Ayaklarımız bastığımız birçok zemine, giydiğimiz birçok ayakkabıya adapte olmaya çalışan, hayat boyu vücudumuzu taşıyıp aynı zamanda yürümemizi ve koşmamızı sağlayan iki ağır işçidir adeta. Hareket özgürlüğümüz ayağımıza uygun ayakkabı seçerek sağlayabiliriz.
Şişli Florence Nightingale Hastanesi, ortopedi bölümünden Doç. Dr. Neslihan Aksu uygun ayakkabıların genel özelliklerini şöyle sıralıyor:
Ayağınızı dış etkenlerden koruyor mu?
Ayak hareketlerine izin verecek kadar esnek mi? Sert ayakkabılar ayaklarda şekil bozukluklarına ve nasırlara neden olabilir.
Ayak terinin buharlaşmasına izin verecek maddelerden mi yapılmış? Bunu sağlayan en uygun malzeme gerçek deridir. Sentetik maddelerden yapılmış ayakkabılar tercih etmeyin, eğer sentetik ise de hava geçirgen olması tercihiniz olmalı.
Yeterli uç kısmı genişliğine ve esnekliğe mi? Ayak parmaklarını yandan ve üstten sıkıştırmamalı. Bu tür ayakkabılar parmaklarınızda şekil bozukluklarına neden olabilir.
Ayak ile zemin arasındaki sürtünmeyi artırararak ve ayak stabilitesini sağlayabiliyor mu?
Yerden gelen şokları önleyebiliyor mu?
Ayaktaki şekil bozukluklarını düzeltip önleyebiliyor mu?
Topuk yüksekliğiniz uygun mu? Bu erişkinlerde yaklaşık 3.5cm kadardır. Unutmayın: Hiç topuğu olmayan düz ayakkabılar da, çok topuklu ayakkabılar da ayak sağlığı için uygun değildir. Sürekli yüksek topuklu ayakkabılar sadece ayak ağrılarına değil, bel, diz ağrılarına ve parmaklarda şekil bozukluklarına neden olabilir.
Uygun ayakkabı seçmenize rağmen, ayaklarınızdan şikayetçi misiniz? sebebi ayak yapınızdan kaynaklanmaktadır!
Aslında uygun ayakkabı seçmenin yolu ayağınızı tanımaktan geçer. Ayak tipinizi, ıslak ayağınızla bastığınız kuru zeminde çıkan ayak izine bakarak anlayabilirsiniz.
Temel olarak 3 tip ayak vardır: Düztaban, Normal ve Çukurtaban. İdeal olan, normal ayak tipidir. Her ayak tam olarak bu üç tipten birine girmeyebilir. Ortopedik rahatsızlıklar nedeniyle ayak yapınız normal değil ise bir ortopedi doktoruna danışıp mutlaka ayağınıza özel olarak uyarlanmış ayakkabılar edinmelisiniz.
Klasik ayakkabıları nasıl seçeceğiz? Dış taban, ayakkabının zeminle temas eden kısmıdır ve dayanıklılık açısından köseleden yapılır. Ayakkabı köselesi mümkün olduğu kadar esnek olmalıdır. İç taban, ayakkabının ayak tabanı ile temas eden kısmıdır deriden yapılmış olmalıdır. İç ve dış taban arasında sıkıştırılmış bir malzemeden yapılmış bir astar vardır. Tabanın dayanıklılığını artırmak ve deformasyonunu önlemek için iç ve dış taban arasında çelik bir bar vardır. Ayakkabının en geniş yeri tarak kemikleri başlarına gelen kısımdır bu kısım tarak kemiklerini sıkıştıracak kadar dar veya ayağın ayakkabı içinde hareket etmesine izin verecek kadar bol olmamalı. Ayakkabının uç kısmında ise taban yerden 1.5 cm uzaklaşarak havaya kalkık olmalıdır. Topuk üst parça yığma kösele alt parça lastik olmalı. Ayakkabı topuğu ile tabanının ekseni aynı doğru üzerinde olmalıdır. Topuk ile yürümenin itme fazı daha kolay olur, o nedenle belirli bir topuk yüksekliği olan ayakkabılar hiç topuğu olmayan düz ayakkabılardan daha sağlıklıdır. Topuk yüksekliği küçük çocuklarda 0.5 cm, büyük çocuklarda 1.5-2 cm, yetişkin erkeklerde 2.5cm, yetişkin kadınlarda 3.5 cm olmalıdır. Kadınlarda yüksek topuklar, zamanla taraklı ayağa neden olur. Ayrıca yüksek topuklar bacak arka kaslarında kısalma ve ayak bileği bağlarında esneme ve zayıflama yaparak ayak bileği burkulmalarına neden olur. Ayakkabı içinde parmakların uç kısmı ile ayakkabı ön kısmı arasında 12 mm’lik boşluk olmalıdır. Parmakların üst kısmı ayakkabıya sürtünmemesi için burda boşluk olmalı aksi takdirde parmak üstlerinde ve tarak kemikleri başlarının altında nasırlar oluşur.
Çocuk ayakkabıları seçinine dikkat! Bebek ve küçük çocuk ayakkabılarında topuk alçak olmalı, derisi yumuşak olmalı, şekli ayak ve parmakların şekline uyum sağlamalı. Küçük çocuklarda topuk yerine iç ve dış taban arasına konulan 3-5 mm’lik yükseklik topuk görevi görür. Ayakkabı esnek ve rahat havalanabilen bir ayakkabı olmalıdır. Çocuğun yürümesi ve ayakta durması sırasında içe veya dışa basma olması ayak yada ayak bileğinde açılanma görülmesi halinde bir ortopedi uzmanı değerlendirilmesi ve onun önerdiği özel yapım ayakkabılar uygun olur.
Spor ayakkabı seçimi önemlidir! Hepimiz iyi görünen, modaya uygun bir ayakkabı isteriz fakat önemli olan ayak sağlığımız ve yaralanmalardan korunmaktır. Birçok ayakkabı, bazı spor türlerinin neden olabileceği burkulma ve gerilmelerden ayakları korumak için yapılır. Aldığınız ayakkabı yaptığınız spor dalına uygun ayakkabı olmalıdır. Her ayakkabının fonksiyonu, tabanı, bileği ve ayağı sarış şekli branşa yönelik olarak yapılır. Örneğin yürüyüş ayakkabıları serttir, koşu ayakkabıları ise daha esnektir, ekstra yastıklama ile daha güçlü bir etki elde edilmiştir. Ayak numaranıza uygun ayakkabı alın. Yaş ilerledikçe ayak numaranız değişebilir, ayak numarası markalara göre de değişir. Ayakkabınızı akşam saatlerinde şişmiş ayağınıza deneyerek alın. Alacağınız ayakkabı en şiş durumunda dahi ayağınıza rahatlıkla olmalıdır.
Spor ayakkabıyla yürürken ya da koşarken kendinizi rahat hissetmelisiniz. Ayakkabının rahatsız edecek şekilde temas eden bir yeri olmamalıdır. Ayakkabıları her iki ayağınıza da giyin ve mağaza içinde yürüyün. Ayakkabıların arka bölümleri topuğu sarmalı, topuk ayakkabı içinde hareket etmemeli, ön bölümü de esnek olmalıdır. Topuk nispeten sıkıca oturmalıdır. Yürüdüğünüzde topuk yukarı, aşağı veya yanlara kaymamalıdır. Parmak ucunda boşluk olmalı, tüm ayak parmakları rahatça hareket edebilmelidir. Ayakkabının üst bölümü rahat ve güvenli olmalı, çok sıkı olmamalıdır. Hava yastıklı veya jelle dolu, ekstra şok emme özelliği olan yaylı bir görünüme sahip ayakkabılar taban ve topuk ağrısı çeken kişiler için çok iyi ama ayak bilekleri kolay dönen kişiler için ise hiç uygun değildir. Ayakkabı hem dayanıklı hem de hafif olmalıdır. Ayaklar havasız kalmamalıdır. Ayakkabının yüzü ayağınızın nefes almasına izin vermelidir. Bunun için en uygun malzeme deridir. Yeteri kadar bağcık olmalıdır. Bağcıklar ayak hareketini engellememesi için yeterli dil dolgusuna sahip olmalıdır.
Yazlık açık ayakkabılarda neye dikkat etmeliyiz? Ayakkabının üst kısmındaki ve parmak arasındaki bantlar deri, yumuşak silikon içeren cildi rahatsız etmeyecek malzemelerden yapılmış olmalıdır. Bu ayakkabı tabanları çok düz ve sert olmamalıdır. Bilek destekleri olmadığı için terliklerin topuk yükseklikleri arttıkça ayak bileği burkulma riskini artırırlar. Çok yüksek olmayan mantar dolgu topuklar tercih edilebilir. Ayakkabı seçerken unutulmaması gereken en önemli kural: önce ayak sağlığımız sonra modaya uygunluk ve güzel görünüştür.
28 Mayıs 2015 Perşembe
26 Mayıs 2015 Salı
Kadınlarda akciğer kanseri artıyor ve risk daha yüksek
Kadınlar için en öldürücü kanserin göğüs kanseri olduğu gerçeği endüstri ülkelerinde doğru çıkmadı. Bu ülkelerde kadınların en fazla akciğer kanserine yakalandıkları ortaya çıktı.
Focus dergisinde yayınlanan bir habere göre, endüstri ülkelerinde 2012 yılında 198 bin kadın göğüs kanserinden yaşamını yitirirken, akciğer kanserinden 210 bin kadının yaşamını yitirdiği bildirildi. Heidelberg Toraks Kliniği’nden kanser uzmanı Michael Thomas sigarayı kansere yakalanmada ana neden olarak görürken “sigara içen erkeklerin sayısı günden güne azalırken, sigara içen kadınların sayısı artmaktadır“ dedi. Öte yandan, akciğer kanseri dünya genelinde erkeklerin ölümüne neden olarak bir numaralı kanser türü olmaya devam ederken, kadınlarda göğüs kanseri hala birinci sırada.
KADINLARIN KANSER RİZİKOSU DAHA YÜKSEK
Sigara içen kadınların erkeklere oranla iki-üç kat daha fazla akciğer kanserine yakalanma rizikosu olduğunu hatırlatan akciğer uzmanı Thomas ”Çünkü kadınların erkeklere oranla daha küçük akciğerleri vardır. Bu nedenle onlar daha derin nefes çekerler ve böylece sigaradaki duman ve zararlı maddeler daha yoğun bir şekilde akciğere yerleşir“ dedi.
DÜNYADA 8,2 MİLYON KİŞİ KANSERDEN YAŞAMINI YİTİRDİ
2012 rakamlarına göre Dünyada kanserden yaşamını yitiren yaklaşık 8 milyon 200 bin kişiden yüzde 19’u yani 1 milyon 589.800’ü akciğer kanserinden yaşamını yitiriyor. Kanserden yaşamını yitirenlerin yüzde 9,1’i (745.517 kişi) karaciğer, yüzde 8,8’i (723.027 kişi) mide, yüzde 8,5’i (693.881 kişi) kalın bağırsak, yüzde 6,4’ü (521.817 kişi) göğüs, yüzde 4,9’u (400.156 kişi) yemek borusu, yüzde 4’ü (330.471 kişi) pankreas, yüzde 3,7’si (307.471 kişi) prostat, yüzde 3.2’si (265.653 kişi) rahim ve yüzde 32’si (2.623.336 kişi) diğer kanser türlerinden yaşamını yitiriyor.
DÜNYA GENELİNDE ERKEKLER EN ÇOK AKCİĞER KADINLAR MEME KANSERİNDEN
Dünya çapında erkekler en çok akciğer kanserinden yaşamını yitirirken, kadınlar göğüs kanserinden yaşamını yitiriyor. 2012 yılında 1 milyon 98 bin 606 erkek akciğer kanserinden yaşamını yitirirken, 521 bin 817 kadın göğüs kanserinden yaşamını yitirdi.
2012 yılında toplam 4,7 milyon erkek kanser yüzünden ölürken, 3,5 milyon kadın da bu hastalıktan yaşamını yitirdi.
(hürriyet.com.tr)
Focus dergisinde yayınlanan bir habere göre, endüstri ülkelerinde 2012 yılında 198 bin kadın göğüs kanserinden yaşamını yitirirken, akciğer kanserinden 210 bin kadının yaşamını yitirdiği bildirildi. Heidelberg Toraks Kliniği’nden kanser uzmanı Michael Thomas sigarayı kansere yakalanmada ana neden olarak görürken “sigara içen erkeklerin sayısı günden güne azalırken, sigara içen kadınların sayısı artmaktadır“ dedi. Öte yandan, akciğer kanseri dünya genelinde erkeklerin ölümüne neden olarak bir numaralı kanser türü olmaya devam ederken, kadınlarda göğüs kanseri hala birinci sırada.
KADINLARIN KANSER RİZİKOSU DAHA YÜKSEK
Sigara içen kadınların erkeklere oranla iki-üç kat daha fazla akciğer kanserine yakalanma rizikosu olduğunu hatırlatan akciğer uzmanı Thomas ”Çünkü kadınların erkeklere oranla daha küçük akciğerleri vardır. Bu nedenle onlar daha derin nefes çekerler ve böylece sigaradaki duman ve zararlı maddeler daha yoğun bir şekilde akciğere yerleşir“ dedi.
DÜNYADA 8,2 MİLYON KİŞİ KANSERDEN YAŞAMINI YİTİRDİ
2012 rakamlarına göre Dünyada kanserden yaşamını yitiren yaklaşık 8 milyon 200 bin kişiden yüzde 19’u yani 1 milyon 589.800’ü akciğer kanserinden yaşamını yitiriyor. Kanserden yaşamını yitirenlerin yüzde 9,1’i (745.517 kişi) karaciğer, yüzde 8,8’i (723.027 kişi) mide, yüzde 8,5’i (693.881 kişi) kalın bağırsak, yüzde 6,4’ü (521.817 kişi) göğüs, yüzde 4,9’u (400.156 kişi) yemek borusu, yüzde 4’ü (330.471 kişi) pankreas, yüzde 3,7’si (307.471 kişi) prostat, yüzde 3.2’si (265.653 kişi) rahim ve yüzde 32’si (2.623.336 kişi) diğer kanser türlerinden yaşamını yitiriyor.
DÜNYA GENELİNDE ERKEKLER EN ÇOK AKCİĞER KADINLAR MEME KANSERİNDEN
Dünya çapında erkekler en çok akciğer kanserinden yaşamını yitirirken, kadınlar göğüs kanserinden yaşamını yitiriyor. 2012 yılında 1 milyon 98 bin 606 erkek akciğer kanserinden yaşamını yitirirken, 521 bin 817 kadın göğüs kanserinden yaşamını yitirdi.
2012 yılında toplam 4,7 milyon erkek kanser yüzünden ölürken, 3,5 milyon kadın da bu hastalıktan yaşamını yitirdi.
(hürriyet.com.tr)
25 Mayıs 2015 Pazartesi
Doğum kontrol hapı öldürdü
21 yaşındaki genç kız doğum kontrol hapı kullanmaya başladıktan 25 gün sonra hayatını kaybetti.
Daily Mail'in haberin göre Fallan Kurek isimli genç kız adet düzensizliği nedeniyle jinekoloğa gitti ve doktoru adetlerini düzenlemesi için genellikle tercih edilen doğum kontrol hapı verdi.
İlaca başladıktan 25 gün sonra nefes alamadığını ve eklemlerinde ağrı yaşadığı belirten genç kız bir anda evde düşüp kalınca acilen hastaneye kaldırıldı.
Hastanede yapılan beyin incelemeleri sonucunda akciğerlerinde bulunan bir kan pıhtısının beyne oksijen gitmesini önlediği ve beyin ölümüne neden olduğu anlaşıldı.
Ailesinin doğum kontrol ilaçlarının kan pıhtılaşması tetiklediği yönünde iddialarda bulundu.
3 gün yoğun bakımda kalan genç kız beyin ölümü gerçekleştikten sonra hayatını kaybetti.
Uzmanlar doğum kontrol hapının kan pıhtılarını tetikleyebileceğini belirtirken Daily Mail'de yayınlanan bilgilere göre doğum kontrol hapı kullanmayan her 100 bin kadından 5'inde bir yıl içerisinde kan pıhtısı görülebilmektedir. Doğum kontrol hapı kullananlarda ise bu sayı 100 bin kişide 15 olarak belirtilmektedir.
Riskin oldukça düşük olduğunu belirten uzmanlar, doğum kontrol haplarının zarardan çok fayda sağladığı görüşünde ve bu riskin kabul edilebilir olduğunu belirtiyor. (milliyet.com.tr)
Daily Mail'in haberin göre Fallan Kurek isimli genç kız adet düzensizliği nedeniyle jinekoloğa gitti ve doktoru adetlerini düzenlemesi için genellikle tercih edilen doğum kontrol hapı verdi.
İlaca başladıktan 25 gün sonra nefes alamadığını ve eklemlerinde ağrı yaşadığı belirten genç kız bir anda evde düşüp kalınca acilen hastaneye kaldırıldı.
Hastanede yapılan beyin incelemeleri sonucunda akciğerlerinde bulunan bir kan pıhtısının beyne oksijen gitmesini önlediği ve beyin ölümüne neden olduğu anlaşıldı.
Ailesinin doğum kontrol ilaçlarının kan pıhtılaşması tetiklediği yönünde iddialarda bulundu.
3 gün yoğun bakımda kalan genç kız beyin ölümü gerçekleştikten sonra hayatını kaybetti.
Uzmanlar doğum kontrol hapının kan pıhtılarını tetikleyebileceğini belirtirken Daily Mail'de yayınlanan bilgilere göre doğum kontrol hapı kullanmayan her 100 bin kadından 5'inde bir yıl içerisinde kan pıhtısı görülebilmektedir. Doğum kontrol hapı kullananlarda ise bu sayı 100 bin kişide 15 olarak belirtilmektedir.
Riskin oldukça düşük olduğunu belirten uzmanlar, doğum kontrol haplarının zarardan çok fayda sağladığı görüşünde ve bu riskin kabul edilebilir olduğunu belirtiyor. (milliyet.com.tr)
Etiketler:
doğum,
doğum kontrol hapı,
ilaç,
ölüm,
sağlık
24 Mayıs 2015 Pazar
Acil serviste yatan hasta saatlerce açlıktan inledi
Sosyal medyada yayınlanan bir fotoğraf Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yaşanan çok acı bir olayı ortaya çıkardı. Fotoğrafta sedyede yatan hastanın saatlerce inlemesi üzerine genç bir hasta yakını yanına gitti ve bir şey isteyip istemediğini sordu. Adamın verdiği cevap ise hem yürek burktu hem de hastanede yaşanan skandalı ortaya çıkardı. Hastanın tek isteği "ekmek" oldu.
Sosyal medyada ise konuyla ilgili kampanya başlatıldı, binlerce twitter kullanıcısı tarafından 30 bini aşkın twit atıldı, tepki gösterildi. Telefonla ulaştığımız hastane yetkilileri uzun süredir hastanın orada tedavi gördüğünü, şu anda durumunun iyi olduğunu söyleyerek sadece yazılı bir açıklamada bulundu.
"AÇLIKTAN İNİM İNİM İNLİYORDU"
Fotoğrafı sosyal medyada paylaşarak duyulmasını sağlayan duyarlı bir vatandaş yaşananları şöyle anlattı,
19 Mayıs gecesi Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde acil serviste yatan resimdeki kişi, kimsesiz aklı başında olmayan bir hasta. Dün gece anneanneme refakat etmek için hastanede kaldım. Bu resimde gördüğünüz adamcağız bütün gece inledi. İçerde oturan 5 tane doktor, hemşire, asistan vs. hastaya bakmadılar bile.
"NEYİN VAR" DEDİM "AÇIM" DEDİ
Ben dayanamadım yanına gittim. "Neyin var bir şey mi istiyorsun?" dediğimde aldığım cevap çok acıydı. Ekmek dedi. Açım dedi. Yanımda poğaça vardı onları verdim ve adamcağızın bütün inlemeleri bitti. Düşünsenize kimsesiz bir adam polis tarafından getirilmiş kimliği bile belli değil adını bile bilmiyor ve devletin hastanesinde açlıktan inliyor. Burada bulunan hasta yakınları adamı doyuruyor su veriyor... Yine dayanamadım doktor ve hemşirelerin yanına gittim. Adam durmadan inliyor dedim. Sanki başka dil konuşuyormuşum gibi suratıma baktılar ve "O hasta hep öyle hep inliyor" dediler. "Adam açlıktan inliyor" dediğimde ise "Biz bir şey yapamayız" şeklinde yanıt aldım. "Hastane yemek vermiyor mu" dediğimde "Burası acil, burada kimseye yemek verilmiyor." dediler ve konu kapandı.
HASTANEDEN AÇIKLAMA YAPILDI
Olayın ardından hastaneden yazılı bir açıklama yapıldı. Açıklamada şu sözlere yer verildi,
Hasta 112 tarafından kimliksiz bir şekilde trafik kazası nedeniyle acilimize getirildi. Hastanın ilgili bölümler tarafından değerlendirilirken, geldiğinde alkollü olduğu tespit edildi. Hastada hayati tehlike saptanmadı. Kalçadaki çatlakları nedeniyle yatak istirahati önerildi. Hastanın acilde gözlemi sırasında solunum sıkıntısı gelişmesi üzerine takio amaçlı dahiliye tarafından yatırılarak tetkik ve tedavisine devam edildi.
Bu süreçte hastane polisi tarafından kimkik tespiti yapılmaya çalışılmış, 28.04.2015 tarih ve 7484 sayılı yazımız ile Pendik İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne kimlik tespiti talebinde bulunulmuş, takibinde Pendik İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün 07.05.2015 tarih ve 1733 sayılı yazısı ile yanıt dönülmüştür. Bu süreçte hasta hiçbir yakını tarafından sorulmamış ve yakını tespit edilememiştir. Bağlı bulunduğumuz İstanbul
Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği'ne ve Aileler ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na bilgi verilmiştir. Tüm konsültasyonları ve değerlendirmeleri sonucunda ise tıbbi olarak hastanın taburculuğuna karar verilen hastanın yakınlarına ulaşılamaması nedeni ile hasta taburcu edilmemiş, dahiliye kliniklerinde yer olmaması durumunun devam etmesi nedeni ile de başka bir servisimize dahiliye kliniği adına yatışı yapılmıştır. Hastanın hastanemizde bakımı devam etmektedir.
(Buse Özel / hürriyet.com.tr)
Sosyal medyada ise konuyla ilgili kampanya başlatıldı, binlerce twitter kullanıcısı tarafından 30 bini aşkın twit atıldı, tepki gösterildi. Telefonla ulaştığımız hastane yetkilileri uzun süredir hastanın orada tedavi gördüğünü, şu anda durumunun iyi olduğunu söyleyerek sadece yazılı bir açıklamada bulundu.
"AÇLIKTAN İNİM İNİM İNLİYORDU"
Fotoğrafı sosyal medyada paylaşarak duyulmasını sağlayan duyarlı bir vatandaş yaşananları şöyle anlattı,
19 Mayıs gecesi Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde acil serviste yatan resimdeki kişi, kimsesiz aklı başında olmayan bir hasta. Dün gece anneanneme refakat etmek için hastanede kaldım. Bu resimde gördüğünüz adamcağız bütün gece inledi. İçerde oturan 5 tane doktor, hemşire, asistan vs. hastaya bakmadılar bile.
"NEYİN VAR" DEDİM "AÇIM" DEDİ
Ben dayanamadım yanına gittim. "Neyin var bir şey mi istiyorsun?" dediğimde aldığım cevap çok acıydı. Ekmek dedi. Açım dedi. Yanımda poğaça vardı onları verdim ve adamcağızın bütün inlemeleri bitti. Düşünsenize kimsesiz bir adam polis tarafından getirilmiş kimliği bile belli değil adını bile bilmiyor ve devletin hastanesinde açlıktan inliyor. Burada bulunan hasta yakınları adamı doyuruyor su veriyor... Yine dayanamadım doktor ve hemşirelerin yanına gittim. Adam durmadan inliyor dedim. Sanki başka dil konuşuyormuşum gibi suratıma baktılar ve "O hasta hep öyle hep inliyor" dediler. "Adam açlıktan inliyor" dediğimde ise "Biz bir şey yapamayız" şeklinde yanıt aldım. "Hastane yemek vermiyor mu" dediğimde "Burası acil, burada kimseye yemek verilmiyor." dediler ve konu kapandı.
HASTANEDEN AÇIKLAMA YAPILDI
Olayın ardından hastaneden yazılı bir açıklama yapıldı. Açıklamada şu sözlere yer verildi,
Hasta 112 tarafından kimliksiz bir şekilde trafik kazası nedeniyle acilimize getirildi. Hastanın ilgili bölümler tarafından değerlendirilirken, geldiğinde alkollü olduğu tespit edildi. Hastada hayati tehlike saptanmadı. Kalçadaki çatlakları nedeniyle yatak istirahati önerildi. Hastanın acilde gözlemi sırasında solunum sıkıntısı gelişmesi üzerine takio amaçlı dahiliye tarafından yatırılarak tetkik ve tedavisine devam edildi.
Bu süreçte hastane polisi tarafından kimkik tespiti yapılmaya çalışılmış, 28.04.2015 tarih ve 7484 sayılı yazımız ile Pendik İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne kimlik tespiti talebinde bulunulmuş, takibinde Pendik İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün 07.05.2015 tarih ve 1733 sayılı yazısı ile yanıt dönülmüştür. Bu süreçte hasta hiçbir yakını tarafından sorulmamış ve yakını tespit edilememiştir. Bağlı bulunduğumuz İstanbul
Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği'ne ve Aileler ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na bilgi verilmiştir. Tüm konsültasyonları ve değerlendirmeleri sonucunda ise tıbbi olarak hastanın taburculuğuna karar verilen hastanın yakınlarına ulaşılamaması nedeni ile hasta taburcu edilmemiş, dahiliye kliniklerinde yer olmaması durumunun devam etmesi nedeni ile de başka bir servisimize dahiliye kliniği adına yatışı yapılmıştır. Hastanın hastanemizde bakımı devam etmektedir.
(Buse Özel / hürriyet.com.tr)
Etiketler:
haber,
hastalık,
hastane,
sağlık,
sağlık bakanlığı
23 Mayıs 2015 Cumartesi
Havuzlardaki çifte tehlikeye dikkat!..
Yazın gelmesiyle havuzlarda tehlike başladı. Kimya Mühendisleri Odası ise uyarıyor, "Artık yaşanacak bir kitlesel zehirlenme, kaza değil ihmaldir."
Hürriyet'te yer alan habere göre Kimya Mühendisleri Odası Denizli Şube 2’nci Başkanı Celal Güzelyürek, yönetmeliğe uygun dezenfekte edilmemiş havuz suyu ile yanlış kullanılan havuz kimyasallarının sağlık sorunlarına neden olacağını hatırlattı. Güzelyürek, "Bu konuda yıllardır gerekli uyarıları yapıyoruz. Artık yaşanacak bir kitlesel zehirlenme, kaza değil ihmaldir" dedi.
Yaz aylarının yüzünü göstermesiyle otellerden tatil köylerine, yazlıklardan lüks sitlere ve su parklarına yüzme havuzları dolmaya başladı. Türkiye’nin neredeyse en fazla yüzme havuzunun bulunduğu Antalya’nın da bağlı olduğu Kimya Mühendisleri Odası Denizli Şube 2’nci başkanı Celal Güzelyürek, yönetmeliğe uygun dezenfekte edilmeyen yüzme havuzunun ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini söyledi. Güzelyürek, bu sorunların genellikle yüzme havuzu sularının mikrobiyolojik olarak kirlenmesi ve bununla mücadele için bilgisizce kullanılan kimyasal maddelerden kaynaklandığını dile getirdi.
SORUN ÇİFT TARAFLI
Her sezon yüzme havuzu sularındaki kimyasal ve mikrobiyolojik kirlenmeler nedeniyle çeşitli sağlık sorunlarının yaşandığını kaydeden Güzelyürek, "Sorun yetkililer ve ilgililer tarafından yeteri kadar tartışıldığı için gerekli önlemlerin alınmış olduğunu düşünüyoruz" dedi. Hem sağlıksız havuzların hem de yanlış kullanılan kimyasalların zehirlenmelere neden olacağını anlatan Güzelyürek, Antalya’da 2013 yılında kent merkezinde bir otelde havuz suyu kimyasallarının neden olduğu kazada birçok kişinin klor gazı zehirlenmesine maruz kaldığını, son olarak Manavgat’ta, henüz turizm sezonu başında klorla asidin teması sonucu oluşan zehirli gaz nedeniyle turist ve otel personeli 41 kişinin hastaneye kaldırıldığını hatırlattı.
ANTALYA KRİTİK BÖLGE
Bütün bu olumsuzlukların nedeni olarak yetkililerin ve havuz suyu operatörlerinin yeterli bilgiye sahip olmamasını gösteren Güzelyürek, şunları söyledi:
"Kısaca sorun, sektörün bu konuda eğitilmiş nitelikli eleman bulamamasıyla ilgili. Aslında havuz suyu operatörlüğü eğitimleri yapılmakla birlikte çok yetersiz kalmakta ve ayrıca eğitimlerle ilgili ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunların giderilmesi için sağlık bakanlığı’nın havuz sularıyla ilgili yönetmeliğinde ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın havuz suyu operatörlerinin eğitimleriyle ilgili sisteminde gerekli değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Aksi halde Antalya’da 2018 yılı için 18 milyon turist hedefini gerçekleştirme şansı azalacaktır. Türkiye’nin sahip olduğu 5 yıldızlı otel sayısının yüzde 51’i Antalya’da bulunmakta olup, havuz suları ve kimyasallarına bağlı sorunların da çoğunluğu buradaki tatil köylerinde ve otellerde yaşanmaktadır."
ARTIK İHMAL NOKTASINA TAŞINDI
Oda olarak her yıl turizm sektörünün yetkililerini konu hakkında uyarmalarına rağmen artık sorunun kazadan çıkarak ihmal boyutuna taşındığını savunan Güzelyürek, bu tür kazaları önlemek için havuz suyu operatörlerinin yetkili uzmanlar tarafından eğitilip sertifikalandırılması gerektiğinin altını çizdi. Güzelyürek, havuz suyunun temizlenmesinde hava sıcaklığından havuzun büyüklüğüne, kaç saat kullanıldığından günlük kullanan insan sayısına kadar birçok faktörün değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bunun için eğitimin üzerinde önemle durduklarını aktardı.
ELEMAN SAYISI YETERSİZ
Ayrıca otellerin ve tatil köylerinin havuz sularının İl Sağlık Müdürlüğü’nce denetlenmesi gereğini vurgulayan Güzelyürek, "Fakat eldeki eleman sayısı, sahip oldukları donanım Antalya için 5 aylık bir dönemi kotarmaya yetmeyecekti. Bunun için en az 500- 600 kişilik ekip lazım" dedi.
’HAVUZLU SİTELERDE GEREKEN HASSASİYET GÖSTERİLMİYOR’
Son dönemde lüks konut arzına bağlı olarak artık konut sitelerde de yüzme havuzunun bir standart haline geldiğini ve yaz aylarıyla birlikte bu havuzların da kullanılmaya başladığını aktaran Güzelyürek şunları kaydetti:
"Orada problem var. Bu tip siteler, Sağlık Bakanlığı’nın konuyla ilgili genelgesi haricinde tutuluyor. Fakat belediyelerin denetleme yetkisi var. Belediyenin kendi laboratuvarı var. Numune alıp bildiriyor. Sorun havuz suyunun temizlenmesine ilişkin işin, piyasada klasik bir mal satışı gibi, pazarlık sonucu yaptırılması. Site yönetimi havuz kimyasalı satan yerlerden teklif alıyor, en ucuzuna işi veriyor. Gereken hassasiyet gösterilmiyor."
Hürriyet'te yer alan habere göre Kimya Mühendisleri Odası Denizli Şube 2’nci Başkanı Celal Güzelyürek, yönetmeliğe uygun dezenfekte edilmemiş havuz suyu ile yanlış kullanılan havuz kimyasallarının sağlık sorunlarına neden olacağını hatırlattı. Güzelyürek, "Bu konuda yıllardır gerekli uyarıları yapıyoruz. Artık yaşanacak bir kitlesel zehirlenme, kaza değil ihmaldir" dedi.
Yaz aylarının yüzünü göstermesiyle otellerden tatil köylerine, yazlıklardan lüks sitlere ve su parklarına yüzme havuzları dolmaya başladı. Türkiye’nin neredeyse en fazla yüzme havuzunun bulunduğu Antalya’nın da bağlı olduğu Kimya Mühendisleri Odası Denizli Şube 2’nci başkanı Celal Güzelyürek, yönetmeliğe uygun dezenfekte edilmeyen yüzme havuzunun ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini söyledi. Güzelyürek, bu sorunların genellikle yüzme havuzu sularının mikrobiyolojik olarak kirlenmesi ve bununla mücadele için bilgisizce kullanılan kimyasal maddelerden kaynaklandığını dile getirdi.
SORUN ÇİFT TARAFLI
Her sezon yüzme havuzu sularındaki kimyasal ve mikrobiyolojik kirlenmeler nedeniyle çeşitli sağlık sorunlarının yaşandığını kaydeden Güzelyürek, "Sorun yetkililer ve ilgililer tarafından yeteri kadar tartışıldığı için gerekli önlemlerin alınmış olduğunu düşünüyoruz" dedi. Hem sağlıksız havuzların hem de yanlış kullanılan kimyasalların zehirlenmelere neden olacağını anlatan Güzelyürek, Antalya’da 2013 yılında kent merkezinde bir otelde havuz suyu kimyasallarının neden olduğu kazada birçok kişinin klor gazı zehirlenmesine maruz kaldığını, son olarak Manavgat’ta, henüz turizm sezonu başında klorla asidin teması sonucu oluşan zehirli gaz nedeniyle turist ve otel personeli 41 kişinin hastaneye kaldırıldığını hatırlattı.
ANTALYA KRİTİK BÖLGE
Bütün bu olumsuzlukların nedeni olarak yetkililerin ve havuz suyu operatörlerinin yeterli bilgiye sahip olmamasını gösteren Güzelyürek, şunları söyledi:
"Kısaca sorun, sektörün bu konuda eğitilmiş nitelikli eleman bulamamasıyla ilgili. Aslında havuz suyu operatörlüğü eğitimleri yapılmakla birlikte çok yetersiz kalmakta ve ayrıca eğitimlerle ilgili ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunların giderilmesi için sağlık bakanlığı’nın havuz sularıyla ilgili yönetmeliğinde ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın havuz suyu operatörlerinin eğitimleriyle ilgili sisteminde gerekli değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Aksi halde Antalya’da 2018 yılı için 18 milyon turist hedefini gerçekleştirme şansı azalacaktır. Türkiye’nin sahip olduğu 5 yıldızlı otel sayısının yüzde 51’i Antalya’da bulunmakta olup, havuz suları ve kimyasallarına bağlı sorunların da çoğunluğu buradaki tatil köylerinde ve otellerde yaşanmaktadır."
ARTIK İHMAL NOKTASINA TAŞINDI
Oda olarak her yıl turizm sektörünün yetkililerini konu hakkında uyarmalarına rağmen artık sorunun kazadan çıkarak ihmal boyutuna taşındığını savunan Güzelyürek, bu tür kazaları önlemek için havuz suyu operatörlerinin yetkili uzmanlar tarafından eğitilip sertifikalandırılması gerektiğinin altını çizdi. Güzelyürek, havuz suyunun temizlenmesinde hava sıcaklığından havuzun büyüklüğüne, kaç saat kullanıldığından günlük kullanan insan sayısına kadar birçok faktörün değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bunun için eğitimin üzerinde önemle durduklarını aktardı.
ELEMAN SAYISI YETERSİZ
Ayrıca otellerin ve tatil köylerinin havuz sularının İl Sağlık Müdürlüğü’nce denetlenmesi gereğini vurgulayan Güzelyürek, "Fakat eldeki eleman sayısı, sahip oldukları donanım Antalya için 5 aylık bir dönemi kotarmaya yetmeyecekti. Bunun için en az 500- 600 kişilik ekip lazım" dedi.
’HAVUZLU SİTELERDE GEREKEN HASSASİYET GÖSTERİLMİYOR’
Son dönemde lüks konut arzına bağlı olarak artık konut sitelerde de yüzme havuzunun bir standart haline geldiğini ve yaz aylarıyla birlikte bu havuzların da kullanılmaya başladığını aktaran Güzelyürek şunları kaydetti:
"Orada problem var. Bu tip siteler, Sağlık Bakanlığı’nın konuyla ilgili genelgesi haricinde tutuluyor. Fakat belediyelerin denetleme yetkisi var. Belediyenin kendi laboratuvarı var. Numune alıp bildiriyor. Sorun havuz suyunun temizlenmesine ilişkin işin, piyasada klasik bir mal satışı gibi, pazarlık sonucu yaptırılması. Site yönetimi havuz kimyasalı satan yerlerden teklif alıyor, en ucuzuna işi veriyor. Gereken hassasiyet gösterilmiyor."
Tiroid hastalıkları belirtileri ve tedavisi
Tiroid hormonunun gereğinden az ya da fazla salgılanması vücutta birtakım rahatsızlıklara sebep oluyor.
25 Mayıs Dünya Tiroid Günü. Tiroid bezi, vücudumuz için hayati önem taşıyor. Tiroid hormonunun gereğinden az ya da fazla salgılanması vücutta birtakım rahatsızlıklara sebep oluyor. Tiroidin çok büyük olduğunda ses tellerini etkileyerek ses kısıklığına da yol açabileceğini söyleyen Liv Hospital Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Serpil Salman “Ses kısıklığı bu belirtilerden biridir. Tiroid hastalıklarının tanısı hastayı iyi dinlemekten geçer. Tedavisi ise tiroid bezinin az ya da fazla salgılanmasına göre değişiklik gösterir” dedi.
Tiroid hastalıkları tiroidin az ya da çok hormon salgılaması (hipotiroidi ve hipertiroidi), büyümesi (guatr), içinde nodül adı verilen yumruların oluşması olarak özetlenebilir. Nodüller selim karakterde olabilir veya yüzde 5’e yakın oranda kanserli hücreler içerebilir. Nodüllerin çoğu hormon salgılamaz, ama bazı nodüller aşırı hormon salgılayarak hipertiroidi gelişmesine neden olur.
Belirtiler değişken olabilir
Tiroid çok büyükse (büyük guatr) nefes borusu ve ses tellerini etkileyerek nefes darlığı ve ses kısıklığı, ses kalitesinde değişme yapabilir. Çok büyük olmayan bir guatr hastasının boynunda dolgunluk hissi şeklinde fark edilebilir ya da herhangi bir nedenle yapılan muayenede doktor tarafından bulunabilir. Hipo veya hipertiroidi belirti ve bulguları ise çok değişkendir. Hastada bu tablolar çok hafif (subklinik) olabilir, bu durumda şikayetler de çok hafiftir. Bazen de hemen hemen hiç şikayet yokken tesadüfen tanı konulur.
Hipotiroidi olan çabuk yorulur
Tiroid bezinin az çalışması hormon eksikliğine neden olur, bu durum hipotiroidi olarak adlandırılır. Hipotiroid kişilerde halsizlik, çabuk yorulma, dikkat dağınıklığı, soğuğa dayanıksızlık, ciltte kalınlaşma, kuruluk, saç ve kaşlarda dökülme, seste kalınlaşma, kalp hızının yavaşlaması, tansiyon yükselmesi, kabızlık, yüz ve göz kapaklarında şişkinlik, adet düzensizlikleri görülebilir. Yaşlılarda daha sık olmak üzere kalp yetersizliği gelişebilir. Kadınlarda kısırlık veya düşükler olabilir. Ağır hipotiroidi en çok çocukluk çağında zarar verir, çünkü bu çocuklar tedavi edilmezse büyüme ve gelişme geri kalır, zeka geriliği olur.
İleri yaşlarda tehlike artıyor
Tiroid hormon fazlalığı (hipertiroidi) iştah artışına rağmen kilo kaybı, sinirlilik, çabuk yorulma, aşırı terleme, sıcağa tahammülsüzlük, çarpıntı, ishal veya sık dışkılama, kas güçsüzlüğü, adet düzensizliği, göz belirtileri ile kendisini belli edebilir. Kalpte ritm bozuklukları özellikle ileri yaşta tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Uzun süren hipertiroidide kemik erimesi gelişir, özellikle menopoz sonrası kadınlarda kırıklar oluşabilir. (milliyet.com.tr)
25 Mayıs Dünya Tiroid Günü. Tiroid bezi, vücudumuz için hayati önem taşıyor. Tiroid hormonunun gereğinden az ya da fazla salgılanması vücutta birtakım rahatsızlıklara sebep oluyor. Tiroidin çok büyük olduğunda ses tellerini etkileyerek ses kısıklığına da yol açabileceğini söyleyen Liv Hospital Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Serpil Salman “Ses kısıklığı bu belirtilerden biridir. Tiroid hastalıklarının tanısı hastayı iyi dinlemekten geçer. Tedavisi ise tiroid bezinin az ya da fazla salgılanmasına göre değişiklik gösterir” dedi.
Tiroid hastalıkları tiroidin az ya da çok hormon salgılaması (hipotiroidi ve hipertiroidi), büyümesi (guatr), içinde nodül adı verilen yumruların oluşması olarak özetlenebilir. Nodüller selim karakterde olabilir veya yüzde 5’e yakın oranda kanserli hücreler içerebilir. Nodüllerin çoğu hormon salgılamaz, ama bazı nodüller aşırı hormon salgılayarak hipertiroidi gelişmesine neden olur.
Belirtiler değişken olabilir
Tiroid çok büyükse (büyük guatr) nefes borusu ve ses tellerini etkileyerek nefes darlığı ve ses kısıklığı, ses kalitesinde değişme yapabilir. Çok büyük olmayan bir guatr hastasının boynunda dolgunluk hissi şeklinde fark edilebilir ya da herhangi bir nedenle yapılan muayenede doktor tarafından bulunabilir. Hipo veya hipertiroidi belirti ve bulguları ise çok değişkendir. Hastada bu tablolar çok hafif (subklinik) olabilir, bu durumda şikayetler de çok hafiftir. Bazen de hemen hemen hiç şikayet yokken tesadüfen tanı konulur.
Hipotiroidi olan çabuk yorulur
Tiroid bezinin az çalışması hormon eksikliğine neden olur, bu durum hipotiroidi olarak adlandırılır. Hipotiroid kişilerde halsizlik, çabuk yorulma, dikkat dağınıklığı, soğuğa dayanıksızlık, ciltte kalınlaşma, kuruluk, saç ve kaşlarda dökülme, seste kalınlaşma, kalp hızının yavaşlaması, tansiyon yükselmesi, kabızlık, yüz ve göz kapaklarında şişkinlik, adet düzensizlikleri görülebilir. Yaşlılarda daha sık olmak üzere kalp yetersizliği gelişebilir. Kadınlarda kısırlık veya düşükler olabilir. Ağır hipotiroidi en çok çocukluk çağında zarar verir, çünkü bu çocuklar tedavi edilmezse büyüme ve gelişme geri kalır, zeka geriliği olur.
İleri yaşlarda tehlike artıyor
Tiroid hormon fazlalığı (hipertiroidi) iştah artışına rağmen kilo kaybı, sinirlilik, çabuk yorulma, aşırı terleme, sıcağa tahammülsüzlük, çarpıntı, ishal veya sık dışkılama, kas güçsüzlüğü, adet düzensizliği, göz belirtileri ile kendisini belli edebilir. Kalpte ritm bozuklukları özellikle ileri yaşta tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Uzun süren hipertiroidide kemik erimesi gelişir, özellikle menopoz sonrası kadınlarda kırıklar oluşabilir. (milliyet.com.tr)
Çocuklarda demir eksikliği
Demir eksikliğinin anemi dışında yol açtığı en önemli sorunlardan biri çocuğun zeka gelişimi olumsuz yönde etkileyebilmesi.
Tüm dünyada en sık rastlanan besinsel eksiklik olan demir eksikliği, özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu. Demir eksikliğinin tüm dünyada kaç çocuğu etkilediğine dair kesin bir veri olmasa da, anemi, demir eksikliğinin dolaylı bir göstergesi olarak kullanıldığında, gelişmekte olan ülkelerde okul öncesi çağdaki çocukların çoğunda ve gelişmiş ülkelerdekilerin de en az yüzde 30-40’ında demir eksikliği görüldüğü tahmin ediliyor.
Demir eksikliğinin anemi dışında yol açtığı en önemli sorunlardan biri ise çocuğun zeka gelişimi olumsuz yönde etkileyebilmesi. Acıbadem International Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Şehla, demir eksikliğinin zamanında fark edilmezse zeka katsayısındaki düşüklüğün ve zihinsel fonksiyon bozukluğunun kalıcı hale dönüşebileceği uyarısında bulunarak, “Bu nedenle özellikle ilk 2 yaşta çocuğun düzenli hekim takiplerinin atlanmaması çok önemli” diyor.
Zeka düşeyi 5 puan düşüyor
Demir eksikliğinde eritrosit, bir başka deyişle kan hücreleri yapımının etkilenmesinden çok önce merkezi sinir sistemindeki demir azalıyor. Bu azalma dopamin, serotonin ve noradrenalin gibi beyin hücrelerinin haberleşmesinde görevli olan maddelerin üretimi, fonksiyonu ve parçalanmaları için gerekli olan demire bağımlı enzimlerin aktivitesini bozuyor. Bunun sonucunda da, beynin hızla büyüdüğü ve temel psikomotor becerilerin kazanıldığı süt çocukluğu (1-12 ay) döneminde oluşan demir eksikliği zeka gelişimini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Öyle ki zeka katsayısı (IQ) kalıcı olarak, olması gereken düzeyin yaklaşık 5 puan altına düşebiliyor.
Bu belirtiler varsa, dikkat!
Peki ama demir eksikliği hangi sinyallerle kendini gösteriyor? Dr. İhsan Şehla, ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken belirtileri şöyle sıralıyor: “Ciltte solukluk, huzursuzluk, iştahsızlık, kalp atımında hızlanma sorunu varsa, aileler zaman kaybetmeden hekime başvurmalı. Demir eksikliğinde ayrıca besin olmayan maddelerin yenilmesi (buz, toprak) veya duvar ve metal maddeleri yalama gibi belirtiler de görülüyor. Dikkatsizlik ve konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler de demir eksikliği için uyarıcı oluyor”
En sık görülen nedeni, hatalı beslenme
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Şehla, hatalı beslenmenin, bir başka deyişle demirin beslenme yoluyla yetersiz alınmasının demir eksikliğinin en sık görülen sebebini oluşturduğuna dikkat çekiyor. Çölyak gibi emilimi bozan bazı hastalıklar da demirin yetersiz alımına neden olabiliyor. Yoğun burun kanamaları, bağırsak polipleri ve bazı bağırsak parazitleri de demir kaybıyla sonuçlanabiliyor.
“Demir eksikliğine yol açan bir başka önemli etken de, artmış olan ihtiyaç” diyen Dr. İhsan Şehla sözlerine şöyle devam ediyor: “Prematüre doğanlarda ve süt çocukluğu döneminde demire olan gereksinim artıyor. Zamanında doğan bebeklerin demir depoları ilk 5-6 ay için yeterli oluyor. Ancak doğum ağırlıklarının 2 katına çıktıklarında, beslenmelerinde demir içeren besinlere ağırlık verilmezse demir depoları tükenmeye başlıyor. Bunun sonucunda da demir eksikliği gelişiyor”
6-12 aylarda demir takviyesi öneriliyor
Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye gibi demir eksikliğinin sık olduğu ülkelerde 6-12 aylarda demir takviyesi öneriyor. Amerikan Pediatri Akademisi de 9-12 ay arasında bir kez kan sayımı ve demir seviyelerinin kontrolü ile tarama yapılmasını tavsiye ediyor. Dr. İhsan Şehla, demir eksikliği saptandığı durumlarda tedavi şekline, kansızlık durumunun ağırlığına ve eşlik eden hastalıklara göre karar verildiğini belirtiyor.
Demir eksikliğinden korumanın 6 püf noktası
1. İlk 6 ay sadece anne sütüyle besleyin.
2. 6. ayda ek besinler vermeye başlayın. Bu besinler içinde kırmızı ve beyaz et, yumurta sarısı, karaciğer, baklagiller ve yeşil yapraklı sebzeler gibi demirden zengin besinler bulunmasına dikkat edin.
3. Beslenmesinde demir emilimini kolaylaştıran limon, portakal, domates gibi C vitamininden zengin besinler bulundurun.
4. Demir emilimini azaltan çay ile ekmek kabuğu vermeyin.
5. Mümkünse 2 yaşına kadar ek besinlerle birlikte anne sütü vermeye devam edin ve inek sütünden kaçının.
6. 1 yaşından sonra günlük süt alımının 500 ml’yi geçmemesine dikkat edin.
(kaynak:milliyet.com.tr)
Tüm dünyada en sık rastlanan besinsel eksiklik olan demir eksikliği, özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu. Demir eksikliğinin tüm dünyada kaç çocuğu etkilediğine dair kesin bir veri olmasa da, anemi, demir eksikliğinin dolaylı bir göstergesi olarak kullanıldığında, gelişmekte olan ülkelerde okul öncesi çağdaki çocukların çoğunda ve gelişmiş ülkelerdekilerin de en az yüzde 30-40’ında demir eksikliği görüldüğü tahmin ediliyor.
Demir eksikliğinin anemi dışında yol açtığı en önemli sorunlardan biri ise çocuğun zeka gelişimi olumsuz yönde etkileyebilmesi. Acıbadem International Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Şehla, demir eksikliğinin zamanında fark edilmezse zeka katsayısındaki düşüklüğün ve zihinsel fonksiyon bozukluğunun kalıcı hale dönüşebileceği uyarısında bulunarak, “Bu nedenle özellikle ilk 2 yaşta çocuğun düzenli hekim takiplerinin atlanmaması çok önemli” diyor.
Zeka düşeyi 5 puan düşüyor
Demir eksikliğinde eritrosit, bir başka deyişle kan hücreleri yapımının etkilenmesinden çok önce merkezi sinir sistemindeki demir azalıyor. Bu azalma dopamin, serotonin ve noradrenalin gibi beyin hücrelerinin haberleşmesinde görevli olan maddelerin üretimi, fonksiyonu ve parçalanmaları için gerekli olan demire bağımlı enzimlerin aktivitesini bozuyor. Bunun sonucunda da, beynin hızla büyüdüğü ve temel psikomotor becerilerin kazanıldığı süt çocukluğu (1-12 ay) döneminde oluşan demir eksikliği zeka gelişimini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Öyle ki zeka katsayısı (IQ) kalıcı olarak, olması gereken düzeyin yaklaşık 5 puan altına düşebiliyor.
Bu belirtiler varsa, dikkat!
Peki ama demir eksikliği hangi sinyallerle kendini gösteriyor? Dr. İhsan Şehla, ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken belirtileri şöyle sıralıyor: “Ciltte solukluk, huzursuzluk, iştahsızlık, kalp atımında hızlanma sorunu varsa, aileler zaman kaybetmeden hekime başvurmalı. Demir eksikliğinde ayrıca besin olmayan maddelerin yenilmesi (buz, toprak) veya duvar ve metal maddeleri yalama gibi belirtiler de görülüyor. Dikkatsizlik ve konsantrasyon güçlüğü gibi belirtiler de demir eksikliği için uyarıcı oluyor”
En sık görülen nedeni, hatalı beslenme
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Şehla, hatalı beslenmenin, bir başka deyişle demirin beslenme yoluyla yetersiz alınmasının demir eksikliğinin en sık görülen sebebini oluşturduğuna dikkat çekiyor. Çölyak gibi emilimi bozan bazı hastalıklar da demirin yetersiz alımına neden olabiliyor. Yoğun burun kanamaları, bağırsak polipleri ve bazı bağırsak parazitleri de demir kaybıyla sonuçlanabiliyor.
“Demir eksikliğine yol açan bir başka önemli etken de, artmış olan ihtiyaç” diyen Dr. İhsan Şehla sözlerine şöyle devam ediyor: “Prematüre doğanlarda ve süt çocukluğu döneminde demire olan gereksinim artıyor. Zamanında doğan bebeklerin demir depoları ilk 5-6 ay için yeterli oluyor. Ancak doğum ağırlıklarının 2 katına çıktıklarında, beslenmelerinde demir içeren besinlere ağırlık verilmezse demir depoları tükenmeye başlıyor. Bunun sonucunda da demir eksikliği gelişiyor”
6-12 aylarda demir takviyesi öneriliyor
Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye gibi demir eksikliğinin sık olduğu ülkelerde 6-12 aylarda demir takviyesi öneriyor. Amerikan Pediatri Akademisi de 9-12 ay arasında bir kez kan sayımı ve demir seviyelerinin kontrolü ile tarama yapılmasını tavsiye ediyor. Dr. İhsan Şehla, demir eksikliği saptandığı durumlarda tedavi şekline, kansızlık durumunun ağırlığına ve eşlik eden hastalıklara göre karar verildiğini belirtiyor.
Demir eksikliğinden korumanın 6 püf noktası
1. İlk 6 ay sadece anne sütüyle besleyin.
2. 6. ayda ek besinler vermeye başlayın. Bu besinler içinde kırmızı ve beyaz et, yumurta sarısı, karaciğer, baklagiller ve yeşil yapraklı sebzeler gibi demirden zengin besinler bulunmasına dikkat edin.
3. Beslenmesinde demir emilimini kolaylaştıran limon, portakal, domates gibi C vitamininden zengin besinler bulundurun.
4. Demir emilimini azaltan çay ile ekmek kabuğu vermeyin.
5. Mümkünse 2 yaşına kadar ek besinlerle birlikte anne sütü vermeye devam edin ve inek sütünden kaçının.
6. 1 yaşından sonra günlük süt alımının 500 ml’yi geçmemesine dikkat edin.
(kaynak:milliyet.com.tr)
Etiketler:
bebek,
çocuk,
demir eksikliği,
emzirme,
haber,
sağlık,
sağlıklı beslenme
22 Mayıs 2015 Cuma
Huzursuz bağırsak sendromu artık kan testiyle teşhis edilecek
ABD'de bilim adamları, Huzursuz Bağırsak Sendromu'nun (IBS) teşhisini sağlayan 2 kan testi geliştirdi.
Bilim adamlarının yaklaşık 3 bin kişinin katılımıyla yaptığı araştırma, testlerin bağırsakta bakteriler tarafından üretilen ve sindirim sistemine zarar veren toksinlere karşı üretilen antikorların olup olmadığını ya da sayısını belirlemeyi sağladığını gösterdi. Testlerde, IBS ile bağlantılı 2 antikor yüzde 90'dan fazla doğruluk payıyla belirlenebildi.
GEÇ TEŞHİS EDİLİYOR
Bu sayede dünya genelinde toplumun yüzde 10'unu etkileyen sendrom, basit bir kan testiyle erken teşhis edilebilecek ve uygun tedavi, hastalık ilerlemeden yapılabilecek. Araştırmanın sonuçları "PLOS ONE" dergisinde yayımlandı.
IBS, bağırsak alışkanlıklarında değişiklikle seyreden fonksiyonel bir sorun. Karın ağrısı, karında şişlik, karında aşırı şişkinlik hissi, kabızlık, bulantı, kusma, midede ekşime ya da yanma gibi belirtiler sinir sistemi ile bağırsak kasları arasındaki iletide bozukluk veya ileti kusuru sonucunda gelişiyor. IBS'nin nedeni tam olarak bilinmiyor. Bu nedenle bağırsakta herhangi bir hastalık bulunamaması durumunda, hastanın yakınmalarına dayanarak teşhis koyuluyor. Bu durum da hastalığın geç fark edilmesine yol açabiliyor.
Bilim adamlarının yaklaşık 3 bin kişinin katılımıyla yaptığı araştırma, testlerin bağırsakta bakteriler tarafından üretilen ve sindirim sistemine zarar veren toksinlere karşı üretilen antikorların olup olmadığını ya da sayısını belirlemeyi sağladığını gösterdi. Testlerde, IBS ile bağlantılı 2 antikor yüzde 90'dan fazla doğruluk payıyla belirlenebildi.
GEÇ TEŞHİS EDİLİYOR
Bu sayede dünya genelinde toplumun yüzde 10'unu etkileyen sendrom, basit bir kan testiyle erken teşhis edilebilecek ve uygun tedavi, hastalık ilerlemeden yapılabilecek. Araştırmanın sonuçları "PLOS ONE" dergisinde yayımlandı.
IBS, bağırsak alışkanlıklarında değişiklikle seyreden fonksiyonel bir sorun. Karın ağrısı, karında şişlik, karında aşırı şişkinlik hissi, kabızlık, bulantı, kusma, midede ekşime ya da yanma gibi belirtiler sinir sistemi ile bağırsak kasları arasındaki iletide bozukluk veya ileti kusuru sonucunda gelişiyor. IBS'nin nedeni tam olarak bilinmiyor. Bu nedenle bağırsakta herhangi bir hastalık bulunamaması durumunda, hastanın yakınmalarına dayanarak teşhis koyuluyor. Bu durum da hastalığın geç fark edilmesine yol açabiliyor.
16 Mayıs 2015 Cumartesi
Önümüzdeki hafta 4 gün doktorlar yok!
Aile hekimleri ile Sağlık Bakanlığı arasındaki nöbet krizi devam ediyor. 20-23 Mayıs arasında aile hekimleri iş bırakacak.
Aile hekimlerinin cumartesi nöbetlerine gitmeyeceklerini açıklamasının ardından sağlık bakanlığı doktorlara ceza puanlarını artırmıştı. Önümüzdeki hafta ise 21 bin 352 aile hekimi bu uygulamalara karşı tepki olarak 4 gün iş bırakacak.
Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Ertuğrul Aydın, "Birinci basamak sağlık çalışanları, Cumartesi günleri fazla çalışmaya kaynaklık eden yasal düzenlemelerin ve iş güvencesini tamamen ortadan kaldıran, çalışma koşullarını ağırlaştıran, tahammülsüz kılan ödeme ve sözleşme yönetmeliğinin tamamen geri çekilmesini talebiyle 20-21-22 Mayıs günleri iş üretmeyecektir." dedi.
"AZ SAYIDA İNSAN GÜCÜYLE ANGARYA İŞLER"
Sağlık meslek kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla basın toplantısı düzenleyen Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Ertuğrul Aydın, şunları kaydetti: "Sağlık Bakanlığı, 1 Ocak 2015 tarihinden beri Aile Sağlığı Merkezi (ASM) sağlık çalışanlarını hafta içi 40 saat çalışmaya ek olarak Cumartesi günleri 'nöbet' adı altında 8 saat fazla çalıştırmaya; toplum sağlığı merkezlerinde (TSM) çalışanları ise Cumartesi günleri ASM'leri zorla denetleterek, az sayıdaki insan gücüyle onlarca görev, sorumluluk, angarya işler yükleyerek çalıştırmaya zorlamaktadır. ASM’de çalışan aile hekimi, hemşire, ebe, sağlık memuru ve diğer sağlık çalışanlarının çoğu, kendilerine haksızca, hukuksuzca dayatılan Cumartesi günleri fazladan çalışmaya karşı haklarını korumak için Cumartesi günleri ASM’lerini açmayarak 5 aydır başarılı bir direniş sergilemektedirler. Sağlık Bakanlığı, 16 Nisan 2015 tarihinde yeni bir Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği yayınlamıştır. Bu yönetmelik değişikliğiyle Cumartesi günleri direniş yapan sağlık çalışanlarına verilen ceza puanları 4 kat artırılmış, hakkını arayan çalışanları anında işten atma tehdidi hayata geçirilmiştir."
"BAKANLIK NÖBETE GİTMEYEN HEKİMİ CEZAYLA YILDIRMAK İSTİYOR"
Nöbete gitmeyen hekimlerin bakanlıkça ceza aldığına dikkat çeken Tabip odası Başkanı Aydın, "Yapılan yönetmelik değişikliği ile dünyada eşi benzeri görülmemiş keyfi, istismara açık (verilen diğer görevi yapmamak 10 puan, afişleri usulüne uygun asmamak 5 puan, nöbetlere gelmemek 20 puan vs) 35 ayrı uygulama kriteri ve bunun karşılığında ceza puanları getirilerek, sözleşme fesihleri (2 yıl içinde 100 ceza puanı almak fesih nedeni sayılmaktadır). Yani işten atılmalar kolaylaştırılmış, iş güvencesi tamamen ortadan kaldırılmış; fazla çalıştırma, angarya görevlere karşı direnenlere aba altından sopa gösterilmiştir.
"AİLE HEKİMLERİ 2 YILDIR SESLERİNİ ÇIKARMAYA ÇALIŞIYOR"
Mevcut Aile Hekimliği Yasası ve buna bağlı yayınlanan yönetmeliklere dayanılarak uygulanan ağır çalışma koşulları ve baskıcı tutum karşısında, çalışanların aile sağlığı merkezlerinde ve toplum sağlığı merkezlerinde çalışmaya dayanacak hali kalmamıştır. ASM ve TSM çalışanları, kendilerine dayatılan her türlü haksız ve hukuksuz uygulamaya karşı yaklaşık 2 yıldır seslerini soluklarını çıkarmaya çalışmaktadırlar. Ancak maalesef birinci basamak çalışanlarının haklı feryadına Sağlık Bakanlığı’mızın yanıtı hep tehdit ve sopa olmuştur." diye konuştu.
Dr. Ertuğrul Aydın, birinci basamak sağlık çalışanlarının Cumartesi günleri fazla çalışmaya kaynaklık eden yasal düzenlemelerin ve iş güvencesini tamamen ortadan kaldıran, çalışma koşullarını ağırlaştıran, tahammülsüz kılan ödeme ve sözleşme yönetmeliğinin tamamen geri çekilmesini talebiyle 20-21-22 Mayıs günleri iş üretmeyeceğini kaydetti. (hürriyet.com.tr)
Aile hekimlerinin cumartesi nöbetlerine gitmeyeceklerini açıklamasının ardından sağlık bakanlığı doktorlara ceza puanlarını artırmıştı. Önümüzdeki hafta ise 21 bin 352 aile hekimi bu uygulamalara karşı tepki olarak 4 gün iş bırakacak.
Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Ertuğrul Aydın, "Birinci basamak sağlık çalışanları, Cumartesi günleri fazla çalışmaya kaynaklık eden yasal düzenlemelerin ve iş güvencesini tamamen ortadan kaldıran, çalışma koşullarını ağırlaştıran, tahammülsüz kılan ödeme ve sözleşme yönetmeliğinin tamamen geri çekilmesini talebiyle 20-21-22 Mayıs günleri iş üretmeyecektir." dedi.
"AZ SAYIDA İNSAN GÜCÜYLE ANGARYA İŞLER"
Sağlık meslek kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla basın toplantısı düzenleyen Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Ertuğrul Aydın, şunları kaydetti: "Sağlık Bakanlığı, 1 Ocak 2015 tarihinden beri Aile Sağlığı Merkezi (ASM) sağlık çalışanlarını hafta içi 40 saat çalışmaya ek olarak Cumartesi günleri 'nöbet' adı altında 8 saat fazla çalıştırmaya; toplum sağlığı merkezlerinde (TSM) çalışanları ise Cumartesi günleri ASM'leri zorla denetleterek, az sayıdaki insan gücüyle onlarca görev, sorumluluk, angarya işler yükleyerek çalıştırmaya zorlamaktadır. ASM’de çalışan aile hekimi, hemşire, ebe, sağlık memuru ve diğer sağlık çalışanlarının çoğu, kendilerine haksızca, hukuksuzca dayatılan Cumartesi günleri fazladan çalışmaya karşı haklarını korumak için Cumartesi günleri ASM’lerini açmayarak 5 aydır başarılı bir direniş sergilemektedirler. Sağlık Bakanlığı, 16 Nisan 2015 tarihinde yeni bir Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği yayınlamıştır. Bu yönetmelik değişikliğiyle Cumartesi günleri direniş yapan sağlık çalışanlarına verilen ceza puanları 4 kat artırılmış, hakkını arayan çalışanları anında işten atma tehdidi hayata geçirilmiştir."
"BAKANLIK NÖBETE GİTMEYEN HEKİMİ CEZAYLA YILDIRMAK İSTİYOR"
Nöbete gitmeyen hekimlerin bakanlıkça ceza aldığına dikkat çeken Tabip odası Başkanı Aydın, "Yapılan yönetmelik değişikliği ile dünyada eşi benzeri görülmemiş keyfi, istismara açık (verilen diğer görevi yapmamak 10 puan, afişleri usulüne uygun asmamak 5 puan, nöbetlere gelmemek 20 puan vs) 35 ayrı uygulama kriteri ve bunun karşılığında ceza puanları getirilerek, sözleşme fesihleri (2 yıl içinde 100 ceza puanı almak fesih nedeni sayılmaktadır). Yani işten atılmalar kolaylaştırılmış, iş güvencesi tamamen ortadan kaldırılmış; fazla çalıştırma, angarya görevlere karşı direnenlere aba altından sopa gösterilmiştir.
"AİLE HEKİMLERİ 2 YILDIR SESLERİNİ ÇIKARMAYA ÇALIŞIYOR"
Mevcut Aile Hekimliği Yasası ve buna bağlı yayınlanan yönetmeliklere dayanılarak uygulanan ağır çalışma koşulları ve baskıcı tutum karşısında, çalışanların aile sağlığı merkezlerinde ve toplum sağlığı merkezlerinde çalışmaya dayanacak hali kalmamıştır. ASM ve TSM çalışanları, kendilerine dayatılan her türlü haksız ve hukuksuz uygulamaya karşı yaklaşık 2 yıldır seslerini soluklarını çıkarmaya çalışmaktadırlar. Ancak maalesef birinci basamak çalışanlarının haklı feryadına Sağlık Bakanlığı’mızın yanıtı hep tehdit ve sopa olmuştur." diye konuştu.
Dr. Ertuğrul Aydın, birinci basamak sağlık çalışanlarının Cumartesi günleri fazla çalışmaya kaynaklık eden yasal düzenlemelerin ve iş güvencesini tamamen ortadan kaldıran, çalışma koşullarını ağırlaştıran, tahammülsüz kılan ödeme ve sözleşme yönetmeliğinin tamamen geri çekilmesini talebiyle 20-21-22 Mayıs günleri iş üretmeyeceğini kaydetti. (hürriyet.com.tr)
Etiketler:
doktor,
haber,
hastane,
sağlık,
sağlık bakanlığı
15 Mayıs 2015 Cuma
SGK kas erimesi hastalığı için ilacı ödeme kapsamına aldı
Halk arasında "kas erimesi" olarak bilinen "duchenne musküler distrofi"nin (DMD) tedavisi için kullanılan ancak Türkiye'de hastalara ücretsiz verilmeyen "ataluren" etken maddeli ilacın Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) geri ödeme kapsamına alınması hasta ve yakınlarını sevindirdi.
sağlık bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu yetkililerinden aldığı bilgiye göre, "ataluren" etken maddeli ilaç, rahatsızlığın ilerlemesinin yavaşlatılabilmesi, hastaların yürüme yeteneğini kaybetmeden daha uzun süre yaşayabilmeleri ve komplikasyonların engellenebilmesi amacıyla geri ödeme kapsamında yer aldı.
İlaç, DMD tanılı hastalarda yürüyüş yeteneği kaybını yavaşlatma yönündeki etkisinden ötürü bu yeteneğini yitirmemiş hastalarda kullanılabilecek.
SGK'nın yayımladığı "Yurtdışı İlaçlarda Yapılan Değişiklikler Hakkında Duyuru" ekinde bulunan yurtdışı ilaç fiyat listesine (EK-4/C) eklenen ve güncellenen ilaçlar listesinde, "ataluren" etken maddeli ilacın kamu baz fiyatı 17 bin 707 avro olarak belirlendi.
KÖK HÜCRE ÇALIŞMALARINA DESTEK ÇAĞRISI
Kas Hastası Gönüllüleri Derneği Başkanı Ahmet Göze, DMD'nin kronik bir kas erimesi hastalığı olduğunu belirterek, "Ülkemizde yaklaşık 13 bin kişinin bu hastalığa sahip olduğu ve her yıl gerçekleşen 250 doğumda bir DMD hastası çocuğun dünyaya geldiği belirtilmekte" dedi.
İlacın, kas erimesi hastaları için umut olduğunu ifade eden Göze, şöyle konuştu:
"İlaç, ABD'den şartlı onay alınarak uygun grupta bulunan kas hastalarının erişimine sunuldu. Yaklaşık bir yıldır bu ilaçtan ülkemizdeki uygun hastalarımızın faydalanabilmesi adına resmi mercilerle görüşmeler gerçekleştiriliyordu. Artık ilaç, SGK tarafından ödeme kapsamına alındı.
İlaç, büyük bir hasta grubunu kapsıyor. İlaca uyumlu hastaların tespiti için gen testlerine ihtiyaç duyuluyor. Gen testleriyle uygun olduğu belirlenen hastalar için üniversite hastanelerinin nöroloji bölümlerince ilacın reçete edilerek raporun çıkartılması gerekiyor. Sağlık Bakanlığının onayı alındıktan sonra ilaç, Türk Eczacıları Birliği kanalıyla yurtdışından temin edilebiliyor."
Göze, hastalığın tedavisi için bir başka seçeneğin de kök hücre tedavisi olduğunu savunarak, Gaziantep Üniversitesinde bu uygulamanın yapılabilmesi için bilimsel kadro ile birlikte çalıştıklarını anlattı. Bunun hayata geçirilebilmesi için Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunduklarını dile getiren Göze, "Yetkililerimizin bu konuda destek sağlayacaklarına inanıyoruz. İlacın geri ödemeye alınmasının sevincini kök hücre çalışmalarında da yaşamak istiyoruz" ifadesini kullandı.
KAS ERİMESİ HASTALIĞI
Hastalık, distrofini üreten (kodlayan) bir gendeki bozuklukla ortaya çıkıyor, yürümeye başlayan çocuklarda sık düşme, denge bozukluğu, koşamama gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Kas gücü kaybı ilk olarak kalça çevresindeki kaslarda başlıyor. Bu nedenle yokuş ve merdiven çıkamama, oturulan yerden kalkamama gibi belirtiler görülebiliyor.
Kas erimesi hastası çocuklar ilerleyen yaşlarında artık yürüyemiyor ve tekerlekli sandalyeye mahkum kalıyor. Hastalığın son aşamasından solunum ve gövde kasları da etkileniyor. Hastaların bir çoğu geçmişte 20'li yaşlarında akciğer enfeksiyonu nedeniyle kaybedilirken, günümüzde iyi bir bakımla yaşam süresi uzayabiliyor.
Hastalığın, kesin bir tedavisi bulunmuyor. Hürriyet
sağlık bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu yetkililerinden aldığı bilgiye göre, "ataluren" etken maddeli ilaç, rahatsızlığın ilerlemesinin yavaşlatılabilmesi, hastaların yürüme yeteneğini kaybetmeden daha uzun süre yaşayabilmeleri ve komplikasyonların engellenebilmesi amacıyla geri ödeme kapsamında yer aldı.
İlaç, DMD tanılı hastalarda yürüyüş yeteneği kaybını yavaşlatma yönündeki etkisinden ötürü bu yeteneğini yitirmemiş hastalarda kullanılabilecek.
SGK'nın yayımladığı "Yurtdışı İlaçlarda Yapılan Değişiklikler Hakkında Duyuru" ekinde bulunan yurtdışı ilaç fiyat listesine (EK-4/C) eklenen ve güncellenen ilaçlar listesinde, "ataluren" etken maddeli ilacın kamu baz fiyatı 17 bin 707 avro olarak belirlendi.
KÖK HÜCRE ÇALIŞMALARINA DESTEK ÇAĞRISI
Kas Hastası Gönüllüleri Derneği Başkanı Ahmet Göze, DMD'nin kronik bir kas erimesi hastalığı olduğunu belirterek, "Ülkemizde yaklaşık 13 bin kişinin bu hastalığa sahip olduğu ve her yıl gerçekleşen 250 doğumda bir DMD hastası çocuğun dünyaya geldiği belirtilmekte" dedi.
İlacın, kas erimesi hastaları için umut olduğunu ifade eden Göze, şöyle konuştu:
"İlaç, ABD'den şartlı onay alınarak uygun grupta bulunan kas hastalarının erişimine sunuldu. Yaklaşık bir yıldır bu ilaçtan ülkemizdeki uygun hastalarımızın faydalanabilmesi adına resmi mercilerle görüşmeler gerçekleştiriliyordu. Artık ilaç, SGK tarafından ödeme kapsamına alındı.
İlaç, büyük bir hasta grubunu kapsıyor. İlaca uyumlu hastaların tespiti için gen testlerine ihtiyaç duyuluyor. Gen testleriyle uygun olduğu belirlenen hastalar için üniversite hastanelerinin nöroloji bölümlerince ilacın reçete edilerek raporun çıkartılması gerekiyor. Sağlık Bakanlığının onayı alındıktan sonra ilaç, Türk Eczacıları Birliği kanalıyla yurtdışından temin edilebiliyor."
Göze, hastalığın tedavisi için bir başka seçeneğin de kök hücre tedavisi olduğunu savunarak, Gaziantep Üniversitesinde bu uygulamanın yapılabilmesi için bilimsel kadro ile birlikte çalıştıklarını anlattı. Bunun hayata geçirilebilmesi için Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunduklarını dile getiren Göze, "Yetkililerimizin bu konuda destek sağlayacaklarına inanıyoruz. İlacın geri ödemeye alınmasının sevincini kök hücre çalışmalarında da yaşamak istiyoruz" ifadesini kullandı.
KAS ERİMESİ HASTALIĞI
Hastalık, distrofini üreten (kodlayan) bir gendeki bozuklukla ortaya çıkıyor, yürümeye başlayan çocuklarda sık düşme, denge bozukluğu, koşamama gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Kas gücü kaybı ilk olarak kalça çevresindeki kaslarda başlıyor. Bu nedenle yokuş ve merdiven çıkamama, oturulan yerden kalkamama gibi belirtiler görülebiliyor.
Kas erimesi hastası çocuklar ilerleyen yaşlarında artık yürüyemiyor ve tekerlekli sandalyeye mahkum kalıyor. Hastalığın son aşamasından solunum ve gövde kasları da etkileniyor. Hastaların bir çoğu geçmişte 20'li yaşlarında akciğer enfeksiyonu nedeniyle kaybedilirken, günümüzde iyi bir bakımla yaşam süresi uzayabiliyor.
Hastalığın, kesin bir tedavisi bulunmuyor. Hürriyet
Etiketler:
haber,
hastalık,
ilaç,
sağlık bakanlığı,
sgk
Hastanelerde bugünden itibaren yine damar okuma sistemi olacak
Danıştay kararıyla Kasım 2014’te kullanımı durdurulan ’biyometrik kimlik doğrulama sistemi’, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla bugün itibariyle yeniden yürürlüğe girdi. Bugün özel hastaneye gidecek olan SGK'lılar sisteme kaydolmadan muayene olamayacak.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın açtığı davada Danıştay 15. Dairesi’nin 11.09.2014 tarihli kararı ile özel hastanede biyometrik kimlik doğrulaması ile ilgili işlem ve bu işlemin dayanağı olan SUT Tebliğinin ilgili kısımlarının yürütmesi durdurulmuştu.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), 08/11/2014 tarihli “Biyometrik Kimlik Doğrulama Sistemi” konulu duyuru ile Danıştay 15. Daire Başkanlığınca alınan yürütmeyi durdurma kararlarına istinaden 08/11/2014 tarihi itibariyle biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın MEDULA sisteminden provizyon alınabileceği ve biyometrik kimlik doğrulama sistemine ilişkin yapılacak düzenlemelerin Kurum portalından duyurulacağı hususunda bilgi verilmişti.
ANAYASA MAHKEMESİ İTİRAZIN REDDİNE KARARI VERDİ
Anayasa Mahkemesi’nin 03/04/2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararında “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 67. maddesinin üçüncü fıkrasına, 01.03.2012 tarihli ve 6283 sayılı Kanunun 1. Maddesiyle eklenen “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresinin, Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine kararı verildi. Anayasa Mahkemesi kararı gereğince Danıştay İdari Dava Daireler Kurulu tarafından yürütmeyi durdurma kararları kaldırıldı.
MEDULA, BUGÜNDEN İTİBAREN AVUÇ İÇİ OLMADAN PROVİZYON VERMEYECEK
Saglikaktuel.com internet sitesinin haberine göre, SGK 30 Nisanda yayımladığı, “Halen hem biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın hem de kişinin açık rızasının alınması şartıyla biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılarak MEDULA sisteminden provizyon alınabilmektedir. Ancak 15.05.2015 tarihi itibariyle ilgili mevzuat hükümleri doğrultusunda sağlık yardımları Kurumumuzca karşılanan kişilerin özel sağlık hizmeti sunucularına başvurularında istisnai durumlar haricinde biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın MEDULA sisteminde provizyon verilmeyecektir. Bu kapsamda sağlık yardımları Kurumumuzca karşılanan kişilerin özel sağlık hizmeti sunucularına başvurularında mağduriyet yaşamamalarını teminen özel sağlık hizmeti sunucularının 15.05.2015 tarihinde kadar gerekli tüm önlemleri almaları ve hazırlıklarını tamamlamaları gerekmektedir” duyurusu ile bugün itibariyle biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın MEDULA sisteminden provizyon verilmeyeceğini açıkladı.
Biyometrik kimlik doğrulama şu durumlarda yapılamayacak:
- 12 yaş ve altı çocuklara, 75 yaş ve üstü kişilere,
- Her iki üst ekstremitesi olmayan kişilere (elleri olmayan),
- Her iki el avuç içi veya her iki el orta, işaret, yüzük, baş, küçük parmak damar izi bütünlüğü bozulmuş olanlara,
- Acil hastalara (yeşil alan muayenesi hariç),
- Serepral palsi, üst ekstremite felci ve benzeri tıbbi nedenlerden dolayı biyometrik verisi alınamayan kişilere, spastik veya otistik engelli olan kişilere,
- Organ, doku ve kök hücre nakli tedavilerinde alıcının üzerinden donör takibinin alındığı durumlarda,
Yukarıda belirtilen genel sağlık sigortalıları, nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport ya da evlilik cüzdanlarıyla sağlık hizmeti sunucularına müracaat etmeleri halinde sağlık hizmeti alabilecekler".
Hürriyet
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın açtığı davada Danıştay 15. Dairesi’nin 11.09.2014 tarihli kararı ile özel hastanede biyometrik kimlik doğrulaması ile ilgili işlem ve bu işlemin dayanağı olan SUT Tebliğinin ilgili kısımlarının yürütmesi durdurulmuştu.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), 08/11/2014 tarihli “Biyometrik Kimlik Doğrulama Sistemi” konulu duyuru ile Danıştay 15. Daire Başkanlığınca alınan yürütmeyi durdurma kararlarına istinaden 08/11/2014 tarihi itibariyle biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın MEDULA sisteminden provizyon alınabileceği ve biyometrik kimlik doğrulama sistemine ilişkin yapılacak düzenlemelerin Kurum portalından duyurulacağı hususunda bilgi verilmişti.
ANAYASA MAHKEMESİ İTİRAZIN REDDİNE KARARI VERDİ
Anayasa Mahkemesi’nin 03/04/2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararında “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 67. maddesinin üçüncü fıkrasına, 01.03.2012 tarihli ve 6283 sayılı Kanunun 1. Maddesiyle eklenen “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresinin, Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine kararı verildi. Anayasa Mahkemesi kararı gereğince Danıştay İdari Dava Daireler Kurulu tarafından yürütmeyi durdurma kararları kaldırıldı.
MEDULA, BUGÜNDEN İTİBAREN AVUÇ İÇİ OLMADAN PROVİZYON VERMEYECEK
Saglikaktuel.com internet sitesinin haberine göre, SGK 30 Nisanda yayımladığı, “Halen hem biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın hem de kişinin açık rızasının alınması şartıyla biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılarak MEDULA sisteminden provizyon alınabilmektedir. Ancak 15.05.2015 tarihi itibariyle ilgili mevzuat hükümleri doğrultusunda sağlık yardımları Kurumumuzca karşılanan kişilerin özel sağlık hizmeti sunucularına başvurularında istisnai durumlar haricinde biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın MEDULA sisteminde provizyon verilmeyecektir. Bu kapsamda sağlık yardımları Kurumumuzca karşılanan kişilerin özel sağlık hizmeti sunucularına başvurularında mağduriyet yaşamamalarını teminen özel sağlık hizmeti sunucularının 15.05.2015 tarihinde kadar gerekli tüm önlemleri almaları ve hazırlıklarını tamamlamaları gerekmektedir” duyurusu ile bugün itibariyle biyometrik kimlik doğrulama sistemi kullanılmaksızın MEDULA sisteminden provizyon verilmeyeceğini açıkladı.
Biyometrik kimlik doğrulama şu durumlarda yapılamayacak:
- 12 yaş ve altı çocuklara, 75 yaş ve üstü kişilere,
- Her iki üst ekstremitesi olmayan kişilere (elleri olmayan),
- Her iki el avuç içi veya her iki el orta, işaret, yüzük, baş, küçük parmak damar izi bütünlüğü bozulmuş olanlara,
- Acil hastalara (yeşil alan muayenesi hariç),
- Serepral palsi, üst ekstremite felci ve benzeri tıbbi nedenlerden dolayı biyometrik verisi alınamayan kişilere, spastik veya otistik engelli olan kişilere,
- Organ, doku ve kök hücre nakli tedavilerinde alıcının üzerinden donör takibinin alındığı durumlarda,
Yukarıda belirtilen genel sağlık sigortalıları, nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport ya da evlilik cüzdanlarıyla sağlık hizmeti sunucularına müracaat etmeleri halinde sağlık hizmeti alabilecekler".
Hürriyet
Etiketler:
haber,
hastane,
sağlık,
sağlık bakanlığı,
sgk
Hangi kan grubunu hangi hastalıklar bekliyor?
Kan grubunuzun hangi hastalığa yatkın olduğunu biliyor musunuz?
Araştırmayı yapan Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Dr. Arash Etemadi. Etemadi, 55 bin kişiyi kapsayan araştırmayı Kuzey Batı İran’da yürüttü. İlk bulgular, belirli hastalıklarda 0 grubu kana sahip olmayanların ölüm oranlarının yüzde 9 daha fazla olduğunu gösterdi.
Hürriyet’te yer alan habere göre; araştırma sırasında, kan grubuyla mide kanseri arasındaki bağ da incelendi. Sonuçlar, A,B ve AB grubu kan taşıyanların 0 grubu kana sahip olanlara göre yüzde 55 oranında daha fazla mide kanserine yakalandığını gösterdi.
Bu durum, 0 grubu dışındakilerin kesinlikle hastalık riski taşıdığı anlamına gelmiyor. Beslenme, spor alışkanlığı gibi bir dizi önemli faktör de söz konusu fakat kan grubu 0 olanların birçok önemli hastalığa yakalanma riski daha düşük. Daha önceki araştırmalara göre de, hemen hemen bütün kanser türlerinin A ve AB kan gruplarına karşı büyük ilgili duyduğunu ortaya koymuştu. Kansere karşı şanslı kan grubunu ise 0 grubu oluşturuyor.
D’Adamo’nun araştırmalarına göre kanser ve kan grupları arasındaki ilişki şöyle:
Meme kanseri
Bu kanser türüne yakalanan kadınlar ile ilgili araştırmalar, O ve B kan grubuna sahip olanların tedaviye daha hızlı yanıt verdiğini ve daha hızlı iyileştiğini gösteriyor.
Beyin tümörü
Birçok beyin ve sinir sistemi kanserleri, A ve AB gruplarını tercih ediyor.
Rahim kanseri
Bu kanser türleri de A ve AB gruplarını tercih ediyor, ancak bu hastalıklara yakalanan B grubu kadınların sayısı da yüksek bulunuyor.
Bağırsak kanseri
Dudak, Dil, yanak, diş eti, yemek borusu kanserleri ile tükürük bezlerindeki tümörler, A ve AB grupları ile çok yakın ilişkili bulunuyor. Bu kanserlerin çoğu kendi kendilerine oluşurken, sigarayı bırakıp, alkolü azaltmak ve diyete dikkat etmek riski azaltıyor.
Mide kanseri
Üzerinde araştırma yapılmış 63 bin vakada mide kanserinin A ve AB gruplarındaki düşük mide asiti ile yakından ilişkili olduğunu ortaya çıkardı.
Pankreas kanseri
Pankreas, karaciğer, safra kesesi ve safra yolu kanserleri, dayanıklı sindirim sistemlerine sahip O gruplarında nadir görülüyor. A ve AB grupları yine en çok risk altında olanlar. B grupları eğer onlar için sakıncalı olan kabuklu yemişleri yerlerse bu kanser türlerine yakalanabilirler.
Lenf ve lösemi kanseri
Bu kanser formu, O grupların eğilimli oldukları bir tür. Kan ve lenflerde gelişen bu kanser tercihen O gruplarını sıkıntıya sokar.
Deri ve kemik rahatsızlıkları
Deri kanserleri de en fazla O grubunun yakalandığı tek kanser türü. Habis melanom deri kanserinin en öldürücü şeklidir. Bu duruma karşı O ve B grupları bağışık değildirler.
Mesane (idrar kesesi) kanseri
Mesane kanseri en fazla A ve B gruplarında görülür. Hem A hem de B grubunun karakterini taşıyan AB grubu ise büyük olasılıkla en yüksek riski taşıyan gruptur.
Kadın&Kadın
Araştırmayı yapan Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Dr. Arash Etemadi. Etemadi, 55 bin kişiyi kapsayan araştırmayı Kuzey Batı İran’da yürüttü. İlk bulgular, belirli hastalıklarda 0 grubu kana sahip olmayanların ölüm oranlarının yüzde 9 daha fazla olduğunu gösterdi.
Hürriyet’te yer alan habere göre; araştırma sırasında, kan grubuyla mide kanseri arasındaki bağ da incelendi. Sonuçlar, A,B ve AB grubu kan taşıyanların 0 grubu kana sahip olanlara göre yüzde 55 oranında daha fazla mide kanserine yakalandığını gösterdi.
Bu durum, 0 grubu dışındakilerin kesinlikle hastalık riski taşıdığı anlamına gelmiyor. Beslenme, spor alışkanlığı gibi bir dizi önemli faktör de söz konusu fakat kan grubu 0 olanların birçok önemli hastalığa yakalanma riski daha düşük. Daha önceki araştırmalara göre de, hemen hemen bütün kanser türlerinin A ve AB kan gruplarına karşı büyük ilgili duyduğunu ortaya koymuştu. Kansere karşı şanslı kan grubunu ise 0 grubu oluşturuyor.
D’Adamo’nun araştırmalarına göre kanser ve kan grupları arasındaki ilişki şöyle:
Meme kanseri
Bu kanser türüne yakalanan kadınlar ile ilgili araştırmalar, O ve B kan grubuna sahip olanların tedaviye daha hızlı yanıt verdiğini ve daha hızlı iyileştiğini gösteriyor.
Beyin tümörü
Birçok beyin ve sinir sistemi kanserleri, A ve AB gruplarını tercih ediyor.
Rahim kanseri
Bu kanser türleri de A ve AB gruplarını tercih ediyor, ancak bu hastalıklara yakalanan B grubu kadınların sayısı da yüksek bulunuyor.
Bağırsak kanseri
Dudak, Dil, yanak, diş eti, yemek borusu kanserleri ile tükürük bezlerindeki tümörler, A ve AB grupları ile çok yakın ilişkili bulunuyor. Bu kanserlerin çoğu kendi kendilerine oluşurken, sigarayı bırakıp, alkolü azaltmak ve diyete dikkat etmek riski azaltıyor.
Mide kanseri
Üzerinde araştırma yapılmış 63 bin vakada mide kanserinin A ve AB gruplarındaki düşük mide asiti ile yakından ilişkili olduğunu ortaya çıkardı.
Pankreas kanseri
Pankreas, karaciğer, safra kesesi ve safra yolu kanserleri, dayanıklı sindirim sistemlerine sahip O gruplarında nadir görülüyor. A ve AB grupları yine en çok risk altında olanlar. B grupları eğer onlar için sakıncalı olan kabuklu yemişleri yerlerse bu kanser türlerine yakalanabilirler.
Lenf ve lösemi kanseri
Bu kanser formu, O grupların eğilimli oldukları bir tür. Kan ve lenflerde gelişen bu kanser tercihen O gruplarını sıkıntıya sokar.
Deri ve kemik rahatsızlıkları
Deri kanserleri de en fazla O grubunun yakalandığı tek kanser türü. Habis melanom deri kanserinin en öldürücü şeklidir. Bu duruma karşı O ve B grupları bağışık değildirler.
Mesane (idrar kesesi) kanseri
Mesane kanseri en fazla A ve B gruplarında görülür. Hem A hem de B grubunun karakterini taşıyan AB grubu ise büyük olasılıkla en yüksek riski taşıyan gruptur.
Kadın&Kadın
14 Mayıs 2015 Perşembe
Kolonoskopi sayesinde bağırsak kanseri önlenebilir
Gastroenteroloji uzmanı Doç.Dr. Alper Yurci, kolon kanserinin teşhisi ve hastalıktan korunma yöntemlerine uyulması ve kolonoskopi sayesinde kanserin önlenebildiğini söyledi.
Memorial Kayseri Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç.Dr. Alper Yurci, kolon kanserinin teşhisi ve hastalıktan korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi. Doç.Dr. Yurci yapılan araştırmalarda Türkiye’de en sık görülen ilk 5 kanser türü arasında 3’üncü sırada yer alan kalın bağırsak kanserinin (kolon kanseri) özellikle 50 yaşın üzerindeki erkek ve kadınlarda daha sık görüldüğünü anlatırken şöyle dedi:
"50 yaş üzerinde bulunanlara 5 yılda 1 kolonoskopi yaptırmaları önerilirken, erken teşhis ve doğru cerrahi müdahale sayesinde hastaların yaşam süresi uzamaktadır. Her yaşta görülebilen kalın bağırsak kanserine, 50 yaşın üzerindeki insanlarda daha sık rastlanmaktadır. Birinci derece yakınlarında (anne, baba, kardeş) kalın bağırsak kanseri olan, aile bireylerinde polipozis hastalığı bulunan, yumurtalık ve rahim kanseri olan kadınlar ile 10 yılı aşan süre ülseratif koliti olan hastalar kolon kanseri açısından yüksek riskli grupta yer almaktadır. Kronik sindirim sistemi rahatsızlığı olan kişilere ve ailesinde kolon kanseri olanlara kolonoskopi yöntemiyle polip taraması önerilmektedir. Kanser oluşmadan bir dizi tedbirin alınması da kolon kanserinin önlenmesinde etkilidir. Yüksek oranda lif, düşük oranda yağ içeren besinlerin tüketilmesi kalın barsak kanserini önlemede etkilidir."
Doç.Dr. Alper Yurci, çağın sorunları arasında yer alan obezite ve beslenme alışkanlığındaki düzensizlik özellikle kolon kanserinin nedenleri arasında sayıldığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:
"Yapılan araştırmalarda düzenli egzersizin kolon kanseri riskini azalttığı tespit edilmiştir. Haftada en az 3 gün yapılan egzersiz, kolon kanserine karşı alınabilecek en iyi tedbirdir. Sigara kullanımı ve aşırı alkol tüketime de kalın bağırsak kanseri riskini artırmaktadır. Yapılan araştırmalarda kalsiyum, D vitamini ve magnezyum takviyelerinin de kalın barsak gelişimi riskini azalttığı ortaya konulmuştur. Az kırmızı et ve daha çok balık tüketmek, düzenli olarak tahıl, fasulye, meyve ve özellikle yeşil yapraklı sebze yemek, kalsiyum açısından zengin süt, yoğurt ya da peynir tüketmek önemlidir. Yemeklerde fazla yağ ya da sıvı yağ kullanmaktan kaçınılmalı, eğer kullanılıyorsa zeytin yağ tercih edilmelidir. Doymamış herhangi bir bitkisel yağ çok daha iyidir. Belirtiler fark edilirse uzmana başvurulmalı. olonoskopi ve diğer öneriler kişilerin herhangi bir şikayeti olmadan alması gereken tedbirlerdir. Ancak, dışkıda kan görülmesi veya dışkılama alışkanlığındaki değişiklik kolon kanseri açısından yeterli şüpheler arasındadır. Bu tip şikayetleri olan hastalarda zaman geçirilmeden kolon kanserinin olup- olmadığı araştırılmalıdır. Özellikle yüksek riskli gruptakilerin düzenli olarak muayene olmaları ve kişiye özel olarak belirlenen kolonoskopi takipleri kolon kanseri ile mücadelede son derece önemlidir." (hürriyet.com.tr)
Memorial Kayseri Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç.Dr. Alper Yurci, kolon kanserinin teşhisi ve hastalıktan korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi. Doç.Dr. Yurci yapılan araştırmalarda Türkiye’de en sık görülen ilk 5 kanser türü arasında 3’üncü sırada yer alan kalın bağırsak kanserinin (kolon kanseri) özellikle 50 yaşın üzerindeki erkek ve kadınlarda daha sık görüldüğünü anlatırken şöyle dedi:
"50 yaş üzerinde bulunanlara 5 yılda 1 kolonoskopi yaptırmaları önerilirken, erken teşhis ve doğru cerrahi müdahale sayesinde hastaların yaşam süresi uzamaktadır. Her yaşta görülebilen kalın bağırsak kanserine, 50 yaşın üzerindeki insanlarda daha sık rastlanmaktadır. Birinci derece yakınlarında (anne, baba, kardeş) kalın bağırsak kanseri olan, aile bireylerinde polipozis hastalığı bulunan, yumurtalık ve rahim kanseri olan kadınlar ile 10 yılı aşan süre ülseratif koliti olan hastalar kolon kanseri açısından yüksek riskli grupta yer almaktadır. Kronik sindirim sistemi rahatsızlığı olan kişilere ve ailesinde kolon kanseri olanlara kolonoskopi yöntemiyle polip taraması önerilmektedir. Kanser oluşmadan bir dizi tedbirin alınması da kolon kanserinin önlenmesinde etkilidir. Yüksek oranda lif, düşük oranda yağ içeren besinlerin tüketilmesi kalın barsak kanserini önlemede etkilidir."
Doç.Dr. Alper Yurci, çağın sorunları arasında yer alan obezite ve beslenme alışkanlığındaki düzensizlik özellikle kolon kanserinin nedenleri arasında sayıldığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:
"Yapılan araştırmalarda düzenli egzersizin kolon kanseri riskini azalttığı tespit edilmiştir. Haftada en az 3 gün yapılan egzersiz, kolon kanserine karşı alınabilecek en iyi tedbirdir. Sigara kullanımı ve aşırı alkol tüketime de kalın bağırsak kanseri riskini artırmaktadır. Yapılan araştırmalarda kalsiyum, D vitamini ve magnezyum takviyelerinin de kalın barsak gelişimi riskini azalttığı ortaya konulmuştur. Az kırmızı et ve daha çok balık tüketmek, düzenli olarak tahıl, fasulye, meyve ve özellikle yeşil yapraklı sebze yemek, kalsiyum açısından zengin süt, yoğurt ya da peynir tüketmek önemlidir. Yemeklerde fazla yağ ya da sıvı yağ kullanmaktan kaçınılmalı, eğer kullanılıyorsa zeytin yağ tercih edilmelidir. Doymamış herhangi bir bitkisel yağ çok daha iyidir. Belirtiler fark edilirse uzmana başvurulmalı. olonoskopi ve diğer öneriler kişilerin herhangi bir şikayeti olmadan alması gereken tedbirlerdir. Ancak, dışkıda kan görülmesi veya dışkılama alışkanlığındaki değişiklik kolon kanseri açısından yeterli şüpheler arasındadır. Bu tip şikayetleri olan hastalarda zaman geçirilmeden kolon kanserinin olup- olmadığı araştırılmalıdır. Özellikle yüksek riskli gruptakilerin düzenli olarak muayene olmaları ve kişiye özel olarak belirlenen kolonoskopi takipleri kolon kanseri ile mücadelede son derece önemlidir." (hürriyet.com.tr)
Kızamık bağışıklığı 3 yıl zayıflatıyor
Kızamık hastalığının, aşı olmayan çocukların bağışıklık sistemi üzerindeki etkisinin sanılandan çok daha uzun sürdüğü belirlendi.
ABD'deki Princeton Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, kızamığın çocukların bağışıklık sistemini sanıldığı gibi 1-2 ay değil, 3 yıl zayıflattığını gösterdi.
Bilim adamları, kızamık virüsünün aşı olmayan çocuklarda bağışıklık sisteminde önemli rol oynayan lenfosit T hücrelerine saldırıp yok ettiği ve uzun vadede vücudun enfeksiyonlara karşı direncini engellediğini belirtti.
Kızamık virüsünün yok ettiği lenfosit T hücrelerinin, yeniden oluşmasının yaklaşık 1-2 ay sürdüğünü belirten bilim adamları, yeniden oluşan hücrelerin, sadece kızamık virüsüyle mücadele edebildiğini, diğer virüslere karşı etkisiz kaldığını vurguladı.
İngiltere, Galler ve Danimarka'da 1-9, ABD'de de 1-14 yaşlarındaki çocukların aşı kayıtları, ölüm ve kızamık oranlarına ilişkin verileri inceleyen bilim adamları, bağışıklık sisteminin zayıflamasının çocukların başka bir virüsün yol açtığı enfeksiyonlardan ölüm riskini de artırabileceğini saptadı.
Kızamığın sanılandan daha uzun süre bağışıklık sistemini zayıflattığını ve aşının sadece kızamıktan değil başka hastalıklardan ölüm riskini de azalttığını gösteren araştırmanın sonuçları "Science" dergisinde yayımlandı.
Kızamık, morbilli virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir çocukluk hastalığı. Kızamık aşısı hastalığın daha hafif atlatılmasını ve bir daha bu hastalığa yakalanmamayı sağlıyor.
ABD'deki Princeton Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, kızamığın çocukların bağışıklık sistemini sanıldığı gibi 1-2 ay değil, 3 yıl zayıflattığını gösterdi.
Bilim adamları, kızamık virüsünün aşı olmayan çocuklarda bağışıklık sisteminde önemli rol oynayan lenfosit T hücrelerine saldırıp yok ettiği ve uzun vadede vücudun enfeksiyonlara karşı direncini engellediğini belirtti.
Kızamık virüsünün yok ettiği lenfosit T hücrelerinin, yeniden oluşmasının yaklaşık 1-2 ay sürdüğünü belirten bilim adamları, yeniden oluşan hücrelerin, sadece kızamık virüsüyle mücadele edebildiğini, diğer virüslere karşı etkisiz kaldığını vurguladı.
İngiltere, Galler ve Danimarka'da 1-9, ABD'de de 1-14 yaşlarındaki çocukların aşı kayıtları, ölüm ve kızamık oranlarına ilişkin verileri inceleyen bilim adamları, bağışıklık sisteminin zayıflamasının çocukların başka bir virüsün yol açtığı enfeksiyonlardan ölüm riskini de artırabileceğini saptadı.
Kızamığın sanılandan daha uzun süre bağışıklık sistemini zayıflattığını ve aşının sadece kızamıktan değil başka hastalıklardan ölüm riskini de azalttığını gösteren araştırmanın sonuçları "Science" dergisinde yayımlandı.
Kızamık, morbilli virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir çocukluk hastalığı. Kızamık aşısı hastalığın daha hafif atlatılmasını ve bir daha bu hastalığa yakalanmamayı sağlıyor.
13 Mayıs 2015 Çarşamba
Parfümü böyle kullanırsanız kısırlık yapıyor!
Kadın Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Doç. Dr. Hakan Çoksüer, parfüm ve deodorantın çok sayıda kimyasal madde içerdiği için erkeklerde sperm sayısını düşürerek kısırlığa neden olabileceğini söyledi.
Hastane odasında açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Çoksüer, parfümün içerisinde bulunan kimyasal maddelerin hem cilt yoluyla hem de solunum yoluyla vücuda geçebileceğini ifade etti. Bunun erkeklerde testesteron gibi hormonların vücutta işlev görmesini bozarak sperm kalitesini düşürüp erkekte üreme problemlerini doğurabileceğine değinen Doç. Dr. Çoksüer, “Parfüm gibi çok sayıda kimyasal içeren kozmetik ürünler, kısırlık yaptıkları yetmiyor gibi kanser riski de taşıyor. Uzun süre maruz kalındığında insan sağlığına büyük hasarlar verebiliyorlar. Birçok parfümde kullanılan fitalatlar erkeklerde üreme fonksiyonlarının bozulmasına sebep oluyor. Ayrıca bu maddeler alerjen etkiye sahip olabiliyor. Çoğu zaman bu alerjik reaksiyonlar ciltte hasara sebep olup tedavi gerektiren durumlara yol açabiliyor. Parfüm ve deodorant çok sıcak mevsimlerde her gün duş alınsa bile baş etmesi zor olan koku sorunlarına kısmen çare oldukları bir gerçektir. Fakat parfüm ürünlerinin, yanlış kullanımları durumunda bazı riskleri mevcuttur” dedi.
“PARFÜMÜ KULLANIRKEN CİLDE TEMAS ETMEMESİNE ÖZEN GÖSTERİLMELİ”
Banyo yapmamak için parfüm ve deodorant kullanılmasının deri problemlerine neden olabileceğini ifade eden Doç. Dr. Çoksüer, “Parfüm terli iken kötü kokuyu bastırmak için değil, temizken terlediğinizde bu ter kokusunu daha hafif yaymak için kullanılmalıdır. Ayrıca parfümlerin çok yakından sıkılması cilt problemleri ile karşılaşmalarına neden olacaktır. Onun için parfümlerinizi tenden uzakta sıkarak teninizin hasar görmesini de engelleyeceksiniz. Parfüm ve deodorantın içindeki kimyasalları mümkün olduğu kadar cilde temastan kaçınmak gerekir. Çok yoğun kullanımlar sonrasında kesinlikle duş almalı ve üzerinizde kalan kimyasal parfüm atıklarından da kurtulmalısınız. Elimizden geldiği kadar bu maddelerden uzak durmalıyız. Kozmetik ürün kullanacaksak eğer en doğal olanını kullanmakta fayda var. Ayrıca parfüm ve deodorant kullanırken cilde temas etmemesine ve solunmamasına dikkat etmek gerekir” diye konuştu. (pembenar.com.tr)
Hastane odasında açıklamalarda bulunan Doç. Dr. Çoksüer, parfümün içerisinde bulunan kimyasal maddelerin hem cilt yoluyla hem de solunum yoluyla vücuda geçebileceğini ifade etti. Bunun erkeklerde testesteron gibi hormonların vücutta işlev görmesini bozarak sperm kalitesini düşürüp erkekte üreme problemlerini doğurabileceğine değinen Doç. Dr. Çoksüer, “Parfüm gibi çok sayıda kimyasal içeren kozmetik ürünler, kısırlık yaptıkları yetmiyor gibi kanser riski de taşıyor. Uzun süre maruz kalındığında insan sağlığına büyük hasarlar verebiliyorlar. Birçok parfümde kullanılan fitalatlar erkeklerde üreme fonksiyonlarının bozulmasına sebep oluyor. Ayrıca bu maddeler alerjen etkiye sahip olabiliyor. Çoğu zaman bu alerjik reaksiyonlar ciltte hasara sebep olup tedavi gerektiren durumlara yol açabiliyor. Parfüm ve deodorant çok sıcak mevsimlerde her gün duş alınsa bile baş etmesi zor olan koku sorunlarına kısmen çare oldukları bir gerçektir. Fakat parfüm ürünlerinin, yanlış kullanımları durumunda bazı riskleri mevcuttur” dedi.
“PARFÜMÜ KULLANIRKEN CİLDE TEMAS ETMEMESİNE ÖZEN GÖSTERİLMELİ”
Banyo yapmamak için parfüm ve deodorant kullanılmasının deri problemlerine neden olabileceğini ifade eden Doç. Dr. Çoksüer, “Parfüm terli iken kötü kokuyu bastırmak için değil, temizken terlediğinizde bu ter kokusunu daha hafif yaymak için kullanılmalıdır. Ayrıca parfümlerin çok yakından sıkılması cilt problemleri ile karşılaşmalarına neden olacaktır. Onun için parfümlerinizi tenden uzakta sıkarak teninizin hasar görmesini de engelleyeceksiniz. Parfüm ve deodorantın içindeki kimyasalları mümkün olduğu kadar cilde temastan kaçınmak gerekir. Çok yoğun kullanımlar sonrasında kesinlikle duş almalı ve üzerinizde kalan kimyasal parfüm atıklarından da kurtulmalısınız. Elimizden geldiği kadar bu maddelerden uzak durmalıyız. Kozmetik ürün kullanacaksak eğer en doğal olanını kullanmakta fayda var. Ayrıca parfüm ve deodorant kullanırken cilde temas etmemesine ve solunmamasına dikkat etmek gerekir” diye konuştu. (pembenar.com.tr)
12 Mayıs 2015 Salı
Ünlü doktora büyük şok!
Sağlık Bakanlığı, ünlü doktor Aytuğ Kolonkaya’nın ‘Fat Block-Yağ Tutucu’ adlı ürünün toplatılmasını istedi. Ancak satışı hâlâ sürüyor.
Yaz aylarının gelmesiyle birlikte özellikle internet üzerinde zayıflama ilaçlarının satışları artarken Sağlık Bakanlığı da harekete geçti. Bakanlık son olarak İfarma İlaç Pazarlama şirketine ait ve doktor Aytuğ Kolonkaya’nın da reklamını yaptığı “Fat-Block Yağ Tutucu” ürün için toplatılma kararı aldı. 81 ilin valiliğine, eczacılara ve ecza depolarına, özel ve devlet hastanelerinin ilgili kurumlarına bu kararı iletirken, satışı devam eden ürünler için “hangi ilden, nerelerden, kaç adet toplandığına dair ayrıntılı bilgilerin kendilerine gönderilmesini ve kayıt altına alınması istedi.
Öte yandan Sağlık Bakanlığı’nın yasakladığı ürünler, Tarım Bakanlığı’ndan farklı isimlerle izin almaya ve internet üzerinden satışına da devam ediyor. Aldıkları ürünler işe yaramadığı ya da yan etkiler gibi çeşitli nedenlerle üründen memnun kalmayan tüketiciler ise internetten ürüne şikayet yağdırdı. Bir siteden Fat-Block alan bir tüketici “Ürünün iki adeti bitti ve hiçbir işe yaramıyor. Firmayı aradığımda görüşecek tek yetkili bile bulamadım. Mahkemeye vereceğim” diyerek şikayetini dile getirdi.
Yaz aylarının gelmesiyle birlikte özellikle internet üzerinde zayıflama ilaçlarının satışları artarken Sağlık Bakanlığı da harekete geçti. Bakanlık son olarak İfarma İlaç Pazarlama şirketine ait ve doktor Aytuğ Kolonkaya’nın da reklamını yaptığı “Fat-Block Yağ Tutucu” ürün için toplatılma kararı aldı. 81 ilin valiliğine, eczacılara ve ecza depolarına, özel ve devlet hastanelerinin ilgili kurumlarına bu kararı iletirken, satışı devam eden ürünler için “hangi ilden, nerelerden, kaç adet toplandığına dair ayrıntılı bilgilerin kendilerine gönderilmesini ve kayıt altına alınması istedi.
Öte yandan Sağlık Bakanlığı’nın yasakladığı ürünler, Tarım Bakanlığı’ndan farklı isimlerle izin almaya ve internet üzerinden satışına da devam ediyor. Aldıkları ürünler işe yaramadığı ya da yan etkiler gibi çeşitli nedenlerle üründen memnun kalmayan tüketiciler ise internetten ürüne şikayet yağdırdı. Bir siteden Fat-Block alan bir tüketici “Ürünün iki adeti bitti ve hiçbir işe yaramıyor. Firmayı aradığımda görüşecek tek yetkili bile bulamadım. Mahkemeye vereceğim” diyerek şikayetini dile getirdi.
11 Mayıs 2015 Pazartesi
SGK, estetik diş tedavilerini karşılıyor
Estetik diş hekimliğinin en çok tercih edilen tedavi yöntemi zirkonyum kronları artık SGK güvencesinde yaptırabilmek mümkün.
Ağızda birkaç dişin eksik olduğu durumlarda, dişsiz bölgeye komşu olan dişlerden ya da implantlardan destek alınarak yapılan restorasyonlara sabit protez denir.
Sabit protezler metal destekli ve metal desteksiz olarak uygulanabilirler. Metal destekli sabit protezler, ağız içinde fonksiyonel kuvvetlere yeterli direnci gösterirken, doğal diş görünümünü olumsuz etkileyerek estetik problemlere yol açabilirler.
Metal destekli seramik kronların yol açabileceği estetik kaygılardan dolayı yüksek dirençli seramik sistemler geliştirilmiş, özellikle zirkonyum günümüzde kullanılan güncel altyapı materyali haline gelmiştir.
Zirkonyum kuronun avantajları nelerdir?
· Zirkonyum porselenler diş renginde olmaları nedeni ile doğal dişe yakın görünüm sağlar.
· Dişetinde alerjik reaksiyonlara ve dişeti renklenmelerine neden olmadığı kaydedilmiştir.
· Yüksek dirençlidir.
· Alttaki dişin rengini maskeleyebilme özelliğine sahip olduğu için çeşitli nedenlerle renkleşmiş veya çok koyu renkli dişlerde de olumlu sonuçlar alınabilmektedir..
· Tat alma duyusunda bozukluğa, dişeti problemlerine ve ağız kokusuna neden olmadığı belirtlimektedir.
Daha önce SGK güvencesi dahilinde yer almayan zirkonyum kuronların, yeni uygulama ile SGK kapsamına dahil edildiği bilgi verilmiştir.
Ağızda birkaç dişin eksik olduğu durumlarda, dişsiz bölgeye komşu olan dişlerden ya da implantlardan destek alınarak yapılan restorasyonlara sabit protez denir.
Sabit protezler metal destekli ve metal desteksiz olarak uygulanabilirler. Metal destekli sabit protezler, ağız içinde fonksiyonel kuvvetlere yeterli direnci gösterirken, doğal diş görünümünü olumsuz etkileyerek estetik problemlere yol açabilirler.
Metal destekli seramik kronların yol açabileceği estetik kaygılardan dolayı yüksek dirençli seramik sistemler geliştirilmiş, özellikle zirkonyum günümüzde kullanılan güncel altyapı materyali haline gelmiştir.
Zirkonyum kuronun avantajları nelerdir?
· Zirkonyum porselenler diş renginde olmaları nedeni ile doğal dişe yakın görünüm sağlar.
· Dişetinde alerjik reaksiyonlara ve dişeti renklenmelerine neden olmadığı kaydedilmiştir.
· Yüksek dirençlidir.
· Alttaki dişin rengini maskeleyebilme özelliğine sahip olduğu için çeşitli nedenlerle renkleşmiş veya çok koyu renkli dişlerde de olumlu sonuçlar alınabilmektedir..
· Tat alma duyusunda bozukluğa, dişeti problemlerine ve ağız kokusuna neden olmadığı belirtlimektedir.
Daha önce SGK güvencesi dahilinde yer almayan zirkonyum kuronların, yeni uygulama ile SGK kapsamına dahil edildiği bilgi verilmiştir.
Etiketler:
diş,
estetik,
sağlık,
sağlık bakanlığı,
sgk
7 Mayıs 2015 Perşembe
Beyin ölümünden 54 gün sonra doğum yapan annenin hikayesi
ABD’de 22 yaşındaki Karla Perez beyin ölümü gerçekleşmesine rağmen, 54 gün direnerek doğum yaptı, iki gün sonra da yaşamını yitirdi. Bebeğe, ‘Melek’ adı verildi. Annenin organları 3 kişiye hayat verdi.
Beyin ölümü gerçekleşen kadın, 54 gün süren yaşam mücadelesi sonrasında sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi.
54 GÜN BOYUNCA HAYATA TUTUNDU ANCAK...
Anne, doğumdan iki gün sonra yaşamını yitirdi. Nebraska’da yaşanan mucize gibi doğumda, Karla Perez isimli kadın, beyin ölümü gerçekleşmesine rağmen, doktorların desteğiyle bebeğini dünyaya getirmeyi başardı. Bebeğe “Angel-Melek” ismi verildi. Omaha’daki hastanede 100’e yakın doktor ve hemşire, bu zor doğumu gerçekleştirmek için seferber oldu. 22 yaşındaki Karla Perez, 54 gün boyunca bu ekibin desteğiyle hayatta tutuldu. Perez, Nebraska-Waterloo’daki evinde beyin kanaması geçirdikten sonra 8 Şubat’ta hastaneye getirildi.
BEBEĞİ DOĞDUKTAN HEMEN SONRA HAYATA VEDA ETTİ
Hastaneye getirildiğinde 22 haftalık hamile olan kadını doktorlar hayatta tutmaya karar verdiler. Erken doğum sonrasında bebeğin yaşamayacağını düşünen doktorlar, doğum yaptırmak yerine anneyi yaşatmayı tercih etti.
Bebek, 32 haftalık olunca doğuma karar verildi. Angel, böylece 10 hafta daha yaşam destek ünitesindeki annesiyle birlikte oldu. Özel bir ünitede beslenen ve solunumu sağlanan Karla, bebeğini dünyaya getirene kadar yaşama tutunmayı başardı. Karla, daha sonra yaşama gözlerini yumdu. Karla’nın organları ölümünden sonra 3 kişiye de yaşam umudu verdi.
(Kaynak:hürriyet.com.tr)
Beyin ölümü gerçekleşen kadın, 54 gün süren yaşam mücadelesi sonrasında sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi.
54 GÜN BOYUNCA HAYATA TUTUNDU ANCAK...
Anne, doğumdan iki gün sonra yaşamını yitirdi. Nebraska’da yaşanan mucize gibi doğumda, Karla Perez isimli kadın, beyin ölümü gerçekleşmesine rağmen, doktorların desteğiyle bebeğini dünyaya getirmeyi başardı. Bebeğe “Angel-Melek” ismi verildi. Omaha’daki hastanede 100’e yakın doktor ve hemşire, bu zor doğumu gerçekleştirmek için seferber oldu. 22 yaşındaki Karla Perez, 54 gün boyunca bu ekibin desteğiyle hayatta tutuldu. Perez, Nebraska-Waterloo’daki evinde beyin kanaması geçirdikten sonra 8 Şubat’ta hastaneye getirildi.
BEBEĞİ DOĞDUKTAN HEMEN SONRA HAYATA VEDA ETTİ
Hastaneye getirildiğinde 22 haftalık hamile olan kadını doktorlar hayatta tutmaya karar verdiler. Erken doğum sonrasında bebeğin yaşamayacağını düşünen doktorlar, doğum yaptırmak yerine anneyi yaşatmayı tercih etti.
Bebek, 32 haftalık olunca doğuma karar verildi. Angel, böylece 10 hafta daha yaşam destek ünitesindeki annesiyle birlikte oldu. Özel bir ünitede beslenen ve solunumu sağlanan Karla, bebeğini dünyaya getirene kadar yaşama tutunmayı başardı. Karla, daha sonra yaşama gözlerini yumdu. Karla’nın organları ölümünden sonra 3 kişiye de yaşam umudu verdi.
(Kaynak:hürriyet.com.tr)
6 Mayıs 2015 Çarşamba
Karatay'a göre en sağlıklı meyve zeytin
Prof. Dr. Canan Karatay, Karabük Üniversitesi'nde (KBÜ) düzenlenen 6. Uluslararası Bilim Günleri'ne katıldı.
Karabük Üniversitesinde (KBÜ) düzenlenen "6. Uluslararası Bilim Günleri" başladı. İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay'ın Hamit Çepni Konferans Salonu'nda düzenlenen etkinlikte yaptığı bir konuşmaya üniversite öğrencileri büyük ilgi gösterdi.
"ŞEKER HER DOKUYU HARAP EDİYOR"
"Yediğimiz her türlü şeker ve karbonhidratlar vücuda direkt girdiği zaman vücudumuz onu şeker olarak görüyor" diyen Prof. Karatay, şöyle devam etti: "Yediğimiz şeylerin vücudumuz tarafından nasıl görüldüğü önemli. Ağzımıza aldığımız anda vücudumuz onu şeker olarak görüyor ve algılıyor. Şeker, her dokuyu harap ediyor. Bedenimizin en sağlam yeri olan dişi çürüten bir maddedir şeker."
EN SAĞLIKLI MEYVE ZEYTİN
En sağlıklı meyvenin zeytin olduğunu söyleyen Karatay: "Her türlü tahıl ve ot şekerdir. Bedenimiz onu şeker olarak algılıyor. Şekere dönüşen şeyler tüketilmediği sürece yağlanma, obezite ve diyabet olmaz. İnsan vücudu yürümek için yapılmıştır.
NELERİ TÜKETMELİYİZ
Doğal tereyağı ve zeytinyağının cenneti bizim ülkemiz. Bunları tüketmeliyiz. Doğal balık yağı tüketmeliyiz. Protein olarak yağlı kuzu eti, balık, köy yumurtası, tavuğu, peynir ve yoğurt tüketmeliyiz.
"ZEYTİNYAĞI, ANA SÜTÜNÜN AYNISIDIR"
Bol su içmeliyiz. Günlük şeker ihtiyacımız bir çay kaşığı kadardır. Her türlü baklagil en sağlıklıdır. Kuru baklagiller tahıl grubunda değildir. Buğday, kan şekerini aniden yükseltir. Beyaz şekerden daha etkilidir. En sağlıklı meyve zeytindir. En sağlıklı meyve suyu zeytin suyudur. Zeytinyağı, ana sütünün aynısıdır." dedi.
Karabük Üniversitesinde (KBÜ) düzenlenen "6. Uluslararası Bilim Günleri" başladı. İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay'ın Hamit Çepni Konferans Salonu'nda düzenlenen etkinlikte yaptığı bir konuşmaya üniversite öğrencileri büyük ilgi gösterdi.
"ŞEKER HER DOKUYU HARAP EDİYOR"
"Yediğimiz her türlü şeker ve karbonhidratlar vücuda direkt girdiği zaman vücudumuz onu şeker olarak görüyor" diyen Prof. Karatay, şöyle devam etti: "Yediğimiz şeylerin vücudumuz tarafından nasıl görüldüğü önemli. Ağzımıza aldığımız anda vücudumuz onu şeker olarak görüyor ve algılıyor. Şeker, her dokuyu harap ediyor. Bedenimizin en sağlam yeri olan dişi çürüten bir maddedir şeker."
EN SAĞLIKLI MEYVE ZEYTİN
En sağlıklı meyvenin zeytin olduğunu söyleyen Karatay: "Her türlü tahıl ve ot şekerdir. Bedenimiz onu şeker olarak algılıyor. Şekere dönüşen şeyler tüketilmediği sürece yağlanma, obezite ve diyabet olmaz. İnsan vücudu yürümek için yapılmıştır.
NELERİ TÜKETMELİYİZ
Doğal tereyağı ve zeytinyağının cenneti bizim ülkemiz. Bunları tüketmeliyiz. Doğal balık yağı tüketmeliyiz. Protein olarak yağlı kuzu eti, balık, köy yumurtası, tavuğu, peynir ve yoğurt tüketmeliyiz.
"ZEYTİNYAĞI, ANA SÜTÜNÜN AYNISIDIR"
Bol su içmeliyiz. Günlük şeker ihtiyacımız bir çay kaşığı kadardır. Her türlü baklagil en sağlıklıdır. Kuru baklagiller tahıl grubunda değildir. Buğday, kan şekerini aniden yükseltir. Beyaz şekerden daha etkilidir. En sağlıklı meyve zeytindir. En sağlıklı meyve suyu zeytin suyudur. Zeytinyağı, ana sütünün aynısıdır." dedi.
Anne-çocuk sağlığı listesinde Türkiye kaçıncı?
Save the Children (Çocukları Kurtarın) isimli uluslararası yardım kuruluşunun son yayınlanan ve dünya çapında annelerin durumunu inceleyen raporuna göre Türkiye, toplam 179 ülke içinde 65. sırada yer alıyor.
Türkiye 2014'te aynı listesnin 59. sırasında yer alıyordu.
Rapor, anne ölüm hızı, beş yaş altı çocuk ölüm hızı, kişi başına düşen gayrisafi milli gelir, çocukların eğitim hayatında geçirebildikleri ortalama süre ve kadınların ülke yönetimlerinde yer alma durumlarını göz önüne alarak ülkeleri sıralamaya tabi tutuyor.
Annelerin refah düzeyi listesinde
Türkiye 65'inci
2300 anneden 1'i doğum nedeniyle hayatını kaybediyor.
1000 çocuktan 19,2'si 5 yaşına gelmeden ölüyor.
Kadınların ,4'ü mecliste
Raporda annelerin refahı konusunda en ileri ülke Norveç.
Listenin üst sıralarında kuzey Avrupa ülkeleri bulunurken, ABD 33, İngiltere ise 24.sırada.
Listenin sonunda Somali yer alırken, son on ülke Batı ve Orta Afrika ülkeleri.
Save the Children, annelerin özellikle şehirlerin kıyı kesimlerinde oldukça kötü durumda olduklarına dikkat çekiyor. "Kentsel Dezavantaj" başlığıyla çıkan rapor şehirlerde yaşanan kötü durumu mercek altına almış.
Buna göre kentlerin en yoksul çocukları en zengin çocuklara göre ölüm riskini iki kat daha fazla yaşıyor.
ABD neden 33. sırada?
Raporda ABD'nin neden daha üst sıralarda yer almadığına da değiniliyor.
Buna göre ABD her ne kadar eğitim ve ekonomi alanında oldukça ileri düzeyde de olsa, anne sağlığı konusunda 61 ve çocukların sağlığı konusunda 42. sırada yer alıyor. Kadınların siyasete katılımı konusunda ise dünyada 89. sırada yer alıyor.
BBC Türkçe
Türkiye 2014'te aynı listesnin 59. sırasında yer alıyordu.
Rapor, anne ölüm hızı, beş yaş altı çocuk ölüm hızı, kişi başına düşen gayrisafi milli gelir, çocukların eğitim hayatında geçirebildikleri ortalama süre ve kadınların ülke yönetimlerinde yer alma durumlarını göz önüne alarak ülkeleri sıralamaya tabi tutuyor.
Annelerin refah düzeyi listesinde
Türkiye 65'inci
2300 anneden 1'i doğum nedeniyle hayatını kaybediyor.
1000 çocuktan 19,2'si 5 yaşına gelmeden ölüyor.
Kadınların ,4'ü mecliste
Raporda annelerin refahı konusunda en ileri ülke Norveç.
Listenin üst sıralarında kuzey Avrupa ülkeleri bulunurken, ABD 33, İngiltere ise 24.sırada.
Listenin sonunda Somali yer alırken, son on ülke Batı ve Orta Afrika ülkeleri.
Save the Children, annelerin özellikle şehirlerin kıyı kesimlerinde oldukça kötü durumda olduklarına dikkat çekiyor. "Kentsel Dezavantaj" başlığıyla çıkan rapor şehirlerde yaşanan kötü durumu mercek altına almış.
Buna göre kentlerin en yoksul çocukları en zengin çocuklara göre ölüm riskini iki kat daha fazla yaşıyor.
ABD neden 33. sırada?
Raporda ABD'nin neden daha üst sıralarda yer almadığına da değiniliyor.
Buna göre ABD her ne kadar eğitim ve ekonomi alanında oldukça ileri düzeyde de olsa, anne sağlığı konusunda 61 ve çocukların sağlığı konusunda 42. sırada yer alıyor. Kadınların siyasete katılımı konusunda ise dünyada 89. sırada yer alıyor.
BBC Türkçe
3 Mayıs 2015 Pazar
Kanser hastaları dikkat!
Sağlık Bakanlığı, SUT değişikliği ile kanser ilaçlarının reçete ile hastalara aldırılması uygulamasına 1 Temmuz 2015 tarihinden geçerli olmak üzere son verildiğini, bu değişiklikle hijyenik koşullarda kemoterapi uygulamalarının yaygınlaştırılmasının amaçlandığını bildirdi.
Milliyer'in haberine göre; Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamada, “Ülkemizde kemoterapi tedavisi gören kanser hastalarının ilaçları kamu, üniversite ve özel Hastanelerin eczanelerinden karşılanmaktadır. Ancak hasta ve yakınlarının bu ilaçları reçete ile serbest eczanelerden temin etmeleri de mümkündür. Yatan hastaların ilaç ihtiyaçlarının reçete edilerek hasta ve yakınlarına aldırılması geçmişte birçok mağduriyete ve suistimallere sebebiyet vermiştir” denildi.
“MAĞDURİYET VE SUİSTİMALLERİN ÖNÜNE GEÇİLMİŞTİR”
"Hükümetimiz tarafından yürütülen ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ ile bu yanlış uygulamaya son verilmiş ve yatan hastalarımızın ilaç, malzeme vb. ihtiyaçları ilgili hastaneler tarafından satın alınarak hem hastalarımız için önemli bir kolaylık sağlanmış hem de olası mağduriyet ve suistimallerin önüne geçilmiştir” denilen açıklamada, “Bu nedenle SGK tarafından 21 Nisan 2015 tarihinde Resmi gazete’de yayımlanan SUT değişikliği ile kanser ilaçlarının reçete ile hastalara aldırılması uygulamasına 1 Temmuz 2015 tarihinden geçerli olmak üzere son verilmiştir” ifadelerine yer verildi.
Açıklamada şunlar kaydedildi:
“Kanser ilaçlarının hastane koşullarında hastalarımızın tedavi protokollerine uygun doz hesaplamaları ve çalışan güvenliği açısından gerekli önlemlerin alındığı ünitelerde hastanelerimizce temin edilerek, dış reçete yazılmadan, tedavi protokollerinin uygulanması gerçekleştirilecektir. Uygulama değişikliği ile gereksiz ilaç harcamalarının önüne geçilmesi ve hijyenik koşullarda kemoterapi uygulamalarının yaygınlaştırılması amaçlanmıştır.”
Milliyer'in haberine göre; Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamada, “Ülkemizde kemoterapi tedavisi gören kanser hastalarının ilaçları kamu, üniversite ve özel Hastanelerin eczanelerinden karşılanmaktadır. Ancak hasta ve yakınlarının bu ilaçları reçete ile serbest eczanelerden temin etmeleri de mümkündür. Yatan hastaların ilaç ihtiyaçlarının reçete edilerek hasta ve yakınlarına aldırılması geçmişte birçok mağduriyete ve suistimallere sebebiyet vermiştir” denildi.
“MAĞDURİYET VE SUİSTİMALLERİN ÖNÜNE GEÇİLMİŞTİR”
"Hükümetimiz tarafından yürütülen ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ ile bu yanlış uygulamaya son verilmiş ve yatan hastalarımızın ilaç, malzeme vb. ihtiyaçları ilgili hastaneler tarafından satın alınarak hem hastalarımız için önemli bir kolaylık sağlanmış hem de olası mağduriyet ve suistimallerin önüne geçilmiştir” denilen açıklamada, “Bu nedenle SGK tarafından 21 Nisan 2015 tarihinde Resmi gazete’de yayımlanan SUT değişikliği ile kanser ilaçlarının reçete ile hastalara aldırılması uygulamasına 1 Temmuz 2015 tarihinden geçerli olmak üzere son verilmiştir” ifadelerine yer verildi.
Açıklamada şunlar kaydedildi:
“Kanser ilaçlarının hastane koşullarında hastalarımızın tedavi protokollerine uygun doz hesaplamaları ve çalışan güvenliği açısından gerekli önlemlerin alındığı ünitelerde hastanelerimizce temin edilerek, dış reçete yazılmadan, tedavi protokollerinin uygulanması gerçekleştirilecektir. Uygulama değişikliği ile gereksiz ilaç harcamalarının önüne geçilmesi ve hijyenik koşullarda kemoterapi uygulamalarının yaygınlaştırılması amaçlanmıştır.”
Göz tansiyonuna 5 dakikada ameliyat
Halk arasında göz tansiyonu olarak bilinen "glokom" hastalığının tedavisinde uygulanan ve 5-15 dakika arasında tamamlanan "Glokom Shunt" ameliyatı, Uzunköprü Devlet Hastanesi'nde yapılmaya başlandı.
İspanya'dan Türkiye'ye gelen Prof. Dr. Javier Rodriguez ile Uzunköprü Devlet Hastanesi göz doktoru Op. Dr. Osman Kaplaner'in bu yöntemle ameliyat ettiği 4 hasta, sağlıklarına kavuştu.
Dünyada birkaç ülkede uygulanan operasyon, çok kısa sürede tamamlanmasıyla da dikkati çekiyor.
"Bu yöntemle daha az kesi yapılıyor"
Konuya ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulunan Uzunköprü Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Recep Vural, glokom hastalığında dünyadaki birkaç merkezde uygulanmaya başlayan yöntemin, hastanelerinde uygulanabilmesinin mutluluk verici olduğunu söyledi.
Bu yöntemin az kesiyle yapılabilmesi dolayısıyla önemli olduğuna işaret eden Vural, "Bu tedavinin şu anda Türkiye'de ilk olarak hastanemizde yapılmaya başlanması bizi gerçekten onurlandırdı, gururlandırdı. Avrupa'da da daha önce birkaç ülkede yapılmış olması bu uygulamanın ne kadar geleceği olan bir uygulama olduğunu göstermektedir" dedi.
Kaplaner: "Ameliyat 5-15 dakika arasında sürüyor"
Opr. Dr. Osman Kaplaner de daha az risk taşıyan yöntemin aynı zamanda konforlu olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Ameliyat 5-15 dakika arasında sürüyor. Lokal anestezi altında gerçekleştirilen ameliyatla, hastanın gözüne bir tüp yerleştiriyoruz. Bu tüple gözün içerisindeki sıvıyı göz zarının altındaki alana aktarıp gözün tansiyonunu düşürmekteyiz. Bu ameliyatı, ilaçlarla hastalığın ilerlemesini durduramadığımız, düzenli ilacını kullanmayan ve bir önceki seton cerrahisi dediğimiz aygıt koymadan yaptığımız ameliyatlarda başarı sağlayamadığımız hastalara yapıyoruz. Ayrıca, bu ameliyatı Avrupa'da ve Kanada'daki birkaç merkezlerle eş zamanlı olarak uygulamaya başladık."
İspanya'dan Türkiye'ye gelen Prof. Dr. Javier Rodriguez ile Uzunköprü Devlet Hastanesi göz doktoru Op. Dr. Osman Kaplaner'in bu yöntemle ameliyat ettiği 4 hasta, sağlıklarına kavuştu.
Dünyada birkaç ülkede uygulanan operasyon, çok kısa sürede tamamlanmasıyla da dikkati çekiyor.
"Bu yöntemle daha az kesi yapılıyor"
Konuya ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulunan Uzunköprü Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Recep Vural, glokom hastalığında dünyadaki birkaç merkezde uygulanmaya başlayan yöntemin, hastanelerinde uygulanabilmesinin mutluluk verici olduğunu söyledi.
Bu yöntemin az kesiyle yapılabilmesi dolayısıyla önemli olduğuna işaret eden Vural, "Bu tedavinin şu anda Türkiye'de ilk olarak hastanemizde yapılmaya başlanması bizi gerçekten onurlandırdı, gururlandırdı. Avrupa'da da daha önce birkaç ülkede yapılmış olması bu uygulamanın ne kadar geleceği olan bir uygulama olduğunu göstermektedir" dedi.
Kaplaner: "Ameliyat 5-15 dakika arasında sürüyor"
Opr. Dr. Osman Kaplaner de daha az risk taşıyan yöntemin aynı zamanda konforlu olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Ameliyat 5-15 dakika arasında sürüyor. Lokal anestezi altında gerçekleştirilen ameliyatla, hastanın gözüne bir tüp yerleştiriyoruz. Bu tüple gözün içerisindeki sıvıyı göz zarının altındaki alana aktarıp gözün tansiyonunu düşürmekteyiz. Bu ameliyatı, ilaçlarla hastalığın ilerlemesini durduramadığımız, düzenli ilacını kullanmayan ve bir önceki seton cerrahisi dediğimiz aygıt koymadan yaptığımız ameliyatlarda başarı sağlayamadığımız hastalara yapıyoruz. Ayrıca, bu ameliyatı Avrupa'da ve Kanada'daki birkaç merkezlerle eş zamanlı olarak uygulamaya başladık."
(milliyet.com.tr)
Etiketler:
ameliyat,
göz,
göz tansiyonu,
sağlık,
tedavi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)