanlar, kanser oluşumunda beslenme alışkanlıklarının %30-35 oranında etkili olduğunu söylüyor.

Kalın bağırsak (kolon) kanserinin ülkemizde en sık görülen kanserler arasında 3. sırada yer aldığını belirten Onkoloji Diyetisyeni Dilşat Baş, bol posalı beslenme tarzının kalın bağırsak sağlığının korunmasındaki önemine dikkat çekerek, “Bunun nedeni ise günlük beslenme planında her 10 gram posa tüketiminin kolon kanseri riskini yüzde 10 oranında azaltmasıdır” dedi.
Diyetisyen Baş, kolon kanserinden korunmak için dikkat edilmesi gereken beslenme alışkanlıkları hakkında şu önerilerde bulundu.
1. Bol posalı beslenin: Çalışmalarda; az posa ile beslenen toplumlarda kolon ve rektum kanserinin daha sık görüldüğü belirlenmiş. Yüksek posa içeren bir diyet ile beslenme, atık maddelerin sindirim sisteminden geçiş süresini azaltarak ve daha ağır, daha hacimli atık maddesi (dışkı) oluşturarak kanser riskini azaltıyor. Bunun yanı sıra bol posalı diyetlerin yağ içeriği genellikle daha az oluyor ve bu sayede de kolon kanserinden koruyucu özellik taşıyor. Yeterli posa tüketimini sağlayabilmek için günlük beslenmede 25-35 gram posa almak gerekiyor.
GÜNLÜK POSA İHTİYACINIZI KARŞILAMAK İÇİN
• Tam tahıllı ekmek tüketin.
• Günde 1-2 porsiyon pişmiş sebze yemeğini düzenli olarak tüketin. Söğüş sebze veya salatayı en az iki ana öğününüze ekleyin.
• Haftada 2-3 kez kurubaklagil yemeyi ihmal etmeyin. Günlük olarak salata ve çorbalarınızı kurubaklagiller ile zenginleştirebilirsiniz.
• Sade makarna yerine kepekli makarnayı, pirinç pilavı yerine kepekli pirinç veya bulgur pilavını tercih edin.
• Günlük beslenmenize 1-2 yemek kaşığı buğday veya yulaf kepeği veya yulaf ezmesi ekleyin.
2. Meyve tüketimini unutmayın: Meyve de posa açısından zengin besinlerden. Yeterli meyve tüketenler yetersiz tüketenlere kıyasla kolon kanserinden daha fazla korunuyor. Dolayısıyla her gün meyve yemeye özen gösterin. Diyetinizin posa miktarını arttırmak için kabuğu ile tüketilebilen meyveleri çok iyi yıkayarak kabuklarıyla birlikte tüketmenizde fayda var. Kayısı, kırmızı erik ve incir gibi meyveleri, posa açısından zengin oldukları için özellikle kabızlık şikayetiniz varsa beslenmenize dahil edin. Bu durumda özellikle şekersiz kompostolarını tercih etmeniz bağırsak faaliyetlerini arttırmada daha da etkili oluyor. Aşırı meyve tüketimi kolon kanseri açısından ek bir fayda sağlamıyor. Dolayısıyla günde 2-3 porsiyon meyve tüketmek yeterli oluyor.
3. Sarımsağı sofranızdan eksik etmeyin: Sarımsak içeriği yüksek olan diyetlerin kalın bağırsak kanserinden koruyucu etkisi olduğunu gösteren kanıtlar var. Geleneksel beslenmemizde sıkça kullanılan bu çeşni verici sebzeye sofralarınızda biraz daha yer verin.
4. Diyetinizde kalsiyum kaynaklarına yer açın: Yeterli kalsiyum alımı kolon kanserinden koruyucu etki oluşturuyor. Belirlenen miktarlar kadar süt ve süt ürünleri günlük beslenme planınız içinde mutlaka yer almalı. Yetişkin bireyler için 2 bardak süt veya yoğurt ve 60 gr peynir tüketimi yeterli kalsiyum miktarını karşılıyor. Ergenlik dönemindeki gençlerin ise kalsiyum ihtiyaçlarını karşılamak için günde 2 su bardağı süt veya yoğurt, 120 gr peynir tüketmeleri gerekiyor.
5. Kırmızı et tüketimini sınırlandırın: Kırmızı et tüketimi arttıkça kolon kanseri görülme riski yükseliyor. Bu nedenle kırmızı et tüketiminin haftada 500 gramdan daha az olması gerekiyor. Eti pişirirken de yanmamasına dikkat edin, çünkü etin yanmasıyla ortaya çıkan kimyasallar (polisiklik aromatik hidrokarbonlar) kanser öncüsü moleküllerin oluşmasına katkı sağlıyor. Pişirme yöntemi olarak haşlama, ızgara veya fırında pişirme teknikleri kullanılmalı.
6. İşlenmiş et ve et ürünlerinden kaçının: Salam, sosis ve sucuk gibi işlenmiş et ürünlerinin üretimi sırasında renk ve ürün kalitesini korumak amacıyla kullanılan nitrit ve nitratlar kanserojen özellik taşıyor. Bu yüzden işlenmiş et ürünlerinin tüketiminden sakının.
7. D vitamini düzeyinizi kontrol edin: Çalışmalarda D vitamini yetersizliği olan kişilerde kolon kanseri sıklığının yüksek olduğu bildirilmiş. D vitamini düzeyinizin yeterli olup olmadığından emin olmak için tahlil yaptırmanızda fayda var. D vitamini yetersizliği söz konusu ise doktorunuzun tavsiyesiyle gerekli takviyeler alabilirsiniz.
8. Sigara içmeyin alkol tüketiminden kaçının: Çalışmalara göre sigara içmek birçok kanser türünde olduğu gibi kolon kanserinde de riski artırıyor. Dolayısıyla sigara içiyorsanız hemen bırakın, alkol kullanmıyorsanız başlamayın. Alkol tüketiyorsanız miktar ve sıklığını mutlaka azaltın.
9. Salatanız rengarenk olsun: Sebzelere doğal rengini veren maddeler, kanser öncüsü hücrelerin vücuttan uzaklaştırılmasına yardımcı oluyor ve bağışıklık sistemini güçlendirici etki oluşturuyor. Bu sebeple günde 2-3 porsiyon salatayı sofranızdan eksik etmeyin. Salatalarınızın mevsim sebzelerinden oluşmasına ve olabildiğince çok renkte sebze içermesine özen gösterin. Salatalarınızın hem posa hem de protein içeriğini arttırmak için üzerine haşlanmış nohut, kuru fasulye, bulgur, mısır ve yarma ilave edin.
10. İdeal kilonuza ulaşın: Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması verilerine göre; her 100 kişiden 30’u obez ve yaklaşık 35’i de fazla kilolu. Onkoloji Diyetisyeni Dilşat Baş obez veya aşırı kilolu olmanın fiziksel aktivite alışkanlığından bağımsız olarak kolon kanserinin oluşumuna sebep olan risk faktörleri arasında gösterildiğini vurgulayarak şu öneride bulunuyor: “Sağlıklı ağırlığa ulaşmak için gerekli olan beslenme önlemlerini alın. Tek başınıza kilo veremiyorsanız hedef ağırlığınıza mutlaka bir uzman yardımı alarak ulaşın. Özellikle karın bölgesindeki yağlanmaya dikkat edin ve vücut yağ oranının azaltılmasını hedefleyen beslenme planı oluşturun. ntvmsnc

22 Mart 2017 Çarşamba

“İhtiyar” olmadan yaşlanmak için 13 öneri (18-24 Mart Yaşlılar Haftası)

Ortalama yaşam süresinin uzamasıyla birlikte kaliteli yaşlanmanın da önemi arttı. Toplumun kaliteli yaşlanabilmesi için hem devletin kurum ve kuruluşlarına hem de bireylere görev ve sorumluluklar düşüyor.

Dünya Sağlık Örgütü 65 yaş ve üzerini yaşlılık dönemi olarak kabul ediyor. Türkiye de giderek yaşlanan ülkeler arasında. Toplam nüfusumuzun % 7.9’u, erkek nüfusun % 6.9’u ve kadın nüfusunun ise % 9’u 65 yaşın üzerinde. 2023 yılında toplam oranın % 10.2’ye yükselerek 8.6 milyon kişiye ulaşması bekleniyor. 2050 yılında ise 65 yaş üstü bireylerin toplam nüfusa oranının % 20.8 olacağı tahmin ediliyor.
“YAŞLANMAK, İHTİYARLAMAK DEĞİLDİR”
“18-24 Mart Yaşlılar Haftası” nedeniyle kaliteli yaşlanmaya vurgu yapan ve “Yaşlanmak, ihtiyarlamak değildir” diyen Prof. Dr. Tayfun Gürpınar, kaliteli yaşlılık dönemi için bireylere ve yaşlı yakınlarına olduğu kadar hastanelere de önemli görevler düştüğünü söyledi.
HASTANELER DE ‘YAŞLI DOSTU’ OLMALI
Dünyada özellikle de gelişmiş ülkelerde giderek yaygınlaşan “Yaşlı Dostu Hastane” kavramına vurgu yapan Prof. Gürpınar, yaşlı dostu hastanenin, yaşlı bireylerin fiziksel ve zihinsel sağlık gereksinimlerini karşılamak, sağlık durumlarını iyileştirmek, ailelerine ve bakım verenlere destek olmak için çalışan bir organizasyon ve hastane yapılanması olarak tanımlandığını aktardı.

YAŞLI DOSTU HASTANELERE DÜŞEN GÖREVLER
Yaşlıların, sağlıklı bireyler olarak kendi sosyal ortamlarında bağımsız yaşamaları gerektiğini söyleyen Gürpınar, yaşlı dostu hastanelerde olması gereken hizmetleri şöyle sıraladı:
• Yaşlıların hastane dışında bağımsız yaşama güçlerinin artırılması,
• Hastaneden sonra yaşlı bireylerin yaşam kalitesini artıracak düzenlemelere yardımcı olunması,
• Yaşlıların hastaneye yatışlarında ortaya çıkabilecek komplikasyonların azaltılması ve hastanenin yaşlılar için daha güvenli bir yer haline getirilmesi,
• Hastanede kalış sürelerinin azaltılması, hastaneye gereksiz yatışların önlenmesi ve hasta memnuniyetinin artırılması,
• Yaşlı dostu iş tanımlarının, standartların, performans hedeflerinin oluşturulması, risk alanlarının saptanması ve bunlara yönelik protokollerin hazırlanması,
• Hastanenin bütün çalışma alanlarında yaşlı dostu prensiplerin yerleştirilmesi.
KALİTELİ YAŞLANMAK İSTEYENLER DİKKAT
Prof. Dr. Tayfun Gürpınar, kaliteli yaşlanmak için alınacak bireysel tedbirleri ise şu şekilde özetledi:
• En az gün aşırı, keyif verici hafif bir egzersiz,
• Açlık çekmeden kısıtlı kalori almak,
• Suyun önemini bilmek,
• Sorunların göründüğü kadar kötü olmadığını düşünmek,
• Eskimiş bilgileri yenileri ile değiştirmek,
• Yeni ilgi alanları bulmak,
• Merak duygusunu canlı tutmak,
• Tekdüze yaşamamak,
• Kendinden memnun olmak,
• Hayal kurmak,
• Bir alanda diğer insanlardan farklılaşmak ve liderlik yapmak,
• Çağın teknolojilerinden ve tıp bilgisinden faydalanmak,
• Bugünün önemini, değerini ve güzelliğini anlamak. (ntvmsnc)

Doktorlar ikinci özel hastanede çalışabilecek

 Özel Hastaneler Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle özel hastanede çalışan hekimler, mesai saatleri dışında başka özel hastanede nöbet tutabilecek ve yine hastanedeki çalışma saatleri dışında başka özel hastane ve tıp merkezlerinde kurumsal sözleşmeyle çalışabilecek.

"Özel Hastaneler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" Resmi Gazete'de yayımlandı. Yönetmelikte, uygulama sırasında karşılaşılan sorunlar ve tereddütlerin giderilmesi ile uygulamada kolaylık sağlanması amacıyla teknik düzenlemeler yapıldı.
Yönetmelik değişikliğine göre, özel hastanede çalışan doktorlar, mesai saatleri dışında başka özel hastanede nöbet tutabilecek ve yine hastanedeki çalışma saatleri dışında başka özel hastane ve tıp merkezlerinde kurumsal sözleşmeyle çalışabilecek.
HASTANELER ARASINDA KADRO DEĞİŞİMİ YAPILABİLECEK
Özel hastaneler, Sağlık Bakanlığının izniyle planlama kapsamındaki ünite ve merkezlerini başka özel hastaneye devredebilecek ve hastaneler, kendi aralarında veya tıp merkezleri ile karşılıklı kadro değişimi yapabilecek.
ÖZEL HASTANELER BAŞKA SAĞLIK KURULUŞLARIYLA BİRLEŞEBİLECEK
Hastaneler, mevcut yatak sayıları korunarak birleşebilecek, ayrıca başka sağlık kuruluşları ile birleşerek (tıp/dal merkezleri, poliklinik) kadro sayısını 33'e çıkarmaları halinde yatak sayıları 100'e tamamlanabilecek. Yatak sayısı 100'ün üzerinde olan özel hastanelerin, planlama kapsamındaki diğer özel sağlık kuruluşları ile birleşerek ilave her 16 uzman hekim kadrosunu sağlamaları halinde 50 yatak ilave etmelerine izin verilecek.
YURT DIŞINDAN GELEN DOKTORA KADRO DIŞI ÇALIŞMA İMKANI
Ayrıca, yurt dışından gelip üç yıl çalışma şartıyla devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulacak hekimlerin, bu üç yıllık süre zarfında özel hastanelerde kadro dışı geçici çalışabilmelerine imkan sağlandı.
HASTA MAHREMİYETİNİN SINIRLARI YENİDEN BELİRLENDİ
Kişisel sağlık verilerinin güvenliğinin ihlal edilmesi ile ilgili madde, hasta mahremiyetini de kapsayacak şekilde yeniden düzenlendi ve mahremiyet ihlalinin müeyyidesi ilgili mevzuat çerçevesinde belirlendi. (ntvmsnc)

'Ameliyat ol' diyenleri dinlemedi, şimdi gören tanıyamıyor...

Yaşadığı acı olay sonrası 80 kiloya kadar çıkan 32 yaşındaki Mine Cantürk, 'ameliyat ol, zayıfla' diyenleri dinlemedi... Doğru beslenme ile 6 ayda 30 kilo birden verdi...
Evlendikten sonra kilo almaya başlayan Cantürk hamile kalınca doğal olarak kilosu arttı. Ancak daha sonra acı bir olay yaşayan, bebeğini kaybeden Mine Cantürk hayatında hiç görmediği bir kiloya çıktı. 44 bedene kadar çıkan ve boyunun 160 cm boyunda olduğunu belirten Cantürk yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Annem ve babam kilolu olmasına rağmen çelimsiz diye tabir edilen çocukluk dönemim oldu. Hayatım boyunca her türlü sevinci ve üzüntüyü yemek yemekle karşılayan biri oldum. Yemek yemek mutluluğumu katlayan, acımı hafifleten bir etmendi. Evlenene kadar kilo sıkıntısı nedir bilmiyordum. 2010 yılında evlendiğimde düzenli anne yemeği yerine, canımın istediği her şeyi tüketiyordum. Hatta karbonhidrat aşığı bir insandım diyebilirim. Hamur işi olmadan gün geçiremiyordum. Yemek düzenimin değişmesinin yanı sıra uyku düzenimin değişmesi, uzayan mesai saatleri, ev işleri derken tartı 70 kiloyu gösteriyordu. 2012 yılında gebelik dönemi ile birlikte 80 kiloya kadar çıktım. 2013 yılında bebeğimi kaybetmemle psikolojik etmenler baş gösterdi ve ben kendimi tabaklar dolusu yemeğe verdim. Yemek yedikçe rahatladığımı düşünüp kendimi kandırıyordum. Zaten yavaş yavaş doyma duygusunu yitirdim. Kendi başıma diyet denemelerim hep sonuçsuz kaldı"

80 KİLODAN 50 KİLOYA DÜŞTÜ
Daha sonra diyetisyen arayışına maruz kalan Mine Cantürk "Elimdeki son dilim pizza ile telefon açıp randevu aldığımı hatırlıyorum" dedi. Daha sonrasında diyetisyenin kendisini dahiliye uzmanına yönlendirdiğini belirten Cantürk şöyle devam etti: Hiçbir sıkıntım yoktu. Çünkü aldığım kilonun temel sebebi psikolojik etmenlerdi. Düzenli olarak diyet takibi sürecimde zorluklarla da karşılaşmadım değil. İnsanız ve canınız elbet bazı şeyleri istiyor. Bu dönemde istediğim besinlerden ne kadar tüketmem gerektiğini ve ertesi günü neler yapmam gerektiğini öğrendim.
Son zamanlarda ara öğün yapmayın diye medyada uzmanlar uyarsa da ben ara öğün yapmadığımda bir sonraki öğünde daha çok besin tüketiyordum. Bu nedenle ara öğünlerimi hiç ihmal etmedim. Ayrıca dönemsel mağazalara gidip kıyafet denedim. Hattaki en büyük hazlardan birisi de bir bayanın istediği kıyafeti almasıdır. Hatta mağaza çalışanının ’o beden size olmaz bir beden küçüğünü getireyim’ demesinin beni bu kadar mutlu edeceğini düşünmemiştim. Sonuç olarak 80 kilo başladığım bu yolculuk 50 kilo olarak bitti. Ve ben artık 34 beden kıyafet giyiyorum."
"BİRÇOK İNSANIN KİLO ALMA NEDENİ PSİKOLOJİK"
Kilo vermede en önemli sürecin psikolojik olduğunu belirten beslenme uzmanı ve diyetisyen Serkan Tutar da şöyle konuştu:
"Birçok insanın kilo almasının temelinde bir dönem yaşanan psikolojik etmenler yatıyor. Daha sonrasında ise kilonuz ve bedeniniz ile ilgili kendinize olan güven kaybınız, denemelerinizin başarısız olması sizi iyice uçuruma itiyor. İlk olarak kendinizin bu işi yapacağına inanmalı ve bu yolda önünüzde aksaklıkların çıkacağını unutmamalısınız. Günümüzde birçok insan kilo konusunda sıkıntısı olmasına karşın artık çabalamaktan bıkmış durumda. Defalarca alınıp verilen kilolar tekrar tekrar denemeler sonucu başarısızlıklar sizde de kilonu kabullenme sürecine getirdi ise bu işi yapılması gereken bir proje gibi görmeden yaşam tarzına döndürmeniz gereklidir. Bu beslenme tarzını yaşam tarzı olarak benimsediğinizde kilonuzu rahatlıkla korursunuz. Ayrıca istediğiniz bir besini tükettiğinde bunu nasıl toparlaması gerektiğini de bilmektedir. Zaten asıl edinilmesi gereken alışkanlıkta budur." (Buse ÖZEL/DHA)


Canan Karatay'dan GDO'lu ekmek açıklaması

Prof. Dr. Canan Karatay, GDO'lu ekmek haberleriyle ilgili konuştu. Adana’da bir firmanın fırınlara sattığı, ekmeği olduğundan hacimli gösteren ve geç bayatlatan katkı maddesinden GDO’lu soya çıktı. Sık sık 'ekmek yemeyin!' uyarısında bulunan Prof. Dr. Canan Karatay, GDO'nun zararlarına da değindi.

Canan Karatay şöyle konuştu: 
Ucuz olsa dahi yemememiz lazım. Çünkü içinde çok katkı maddesi, kimyasallar var. Tarım Bakanlığı'nın izniyle bütün unlara yüzde 10 katkı maddesi koymak zorundayız diyor uncular.  Bunun üzerine bir de GDO çıktı. İthalatına izin veriliyor, yazık. Ülkemizde GDO'suz herşeyi yetişterebiliriz diye düşünüyorum. Bunun mücadelesini veriyorum. GDO'lu yiyecekler bilhassa soya mutlaka GDO'lu oluyor, çok tehlikeli. Her türlü hazır yiyeceğin içinde bulunuyor. Soyada yalancı östrojen var.  Bütün hastalıkların sebebi, başında da meme kanserinin ve kısırlığın sebebi.
Yalnız GDO değil. Ekmek Türkiye'de 1950'lerden sonra hayatını kaybetti. Buğdayın kendisindeki guleten, lektün proteini o kadar tehlikeli ki.
Lektün proteini insülin hormonu salgılatıyor, şeker hastalığı,  karaciğer yağlanması yapıyor. Lektin denilen protein hazmolduğu zaman aynı boğmaca virüsüne benzer bir formüle dönüşüyor.  Çocuklarda öksürüğün sebeplerinden biri de budur.
"KESİN OLARAK SÖYLÜYORUM, EKMEK YEMEYİN"
Ekmek tüketiminin kesinlikli bitirilmesi gerektiğinin altını çizen Canan Karatay, sözlerine şöyle devam etti: Yüzde 10 katkı maddesinin içinde bromür var, ağır metaldir. Bütün canlılar için tehlikelidir. Kesin olarak söylüyorum. Ekmek yemeyin. Geleneksel buğday kalmadı. Ben senelerdir söylüyorum. İran'da geleneksel ekmek yalnız lavaştır halkımızı kandırmayalım.
Hakiki besin vücuda girecek. Sağlıklı karbonhidrat yiyeceğiz. Kuru fasülye, mercimekte de vardır. Yumurta en önemli besindir.

Sivrisinek ısırığı hayatını kararttı

Antalya’da ev hanımı 51 yaşındaki Neriman Teksin, 30 yıl önce sivrisinek ısırığıyla yakalandığı hastalıkla mücadele ediyor.


Antalya’da ev hanımı 51 yaşındaki Neriman Teksin, 30 yıl önce yakalandığı fil hastalığıyla mücadele ediyor. Bacağından 3 operasyon geçirip düzelemeyen 2 çocuk annesi Teksin, bellerini büken tedavi masraflarının karşılanıp hastaneye yatırılmayı istiyor. 21 yaşında Niğde’de yaşarken sivrisinek ısırığından dolayı sol ayağında oluşan şişlik sebebiyle hastaneye giden Teksin’e, kontrol edildikten sonra bacağındaki lenf damarlarının çalışmadığı ve tedavisinin burada yapılamayacağı söylendi. Ayağındaki şişliği ilk başlarda önemsemeyen Teksin, ilerleyen zamanla bacağının daha çok şişmeye başladığını ve sağ bacağına da bu şişkinliğin yansıdığını fark etti. 2007 yılında Antalya’da yaşayan oğlu ile kızının yanına gelen Teksin, burada çeşitli hastanelere giderek tedavi olmak için çabaladığını söyledi. 3 kez operasyona girdiğini anlatan Teksin, ilk operasyon sonrası ayağının bir bölümünün yanlış operasyon sebebiyle kesildiğini ileri sürdü. Teksin , diğer iki operasyonda da sol ayağına yama yapıldığını kaydetti. Operasyonlar sonrası farklı doktorlara gitmeye devam ettiğini belirten Teksin, “Ağrım hiç durmuyor, akıntı çoğaldı. Sabaha kadar ilaç içiyorum. Karnım ağrıyordu. Doktorlara gidiyorum ama sonuç alamıyorum" dedi.

Kesilen ayağının masrafları için oğlu ve kendi maaşından krediler çektiklerini belirten Teksin, günlük 250-300 liralık sargı bezi masraflarının olduğunu söyledi. Geceleri ağrıdan duramadığını anlatan Teksin, “Allah rızası için masrafım üstlenilip hastaneye yatırılmak istiyorum. Bir yere gidemiyorum. Hastaneye pansuman olup geri geliyorum. Geceleri bacaklarım çok ağrıyor. Çok ağlıyorum. Hep acile gidiyoruz. Acildekiler de anlamıyorlar, ağrı kesici vurup geri gönderiyorlar. Kan değerlerim sürekli düşüyor, kan almam gerekiyor. Ama kan alınca da kan daha çok kaybediyorum” diye konuştu.
Annesini tedavi ettirebilmek için hastane hastane dolaştığını belirten Mehmet Teksin ise, tedavi için kredi çektiğini, sabahlara kadar uykusuz kaldığını söyledi. Son olarak tedavi için Ankara’da bir hastane duyduğunu belirten Mehmet Teksin, “Geçen yıl Milletvekili Uğur Işılak’ın danışmanına ulaştım, onlar sağ olsunlar ilgilendiler. Ankara’da bir uzman var, annemin orada 8 aylık tedavi görmesi gerekiyor. Oradaki tedavi de ulaşımı her şeyi dahil 80-100 bin tutarında. Fakat benim maaşımda 60 bin lira kredi, anneminkin de 25 bin lira kredi borcu var. Bu krediyi sadece bez, krem için çektik. Bir bezi 130 liraya alıyorum, akşama kadar 10 defa pansuman yapıyorum, kullanıyorum atıyorum. Bana ve anneme bir faydası yok. Ben her gece annemi hastaneye götürüyorum, her gece hastanede sabahlıyorum” dedi. Masraflar sonrası yaşadığı maddi sıkıntı yüzünden ne yapacağını şaşırdığını belirten Teksin, “Ben bir evlatsam, buna dayanamıyorsam, bugün bez parası bulamadım, gideyim hırsızlık mı yapayım? Adam mı gasp edeyim? Ben hayatımda yapmadığım bir şey, gittim hattımın üzerine cep telefonu aldım. 800 liraya, yandaki telefoncuya gidip 500 liraya sattım, anneme 3 tane bez, 2 tane krem aldım. Nereye kadar alacağım bunu. Benim istediğim bu saatten sonra büyüklerimden, hayırsever insanların tedavi yaptırmaları için öncülük etmesi”

Fil hastalığı nedir?
Fil Hastalığı; En çok bacakların şişip fil bacağı biçimini almasıyla kendini gösteren bir hastalık. Bu hastalıktan dolayı başka organlar da şişer, büyür. Daha çok, sıcak ülkelerde rastlanan bir hastalık. Afrika, Asya, Amerika, İtalya, İspanya’da, seyrek olarak Türkiye’de de görülüyor. Fil hastalığı daha çok, dişileri 10 sm., erkekleri 5 cm. kadar uzunlukta filarion denilen ince asalak bir kurttan ileri gelir. Sivrisineklerin, daha başka böceklerin kana aşıladıkları bu kurtlar vücudumuzdaki akkan (lenf) damarlarında birbirleri üzerine yığılarak kümelenir, damarları tıkarlar. Bunun sonucunda, vücut şişer. Fil hastalığı küçük çocuklarda pek görülmez, çünkü sivrisineğin aşıladığı yumurtalar, kurtçuklar ancak 4-5 yaşından yukarı kimselerde gelişebilir.

18 Mart 2017 Cumartesi

Kısırlık tedavisinde yeni umut (Melatonin ile % 40 başarı sağlandı)

Akdeniz Üniversitesinin yaptığı çalışmayla, kadınlarda strese bağlı kısırlığın tedavisinde önemli bir adım atıldı. Deneklere verilen melatonin hormonu ile kısırlığa yol açan nedenlerin ortadan kalktığı belirlendi.

Kadınlarda "strese bağlı kısırlık" tedavisinde önemli bir aşama kaydedildi.
Akdeniz Üniversitesinin yaptığı çalışmada yüzde 40 başarı elde edildi.
Kadınlarda yumurta hücresini besleyip koruyan folikülün azlığı stres nedeniyle kısırlığa yol açıyor.
Akdeniz Üniversitesi anatomi bölümü bir proje hazırladı. Projede deneklere 42 gün boyunca, uyku düzenini sağlayan ve yaşlanmayı geciktiren melatonin hormonu verildi.
Sonuçta kısırlığa yol açan nedenlerin büyük ölçüde ortadan kalktığı görüldü.
Dr. Yasemin Behram Kandemir, çalışma ile ilgili şu bilgiyi verdi:
“Yumurtayı yaşlandıran başlıca etmen stres. Streste serbest radikal bileşenleri oluşuyor. Bunlar savaşçı okları gibi zarar veriyor. Melatonin bir koruma ve bariyer sağlıyor. Baktık ki melatonin hem hücrede folikül rezervinin korunmasını sağlıyor hem de antioksidan seviyesini artırarak yumurta hücresinin yaşlanmasını engelliyor” dedi.
BAŞKA SAĞLIK SORUNLARININ TEDAVİSİNDE DE KULLANILABİLİR
Dr. Kandemir’e göre kısırlığın önlenmesinde yüzde 40 başarı sağlayan yöntem kadın hastalıklarının tedavisinde de etkili olabilir:
“Bu tüp bebek tedavisinde etkili olabilir. Yumurtanın kendisini koruyor. Tüp bebek uygulaması yapılırken tedavi başarısının da artmasını sağlayan bir yöntem.”

15 Mart 2017 Çarşamba

Çocuklu erkeklerin ömrü uzuyor

İsveçli bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırma, çocuk sahibi olan kişilerin çocuğu olmayanlara oranla ortalama 2 yıl daha fazla yaşadığını ortaya koydu.

İsveçli araştırmacılar, çocuk sahibi olmakla yaşam süresi arasında bir bağ olduğunu tespit etti.
Araştırmacılar, çocuklu erkeklerin çocuksuz erkeklerden yaklaşık 2 yıl, çocuklu kadınların da çocuksuz kadınlardan yaklaşık 1,5 yıl daha uzun yaşadığını belirledi.
Araştırmada, 1911-1925 yıllarında doğan ve İsveç'te yaşayan 704 bin erkek ile 725 bin kadının verileri incelendi.

Chia tohumu ile zayıflamak isteyenler dikkat

Chia tohumu ile zayıflamak isteyenleri uzmanlar uyarıyor, zayıflatıcı etkisi olduğu söylenen chia tohumunun, günlük 48 gramın üzerinde kullanılması yan etkilere yol açabilir.
1 / Manisa'da Beslenme ve Diyet Uzmanı Ceyna Uysal, mucizevi olarak zayıflatıcı etkisi olduğu söylenen chia tohumunun, günlük 48 gramın üzerinde kullanılması halinde yan etkilere yol açabileceğini söyledi.
2 / Şarkıcı İrem Derici'nin bir televizyon programında chia tohumu ile zayıfladığını söylemesi üzerine son günlerde chia tohumu satışları arttı.
3 / Sekizeylül Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ceyna Uysal ise bu tohumun kilo verdirmediğini söyleyerek fazla tüketilmesine karşı uyarılarda bulundu.
4 / Tohumun olumlu sonuçlarının olduğu gibi olumsuz sonuçlarının da olduğunu savunan Uysal, "Ülkemizde son dönemlerde oldukça popüler hale gelen chia tohumu aslında Azteklerin ve Mayaların milattan önce 3500'li yıllardan beri kullanmaya başladığı besin değeri yüksek, bir ada çayı türünün tohumlarıdır. Yüzde 25-30 oranında yağ içeren chia tohumunun içeriğinin büyük kısmını omega-3 oluşturuyor.
5 /  Doymuş yağ oranı düşüktür. Besin değeri açısından baktığımızda ortalama 2 yemek kaşığı chia 137-139 kalori, 4 gram protein, 9 gram yağ, 12 gram karbonhidrat ve 11 gram lif içerir.
6 / 100 gramı kalsiyum, demir ve magnezyum ihtiyacının yarısından fazlasını karşılıyor. Pek çok yiyeceğe, salatalara, soslara eklenerek kullanılabilir.
7 / İçeceklerle de karıştırılabilinir. Suda bekletildiğinde jelimsi kıvama gelebilir. Bunun tıpkı kuru baklagiller gibi tokluk hissi yarattığı düşünülür" diye konuştu.
8 / Türkiye'de son zamanlarda zayıflatıcı etkisi olduğu söylense de chia tohumunun sanıldığı gibi mucizeler yaratmadığını öne süren Uysal, "ABD'de yapılan bir araştırmada beden kitle endeksi 25'in üzerinde olanlara 12 hafta süresince normal diyetlerine günde 50 gram chia tohumu verilmiş.
9 / Bu süre sonunda yapılan değerlendirmelerde chia tohumu verilen bireylerde kan lipit değerlerinde veya kilo verdirici etkisi ile ilgili belirgin bir azalma tespit edilmediği bildiriliyor.
10 / Bununla ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Tokluk süresini uzattığına dair veriler olsa da, bilim adamları tok tutma etkisinin lif içeriğine bağlı olduğunu, bunun diğer besinlerle de sağlanabilineceğini düşünüyor" dedi.
11 / Uysal, günlük 48 gramın üzerinde alınmasının yan etkilere yol açabileceğini söyleyerek, "Yüksek omega 3 içeriğinden dolayı kan sulandırıcı etkisinden ötürü kan basıncında düşüş ve kanamalara, bazı kişilerde alerjik reaksiyonlara, gastrointestinal problemlere neden olabilmektedir.
12 / Gluten içermez, bu nedenle çölyak hastaları tarafından tüketilebilir.

Bel ağrısının nedeni dar kot pantolon ve topuklu ayakkabı

İngiltere'de kadınların yaşadığı bel ağrısını inceleyen bilim insanları, dar kot pantolonları, topuklu ayakkabıları ve pek çok aksesuarı kara listeye aldı.

Yapılan araştırma dar kot pantolon ve topuklu ayakkabı diyen akadınların daha çok bel ağrısı yaşadığını ortaya koydu. Ancak tüm kadınlar kıyafetleri yüzünden bazen ağrı çektiklerini kabul etseler de, giydiklerinin ne kadar sağlıklı olduğuna dikkat etmiyor.
BBC Türkçe'nin haberine göre, İngiliz Kiropraktik Birliği'nin (İKB) Araştırmada özellikle moda kaygısı ile tercih edilen ancak insan bedenine uygun olmayan kıyafet ve aksesuarların sırt ve bel rahatsızlıklarını tetiklediği belirtiliyor.
İKB araştırmasına katılan 2.000 kadının yüzde 73'ü bel ağrısı çektiğini belirtirken, yüzde 28'i ise kıyafetlerinin duruşlarını değiştirdiğinin farkında olduklarını, ancak kıyafetlerini seçerken bunu göz önünde bulundurmadıklarını söyledi.
Uzun süre topuklu ayakkabı giymek doğru değil
Bacak ve baldır bölgesindeki kasların gerilmesine yol açan ve vücudun doğal duruşunu değiştiren topuklu ayakkabıların bel ağrısına etkisi uzun süredir tartışılıyor.
Ancak İKB'den Tim Hutchful, dar kot pantolonların ve ağır mücevherlerin de sağlığa zararlı olabileceğini belirtiyor ve bu tip kıyafetlerin vücudun doğal duruşunu bozarak uzun vadede sağlık sorunlarına yol açabileceğine dikkat çekiyor.
İKB, kadınlara sırt ve bel ağrılarından kaçınmak için normal hareketleri kısıtlayan kıyafet ve aksesuarlardan uzak durmalarını, özellikle yüksek topuklu ve arkasız ayakkabıları uzun saatler boyunca giymemelerini öneriyor.
Her gün farklı tipte kıyafetler giymenin ve kol çantasının içindeki gereksiz objelerin sık sık boşaltılmasının zararlı etkileri azalttığı belirtiliyor.

13 Mart 2017 Pazartesi

Kadınların ömrünü 14 yıl kısaltıyor

Sigara içmek, kadınları kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyan östrojeni yıkmak demektir...

Kadınlardaki kalp hastalıklarının ve kalp krizlerinin artışındaki en önemli nedenler; kadınların mesleki yaşamdaki etkinliklerinin artması ve stresli iş ortamları ile sigara kullanımıdır. Sigara erkeklere göre kadınları daha çok etkiler ve östrojen hormonu üzerinde yıkıcı bir etkiye sahiptir. Kadınları kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu özelliği bulunan östrojenin yıkıma uğraması, kardiyak sorunlara da zemin hazırlamaktadır. Yapılan araştırmalarda sigara içmeyen kadınların sigara içenlere göre ortalama 14 yıl fazla yaşadığı belirlenmiştir. Ayrıca sigarayla birlikte doğum kontrol hapı kullanımının da kalp hastalıkları riskini artırdığı bilinmektedir.

Doktorları bile şaşkına çeviren olay!

7 aylıkken kafasında küçük bir yarık fark edilen Pheaktra Pov'un kafasındaki yarık gün be gün büyüyor.

Kamboçya’da Pheaktra Pov isimli çocuk kafasında küçük bir yarıkla dünyaya geldi. Yarığın nedenini bulamayan doktorlar bu durum karşısında ne yapacaklarını bilmedikleri için küçük Pov’u o şekilde eve göndermeye karar verdi.

Doğduğunda küçük olan yarık Pov’un gelişim göstermesiyle birlikte büyümeye başladı. Uzmanların sebebini bulamadığı bu durum çocuğun annesi tarafından 7 aylıkken fark edildi, şu anda 6 yaşında olan Pov’un kafasındaki yarık şu anda 10 santimetreyi geçti.

Daily Mail’in haberine göre doktorlar küçük çocuğun ailesine yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını söylese de Pov’un ailesi küçük çocuğu tedavi ettirme konusunda ısrarlı. Daha henüz doğmadan Pov’un babası ailesini terk ettiği için küçük çocuğu annesi ve anneannesi büyütüyor. Sözcü

Huzurlu bağırsak ile ilgili merak edilenler

Bağırsak hastalıkları, teşhisi, tedavisi ve evde bakımıyla ilgili hastaların bilmesi gereken her şeyi Huzurlu Bağırsak kitabında anlatan Kolorektal Cerrahi ve Proktoloji (bağırsak ve makat hastalıkları) alanında görev yapan Prof. Dr. Korhan Taviloğlu, hastaların bağırsakla ilgili sorunlarına ve sorularına cevap veriyor.

Huzurlu Bağırsak isimli kitabında bağırsak ve makat hastalıklarının nedenlerine, belirtilerine ve tedavilerine ayrıntılı olarak yer veren Prof. Dr. Korhan Taviloğlu, ikinci beyin olarak nitelendirilen bağırsak hakkında beslenmeden ilaç kullanımına kadar bilinmesi gerekenleri kaleme aldı. Taviloğlu'nun kitabından öne çıkan başlıklar şöyle:
En yaygın bağırsak hastalıkları nelerdir?
En yaygın bağırsak şikayetleri bağırsak gazı, karın ağrısı, karın şişliği, kabızlık, dışkılamada değişiklik, dışkıda incelme, dışkıda kan, dışkılama güçlüğü, dışkının tam boşalmaması, gaz ve dışkı kaçırma, gebelikte sindirim sistemi değişiklikleri ile makat bölgesinde ağrı, ıslaklık hissi, kötü koku, kaşıntı, yanma, şişlik, kanama yakınmaları ve sürekli ıkınma hissi yer alır. Kitapta tüm bu sorunların nedenleri, belirtileri, tanısı ve tedavisi hakkında tek tek bilgi verilmektedir. Bu tarz sorunlar yaşayan hastaların, ilk olarak bir Aile hekimi, İç hastalıkları veya Genel Cerrahi uzmanına başvurmaları gerekir. Sorunlarının çözülmemesi durumunda ise, bir gastroenteroloji uzmanına veya kolorektal cerrahi ve proktoloji alanında hizmet veren bir hekime başvurmaları gerekir.

Örneğin bağırsakta gaz artışı neden olur?
Geğirmeye rağmen karında huzursuzluk veya karın şişkinliği devam ederse, bu karın boşluğu içinde bir sorun olduğuna işaret eder. Kişi karın gazını, geğirme yolu ile üstten veya makat yolu ile (yellenme) alttan çıkartır. Bağırsakta aşırı gaz; gıdaların hızlı veya yeterince çiğnenmeden, ya da iyi sindirmeden yenilmesi veya ince bağırsak veya kalın bağırsaktaki bakteri üretiminde artış sonucunda meydana gelir. Kabızlık nedeniyle fazla miktarda lifli gıdaların tüketimi de karında şişkinliğe neden olabilir, ancak bağırsak gazlarında artışa neden olmaz. Karında aşırı gaz olması, kişileri sosyal olarak ciddi şekilde etkileyen ve yaşamlarını kısıtlayabilen bir durumdur. Bu kişilerin büyük çoğunluğunda; geğirme, yellenme veya gaz ilaçlarının alınmasına rağmen yakınmaların devam ettiği gözlenmektedir. Adet öncesi dönemlerde, kadınlarda bağırsak gazının arttığı bilinmektedir.
Peki, bağırsak muayenesi ve tetkikleri nasıl yapılıyor?
Hastanın şikayetine göre uygulanan muayene ve tetkikler değişiklik gösterir. Ancak genellikle gözle inceleyerek ve parmakla makat muayenesi yapılır. Ayrıca, makat bölgesinde ağrı, şişlik, kanama vb. yakınmalarla başvuran hastalarda anoskop denilen aletle makat kanalını incelenir. Tanı için ek olarak; rektoskopi, sigmoidoskopi, kolonoskopi, kapsül endoskopisi, enteroklizis, defekografi, endoskopik ultrasonografi (endosonografi) ve anorektal manometri gibi ileri araştırma yöntemleri de kullanılabilir.
Kolonoskopi nedir?
Kolonoskopi, parmak kalınlığında ışıklı ve kıvrılabilen bir hortum şeklinde bir cihaz ile (endoskop),makattan (anüs) girilerek, kalın  bağırsağınızın tamamının bir monitörde incelenmesi işlemidir. Size kolonoskopi önerildi ise, lütfen bu metni dikkatle okuyunuz ve anlamadığınız noktaları tetkiki talep eden veya işleminizi gerçekleştirecek olan doktorunuza sorunuz. Kolonoskopi, ilaçlı kalın bağırsak filmlerine (lavman opaklı kolon grafisi) göre daha kesin bir tanı yöntemi olup, tanı özelliğine ek olarak bazı durumlarda tedavi edici özelliği de vardır. Bu sayede çeşitli kalın bağırsak hastalıklarının tanısı konulabilir, şüpheli durumlarda parça alınabilir, kanama varlığında iğne ile durdurma (skleroterapi), lazer ile yakma, endoskopik klip yerleştirme ve tıkanıklık durumlarında stent (şemsiye) yerleştirme gibi çeşitli tedaviler uygulanabilir.

En yaygın bağırsak hastalıkları neler?
En yaygın bağırsak hastalıkları arasında huzursuz bağırsak sendromu (İBS), bağırsak yapışıklığı, ince bağırsak düğümlenmesi, iltihabi bağırsak hastalığı, bağırsağın divertiküler hastalığı, bağırsak fistülü, apandisit, kalın bağırsak polipleri, bağırsak kanseri, rektum kanseri ve halk arasında bilinen ismiyle bağırsak kesesi yani stoma sayılabilir.
Huzursuz bağırsak sendromu (İBS) neden olur?
Huzursuz bağırsak sendromu belirtileri sinir sistemi ile bağırsak kasları veya beyin ile bağırsak arasındaki hatta ileti kusuru sonucunda gelişir. Özellikle, kalın bağırsaktaki düşük dalga türündeki hareketlerde ve ince bağırsakta gıdaların iletiminde kusur gelişir. Bu düzensiz yönetim, bağırsak düz kasında aşırı bir hassasiyet veya huzursuzluk yaratır. Bağırsaklar ağrıyı çok daha yoğun bir şekilde algılar duruma gelirler. Bağırsak duvarındaki kaslar aşırı güçlü veya çok zayıf ve yavaş bir şekilde kasılabilirler. Gerçek anlamda bir tıkanıklık bulunmamasına rağmen, hastada şiddetli karın krampları ve fonksiyonel bir tıkanıklık tablosu oluşur. Bu durum uzun dönemde hastanın psikolojik durumunu da olumsuz yönde etkiler. Bazı İBS olgularında aynı anda reflü hastalığı bulguları da mevcut olabilir.
Peki, en yaygın makat hastalıkları neler?
Başlıca makat hastalıkları olarak basur (hemoroid) hastalığı, makatta çatlak-anal fissür, makat apsesi, makat fistülü, kıl dönmesi, makat sarkması ve darlığı ile makat kanseri sayılabilir.
Makatta çatlak veya yırtık ne demektir?
Makat çatlağı, makat yırtığı, ya da tıbbi ifadesi ile ‘anal fissür’ anüs bölgesini örten deride makatta ağrı, kanama ve kaşıntıya yol açan küçük bir yırtık veya çatlaktır. Genelde çatlak yüzeysel olarak başlar ve hızla iyileşir. Bazen derinleşip altta yatan makat iç kasına ulaşabilir. Bu durumda hastalık kronik hale gelmiştir. Bazı makat çatlakları kendiliğinden iyileşirken diğerlerinin neden iyileşemediği kesin olarak bilinmemektedir, ancak kabızlık ya da ishalin devam etmesinin bu duruma neden olduğu düşünülmektedir. Bunlara ek olarak, her dışkılama sırasında, dışkı buradaki yara ile temas eder ve iyileşmeyi geciktirir. Çatlaklar çok nadiren iltihabi bir hastalığa neden olurlar. (cnntürk)

12 Mart 2017 Pazar

Her 3 dakikada 1 kadına meme kanseri teşhisi

Dünyada her üç dakikada, bir kadına meme kanseri teşhisi konduğunu belirten Genel Cerrah Doç. Atakan Sezer, kadınlarda ölüme bağlı kanserlerin başında da meme kanserinin geldiğini söyledi.

Trakya Üniversitesinden Genel Cerrah Doç. Dr. Atakan Sezer, kadınlar arasında en çok görülen kanser türünün meme kanseri olduğunu belirterek erken teşhisin önemine vurgu yaptı.
Meme kanserinin, dünya genelinde çok yaygın olduğunu ifade eden Sezer, "Dünyada her yıl 11 milyon kadına meme kanseri tanısı konuyor. Kadınlar arasında en çok görülen kanser türü, meme kanseri... Kadınlarda ölüme bağlı kanserlerin başında da meme kanseri geliyor. Kanser hastalıklarından ölen her 5 kadından biri, meme kanserinden hayatını kaybediyor. Dünyada her 3 dakikada bir de, bir kadına meme kanseri teşhisi konuyor." diye konuştu.
Kadınların meme kontrollerini aksatmadan yapmaları gerektiğini de anlatan Sezer, sözlerini şöyle tamamladı: "20 ile 40 yaş arasındaki her kadın ayda bir kere adet dönemi başladıktan 5 ile 8’inci günü arasında kendi memesine bakacak. Burada memesinde bir kitle var mı yok mu buna bakacak. Meme başında çökme ya da akıntı var mı, meme başında içeri doğru çekilme var mı bunlara bakacak.
Daha önce olmayan farklı bir durum var mı, bunlara dikkat edecek. Biz 20 ile 40 yaş arasındaki kadınları 3 yılda bir görmeyi öneriyoruz. 40 yaşından sonra ise, her yıl bir kez mamografi ve ultrason çektirmesini ve doktora gözükmesini öneriyoruz. Erken tanı erken tedaviyi getirir."

Dünyanın en şişman kadını 100 kilo verdi

Dünyanın en şişman kadını olarak bilinen Mısırlı İmen Ahmed Abdulati, mide küçültme ameliyatı oldu. Abdulati'nin geçirdiği operasyonun ardından 100 kilo zayıfladığı öğrenildi.
BBC'de yer alan habere göre, Mumbai'deki Saifee Hastanesi'nden yapılan açıklamada 36 yaşındaki Abdulati'nin geçirdiği operasyonun ardından 100 kilo verdiği belirtildi.

Sonraki aylarda Abdulati'nin daha fazla kilo vermesini beklediklerini kaydeden hastane yetkilileri, "Mümkün olduğu kadar kısa süre içerisinde Abdulati'nin Mısır'a dönebilecek kadar zayıflaması için çalışıyoruz." ifadesini kullandı.

Abdulati'nin ailesi 5 kilo doğan kadına parazit enfeksiyonu nedeniyle vücuttaki bazı bölgelerin şişmesi olarak nitelendirilen fil hastalığı teşhisi konulduğunu belirtmişti.
Aile, Abdulati'nin 11 yaşına geldiğinde ayağa kalkamadığı için kilo aldığını, daha sonra felç geçirerek yatağa mahkum olduğunu ve o zamandan beri evden çıkamadığını anlatmıştı.

Abdulati'ni ameliyatı, daha önce Hint bakanlar Nitin Gadraki ve Venkaiah Naidu'yu da operasyona alan Dr. Lakdawala tarafından geçen ay gerçekleştirilmişti. Ameliyat ve tedavi süreci için Abdulati'nin 2-3 üç ay Mumbai'de kalması gerektiğine değinen Dr. Muffazal Lakdawala, genç kadının 100 kilogramın altına düşmesinin 2-3 yıl sürebileceğini ifade etmişti. (cnntürk)

11 Mart 2017 Cumartesi

Diş ağrısı nasıl geçer?

Ağrıyan dişe aspirin ve alkol koymak faydalı mı? Ağrıyı dindirmenin en kolay formülleri neler?

Diş ağrısına kulaktan dolma bilgilerle müdahalede bulunmayın. İşte ağrıyı dindirmeye yardımcı uygulamalar…
*Diş fırçalamak çürüğe sıkışmış ve ağrıya neden olan besinleri uzaklaştırmaya yardımcı olur.
*Dişlerin diş ipi ile temizlenmesi ve fırçalama ağrının azalmasına neden olur.
*Sirkeli su ve tuzlu su gargarası diş ağrılarını kısmen uyuşturur. Dişi bakterilerden temizler ve şişlikleri azaltır. Diş eti ve açık diş çürüklerine dezenfektan etkisi vardır.
*Diş hekiminizin önerisiyle ve kullanım şartlarına uyarak ağrı kesici almanız ağrınızı belirli bir süre için geçirecektir.
*Gece diş ağrısı oluşmuşsa, yatar durumda olmak ağrıyı artıracağından yastık yükseltilebilir.
*Öte yandan ağrıyan dişe kesinlikle aspirin, kolonya ve alkol konulmamalı.

Kalp krizinden korunmak için kabak tüketin

Yapılan araştırmalar sakız kabağının, kalp krizi riskini düşürdüğünü gösterdi

ABD'de yapılan bir araştırma, ‘sakız kabağı' olarak bilinen kabak türünün kalp sağlığı için faydalı olduğunu gösterdi. Kabağın içeriğinde bol miktarda bulunan magnezyumun kalp krizi ve felç geçirme ihtimalini düşürdüğü ifade edildi.

6 soruda göz tansiyonu… Göz tansiyonu nedir?

Sinsi bir hastalık olan glokom (göz tansiyonu), katarakttan sonra 2. körlük nedeni. Genetik bir rahatsızlık olan ve kalıcı görme kayıplarına neden olan göz tansiyonu hakkında merak ettiklerinizi Dünya Glokom Haftası’nda Prof. Dr. Kadircan Keskinbora anlattı.

Dünyadaki körlük nedenleri arasında glokom (göz tansiyonu), katarakttan sonra 2. sırada gelmektedir. Dünya Glokom Derneği verilerine göre, 2020 yılında dünya üzerinde 76 milyon glokom hastası olması öngörülmektedir.
2020 yılında glokoma bağlı olarak ise 11.1 milyon kişinin her iki gözünde tamamen görme kaybına uğraması beklenmektedir.
Birçok hastanın glokom hastalığını farkında olmadığını ve bu hastalığın sinsi bir hastalık olduğunu belirten Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Kadircan Keskinbora, bu hastaların ilk muayenelerinde ileri düzeyde görme kayıpları bile saptandığını açıkladı. Bu yıl 12 – 18 Mart olarak belirlenen Dünya Glokom Haftası'nda Prof. Dr. Kadircan Keskinbora glokom konusunda hastaların dikkat etmesi gereken noktaları cevapladı:
Glokom (Göz Tansiyonu) Nedir?
Glokomun çeşitli tipleri vardır. Ortak patoloji, optik sinir hasarı olan ve görme kaybına yol açan bir grup hastalığı kapsamaktadır. Geri dönüşümsüz görme kaybının dünyadaki en önemli nedenidir.
Göz tansiyonu,geri dönüşümsüz görme kaybının dünyadaki en önemli nedenidir
AİLENİZDE GLOKOM VARSA DİKKAT!
Göz tansiyonunun ilk belirtileri nelerdir? Göz tansiyonu genetik midir?
Birçok hasta glokom olduğunun farkında değildir ve ilk muayenelerinde ileri düzeyde görme kaybı saptanmaktadır. Görme kaybı şikayeti olmasa bile, glokom muayenesi her göz muayenesinin bir parçası olarak ele alınmalı ve glokom ekarte edilmelidir.
Hastalığın yarattığı hasar, ırklar ve etnik gruplar arasında büyük ölçüde değişkenlik göstermektedir. Genetik yatkınlıktan söz edilebilir. Ailesinde glokom bulunanların bu konuyu kendileri açısından önemsemeleri ve daha sık muayene olmaları önerilir.
Göz tansiyonu tedavi edilmezse ne gibi sorunlara yol açar?
En önemli tehlikesi görme kaybıdır. Bunun geri dönüşümsüz olması olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır.
İmkan ve koşulların yetersiz olduğu durumlarda glokom hastalarının tedavisinde zorluklar bulunmaktadır. Mali gücün yetersizliği, tedavinin reddi, uyum azlığı, eğitim azlığı ve bilinç eksikliği glokomda tedavi için engel teşkil etmektedir.
Sağlık tesislerinin uzak oluşu, sağlık personelinin ve ekipmanın yetersizliği glokom tedavisini daha da zor hale getirmektedir. Açık veya kapalı açılı glokomda, görme kaybını önlemek ve yaşam kalitesini korumak için tıbbi ve cerrahi müdahale gereklidir. Az gelişmiş bölgelerde glokoma bağlı körlüğün önlenmesinde eğitim ihtiyaçlarının, yeterli sağlık personelinin ve temel altyapı gereksinimlerinin sağlanması için bu bölgelere ilginin artması gerekmektedir.
GÖZ TANSİYONU SINIRI 20
Göz tansiyonu kontrolü ne kadar aralıklarla yapılmalıdır? Göz tansiyonu sınırı nedir?
Hastalığın şiddeti ve hastanın tedaviye uyumuyla ilgili olarak, muayene veya kontrol aralıkları kişiye özgü saptanmalıdır. Genel olarak 3 ayda bir değerlendirmeler uygundur. Göz tansiyonunun sınır değeri 20 (yirmi)dir. Bu değeri geçen durumlarda kişinin de doktorun da dikkatli olması ve ileri tetkik yapmaya yönlenmeleri uygun olur. Bu incelemeler belirli aralıklarla tekrarlanarak durumun aynı kalıp kalmadığı, ilerleme olup olmadığı saptanır.
Göz tansiyonu tedavisi süreci nasıl ilerlemektedir?
Açık açılı glokomun kapalı açılı glokomdan ayırımı tedavi açısından esastır çünkü her iki glokom tipi kendine özgü değerlendirme ve tedavi gerektirmektedir. Açık veya kapalı açılı glokom tanısı doğru yapıldıktan sonra, ilaç tedavisi, lazer ve mikrocerrahi için uygun adımlar atılabilir. Bu yaklaşım glokomun neden olduğu şiddetli görme kaybını ve buna bağlı sakatlığı engelleyebilmektedir.
Göz tansiyonu tedavisinde hastalar gittikleri doktor veya merkezde nelere dikkat etmeliler?
Yukarıda izahına çalıştığım değerlendirmeler çerçevesinde davranılıp davranılmadığı, özellikle hastalığın tanı ve tanıdan sonraki takiplerde yapılan incelemelerin hekim tarafından kendilerine kendi anlayacakları şekilde anlatılmasını talep etmeliler. Mümkün olan hallerde, Yapılan incelemelerin bir örneğini (fotokopi vb) kendilerinde kalabilecek şekilde organize olmaları uygundur. Sözcü

10 Mart 2017 Cuma

İshal nasıl geçer?

Hemen her insanın yaşamı boyunca karşılaştığı rahatsızlıkların başında gelen ishal, çoğu zaman tehlikeli olmasa da rahatsız edicidir. Günlük hayatın rutininde zor durumda kalmanıza neden olabilen ishal, bebek ve çocuklarda ise ölümcül olabilmektedir. Peki ishal nasıl geçer? İshal tedavisi için ne yapılmalıdır?

Günlük hayatta en çok karşılaşılan rahatsızlıklardan biri ishaldir. Diyare olarak da bilinen ishal, yetişkinlerde genellikle tehlike arz etmez ancak bebek ve çocuklarda ölümcül olabilmektedir. Özellikle beş yaşın altındaki çocuklarda ishal, ciddiye alınması gereken bir rahatsızlıktır. İshal, hayatın rutininde insanların canını sıkan bir rahatsızlıktır. Özellikle evde bulunulmadığı anlarda kişileri zor durumda bırakabilmektedir. Bu nedenle önlem alınması gereken bir rahatsızlık olan ishalden kurtulmak için tedaviye hemen başlanmalıdır.
İshal bir hastalık değildir
Öncelikle bilinmesi gereken şey ishalin bir hastalık olmadığıdır. Diyare bir polifaktöriyel semptomdur. Bu yönüyle bir hastalığın belirtisi olabileceği gibi genellikle vücut işlevlerinin normalin dışında çalışması halidir. İshal olan insanlarda dışkı sık, sulu ve yumuşak olur.
Neden ishal oluruz?
İshal durumu tek bir nedenden kaynaklanmaz. Pek çok farklı sebepten dolayı ishal olabilirsiniz. Özellikle az gelişmiş ülkelerde ishal görülme oranı diğer ülkelere göre fazladır ve bu ülkelerde ishal ölümcül olabilmektedir. İshalin beslenme bağı bulunmaktadır. Vücudun gerekliliklerinden fazla oranlarda C vitamini ya da magnezyum içerikli yiyecekler tüketmek ishal olmanıza neden olabilir. İçme suyunun kirli olması da ishale neden olabilir. Tıbbi olarak bir insanın günde 200 gramın üzerinde dışkı üretmesi ishale karşılık gelmektedir. İshal halinde kalın bağırsak işlevini doğru yerine getiremez. Normal şartlarda hem gıda hem de sıvı tüketimi yapılmasından dolayı insan vücudunda yemek bol miktarda suyla karışır. Bu gıdalar kalın bağırsağa gitmeden önce çoğunlukla sıvı durumdadır. Kalın bağırsak normalde bu malzemenin suyunu emer ve katı hale getirir ancak ishal durumunda bu işlevini yerine getiremez. Bunun sonucunda da dışkı aşırı derecede sulu olur ve vücut su kaybetmeye başlar.
İshal en çok viral enfeksiyon yahut bakteriyel toksinlerden dolayı meydana gelmektedir. Sağlıklı bir insan ishalden pek fazla etkilenmez. Gerekli tedbirlerle diyareden bir kaç gün içerisinde kurtulur ancak sağlıksız durumlarda bu süre uzar. Vücut aşırı miktarda su kaybeden ve tedavi olunması gerekir. Bu durumda doktor yardımı alınmaması ölümcül sonuçlar doğurabilir.
Yukarıda bahsettiğimiz nedenlerin yanı sıra bir hastalığın belirtisi olarak ishal ile karşılaşılabilir. İshal; kolera, botulizm ve Crohn hastalığının da belirtilerinden olabilmektedir. İshal dizanteride sık ve kanlı ishal ile gereksiz dışkılama isteği olarak kendini gösterir. Kolerada ise akut ve şiddetli ishal görülmektedir.Yine apandis patlamasında sık görülen belirtilerden biri ishaldir. Ayrıca radyasyon hastalığının da bir sonucudur.
Bu durumlarda dikkat edin
İshal genellikle hastanın kaybettiği oranda su alması ile çözümlenebilse de bazı durumlarda dikkatli olunmalıdır. Bebeklerde, küçük çocuklarda görülen orta derece ve şiddetli ishal durumunda, kanla karışık, iki haftadan uzun süren, kramp yapmayan karın ağrısı ve kilo kaybı gibi hastalıkla ilintili ishalde tibbi gözetimden geçmek gerekir. Eğer az gelişmiş ülkelere seyahat ediyorsanız ve burada ishale yakalandıysanız yine doktora başvurmanız doğru olacaktır. Hastane, çocuk bakım, geriyatrik veya rehabilitasyon merkezlerinde ishal olmanız durumunda doktora başvurun. Ayrıca yiyecek hazırlıyorsanız başkalarına bulaştırma olasılığınıza önlem olarak doktora başvurmanız gerekir.
Alkol tüketenler dikkat
Alkol tüketiminin ardından ishal görülebilmektedir. Daha önce bahsettiğimiz gibi vücut dışkılanacak malzemenin katılaşması için suyunu emer. Ancak alkol su emme yeteneğini azaltır, hatta su salmalarına neden olabilir. Alkol kaynaklı ishalde alınan alkolün miktarı etkilidir. Aynı zamanda akşamdan kalma durumunun belirtilerinden biri de ishaldir.
İshal nasıl geçer?
İshale yakalananlar, ishal nasıl geçer, sorusuna yanıt ararlar. İshal tedavisi sırasında vücudun kaybettiği suyu yeniden kazanmak önemlidir. İshalin her türlüsünde (dizanteri dahil) en önemli şey vücuttaki su oranının korunmasıdır. Ancak elektrolitle dengelenmeden bol su tüketilmesi elektrolit dengesizliğe neden olabilir. Bu su zehirlenmesi gibi ölümcül bir duruma yol açabilir.
Yine düzenli olarak sık ve küçük öğünlerle yemek yenmeli, vücuda gıda takviye edilmelidir. Burada öğünleri yavaş tüketmek önemlidir. Posalı lifli yiyecekler tüketimi ishal durumunun geçmesine yardımcı olabilir. Havuç, pirinç lapası, elma, pirinç suyu, yoğurt, ayran, kahve, muz, zencefil çayı, patates çorbasıbal, elma sirkesi, böğürtlen, keçiboynuzu ve sade gazozo gibi gıdalar tüketilmeli, yiyeceklerde yağ oranının düşük olmasına dikkat edilmelidir. İshal durumunda peynir, yağlı yiyecekler, lahana, diyet bisküviler, kepekli ekmek, çiğ sebzeler, çikolata ve kızartma tüketmemeniz gerekir.
Çocuklarda ise çok fazla sıvı kaybı durumunda damardan sıvı verilmesi gerekebilir. Ancak daha önce de sık sık belirtiğimiz gibi küçük çocuklar ve uzun süreli ishal durumunda mutlaka doktorunuza başvurunuz.

9 Mart 2017 Perşembe

Bir anda 20 kilo alan kadına şok teşhis

Vicki Perez isimli Amerikalı kadın bir zamanlar muhteşem fiziğiyle yarışmalarda boy gösterirken bir anda yüzü, elleri ve ayakları şişince sokağa çıkamaz hale geldi.

Daily Mail’de yayınlanan habere göre erkek ayakkabısı giymeye başlayan kadın her gün spor yapmasına rağmen bir yıldan daha kısa bir süre içinde 58 kilodan 78 kiloya yükseldi.
Vücudunda garip döküntüler ortaya çıkan kadın anaflaktik şok geçirince hastaneye kaldırıldı. Vicki ilk başta alerji olduğunu düşündü ancak ertesi gün hareket edemiyor, nefes alamıyordu.
Yapılan sayısız teste rağmen doktorlar teşhis koymakta zorluk çekiyordu. Bir Cushing sendromu uzmanına danışmak için Alabama Üniversitesi’ne giden kadın, hastalığını öğrenince şoke oldu. Bir çocuk annesi Vicki’nin beyninde tümör vardı.

Vicki, tümör için ameliyat olduktan sonra değişimi hemen fark etti. Ameliyattan iki gün sonra ayakları normale döndü.
Bir ay sonra ikinci bir operasyon daha geçirmesi gereken kadın iyileşme sürecinin oldukça zorlu olduğunu söyledi. Yürümeyi ve koşmayı sıfırdan öğrendi. Hormon dengesizlikleri sebebiyle sürekli sinirliydi ve ağlıyordu.
Hala iyileşme sürecinde olan Vicki’nin kilosu 68’e kadar düştü. Hastalığın etkisinden %100 kurtulamadığı için herhangi bir duygusal stres şoka girmesine neden olabilir. Sözcü

Meme estetiğinde doğru bilinen 8 yanlış

Günümüzde meme estetiği operasyonu olan kadın sayısı her yıl katlanarak artıyor. Doğum ve emzirme dönemi tamamlandıktan sonra kadınların en çok talep ettikleri meme estetiği oluyor. Meme estetiği ise günümüzde son derece yüz güldürücü sonuçlar veriyor.

Meme ameliyatları ile ilgili kulaktan dolma bilgilerin kadınları yanlış yönlendirdiğini belirten Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Çiğdem Ünal, meme estetiği operasyonu hakkında doğru sanılan yanlışları şöyle anlattı:
1. Yanlış: Silikon protezlerin 10 yılda bir değiştirilmeleri gerekiyor.
DOĞRUSU: Meme büyütme operasyonlarında 5. jenerasyon protezler kullanılıyor. Bu son jenerasyon protezlerin özelliği, içindeki jel tabakanın protezin şeklini koruması. Şeklini muhafaza eden protezlerde memede protezin deformasyonuna bağlı şekil bozukluğu ve silikon sızması gibi sorunlara çok daha az rastlandığını belirten Doç. Dr. Çiğdem Ünal, “Dolayısıyla son jenerasyon implantların kullanıldığı operasyonlarda protezin ‘ömrünü tüketmesine’ bağlı bir son kullanım tarihi söz konusu olmuyor” diyor.
2. Yanlış: Meme estetiği operasyonundan sonra emziremem
DOĞRUSU: Meme büyütme operasyonunda implantlar, memenin süt kanallarını içeren meme bezinin altına, bazılarında da bu bezin altındaki pektoral kasın veya kası örten zarın altına yerleştiriliyor. Dolayısıyla emzirmeyi engelleyen bir durum olmuyor. Meme dikleştirme, yeterli meme büyüklüğü olan kadınlarda meme dokusu kullanılarak yapılıyor. Küçük memelerde meme protezi konuyor ve bunun üzerinden dikleştirme uygulanıyor. Her iki durum da süt vermeye engel teşkil etmiyor. Çoğu kadında meme küçültme ameliyatı sırasında süt bezleri korunuyor, meme küçültme tekniği süt bezlerini koruyacak şekilde seçiliyor. Kadınların büyük kısmı süt verebiliyor. Ancak, eğer meme çok büyükse, çok az oranda kadında meme başı ile süt bezlerinin bağlantısı korunamıyor. Bu kadınlar emziremiyor.
3. Yanlış: Meme küçültme ameliyatlarından sonra çok iz kalıyor
DOĞRUSU: Meme küçültme operasyonunda hedeflenen en önemli şey, kadının vücuduyla uyumlu bir meme büyüklüğüne kavuşması. Küçültme operasyonundan sonra kalan iz ise çeşitli kremler, silikon jellerle minimuma indirilebiliyor. Meme başı çevresinde ve meme altı oluğuna doğru inen düz bir çizgi şeklinde iz kalıyor. Bu iz zamanla belli belirsiz bir görünüme kavuşabiliyor. Estetik operasyonlar içinde en mutlu ayrılan gruptan biri, meme küçültme talep eden hastalar oluyor.
4. Yanlış: Meme estetiği olmadan önce meme kanseri açısından mamografi çektirmeme gerek yok
DOĞRUSU: “Toplumdaki yaygın inanışın aksine meme estetiği yaptırmak isteyen tüm kadınların ailelerinde meme kanseri öyküsü olup olmadığının sorgulanması gerekiyor” uyarısında bulunan Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Çiğdem Ünal sözlerine şöyle devam ediyor: “35 yaş üstü olan kadınlarda operasyon öncesi mamografi isteniyor. Bunu istemenin avantajı; ilerde çektirecekleri mamografileri ameliyat öncesi çektirdikleri mamografi bulgularıyla kıyaslama olanağı vermesi. Ayrıca ameliyat öncesi çekilen mamografi sayesinde tesadüfen yakalanabilecek bir kanser olgusunun atlanmasının önüne geçilmiş oluyor. Özellikle anne, kız kardeş ve teyze gibi 1. derece akrabalarında meme kanseri öyküsü varsa yaşı 35'ten küçük olsa bile, meme hastalıklarıyla ilgilenen bir genel cerrahın kontrolünden geçmesini istiyoruz. 35 yaş üstü kadınlarda ise mamografi sonucuna göre hareket ediyoruz. Meme protezleri kanser teşhisinin konulmasını geciktirmiyor ve engellemiyor. Bu operasyonu geçiren kadınlar mamografi ve USG çektirebiliyor. "
5. Yanlış: Protezler eskiyince sızıntı yapar
DOĞRUSU: 10- 15 yıl önce kullanımı hemen hemen kalkan salin solüsyonla dolu protezlerde sızma, günümüzde kullanılan silikon protezlere göre daha sık görülüyordu. İçi sıvı dolu olduğu için sızma sonrası asimetriler daha belirgin olarak anlaşılabiliyordu. Hala bu eski implantları olan kadınlara uygulanan operasyonla mevcut protezler son jenerasyon silikon jel implantlarıyla değiştirilebiliyor. Günümüzde kullanılan 5. jenerasyon implantlarda ise sızma eski protezlere nazaran çok daha az olsa da görülebiliyor. Ancak implantın kapsülü daha sağlam olduğu için görüldüğü zaman bile “sessiz ruptur” denilen ve silikon protezin dış kapsülü içinde kalan bir sızma tespit ediliyor. Nadiren bu kapsülü aşıp meme içine sızıyor.
6. Yanlış: Silikon protezimin şeklini ( yuvarlak veya damla) hasta olarak ben seçebilirim 
DOĞRUSU: Protezin şeklinin; meme büyüklüğü ve şekli, göğüs kafesinin yapısı, hayat tarzı, kadının profesyonel sporcu olup olmamasına göre plastik cerrah tarafından tayin edilmesi gerekiyor. Emzirme sonrası memesinde sarkma olmuş bir kadınla, emzirmemiş, meme yapısı daha farklı bir kadına yerleştirilecek implantın şekli ve büyüklüğünün birbirinden farklı olması gerekiyor.
7. Yanlış: Dergide gördüğüm kadınınki gibi bir meme yaptırabilirim 
DOĞRUSU: Estetik ameliyatlar veya girişimler her kadının yüzüne veya vücuduna uygun şekilde planlanmalı. Dolayısıyla boyu 1.45 cm olan bir kadın ile boyu 1.80 cm olan bir kadına yerleştirilecek olan protezin büyüklüğü aynı olamaz. Cerrahi müdahale; meme şekli, kadının ailesinde meme hastalığı olup olmadığı, vücut yapısı, doğum yapıp yapmadığına dikkat edilerek planlanıyor. 
8. Yanlış: Meme büyütme ameliyatı oldum, onun için ilerde memem sarkmaz
DOĞRUSU: Meme “cup” ölçüsü B cup ve üzeri kadınlarda belli bir oranda meme dokusu olduğu için yaşla beraber protezin yeri değişmese de, meme dokusu implantın üzerinden sarkabiliyor. Çok küçük memelerde sarkma görülmeyebiliyor. Sarkma durumunda dikleştirme yapmak gerekiyor. ntvmsnc