Obezite tüm dünyada hızla artıyor, çocukluklardaki obezite ise endişe verici boyutlara ulaşıyor. Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Prof. Mungan, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Türkiye'de 2-18 yaş arasındaki çocukların yüzde 32'sinin ya fazla kilolu ya da obezite sınırında olduğunu söylüyor.
Obezite her ne kadar tüm dünyayı etkileyen bir problem olsa da, aşırı kilolu veya obez çocukların çok büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Sorunun bu denli ciddi boyuta ulaşmasının altındaki temel neden, değişen beslenme alışkanlıkları ve hareketten uzak yaşam tarzları olarak gösteriliyor.
Çocukların öğünlerinde şekerli, yağlı ve enerjisi yüksek gıdalar çok daha fazla yer bulurken, vitamin ve mineraller açısından zengin, enerji seviyesi düşük gıdalar daha az tercih ediliyor.
Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Prof. Dr. Neslihan Önenli Mungan, bu eğilimin devam etmesi durumunda rakamların önümüzdeki yıllarda artmasının kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle sosyoekonomik ve sosyokültürel düzeyi yüksek ailelerde, ebeveynlerdeki ve çocuklardaki kilo sorunları paralellik gösteriyor.
Prof. Mungan, çocukların bilinçli gıda seçim yapma yetkinliğine ulaşıncaya dek yaşadıkları kilo fazlalığı sorununun temelinde yatan en önemli etkenin genetik veya hormonal faktörler olduğuna yönelik genel kanının aksine, anne ve babanın beslenme alışkanlıkları olduğunu söylüyor.
TEKNOLOJİK OYUNCAKLAR OBEZİTEYE ZEMİN HAZIRLIYOR
Durağan hayat, bilgisayar, tablet, cep telefonu, TV gibi teknolojinin masa başı dayatmaları gibi yaşam alışkanlıklarının da çocuklarda obeziteye zemin hazırladığını belirten Mungan sözlerine şöyle devam ediyor:
“Telefonla sipariş imkanları, fast-food zincirleri, hazır ve rafine gıdalara kolay ulaşma olanakları sağlıklı beslenmeyi engelliyor. Bunun yanı sıra, bitmeyen sınav maratonları, yeşil alanların yani oyun olanaklarının azalması, yüksek katlı binalarda yaşama, güvenlik kaygıları gibi çevresel faktörlere bağlı çocukların hareket imkanlarının sınırlanması da artan kilo grafiklerinin en önemli sorumluları arasında yer alıyor. Ayrıca, gebelikte alınan fazla kilo, bebeğin çok düşük veya fazla doğum kilosu ile doğması, annenin sigara içmesi de çocukluk çağı obezitesi için risk faktörü olarak kabul ediliyor.”
TEDAVİ EDİLMEZSE CİDDİ SAĞLIK SORUNLARA YAŞANABİLİYOR
Çocukluk çağındaki obezite, yetişkinlik hastalıkları olarak bilinen tip 2 diyabet, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıkların erken yaşlarda görülmesi açısından da risk oluşturuyor. Aynı zamanda kız çocuklarında polikistik overe de neden olabiliyor.
Mungan, bu sorunların önüne geçilebilmesi için çocuklarda mutlaka düzenli ağırlık, boy ve vücut kitle indeksi takibinin gerekliği olduğuna işaret ediyor. Ancak, ailelerdeki “büyüdükçe fazla kilosunu atar” şeklindeki geleneksel görüş sebebiyle çocukların tanı ve tedavilerinin geciktiğini belirtiyor:
“Kilo fazlalığı olduğu düşünülen veya hekim tarafından bu durum tespit edilen her çocuğun mutlaka çocuk endokrin-metabolizma uzmanı tarafından değerlendirilmesi, acil sorunların saptanarak tedavi ve yaşam biçimi değiştirme programlarının yapılması zorunludur.”
ÇOCUKLARA BİLİNÇSİZ DİYETLER UYGULAMAYIN
Yanlış yaklaşımlar veya çocuk endokrin-metabolizma uzmanı tarafından önerilmeyen diyetlerin çocukların gelişmesini olumsuz yönde etkilediğine dikkat çeken Prof. Dr. Neslihan Önenli Mungan, bu durumda çocukların boy uzamasının durabildiğini, vitamin ve mineral eksikliklerinin ortaya çıkabileceğini de söylüyor. (ntvmsnc.com.tr)
30 Mayıs 2017 Salı
Diyabet hastalarına oruç uyarısı
Uzun süreli açlık ve susuzluğun olduğu Ramazan ayında diyabet hastalarının oruç tutup tutamayacakları sık sorulan sorular arasında. Uzmanların ise bu konuda ciddi uyarıları var.
Diyabet hastalarının uzun süreli açlık ve susuzluk durumunda önemli sağlık sorunları yaşayabileceği uyarısında bulunan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yusuf Gündüz, oruç tutması riskli olan hasta grubunu şöyle anlattı:
KİMLER ORUÇ TUTAMAZ?
• Sürekli insülin kullanması gereken Tip 1 diyabet hastaları,
• Gebelik diyabeti yaşayanlar,
• Kronik böbrek yetmezliği problemi yaşayıp diyalize bağlanan hastalar,
• Ramazan öncesi son 3 ayda tedavi gerektirecek düzeyde ciddi hipoglisemi (aşırı şeker düşmesi) problemi yaşayanlar (70 mg/dl altında),
• Tekrarlayan hipoglisemi atakları geçirenler,
• Hipoglisemi problemi yaşadığının farkında olmayanlar,
• Son 3 ayda aşırı şeker yüksekliğinden kaynaklanan ketoasidoz problemi nedeniyle tedavi görenler,
• Şeker hastalığının yanı sıra kolesterol, kalp-damar hastalıkları, böbrek yetmezliği gibi kronik problemler yaşayanlar,
• Son 3 ayda 500 mg/dl’nin üzerinde şeker problemi olup henüz komaya girmediği halde sık sık idrara çıkma nedeniyle ciddi anlamda dehidratasyon (sıvı kaybı) yaşayanlar (hiperozmolar-hiperglisemik durum),
• Kan şekerleri 150-300 mg/dl arasında olan hafif hiperglisemi hastaları,
• Böbrek yetmezliği olanlar,
• Yalnız yaşayan insülin veya vücuttan sürekli insülin salgılanmasını sağlayan ilaçları kullanan diyabet hastaları,
• Yaşa dayalı sağlık problemleri yaşayan diyabet hastaları,
Yaşlı diyabet hastaları oruç tutmaları yüksek risk taşıyan hastalar grubuna girer.
KİMLER HEKİM KONTROLÜNDE ORUÇ TUTABİLİR?
Bu grupta yer alan hastalara, hastalıklarıyla ilgili ciddi problemler yaşama riskleri çok yüksek olduğu için oruç tutmalarının önerilmediğini vurgulayan Dr. Gündüz, oruç tutabilecek ancak çok dikkatli olması ve doktor kontrolünde oruç tutması gereken grupları ise şöyle özetledi:
• Kısa etkili insülinlerle tedavi edilen, hastalığı kontrol altında olan kişiler,
• İlaç kullanmayan, diyabetik diyet ve yoğun yaşam biçimi değişikliği ile (egzersiz ile kilo kaybı sağlanmasını içeren) hastalıklarını kontrol altında tutabilenler,
• Hastalığı ilaçlarla kontrol altında (sürekli insülin salgılatmayan, insülinden bağımsız etki eden veya sadece şeker yükseldiği zaman insülin salgılatan ilaçlar kullananlar) tutulabilen kişiler. (ntvmsnc)
Diyabet hastalarının uzun süreli açlık ve susuzluk durumunda önemli sağlık sorunları yaşayabileceği uyarısında bulunan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yusuf Gündüz, oruç tutması riskli olan hasta grubunu şöyle anlattı:
KİMLER ORUÇ TUTAMAZ?
• Sürekli insülin kullanması gereken Tip 1 diyabet hastaları,
• Gebelik diyabeti yaşayanlar,
• Kronik böbrek yetmezliği problemi yaşayıp diyalize bağlanan hastalar,
• Ramazan öncesi son 3 ayda tedavi gerektirecek düzeyde ciddi hipoglisemi (aşırı şeker düşmesi) problemi yaşayanlar (70 mg/dl altında),
• Tekrarlayan hipoglisemi atakları geçirenler,
• Hipoglisemi problemi yaşadığının farkında olmayanlar,
• Son 3 ayda aşırı şeker yüksekliğinden kaynaklanan ketoasidoz problemi nedeniyle tedavi görenler,
• Şeker hastalığının yanı sıra kolesterol, kalp-damar hastalıkları, böbrek yetmezliği gibi kronik problemler yaşayanlar,
• Son 3 ayda 500 mg/dl’nin üzerinde şeker problemi olup henüz komaya girmediği halde sık sık idrara çıkma nedeniyle ciddi anlamda dehidratasyon (sıvı kaybı) yaşayanlar (hiperozmolar-hiperglisemik durum),
• Kan şekerleri 150-300 mg/dl arasında olan hafif hiperglisemi hastaları,
• Böbrek yetmezliği olanlar,
• Yalnız yaşayan insülin veya vücuttan sürekli insülin salgılanmasını sağlayan ilaçları kullanan diyabet hastaları,
• Yaşa dayalı sağlık problemleri yaşayan diyabet hastaları,
Yaşlı diyabet hastaları oruç tutmaları yüksek risk taşıyan hastalar grubuna girer.
KİMLER HEKİM KONTROLÜNDE ORUÇ TUTABİLİR?
Bu grupta yer alan hastalara, hastalıklarıyla ilgili ciddi problemler yaşama riskleri çok yüksek olduğu için oruç tutmalarının önerilmediğini vurgulayan Dr. Gündüz, oruç tutabilecek ancak çok dikkatli olması ve doktor kontrolünde oruç tutması gereken grupları ise şöyle özetledi:
• Kısa etkili insülinlerle tedavi edilen, hastalığı kontrol altında olan kişiler,
• İlaç kullanmayan, diyabetik diyet ve yoğun yaşam biçimi değişikliği ile (egzersiz ile kilo kaybı sağlanmasını içeren) hastalıklarını kontrol altında tutabilenler,
• Hastalığı ilaçlarla kontrol altında (sürekli insülin salgılatmayan, insülinden bağımsız etki eden veya sadece şeker yükseldiği zaman insülin salgılatan ilaçlar kullananlar) tutulabilen kişiler. (ntvmsnc)
Etiketler:
diyabet,
oruç,
sağlık,
şeker hastalığı
Oruçluyken ağız kokusunu önlemenin 10 yolu
Sosyal yaşamı olumsuz etkileyen ağız kokusu sorununu ortadan kaldırmak mümkün. Dr. Dt. Aslı Tapan, oruçluyken ağız kokusunu önlemenin 10 yolunu sıraladı.
Oruçluyken ağız kokusunu önlemenin basit yolları var. Her 4 kişiden 1’inin bu sorunu yaşadığını belirten Memorial Şişli Hastanesi Ağız ve Diş Hastalıkları Bölümü'nden Dr. Dt. Aslı Tapan, sosyal ve iş hayatınızda işinize yarayacak tüyolar verdi.
AĞIZ KOKUSU NEDEN OLUR?
Halitozis yani halk arasında bilinen adıyla kötü ağız kokusu, toplumda her 4 kişiden birinde yaşanmaktadır. Sosyal hayatta ciddi sorunlara yol açan ağız kokusu, diş çürüğü ve diş eti problemlerinden sonra en sık diş doktoruna gitme nedenleri arasında yer almaktadır. Kötü ağız kokusunun en büyük nedeni, dişlerdeki ve ağız boşluğundaki bakterilerin artıkları olan sülfürlü birleşiklerden kaynaklanmaktadır. Ramazan ayında uzun süren açlık ve susuzluk ağız kokusunu artırabilirken sindirim sistemi, sinüzit, bademcik, farenjit veya ciğerlerdeki rahatsızlıkların belirtisi olarak da kötü ağız kokusu ortaya çıkabilmektedir.
SAHURDAN SONRA NE YAPMALI?
Oruç tutulurken beslenme düzeninin tamamen değişmesi, uzun süre aç ve susuz kalınmasına neden olmaktadır. Aç kalınan sürenin uzunluğuna bağlı olarak ağızda kolayca çoğalma ortamı bulan bakteriler, diş çürüklerini artırabilirken kötü kokuya da neden olabilmektedir. Özellikle sahurdan sonra gerekli diş temizliğinin yapılması bakteri oluşumunu azaltmaktadır. Yemeklerden hemen sonra dış fırçalamak yerine en az 1 saat sonra dişlerin fırçalanması ağız kokusuna neden olan bakteri oluşumunu azaltırken dişlerin daha az yıpranmasını sağlamaktadır. Eksiksiz bir ağız bakımı için dişlerin fırçalanmasıyla yetinilmeyip arayüz fırçaları ya da diş ipi kullanılması gerekmektedir.
STRES AĞIZ KOKUSU YAPIYOR
Koku ağızdan kaynaklanıyorsa, dişeti hastalıkları, diş çürüğü ağızdaki eski dolgu ve kaplamalar kontrol edilmelidir. Farklı rahatsızlıklara bağlı olarak gelişebilen kötü ağız kokusu ağız içi tükürük akımının azalmasına neden olan stres kaynaklı da yaşanabilmektedir. Stres, vücut sağlığının yanında ağız ve diş sağlığını da olumsuz etkileyerek kötü ağız kokusuna yol açabilmektedir.
BAHARATLI YİYECEKLER YEMEYİN
Ağız kuruluğuna neden olan baharatlı yiyecekler kötü ağız kokusunu artırabilmektedir. Ayrıca bu besinler, terleme ve nefes yoluyla dışarı atıldığından kötü ağız kokusuna neden olabilmektedir. Ramazan ayı boyunca lifli bitkisel ürünlerin tercih edilmesi tükürük akımını hızlandıracağı için ağız içi temizliği bakımından önemlidir.
ÇAY YERİNE MEYVE
Sahurda genellikle tercih edilen çay, kahve gibi içecekler ve baharatlı yiyecekler ağız kuruluğunu arttırmaktadır. Bunların yerine taze sıkılmış meyve suları ile meyve, sebze ve tahıllı besinler gibi lifli gıdaların tüketilmesi ağızdaki tükürük akımını hızlandırmaktadır. Lifli besinlerin tüketilmesi, tükürük akımını hızlandırdığı gibi ağız içi temizliği bakımından da oldukça önemlidir.
SÜT AĞIZ KOKUSUNA YOL AÇABİLİR
Tüketilen besinlerin ağız kokusuyla yakından ilgisi bulunmaktadır. Süt ürünleri çoğunlukla ağız kokusuna yol açabilmektedir. Tok tuttuğu için sahur sofralarında tercih edilen peynir ve yumurta tüketimi de ağız kokusu sorununu tetikleyen etkenlerdendir. Öğünlerde pırasa, domates, kereviz gibi su içeriği bol sebzeleri tercih etmek, ağız kokusunu azalmasına yardımcı olmaktadır.
Ramazan'da ağız ve diş sağlığınız için bunlara dikkat edin
1. Ağız kuruluğu kokunun artmasına neden olmaktadır. Gün içende ağzı su ile çalkalamak kötü kokuyu azaltmaktadır.
2. Ağız hijyenine özen gösterilmelidir. Dişlerin tüm yüzleri ve dil sırtı temiz tutulmalıdır.
3. Gün içinde yutmamaya özen göstererek belli aralıklarla ağız su ile çalkalanmalıdır.
4. Ağız kuruluğunu arttıran çay kahve ve baharatlı yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
5. Sarımsak ve soğan gibi kokuyu artıran gıdalar çiğ tüketilmemelidir.
6. Tok tutması için tercih edilen süt, peynir ve yumurta gibi sistein içeren besinler kötü kokuyu artırmaktadır.
7. Enerji içeceklerinden uzak durulmalıdır.
8. Stresinizi kontrol altında tutun.
9. Lokmalar mümkün olduğunca fazla çiğnenmelidir.
10. Et ve şarküteri ürünleri fazla tüketilmemelidir.
(sözcü.com.tr)
Oruçluyken ağız kokusunu önlemenin basit yolları var. Her 4 kişiden 1’inin bu sorunu yaşadığını belirten Memorial Şişli Hastanesi Ağız ve Diş Hastalıkları Bölümü'nden Dr. Dt. Aslı Tapan, sosyal ve iş hayatınızda işinize yarayacak tüyolar verdi.
AĞIZ KOKUSU NEDEN OLUR?
Halitozis yani halk arasında bilinen adıyla kötü ağız kokusu, toplumda her 4 kişiden birinde yaşanmaktadır. Sosyal hayatta ciddi sorunlara yol açan ağız kokusu, diş çürüğü ve diş eti problemlerinden sonra en sık diş doktoruna gitme nedenleri arasında yer almaktadır. Kötü ağız kokusunun en büyük nedeni, dişlerdeki ve ağız boşluğundaki bakterilerin artıkları olan sülfürlü birleşiklerden kaynaklanmaktadır. Ramazan ayında uzun süren açlık ve susuzluk ağız kokusunu artırabilirken sindirim sistemi, sinüzit, bademcik, farenjit veya ciğerlerdeki rahatsızlıkların belirtisi olarak da kötü ağız kokusu ortaya çıkabilmektedir.
SAHURDAN SONRA NE YAPMALI?
Oruç tutulurken beslenme düzeninin tamamen değişmesi, uzun süre aç ve susuz kalınmasına neden olmaktadır. Aç kalınan sürenin uzunluğuna bağlı olarak ağızda kolayca çoğalma ortamı bulan bakteriler, diş çürüklerini artırabilirken kötü kokuya da neden olabilmektedir. Özellikle sahurdan sonra gerekli diş temizliğinin yapılması bakteri oluşumunu azaltmaktadır. Yemeklerden hemen sonra dış fırçalamak yerine en az 1 saat sonra dişlerin fırçalanması ağız kokusuna neden olan bakteri oluşumunu azaltırken dişlerin daha az yıpranmasını sağlamaktadır. Eksiksiz bir ağız bakımı için dişlerin fırçalanmasıyla yetinilmeyip arayüz fırçaları ya da diş ipi kullanılması gerekmektedir.
STRES AĞIZ KOKUSU YAPIYOR
Koku ağızdan kaynaklanıyorsa, dişeti hastalıkları, diş çürüğü ağızdaki eski dolgu ve kaplamalar kontrol edilmelidir. Farklı rahatsızlıklara bağlı olarak gelişebilen kötü ağız kokusu ağız içi tükürük akımının azalmasına neden olan stres kaynaklı da yaşanabilmektedir. Stres, vücut sağlığının yanında ağız ve diş sağlığını da olumsuz etkileyerek kötü ağız kokusuna yol açabilmektedir.
BAHARATLI YİYECEKLER YEMEYİN
Ağız kuruluğuna neden olan baharatlı yiyecekler kötü ağız kokusunu artırabilmektedir. Ayrıca bu besinler, terleme ve nefes yoluyla dışarı atıldığından kötü ağız kokusuna neden olabilmektedir. Ramazan ayı boyunca lifli bitkisel ürünlerin tercih edilmesi tükürük akımını hızlandıracağı için ağız içi temizliği bakımından önemlidir.
ÇAY YERİNE MEYVE
Sahurda genellikle tercih edilen çay, kahve gibi içecekler ve baharatlı yiyecekler ağız kuruluğunu arttırmaktadır. Bunların yerine taze sıkılmış meyve suları ile meyve, sebze ve tahıllı besinler gibi lifli gıdaların tüketilmesi ağızdaki tükürük akımını hızlandırmaktadır. Lifli besinlerin tüketilmesi, tükürük akımını hızlandırdığı gibi ağız içi temizliği bakımından da oldukça önemlidir.
SÜT AĞIZ KOKUSUNA YOL AÇABİLİR
Tüketilen besinlerin ağız kokusuyla yakından ilgisi bulunmaktadır. Süt ürünleri çoğunlukla ağız kokusuna yol açabilmektedir. Tok tuttuğu için sahur sofralarında tercih edilen peynir ve yumurta tüketimi de ağız kokusu sorununu tetikleyen etkenlerdendir. Öğünlerde pırasa, domates, kereviz gibi su içeriği bol sebzeleri tercih etmek, ağız kokusunu azalmasına yardımcı olmaktadır.
Ramazan'da ağız ve diş sağlığınız için bunlara dikkat edin
1. Ağız kuruluğu kokunun artmasına neden olmaktadır. Gün içende ağzı su ile çalkalamak kötü kokuyu azaltmaktadır.
2. Ağız hijyenine özen gösterilmelidir. Dişlerin tüm yüzleri ve dil sırtı temiz tutulmalıdır.
3. Gün içinde yutmamaya özen göstererek belli aralıklarla ağız su ile çalkalanmalıdır.
4. Ağız kuruluğunu arttıran çay kahve ve baharatlı yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
5. Sarımsak ve soğan gibi kokuyu artıran gıdalar çiğ tüketilmemelidir.
6. Tok tutması için tercih edilen süt, peynir ve yumurta gibi sistein içeren besinler kötü kokuyu artırmaktadır.
7. Enerji içeceklerinden uzak durulmalıdır.
8. Stresinizi kontrol altında tutun.
9. Lokmalar mümkün olduğunca fazla çiğnenmelidir.
10. Et ve şarküteri ürünleri fazla tüketilmemelidir.
(sözcü.com.tr)
27 Mayıs 2017 Cumartesi
Anne-babalara ve öğretmenlere skolyoz uyarısı
Skolyoz hastalığının en çok 10-15 yaş arası çocuklarda karşılaşıldığını belirten Fizyoterapist Ebru Özdemir, bu yaştaki çocukların en yakından izleyen anne ve babalar ile öğretmenlere erken tanı açısından önemli görevler düştüğünü söyledi.
Fizyoterapist Ebru Özdemir, hayati riskler oluşturabilen skolyoz hastalığının erken teşhisinin tedavide çok büyük önem taşıdığını, bazı belirtilerin ise öğretmenler tarafından da kolaylıkla fark edilebileceğini vurguladı.
Özdemir, "Öğrencilerin sırada otururken bir omzu diğerinden farklı mı, yürürken bir tarafa eğilimli mi yürüyor, kalçası omuzlarla orantılı mı diye bakarak bile kısmen bir skolyoz taraması yapabilirler" dedi.
Hastalığın tedavisinde erken tanının önemine dikkat çeken Özdemir, "Okullarda diş taraması yapılırken skolyoz taraması da yapılabilir" diye konuştu.
Ön tanı noktasında ailelere de önemli bir görev düştüğünü ifade eden Özdemir, sözlerini şöyle tamamladı:
"Anne ve baba çocuğunu soyup sırt bölgesine önden, arkadan ve yandan bakmalıdır. Skolyoz olan çocukların omuz ve kalça seviyeleri farklıdır. Bir kalçası daha yukarıda olabilir. Herhangi bir şüpheli durumda; çocuğun ellerini aşağıya doğru sarkıtıp gövdesini öne eğmesini isteyin. Eğildiğinde normal bir gövde kavitesi oluşmalıdır. Skolyoz olduğunda ise gövdenin sağ veya sol tarafında tümsek oluşur. Aileler çoğu zaman bu tümsekleri yağ bezesi zannedebiliyorlar. Bu durum skolyozun belirtilerinden biridir. Bu belirtiye gibozite diyoruz. Bu durumda mutlaka bir hekime başvurulmalıdır." ntvmsnc
Fizyoterapist Ebru Özdemir, hayati riskler oluşturabilen skolyoz hastalığının erken teşhisinin tedavide çok büyük önem taşıdığını, bazı belirtilerin ise öğretmenler tarafından da kolaylıkla fark edilebileceğini vurguladı.
Özdemir, "Öğrencilerin sırada otururken bir omzu diğerinden farklı mı, yürürken bir tarafa eğilimli mi yürüyor, kalçası omuzlarla orantılı mı diye bakarak bile kısmen bir skolyoz taraması yapabilirler" dedi.
Hastalığın tedavisinde erken tanının önemine dikkat çeken Özdemir, "Okullarda diş taraması yapılırken skolyoz taraması da yapılabilir" diye konuştu.
Ön tanı noktasında ailelere de önemli bir görev düştüğünü ifade eden Özdemir, sözlerini şöyle tamamladı:
"Anne ve baba çocuğunu soyup sırt bölgesine önden, arkadan ve yandan bakmalıdır. Skolyoz olan çocukların omuz ve kalça seviyeleri farklıdır. Bir kalçası daha yukarıda olabilir. Herhangi bir şüpheli durumda; çocuğun ellerini aşağıya doğru sarkıtıp gövdesini öne eğmesini isteyin. Eğildiğinde normal bir gövde kavitesi oluşmalıdır. Skolyoz olduğunda ise gövdenin sağ veya sol tarafında tümsek oluşur. Aileler çoğu zaman bu tümsekleri yağ bezesi zannedebiliyorlar. Bu durum skolyozun belirtilerinden biridir. Bu belirtiye gibozite diyoruz. Bu durumda mutlaka bir hekime başvurulmalıdır." ntvmsnc
Mide kanserinde kırmızı alarma dikkat!
En sık görülen kanserler arasında yer alan mide kanseri, dünyada her yıl 900 bin kişiyi yakalıyor. Türk Cerrahi Derneğinden Prof. Mihmanlı, midenin geniş bir organ olması nedeniyle kanser belirtilerinin de erken evrede belli olmadığını söyledi. Mihmanlı, dışkıda kan görülmesinin ve kansızlığın mide kanseri açısından incelenmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Tarihin ünlü ismi Napoleon Bonoparte ile tanınan mide kanseri insanlığın eski çağlardan beri yakalandığı hastalıklardan biri. Napoleon’dan önce ilk olarak M.Ö. 1600’lü yıllarda George Ebers yazıtlarında da karışımıza çıkan mide kanserinin tanısı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 900 bin kişiye konuyor.
BESLENME VE KANSER ARASINDA ÖNEMLİ BİR İLİŞKİ VAR
Türk Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Mihmanlı yaptığı yazılı açıklamada mide kanserinin az gelişmiş ülkelerde ve bölgelerde gelişmiş yerlere göre daha sık görüldüğünü söyleyerek, “Yaptığımız çalışmada erkeklerin kadınlara oranla daha fazla mide kanseri olduğu ortaya çıktı. Radyasyona maruz kalma, aşırı sigara ve alkol tüketimi, midedeki helikobakter pilori mikrobu kansere zemin hazırlayan unsurlar. Beslenme ile mide kanseri arasında da önemli bir ilişki var” dedi.
SICAK ÇAY, ÇORBA RİSK YARATIYOR
“Özellikle aşırı tuzlu yemekler ve tütsülenmiş yiyecekler kansere yol açıyor” diyen Prof. Dr. Mihmanlı korunma yollarını şöyle anlattı:
“Tuz, tuzda bekletilmiş yiyecekler, tütsülenmiş yiyecekler, nitratlar gibi gıdalara koruyucu olarak eklenen katkı maddeleri, etlerin yüksek ısıda pişirilmesi, küflenmiş yiyecekler (özellikle buğdaygillerde aflatoksinler oluşmaktadır) mide kanserine yol açan gıdalardır. Kuşkusuz bir defa yemekle bir şey olmaz ama bu gıdalarla ve bu tarzda beslenme ‘alışkanlık’ haline gelmiş ise tehlike arz eder. Aşırı et tüketilmesi, devamlı kızartmalar yenmesi de mide sağlığını bozan beslenme tarzı. Bir de ülkemizde saptadığım önemli bir şey çorba ve çayın aşırı sıcak içilmesi. Yemeklerin ve içeceklerin ılık tüketilmesi tercih edilmeli. Bol taze sebze ve meyve ile beslenenlerde mide kanseri riski azalıyor. Çayı demli ve aşırı sıcak içmemek de koruyucu olur. Bunun yanında C vitamini ve antioksidan almak mide kanserinden korunmanın yollarından biri.”
KIRMIZI ALARMA DİKKAT
Mide geniş bir organ olduğu için kanser belirtilerinin de erken evrede belli olmadığını ifade eden Prof. Dr. Mihmanlı, “Kanser erken evrede ya tarama esnasında tesadüfen veya yaptığı bir kanamanın araştırması sırasında saptanır. Erken evrede belirti hissedilmez. Ancak tümör büyüyüp ilerleyince bazı belirtileri hasta hisseder bazılarını da doktor hisseder” diye konuştu.
Mide kanserinin belirtilerinin iştahsızlık, erken doyma, midede yanma, karın ağrısı, kilo kaybı, dışkıda kan görülmesi, lokmaları yutarken boğaza takılma hissi olduğunu anlatan Mihmanlı, “Kanama ve kansızlık ise kırmızı alarm belirtileri. Eğer bu belirtiler erken evrede teşhis edilirse kurtarıcı olur. Hasta kansızlık yakınması veya bunlara bağlı halsizlik çarpıntı gibi şikâyetle geliyorsa mutlaka mide bağırsakları incelenmelidir. Kırmızı alarm mutlaka değerlendirilmeli” şeklinde görüş verdi.
40 YAŞ UYARISI
Beslenmeyle birlikte belirlenen zamanlarda muayene olmanın mide kanserinde hayat kurtarıcı olduğuna değinen Prof. Dr. Mihmanlı, “40 yaşını geçen her birey bir kez gastroskopi yaptırmalı” dedi.
"D2 İLE BAŞARILI SONUÇLAR ALINIYOR"
Mide kanseri teşhisi konan hastalara cerrahi uygulandığını söyleyen Prof. Dr. Mihmanlı, “Laparoskopik veya bazen de açık yöntemle Kanserin yerine göre midenin bir bölümü veya tamamı çıkarılıyor. Yeniden gıdanın alınabilmesi için mide bağırsak devamlılığı sağlanıyor. D2 lenf bezi diseksiyonu şeklinde yapılan ameliyatlarda başarı şansı daha yüksek, hastalarda ömür daha uzun oluyor. D2 lenf bezi diseksiyonu ile sadece çevresindeki lenf bezlerini değil aynı zamanda mideyi besleyen damarların çevresindeki lenf bezlerini çıkarıyoruz. Ve bu operasyon sonrasında ek tedaviler planlanıyor” şeklinde konuştu. ntvmsnc
Tarihin ünlü ismi Napoleon Bonoparte ile tanınan mide kanseri insanlığın eski çağlardan beri yakalandığı hastalıklardan biri. Napoleon’dan önce ilk olarak M.Ö. 1600’lü yıllarda George Ebers yazıtlarında da karışımıza çıkan mide kanserinin tanısı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 900 bin kişiye konuyor.
BESLENME VE KANSER ARASINDA ÖNEMLİ BİR İLİŞKİ VAR
Türk Cerrahi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Mihmanlı yaptığı yazılı açıklamada mide kanserinin az gelişmiş ülkelerde ve bölgelerde gelişmiş yerlere göre daha sık görüldüğünü söyleyerek, “Yaptığımız çalışmada erkeklerin kadınlara oranla daha fazla mide kanseri olduğu ortaya çıktı. Radyasyona maruz kalma, aşırı sigara ve alkol tüketimi, midedeki helikobakter pilori mikrobu kansere zemin hazırlayan unsurlar. Beslenme ile mide kanseri arasında da önemli bir ilişki var” dedi.
SICAK ÇAY, ÇORBA RİSK YARATIYOR
“Özellikle aşırı tuzlu yemekler ve tütsülenmiş yiyecekler kansere yol açıyor” diyen Prof. Dr. Mihmanlı korunma yollarını şöyle anlattı:
“Tuz, tuzda bekletilmiş yiyecekler, tütsülenmiş yiyecekler, nitratlar gibi gıdalara koruyucu olarak eklenen katkı maddeleri, etlerin yüksek ısıda pişirilmesi, küflenmiş yiyecekler (özellikle buğdaygillerde aflatoksinler oluşmaktadır) mide kanserine yol açan gıdalardır. Kuşkusuz bir defa yemekle bir şey olmaz ama bu gıdalarla ve bu tarzda beslenme ‘alışkanlık’ haline gelmiş ise tehlike arz eder. Aşırı et tüketilmesi, devamlı kızartmalar yenmesi de mide sağlığını bozan beslenme tarzı. Bir de ülkemizde saptadığım önemli bir şey çorba ve çayın aşırı sıcak içilmesi. Yemeklerin ve içeceklerin ılık tüketilmesi tercih edilmeli. Bol taze sebze ve meyve ile beslenenlerde mide kanseri riski azalıyor. Çayı demli ve aşırı sıcak içmemek de koruyucu olur. Bunun yanında C vitamini ve antioksidan almak mide kanserinden korunmanın yollarından biri.”
KIRMIZI ALARMA DİKKAT
Mide geniş bir organ olduğu için kanser belirtilerinin de erken evrede belli olmadığını ifade eden Prof. Dr. Mihmanlı, “Kanser erken evrede ya tarama esnasında tesadüfen veya yaptığı bir kanamanın araştırması sırasında saptanır. Erken evrede belirti hissedilmez. Ancak tümör büyüyüp ilerleyince bazı belirtileri hasta hisseder bazılarını da doktor hisseder” diye konuştu.
Mide kanserinin belirtilerinin iştahsızlık, erken doyma, midede yanma, karın ağrısı, kilo kaybı, dışkıda kan görülmesi, lokmaları yutarken boğaza takılma hissi olduğunu anlatan Mihmanlı, “Kanama ve kansızlık ise kırmızı alarm belirtileri. Eğer bu belirtiler erken evrede teşhis edilirse kurtarıcı olur. Hasta kansızlık yakınması veya bunlara bağlı halsizlik çarpıntı gibi şikâyetle geliyorsa mutlaka mide bağırsakları incelenmelidir. Kırmızı alarm mutlaka değerlendirilmeli” şeklinde görüş verdi.
40 YAŞ UYARISI
Beslenmeyle birlikte belirlenen zamanlarda muayene olmanın mide kanserinde hayat kurtarıcı olduğuna değinen Prof. Dr. Mihmanlı, “40 yaşını geçen her birey bir kez gastroskopi yaptırmalı” dedi.
"D2 İLE BAŞARILI SONUÇLAR ALINIYOR"
Mide kanseri teşhisi konan hastalara cerrahi uygulandığını söyleyen Prof. Dr. Mihmanlı, “Laparoskopik veya bazen de açık yöntemle Kanserin yerine göre midenin bir bölümü veya tamamı çıkarılıyor. Yeniden gıdanın alınabilmesi için mide bağırsak devamlılığı sağlanıyor. D2 lenf bezi diseksiyonu şeklinde yapılan ameliyatlarda başarı şansı daha yüksek, hastalarda ömür daha uzun oluyor. D2 lenf bezi diseksiyonu ile sadece çevresindeki lenf bezlerini değil aynı zamanda mideyi besleyen damarların çevresindeki lenf bezlerini çıkarıyoruz. Ve bu operasyon sonrasında ek tedaviler planlanıyor” şeklinde konuştu. ntvmsnc
26 Mayıs 2017 Cuma
Yemen'de koleradan ölenlerin sayısı 350'ye çıktı, salgın yayılıyor
Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC), Yemen'deki kolera salgınında hayatını kaybedenlerin sayısının 350'ye yükseldiğini, ülke genelinde kolera vakası sayısının da 30 bine yaklaştığını bildirdi.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ICRC Operasyonlar Direktörü Dominik Stillhart, Yemen'deki salgının hızla yayıldığını ve endişe verici boyutlara ulaştığını söyledi.
Yemen'de geçen hafta 5 gün boyunca kalma fırsatı bulduğunu belirten Stillhart, ülkede iki yıldan fazladır süren "acımasız savaşın" sağlık sektörünü işlemez hale getirdiğini vurguladı.
Stillhart, "Kolera salgını neredeyse tüm Yemenlileri etkisi altına almış durumda. Özellikle sağlık sektörü en fazla yüzde 45 kapasiteyle hizmet verebiliyor. Doktorlar ve hemşireler de son 8 aydır maaşını alamıyor. 160 hastane ve sağlık kuruluşu da harap olmuş vaziyette. Çok büyük bir insani krizle karşı karşıyayız" dedi.
BÜTÜN KOŞULLAR KOLERANIN HIZLA YAYILMASINA UYGUN
Ülkedeki çatışmaların etkisiyle su sistemlerinin çöktüğünü, kişisel hijyenin yetersiz kaldığını ve insanların kötü beslendiğini ifade eden Stillhart, bunların koleranın hızla yayılmasına neden olduğunu kaydetti.
Stillhart, ICRC olarak kolera salgınının daha fazla yayılmaması için 11 hastane ve 7 hapishanede hijyenin sağlanması, temiz su temini ve tedaviye yönelik faaliyetler yürüttüklerine değinerek, özellikle hapishanelerin çok kalabalık olmasından dolayı salgının en fazla buralarda yayıldığına dikkati çekti.
"CİDDİ ADIMLAR ATILMALI"
Yemen Sağlık Bakanlığıyla bu sabah görüştüğünü aktaran Stillhart, kolera salgınında hayatını kaybedenlerin sayısının 350'ye yükseldiğini, ülke genelinde kolera vakası sayısının da 29 bin 345'e çıktığını belirtti.
Stillhart, hastaların tedavileri için mevcut sağlık merkezlerinin kapasitesinin artırılması, temiz su temin edilmesi, temizlik ve hijyenin de sağlanması gerektiğinin altını çizdi.
Başkent Sana'daki izlenimlerini de anlatan Stillhart, "Başkentte çöplerin toplanmadığına şahit oldum. Caddeler büyük çöp yığınlarıyla doluydu. Salgının yayılmasını engellemek için acil sağlık önlemleri alınması gerekiyor. Temizliğin sağlanması için çok ciddi adımlar atılması gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.
"10 MİLYON YEMENLİ AÇLIK TEHLİKESİNDE"
Stillhart, 17 milyon Yemenlinin acil insani destek ve yardıma ihtiyaç duyduğunu, 10 milyon insanın da açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, acil gıda desteğinin gerektiğini kaydetti.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), dün Yemen'in 19 ilinde 27 Nisan'dan bu yana kolera salgınında hayatını kaybedenlerin sayısının 315'e ulaştığını, hastalığa yakalandığından şüphelenilen 29 bin 300'den fazla vaka olduğunu bildirmişti.
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü de önceki gün gerekli önlem alınmadığı takdirde Yemen'deki kolera salgınının kontrolden çıkabileceği uyarısında bulunmuştu. (ntvsnc.com.tr)
Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ICRC Operasyonlar Direktörü Dominik Stillhart, Yemen'deki salgının hızla yayıldığını ve endişe verici boyutlara ulaştığını söyledi.
Yemen'de geçen hafta 5 gün boyunca kalma fırsatı bulduğunu belirten Stillhart, ülkede iki yıldan fazladır süren "acımasız savaşın" sağlık sektörünü işlemez hale getirdiğini vurguladı.
Stillhart, "Kolera salgını neredeyse tüm Yemenlileri etkisi altına almış durumda. Özellikle sağlık sektörü en fazla yüzde 45 kapasiteyle hizmet verebiliyor. Doktorlar ve hemşireler de son 8 aydır maaşını alamıyor. 160 hastane ve sağlık kuruluşu da harap olmuş vaziyette. Çok büyük bir insani krizle karşı karşıyayız" dedi.
BÜTÜN KOŞULLAR KOLERANIN HIZLA YAYILMASINA UYGUN
Ülkedeki çatışmaların etkisiyle su sistemlerinin çöktüğünü, kişisel hijyenin yetersiz kaldığını ve insanların kötü beslendiğini ifade eden Stillhart, bunların koleranın hızla yayılmasına neden olduğunu kaydetti.
Stillhart, ICRC olarak kolera salgınının daha fazla yayılmaması için 11 hastane ve 7 hapishanede hijyenin sağlanması, temiz su temini ve tedaviye yönelik faaliyetler yürüttüklerine değinerek, özellikle hapishanelerin çok kalabalık olmasından dolayı salgının en fazla buralarda yayıldığına dikkati çekti.
"CİDDİ ADIMLAR ATILMALI"
Yemen Sağlık Bakanlığıyla bu sabah görüştüğünü aktaran Stillhart, kolera salgınında hayatını kaybedenlerin sayısının 350'ye yükseldiğini, ülke genelinde kolera vakası sayısının da 29 bin 345'e çıktığını belirtti.
Stillhart, hastaların tedavileri için mevcut sağlık merkezlerinin kapasitesinin artırılması, temiz su temin edilmesi, temizlik ve hijyenin de sağlanması gerektiğinin altını çizdi.
Başkent Sana'daki izlenimlerini de anlatan Stillhart, "Başkentte çöplerin toplanmadığına şahit oldum. Caddeler büyük çöp yığınlarıyla doluydu. Salgının yayılmasını engellemek için acil sağlık önlemleri alınması gerekiyor. Temizliğin sağlanması için çok ciddi adımlar atılması gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.
"10 MİLYON YEMENLİ AÇLIK TEHLİKESİNDE"
Stillhart, 17 milyon Yemenlinin acil insani destek ve yardıma ihtiyaç duyduğunu, 10 milyon insanın da açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, acil gıda desteğinin gerektiğini kaydetti.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), dün Yemen'in 19 ilinde 27 Nisan'dan bu yana kolera salgınında hayatını kaybedenlerin sayısının 315'e ulaştığını, hastalığa yakalandığından şüphelenilen 29 bin 300'den fazla vaka olduğunu bildirmişti.
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü de önceki gün gerekli önlem alınmadığı takdirde Yemen'deki kolera salgınının kontrolden çıkabileceği uyarısında bulunmuştu. (ntvsnc.com.tr)
Etiketler:
hastalık,
kolera,
ölüm,
salgın hastalık
Canan Karatay'dan Ramazan'da beslenme önerileri
Tereyağı ve peynirin uzun süre tokluk hissi verdiğini belirten ve oruç tutacaklara önerilerde bulunan Prof. Canan Karatay, "Köy tereyağı ve peynir, oruç tutanlara güç, kuvvet ve dinçlik sağlar" dedi.
iftarda bir avuç içi kadar pidenin doğal köy tereyağı ve peynirle birlikte tüketilebileceğini belirten İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, Ramazan'ın yaz aylarına denk gelmesiyle beraber 16-18 saat süreyle yeme ve içme yapılmadığını hatırlatarak, bu dönemde sıcak havanın da etkisiyle susuzluğun problem oluşturabileceğini ifade etti.
Birçok kişinin sahura kalkmadan oruç tuttuğunu ancak sahur yemeğinin bir kahvaltı görevi yaptığını dile getiren Karatay, "Kahvaltı 24 saat içinde en önemli öğündür. Son derece kuvvetli, sağlıklı doyurucu olmalıdır. Mutlaka sağlıklı ve güçlü protein, sağlıklı yağ ve karbonhidratlar doyuncaya kadar yenmelidir" önerisinde bulundu.
Karatay, sağlıklı protein olarak yumurta, peynir ve yoğurt tüketilebileceğini, sağlıklı karbonhidrat olarak fındık, fıstık, ceviz, badem ve kuru meyvelerin tercih edilebileceğini aktararak, şöyle devam etti:
"Sağlıklı yağlar ise ev yapımı ya da köy tereyağı ve zeytin yağlarıdır. Örneğin tereyağında pişirilmiş iki yumurta, bir avuç içi kadar beyaz peynir, yanında bir çay bardağı kadar ceviz içi, 10-15 zeytin ya da bir avuç içi kadar ramazan pidesinin içine tereyağı, peynir, domates, salatalık eklenerek 10-15 zeytinle birlikte yenilebilir. Yanında bol süt, şekersiz çay, ayran içilebilir. Bir kahve fincanı taze sıkılmış meyve suyu karbonhidrat (früktoz) ve günlük C vitamini kaynağı olarak yeterli olacaktır. Fazlasına gerek yoktur. Ayrıca tatlı ve reçel gibi yüksek glisemik indeksli karbonhidratlar yenmemelidir."
"SAHURA KALKMADAN ORUÇ TUTMAK SON DERECE SAKINCALI"
Prof. Dr. Karatay, aç kalınarak, sahura kalkmadan oruç tutmanın son derece sakıncalı olduğunu belirterek, "Kişiler bu dönemde kilo verseler bile -ki genellikle ramazanda bazı kişiler kilo vermek amacıyla oruç tutmaktadır- bu doğru değildir ve son derece sakıncalıdır. Aç kalarak kilo verilmiş olsa bile daha sonra fazlasıyla geri alınmaktadır. Bilimsel olarak, bu olay karaciğer ve pankreası yorup, yağlandırdığı için sağlığa zararlı olmaktadır" diye konuştu.
"AVUÇ İÇİ KADAR PİDE, KÖY TEREYAĞI VE PEYNİRLE YENEBİLİR"
Bilimsel çalışmaların, ileri yaşlarda ortaya çıkan dejeneratif kronik hastalıkların tümünün karaciğer ve pankreasın yağlanması nedeniyle normal olarak çalışamadıklarından kaynaklandığını gösterdiğini vurgulayan Karatay, şunları kaydetti:
"İftarda bir avuç içi kadar sıcak pideyle doğal köy tereyağı, peynirle birlikte sağlıklı bir şekilde yenebilir. Pidenin glisemik indeksi yüzde 100 olduğu için aniden kan şekerini yükseltir ve yemekten bir iki saat sonra halsizlik, yorgunluk ve uyku hali meydana gelir. Aşırı miktarda pide yemek karaciğer ve pankreasta yağlanmayı arttırır. Tereyağı ve peynirin glisemik indeksi sıfırdır. Boş midede koruyucu etkisi vardır. Bu nedenle zararlı değil, faydalı ve sağlıklı besinlerdir. Tereyağı ve peynir, uzun süre tokluk hissi verdikleri için, oruç tutanlara güç, kuvvet ve dinçlik sağlar. Acıkma ve halsizlik hissi gün boyu oluşmaz."
"ORUÇ ILIK BİR BARDAK SUYLA AÇILMALI"
Prof. Dr. Canan Karatay, tüm bunların göz önünde bulundurularak iftar ve sahur yapılması gerektiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sabahları kalktığımız zaman ılık bir bardak su içmemiz gerektiği gibi, orucumuzu da ılık suyla açmalıyız. Çorba da sulu olduğu için rahatlıkla içilebilir. Ancak hazır çorbalar kesinlikle tüketilmemelidir. Evde pişirilmiş tarhana, mercimek, ezogelin, yoğurt çorbası, her türlü sebze çorbası veya yuvalama gibi çorbalar olabilir. Zeytinyağlı, naneli bir kase cacık içimizi ferahlatır. Uzun süre boş kalmış olan midemizi korumak amacıyla, suyun da çorbanın da ne çok sıcak ne de çok soğuk olmamasına dikkat etmeliyiz. Orucumuzu ılık suyla açtıktan sonra, zeytin yağına pide batırıp, lezzetli ve sağlıklı bir yiyeceği tüketerek, gün boyu boş kalmış midemizi yormamış oluruz. Ancak zeytinyağının soğuk baskı ve sızma olmasına dikkat etmemiz gerekir. İftar sofrasında salata tabağı mutlaka olmalıdır. Bol miktarda doğal fermantasyon sirke, limon, az miktarda kristal kaya tuzu, sızma zeytinyağı, sumak ve peynirli mevsim salatası hazırlanabilir. Cacık ve ayran da çok sağlıklıdır, istenildiği kadar tüketilebilir. Ayrıca yemek olarak köfte, sulu sebzeli et yemeği, zeytinyağlı yemekler, yeşil mercimek yemeği, dolma, sarma, karnıyarık, imambayıldı gibi her türlü ev yemeği yenebilir. Kırmızı et yemeği ve et kebabı, 2-3 kaşık bulgur pilavıyla birlikte tüketilebilir."
TATLI YERİNE KURUYEMİŞ VE MEVSİM MEYVELERİ
Akşam geç saatlerde tatlı yemenin doğru olmadığını, karaciğer ve pankreas yağlanmasını başlatıp, arttırdığını ve hazımsızlığın nedenlerden biri olduğunu dile getiren Karatay, tatlı yerine kuru yemişlerle mevsim meyvelerinden düşük glisemik karbonhidrat içerenlerin tüketilmesi halinde daha dinç kalınacağını söyledi.
İFTAR İLE SAHUR ARASINDA BOL SIVI TÜKETİLMELİ
Prof. Dr. Karatay, iftar ile sahur arasında bol sıvı almanın şart olduğunu dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu sürede limonlu şekersiz çaylarla limonlu bol su, ayran ve süt tüketilmelidir. İftarda kola gibi bütün asitli ve şekerli içeceklerden kaçınılması şarttır. İftardan sonra uzun yürüyüş yapmak da son derece faydalı olur." (ntvmsnc)
iftarda bir avuç içi kadar pidenin doğal köy tereyağı ve peynirle birlikte tüketilebileceğini belirten İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, Ramazan'ın yaz aylarına denk gelmesiyle beraber 16-18 saat süreyle yeme ve içme yapılmadığını hatırlatarak, bu dönemde sıcak havanın da etkisiyle susuzluğun problem oluşturabileceğini ifade etti.
Birçok kişinin sahura kalkmadan oruç tuttuğunu ancak sahur yemeğinin bir kahvaltı görevi yaptığını dile getiren Karatay, "Kahvaltı 24 saat içinde en önemli öğündür. Son derece kuvvetli, sağlıklı doyurucu olmalıdır. Mutlaka sağlıklı ve güçlü protein, sağlıklı yağ ve karbonhidratlar doyuncaya kadar yenmelidir" önerisinde bulundu.
Karatay, sağlıklı protein olarak yumurta, peynir ve yoğurt tüketilebileceğini, sağlıklı karbonhidrat olarak fındık, fıstık, ceviz, badem ve kuru meyvelerin tercih edilebileceğini aktararak, şöyle devam etti:
"Sağlıklı yağlar ise ev yapımı ya da köy tereyağı ve zeytin yağlarıdır. Örneğin tereyağında pişirilmiş iki yumurta, bir avuç içi kadar beyaz peynir, yanında bir çay bardağı kadar ceviz içi, 10-15 zeytin ya da bir avuç içi kadar ramazan pidesinin içine tereyağı, peynir, domates, salatalık eklenerek 10-15 zeytinle birlikte yenilebilir. Yanında bol süt, şekersiz çay, ayran içilebilir. Bir kahve fincanı taze sıkılmış meyve suyu karbonhidrat (früktoz) ve günlük C vitamini kaynağı olarak yeterli olacaktır. Fazlasına gerek yoktur. Ayrıca tatlı ve reçel gibi yüksek glisemik indeksli karbonhidratlar yenmemelidir."
"SAHURA KALKMADAN ORUÇ TUTMAK SON DERECE SAKINCALI"
Prof. Dr. Karatay, aç kalınarak, sahura kalkmadan oruç tutmanın son derece sakıncalı olduğunu belirterek, "Kişiler bu dönemde kilo verseler bile -ki genellikle ramazanda bazı kişiler kilo vermek amacıyla oruç tutmaktadır- bu doğru değildir ve son derece sakıncalıdır. Aç kalarak kilo verilmiş olsa bile daha sonra fazlasıyla geri alınmaktadır. Bilimsel olarak, bu olay karaciğer ve pankreası yorup, yağlandırdığı için sağlığa zararlı olmaktadır" diye konuştu.
"AVUÇ İÇİ KADAR PİDE, KÖY TEREYAĞI VE PEYNİRLE YENEBİLİR"
Bilimsel çalışmaların, ileri yaşlarda ortaya çıkan dejeneratif kronik hastalıkların tümünün karaciğer ve pankreasın yağlanması nedeniyle normal olarak çalışamadıklarından kaynaklandığını gösterdiğini vurgulayan Karatay, şunları kaydetti:
"İftarda bir avuç içi kadar sıcak pideyle doğal köy tereyağı, peynirle birlikte sağlıklı bir şekilde yenebilir. Pidenin glisemik indeksi yüzde 100 olduğu için aniden kan şekerini yükseltir ve yemekten bir iki saat sonra halsizlik, yorgunluk ve uyku hali meydana gelir. Aşırı miktarda pide yemek karaciğer ve pankreasta yağlanmayı arttırır. Tereyağı ve peynirin glisemik indeksi sıfırdır. Boş midede koruyucu etkisi vardır. Bu nedenle zararlı değil, faydalı ve sağlıklı besinlerdir. Tereyağı ve peynir, uzun süre tokluk hissi verdikleri için, oruç tutanlara güç, kuvvet ve dinçlik sağlar. Acıkma ve halsizlik hissi gün boyu oluşmaz."
"ORUÇ ILIK BİR BARDAK SUYLA AÇILMALI"
Prof. Dr. Canan Karatay, tüm bunların göz önünde bulundurularak iftar ve sahur yapılması gerektiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sabahları kalktığımız zaman ılık bir bardak su içmemiz gerektiği gibi, orucumuzu da ılık suyla açmalıyız. Çorba da sulu olduğu için rahatlıkla içilebilir. Ancak hazır çorbalar kesinlikle tüketilmemelidir. Evde pişirilmiş tarhana, mercimek, ezogelin, yoğurt çorbası, her türlü sebze çorbası veya yuvalama gibi çorbalar olabilir. Zeytinyağlı, naneli bir kase cacık içimizi ferahlatır. Uzun süre boş kalmış olan midemizi korumak amacıyla, suyun da çorbanın da ne çok sıcak ne de çok soğuk olmamasına dikkat etmeliyiz. Orucumuzu ılık suyla açtıktan sonra, zeytin yağına pide batırıp, lezzetli ve sağlıklı bir yiyeceği tüketerek, gün boyu boş kalmış midemizi yormamış oluruz. Ancak zeytinyağının soğuk baskı ve sızma olmasına dikkat etmemiz gerekir. İftar sofrasında salata tabağı mutlaka olmalıdır. Bol miktarda doğal fermantasyon sirke, limon, az miktarda kristal kaya tuzu, sızma zeytinyağı, sumak ve peynirli mevsim salatası hazırlanabilir. Cacık ve ayran da çok sağlıklıdır, istenildiği kadar tüketilebilir. Ayrıca yemek olarak köfte, sulu sebzeli et yemeği, zeytinyağlı yemekler, yeşil mercimek yemeği, dolma, sarma, karnıyarık, imambayıldı gibi her türlü ev yemeği yenebilir. Kırmızı et yemeği ve et kebabı, 2-3 kaşık bulgur pilavıyla birlikte tüketilebilir."
TATLI YERİNE KURUYEMİŞ VE MEVSİM MEYVELERİ
Akşam geç saatlerde tatlı yemenin doğru olmadığını, karaciğer ve pankreas yağlanmasını başlatıp, arttırdığını ve hazımsızlığın nedenlerden biri olduğunu dile getiren Karatay, tatlı yerine kuru yemişlerle mevsim meyvelerinden düşük glisemik karbonhidrat içerenlerin tüketilmesi halinde daha dinç kalınacağını söyledi.
İFTAR İLE SAHUR ARASINDA BOL SIVI TÜKETİLMELİ
Prof. Dr. Karatay, iftar ile sahur arasında bol sıvı almanın şart olduğunu dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu sürede limonlu şekersiz çaylarla limonlu bol su, ayran ve süt tüketilmelidir. İftarda kola gibi bütün asitli ve şekerli içeceklerden kaçınılması şarttır. İftardan sonra uzun yürüyüş yapmak da son derece faydalı olur." (ntvmsnc)
25 Mayıs 2017 Perşembe
Kalp hastalarına oruç uyarısı
Ramazan ayında kalp krizinin en çok iftardan sonraki saatlerde görüldüğünü belirten Kardiyolog Bingöl’den kalp hastalarına oruç uyarısı geldi. Dr. Bingöl, ciddi kalp hastalığı olanlara oruç tutmayı önermediklerini, diğer kalp hastalarının da dengeli ve hafif beslenmeleri gerektiğini söyledi.
Özellikle, kalp yetersizliği, kalp fonksiyonları ve ritim bozuklukları olan, diyabet ile böbrek yetersizliğinin de eşlik ettiği kalp hastalarına orucu önermediklerini aktaran Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Bingöl, “Daha hafif derece kalp hastalığı olan hastalarımıza da sahurda ve iftarda da dengeli ve hafif beslenmelerini öneriyoruz” dedi.
“HAFİF BESLENİP, YAVAŞ YAVAŞ YİYEREK ORUCUNUZU AÇIN”
Ramazan’da kalp krizinin en fazla iftardan sonraki saatlerde görüldüğünü belirten Bingöl, “Çünkü insanlar bütün gün aç kalmanın neticesinde iftarda ciddi şekilde yemek yiyip, sigara kullanıyorsa çok yoğun bir sigara içimine maruz kalıyor. Bunun sonucunda şikayetler ortaya çıkıyor. Oruç tutabilen hastalarımıza iftar saatinde dengeli beslenmesini çok hızlı bir şekilde çok yağlı ve tuzlu besinler bir anda tüketmemesini öneriyoruz. Daha sağlıklı, doymuş yağların olmadığı, pişirme tekniği olarak ızgaranın kullanıldığı daha hafif beslenmeyi ve yavaş yavaş yemeyi öneriyoruz” diye konuştu.
"YAĞLI VE TUZLU YİYECEKLERDEN UZAK DURUN”
İftarla sahur arasında yeterli sıvı alınması gerektiğinin de altını çizen Bingöl, “İlaçlarını dengeli bir şekilde almaları gerekiyor. Oruç tutan hastalar oruçlarını bir çorbayla açabilir, sonra sebze ve ızgara yemeklerini yiyebilirler. Buradaki ana unsur çok yağlı ve tuzlu besinleri tüketmemek ve yemeği hızlı Yememek. Sahurda da yine aynı şekilde yağlı ve tuzlu besinler yenmemeli. Hafif kahvaltı gibi çok fazla ekmek tüketmeden doyurucu, protein ağırlıklı besinler tüketsinler” diye konuştu. ntvmsnc
Özellikle, kalp yetersizliği, kalp fonksiyonları ve ritim bozuklukları olan, diyabet ile böbrek yetersizliğinin de eşlik ettiği kalp hastalarına orucu önermediklerini aktaran Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Bingöl, “Daha hafif derece kalp hastalığı olan hastalarımıza da sahurda ve iftarda da dengeli ve hafif beslenmelerini öneriyoruz” dedi.
“HAFİF BESLENİP, YAVAŞ YAVAŞ YİYEREK ORUCUNUZU AÇIN”
Ramazan’da kalp krizinin en fazla iftardan sonraki saatlerde görüldüğünü belirten Bingöl, “Çünkü insanlar bütün gün aç kalmanın neticesinde iftarda ciddi şekilde yemek yiyip, sigara kullanıyorsa çok yoğun bir sigara içimine maruz kalıyor. Bunun sonucunda şikayetler ortaya çıkıyor. Oruç tutabilen hastalarımıza iftar saatinde dengeli beslenmesini çok hızlı bir şekilde çok yağlı ve tuzlu besinler bir anda tüketmemesini öneriyoruz. Daha sağlıklı, doymuş yağların olmadığı, pişirme tekniği olarak ızgaranın kullanıldığı daha hafif beslenmeyi ve yavaş yavaş yemeyi öneriyoruz” diye konuştu.
"YAĞLI VE TUZLU YİYECEKLERDEN UZAK DURUN”
İftarla sahur arasında yeterli sıvı alınması gerektiğinin de altını çizen Bingöl, “İlaçlarını dengeli bir şekilde almaları gerekiyor. Oruç tutan hastalar oruçlarını bir çorbayla açabilir, sonra sebze ve ızgara yemeklerini yiyebilirler. Buradaki ana unsur çok yağlı ve tuzlu besinleri tüketmemek ve yemeği hızlı Yememek. Sahurda da yine aynı şekilde yağlı ve tuzlu besinler yenmemeli. Hafif kahvaltı gibi çok fazla ekmek tüketmeden doyurucu, protein ağırlıklı besinler tüketsinler” diye konuştu. ntvmsnc
24 Mayıs 2017 Çarşamba
SMA hastaları için bakanlık devreye girdi!
SMA hastaları için Sağlık Bakanlığı devreye girdi. SGK'nın SMA ilaçlarını karşılaması için yazı yazıldı.
Bakanlık, SGK'nın SMA hastalarının ilaçlarını karşılaması için yazı gönderdi.
Sağlık Bakanlığı’nın SGK’ya ilettiği yazı şöyle:
“08/05/2017 tarihli 23642684-010.99- E.903 sayılı yazımız ile, bilimsel kanıtlar çerçevesinde, oluşturulan kullanım kriterlerine uyan SMA Tip 1 vakalarında, Nusinersen etkin maddeli Spinraza isimli ilacın kullanımının uygun olacağının değerlendirildiğini belirten görüşümüz kurumunuza iletilmişti.
22/05/2017 tarihi itibarı ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) Başkanlığına Spinraza isimli ilaç için, 253 hasta adına yurt dışı ilaç kullanım başvurusu ulaşmıştır (253 hastanın 132'si SMA Tip 1 tanılıdır). Bu başvurular; ilgili yazıda belirtilen 05/04/2017 tarihli toplantıda belirlenen yurt dışı ilaç kullanım kriterleri doğrultusunda TİTCK bünyesindeki bilimsel komisyon tarafından değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sonucunda, ülkemizde ruhsatı ve ruhsat başvurusu bulunmayan ilgili ilacın 31 hastada (Erken erişim programı kapsamına alınan 10 hasta dışında) yükleme dozu olan ilk 4 dozunun kullanımına onay verilmiştir. Onay yazıları başvuruyu yapan hekimlere ve ilacın temininin sağlanması amacıyla Türk Eczacıları Birliği'ne (TEB) iletilmiştir.
132 SMA Tip 1 tanılı hastamız, İnsani Amaçlı İlaca Erken Erişim Programı kriterlerine göre değerlendirildiğinde ise, bu hastaların 114'ünün bu kriterleri karşıladığı görülmüştür (31 yurt dışı ilaç kullanım onayı alan hastamız dahil).
İlgili yazı kapsamındaki kriterlere uyan hastalarımız ile birlikte İnsani Amaçlı İlaca Erken Erişim Programı kriterlerine uygun SMA Tip 1 tanılı hastalarımız için de ilgili ilacın geri ödeme kapsamına alınması çalışmalarının yapılmasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır.”
Bakanlık, SGK'nın SMA hastalarının ilaçlarını karşılaması için yazı gönderdi.
Sağlık Bakanlığı’nın SGK’ya ilettiği yazı şöyle:
“08/05/2017 tarihli 23642684-010.99- E.903 sayılı yazımız ile, bilimsel kanıtlar çerçevesinde, oluşturulan kullanım kriterlerine uyan SMA Tip 1 vakalarında, Nusinersen etkin maddeli Spinraza isimli ilacın kullanımının uygun olacağının değerlendirildiğini belirten görüşümüz kurumunuza iletilmişti.
22/05/2017 tarihi itibarı ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) Başkanlığına Spinraza isimli ilaç için, 253 hasta adına yurt dışı ilaç kullanım başvurusu ulaşmıştır (253 hastanın 132'si SMA Tip 1 tanılıdır). Bu başvurular; ilgili yazıda belirtilen 05/04/2017 tarihli toplantıda belirlenen yurt dışı ilaç kullanım kriterleri doğrultusunda TİTCK bünyesindeki bilimsel komisyon tarafından değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sonucunda, ülkemizde ruhsatı ve ruhsat başvurusu bulunmayan ilgili ilacın 31 hastada (Erken erişim programı kapsamına alınan 10 hasta dışında) yükleme dozu olan ilk 4 dozunun kullanımına onay verilmiştir. Onay yazıları başvuruyu yapan hekimlere ve ilacın temininin sağlanması amacıyla Türk Eczacıları Birliği'ne (TEB) iletilmiştir.
132 SMA Tip 1 tanılı hastamız, İnsani Amaçlı İlaca Erken Erişim Programı kriterlerine göre değerlendirildiğinde ise, bu hastaların 114'ünün bu kriterleri karşıladığı görülmüştür (31 yurt dışı ilaç kullanım onayı alan hastamız dahil).
İlgili yazı kapsamındaki kriterlere uyan hastalarımız ile birlikte İnsani Amaçlı İlaca Erken Erişim Programı kriterlerine uygun SMA Tip 1 tanılı hastalarımız için de ilgili ilacın geri ödeme kapsamına alınması çalışmalarının yapılmasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır.”
Etiketler:
ilaç,
sağlık,
sağlık bakanlığı,
sgk,
sma
23 Mayıs 2017 Salı
GAPS Diyeti nedir? Sindirim sistemini koruyan 9 besin
Bağırsak sağlığının psikolojik sağlığı dahi etkilediğini belirten Beslenme Danışmanı Uzman Diyetisyen Yeşim Temel Özcan, sindirim sisteminin daha iyi çalışmasını sağlayan GAPS diyetini anlattı.
İkinci beyin olarak nitelendirilen bağırsaklardaki sorunlar, metabolik rahatsızlıklardan psikolojik hastalıklara kadar etki gösteriyor. Peki bu sistemi nasıl koruyabiliriz? Memorial Hastanesi Beslenme Danışmanı Uzman Diyetisyen Yeşim Temel Özcan, sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlayan GASP diyeti hakkında bilgiler verdi.
TOKSİNLERİ ENGELLEMEYE YARDIMCI
GAPS diyeti olarak bilinen diyetin ise sindirim sisteminin daha sağlıklı çalışmasını sağladığını belirten Özcan sızıntılı bağırsak sendromuna dikkat çekti ve şunları söyledi, ‘Bağırsaklardaki en önemli sindirim sorunu, “leaky gut syndrome” yani sızıntılı bağırsak sendromudur. Bu tabloda, ince bağırsak duvarında hasar ve geçirgenlik görülmektedir. Toksinler, sindirilmeyen besinler, ağır metaller ve böcek ilacı gibi kimyasallar bağırsak çeperinden kana geçmektedir. Bunu engellemek üzere yapılan beslenme programı da GAPS tedavisi olarak adlandırılır. Aksi halde toksinler ve kimyasallar bağırsak duvarını aşarak, kan dolaşımına geçip vücuda saldırmaktadır.
BAĞIRSAK FLORASINI KORUYOR
Bağırsak sağlığının psikolojiyi etkileyebildiğini de belirten Özcan sözlerine şöyle devam etti, ‘Bu denklemi sağlamak için de beslenmeye dikkat edilmesi gerekir. Bağırsak florasını koruyarak sindirim sisteminin daha sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı olan GAPS diyeti, ruh ve beden uyumunu tamamlayan en önemli beslenme şekillerinden biridir. Böylece kişi hem sağlıklı bağırsaklara, hem de ruhsal açıdan huzurlu bir yaşama kavuşabilir. Bağırsak sağlığı için ilk ve en temel nokta, bağırsak florasının bakteri dengesini sağlamaktır. Düzenli çalışan bir bağırsakta probiyotik adı verilen faydalı bakterilerin oranının yüksek, hastalık yapıcı patojen bakterilerin ve mantarların oranının düşük olması gerekir. GAPS hastalarında ise patojenik flora oranı yüksekken, bağırsak florası anormalliği bulunmaktadır. Bağırsağın hasarlı olma durumunu ifade eden bu tablo nedeniyle, GAPS beslenmesinde probiyotik sağlayan fermente gıdalarla hazır probiyotikler büyük önem taşımaktadır. Bu diyet ile bağırsak florası korunarak, sindirim sisteminin sağlıklı çalışması amaçlanmaktadır.’
Anksiyete, otizm, şizofreni, epilepsi, depresyon, bipolarve obsesifkompulsif bozukluk, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi rahatsızlıkların varlığında da GAPS diyetinin destekleyici olarak uygulanabildiğini belirten diyetisyen Özcan, ‘Ayrıca akne, alerji, anemi, demir eksikliği, bellek problemleri, çölyak, gluten intoleransına bağlı bozukluklar, diyabet, egzama, eklem ağrıları, MS, migren, Parkinson, romatoidartrit, sedef ile sistit durumunda ise bu beslenme protokolü sayesinde şikayetleren aza indirilmekte hatta ilacabağımlılık ortadan kalkabilmektedir’ dedi.
BAĞIRSAK FLORASINA ZARAR VEREN ETKENLERDEN UZAK DURUN
Bağırsak florasına zarar veren etkenlerden uzak durulması gerektiğini söyleyen Özcan, kullanılan antibiyotiklerin bağırsak florasına önemli zararlar verdiğini ve buradaki faydalı bakterileri öldürdüğünü belirtti ve şunları söyledi,
‘Antibiyotikler,bağırsak florasını doğrudan sıfırlamaktadır. Ağrı kesici, steroid, doğum kontrol hapları, uyku ilaçları, antidepresan ve antiasit içeren birçok ilacın bilinçsiz kullanımı da bağırsak florasını olumsuz etkiler. İşlenmiş şekerli ve karbonhidratlı gıdalarla birlikte yanlış beslenme alışkanlıkları da bağırsağa büyük zarar vermektedir. Son olarak da viral ve bakteriyel enfeksiyonlar ile kişinin yönetemediği fiziksel veya psikolojik baskılar bağırsak florası için uygun değildir.’
GAPS DİYETİ İÇİN 9 ÖNEMLİ BESİN
Bu programa başlamak için mutlaka bu konuda uzman bir beslenme uzmanına danışılmalı ve sorunun kaynağına göre uygun bir tedavi planlaması yapılmalı diyen Özcan GAPS diyeti için 9 önemli besini de şöyle sıraladı, kemik suyu, ev yapımı yoğurt, ev yapımı turşu, hindistan cevizi yağı, avokado, tatlı patates, balkabağı, kırmızı pancar, yer elması.
Sözcü
İkinci beyin olarak nitelendirilen bağırsaklardaki sorunlar, metabolik rahatsızlıklardan psikolojik hastalıklara kadar etki gösteriyor. Peki bu sistemi nasıl koruyabiliriz? Memorial Hastanesi Beslenme Danışmanı Uzman Diyetisyen Yeşim Temel Özcan, sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlayan GASP diyeti hakkında bilgiler verdi.
TOKSİNLERİ ENGELLEMEYE YARDIMCI
GAPS diyeti olarak bilinen diyetin ise sindirim sisteminin daha sağlıklı çalışmasını sağladığını belirten Özcan sızıntılı bağırsak sendromuna dikkat çekti ve şunları söyledi, ‘Bağırsaklardaki en önemli sindirim sorunu, “leaky gut syndrome” yani sızıntılı bağırsak sendromudur. Bu tabloda, ince bağırsak duvarında hasar ve geçirgenlik görülmektedir. Toksinler, sindirilmeyen besinler, ağır metaller ve böcek ilacı gibi kimyasallar bağırsak çeperinden kana geçmektedir. Bunu engellemek üzere yapılan beslenme programı da GAPS tedavisi olarak adlandırılır. Aksi halde toksinler ve kimyasallar bağırsak duvarını aşarak, kan dolaşımına geçip vücuda saldırmaktadır.
BAĞIRSAK FLORASINI KORUYOR
Bağırsak sağlığının psikolojiyi etkileyebildiğini de belirten Özcan sözlerine şöyle devam etti, ‘Bu denklemi sağlamak için de beslenmeye dikkat edilmesi gerekir. Bağırsak florasını koruyarak sindirim sisteminin daha sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı olan GAPS diyeti, ruh ve beden uyumunu tamamlayan en önemli beslenme şekillerinden biridir. Böylece kişi hem sağlıklı bağırsaklara, hem de ruhsal açıdan huzurlu bir yaşama kavuşabilir. Bağırsak sağlığı için ilk ve en temel nokta, bağırsak florasının bakteri dengesini sağlamaktır. Düzenli çalışan bir bağırsakta probiyotik adı verilen faydalı bakterilerin oranının yüksek, hastalık yapıcı patojen bakterilerin ve mantarların oranının düşük olması gerekir. GAPS hastalarında ise patojenik flora oranı yüksekken, bağırsak florası anormalliği bulunmaktadır. Bağırsağın hasarlı olma durumunu ifade eden bu tablo nedeniyle, GAPS beslenmesinde probiyotik sağlayan fermente gıdalarla hazır probiyotikler büyük önem taşımaktadır. Bu diyet ile bağırsak florası korunarak, sindirim sisteminin sağlıklı çalışması amaçlanmaktadır.’
Anksiyete, otizm, şizofreni, epilepsi, depresyon, bipolarve obsesifkompulsif bozukluk, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi rahatsızlıkların varlığında da GAPS diyetinin destekleyici olarak uygulanabildiğini belirten diyetisyen Özcan, ‘Ayrıca akne, alerji, anemi, demir eksikliği, bellek problemleri, çölyak, gluten intoleransına bağlı bozukluklar, diyabet, egzama, eklem ağrıları, MS, migren, Parkinson, romatoidartrit, sedef ile sistit durumunda ise bu beslenme protokolü sayesinde şikayetleren aza indirilmekte hatta ilacabağımlılık ortadan kalkabilmektedir’ dedi.
BAĞIRSAK FLORASINA ZARAR VEREN ETKENLERDEN UZAK DURUN
Bağırsak florasına zarar veren etkenlerden uzak durulması gerektiğini söyleyen Özcan, kullanılan antibiyotiklerin bağırsak florasına önemli zararlar verdiğini ve buradaki faydalı bakterileri öldürdüğünü belirtti ve şunları söyledi,
‘Antibiyotikler,bağırsak florasını doğrudan sıfırlamaktadır. Ağrı kesici, steroid, doğum kontrol hapları, uyku ilaçları, antidepresan ve antiasit içeren birçok ilacın bilinçsiz kullanımı da bağırsak florasını olumsuz etkiler. İşlenmiş şekerli ve karbonhidratlı gıdalarla birlikte yanlış beslenme alışkanlıkları da bağırsağa büyük zarar vermektedir. Son olarak da viral ve bakteriyel enfeksiyonlar ile kişinin yönetemediği fiziksel veya psikolojik baskılar bağırsak florası için uygun değildir.’
GAPS DİYETİ İÇİN 9 ÖNEMLİ BESİN
Bu programa başlamak için mutlaka bu konuda uzman bir beslenme uzmanına danışılmalı ve sorunun kaynağına göre uygun bir tedavi planlaması yapılmalı diyen Özcan GAPS diyeti için 9 önemli besini de şöyle sıraladı, kemik suyu, ev yapımı yoğurt, ev yapımı turşu, hindistan cevizi yağı, avokado, tatlı patates, balkabağı, kırmızı pancar, yer elması.
Sözcü
Çıplak ayakla duş almanın bedeli ağır oldu
Bir adam spor salonunda çıplak ayakla duş alınca hayatının pişmanlığını yaşadı. Ayağında çıkanları ilk başta siğil zannetti ancak zamanla bütün ayağında yayılarak açık yaralara dönüştü.
Daily Mail’in haberine göre İsmi belirtilmeyen adam çıplak ayakla duş alınca et yiyen enfeksiyon kaptı. İlk başta sol ayağında bir nokta belirdi. Ayağının geri kalanından daha sert olan bu bölge kaşınmaya başladı.
Siğil olduğunu düşünen adam evde çeşitli yöntemlerle kurtulmaya çalıştı ancak neredeyse altı ay boyunca doktora gitmeyi reddedince ayağındaki yara iyileşeceği yerde gittikçe yayıldı.
Deri nakli geçirmek zorunda kalan talihsiz adam ayağının fotoğraflarını e-maille bir radyo programına gönderdi ve diğer insanları halka açık duşlarda mutlaka terlikle dolaşmaları konusunda uyardı.
Normalde terliklerini giymeyi ihmal etmeyen Teksaslı adam, bir kereye mahsus olmak üzere terliklerini unuttuğunu ve soyunma odasına geri dönmeye üşendiği için çıplak ayakla duş aldığını söyledi. Ancak bu üşengeçlik korkunç enfeksiyona neden oldu. (Pembenar)
Daily Mail’in haberine göre İsmi belirtilmeyen adam çıplak ayakla duş alınca et yiyen enfeksiyon kaptı. İlk başta sol ayağında bir nokta belirdi. Ayağının geri kalanından daha sert olan bu bölge kaşınmaya başladı.
Siğil olduğunu düşünen adam evde çeşitli yöntemlerle kurtulmaya çalıştı ancak neredeyse altı ay boyunca doktora gitmeyi reddedince ayağındaki yara iyileşeceği yerde gittikçe yayıldı.
Deri nakli geçirmek zorunda kalan talihsiz adam ayağının fotoğraflarını e-maille bir radyo programına gönderdi ve diğer insanları halka açık duşlarda mutlaka terlikle dolaşmaları konusunda uyardı.
Normalde terliklerini giymeyi ihmal etmeyen Teksaslı adam, bir kereye mahsus olmak üzere terliklerini unuttuğunu ve soyunma odasına geri dönmeye üşendiği için çıplak ayakla duş aldığını söyledi. Ancak bu üşengeçlik korkunç enfeksiyona neden oldu. (Pembenar)
Hem kilolu hem sağlıklı olmak mümkün mü?
Birmingham Üniversitesi'nden sağlık uzmanlarının düzenlemiş olduğu araştırmanın sonuçlarına göre yaygın kanının aksine, dengeli beslenen ve düzenli spor yapan kişilerin kilolu olsalar da sağlıklı oldukları iddiası gerçeği yansıtmıyor.
Bu yıl Portekiz'in Porto şehrinde gerçekleştirilen Avrupa Obezite Kongresi'nde konuşan uzmanlar, 3.5 milyon İngiltere vatandaşı üzerinde yapmış oldukları araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre obez kişiler, metabolizmaları sağlam da olsa kalp krizi ve ani felç risklerine normal kiloda olan kişilerden daha yatkınlar.
Kabul edilebilir fazla kilo diye bir şey söz konusu değil. Araştırmayı yürüten uzmanlar şimdiye kadar her üç obez kişiden birini tanımlamak için kullanılan "sağlıklı obez" tanımının yanıltıcı olduğunu, bu tanımın obez olmakla beraber diyabet ve kalp hastalıklarına daha az yatkın olan kimseler için sıklıkla ve yanlış olarak kullanıldığını belirtirken, söz konusu hastalıkların obezite sorunu yaşayan kimselerde genelde herhangi bir belirti vermeksizin ortaya çıktığına da dikkat çekiyor.
Benzer araştırmalar daha önce de yapılmıştı. Ancak dün Kongre'ye sunulmuş olan çalışma şimdiye kadar yapılmış olan araştırmaların en geniş zaman aralığına yayılmış olanı en kapsamlısı olarak öncekilerden ayrılıyor. 1995 ve 2015 aralığını kapsayan ve yaklaşık 3.5 milyon hastanın kaydının tarandığı çalışmada obez olup kan değerleri ve kolesterolü normal olan kişiler takip edildi ve bunların ne kadarında sonradan koroner kalp yetmezliği, inme ve periferal vasküler hastalıklara rastlandığına bakıldı. Elde edilen sonuç obez olmayan hastalarınkiyle mukayese edildiğinde, obezite sorunu olan hastalarda koroner kalp yetmezliğine bağlı hastalıkların normal kilodakilere göre yüzde elli, inme ve felçlerin yüzde yedi, kalp krizinin ise iki misli fazla olduğu görüldü.
Sunumu yapan doktor Rishi Caleyachetty'ye göre bu sonuç gösteriyor ki "Obez ama sağlıklı olunabileceği düşüncesi bir mitten ibaret."
Caleyachetty konuşmasında obezitenin tespitinde günümüzde en temel ölçüt kabul edilen ve kilonun boya bölünmesiyle hesaplanan boy-kilo endeksine de değindi. Kimi zaman atletlere ve formda olan kimselere normalin üzerinde değerler verdiği için eleştirilen ve güvenilirliği tartışmalı olan ölçek Caleyachetty'ye göre bazen yanıltıcı olabilse de genel tanı için halen en temel dayanağı teşkil ediyor. İngiltereli bilim adamına göre, ortada metabolik bir sorun olsun ya da olmasın, sağlık uzmanlarının esas görevi obezite sorunu yaşayanların kilo kaybını kolaylaştıracak ve bunun önemini anlatabilecek yöntemler geliştirmek olmalı.
Sputnik'in haberine göre, obezitenin sağlığı tehdit ettiği yolundaki uyarıların kaynağı Birmingham Üniversitesi'yle sınırlı değil. Sydney Üniversitesi'nden obezite ve beslenme uzmanı profesör Timothy Gill, obezite sorunu yaşayan kimselerin buna rağmen sağlıklı bir hayat sürebilmesini, bazı kimselerin sigara alışkanlığı olduğu halde akciğer kanserine yakalanmamasına benzetirken Dünya Kanser Araştırmaları Vakfı'ndan (World Cancer Research Fund) Susannah Brown da tehlikenin yalnızca kardiyovasküler hastalıklarla sınırlı olmadığına dikkat çekiyor. Obeziteyi derhal önüne geçilmesi gereken bir salgın olarak nitelendiren Brown, obezitenin prostat ve böbrek kanseri de dahil olmak üzere çok sık rastlanan 11 kanser tipini tetiklediğinin altını çiziyor: "Eğer İngiltere'de yaşayan herkes sağlıklı kiloda olsaydı, ülkedeki kanser vakalarında yılda 25 bin azalma olurdu."
Dünya Obezite Federasyonu da (The World Obesity Federation) bu ayın başında, neden olduğu hastalıklar dolayısıyla obeziteyi hastalık olarak tanıdığını resmen duyurmuştu. (cnntürk)
Bu yıl Portekiz'in Porto şehrinde gerçekleştirilen Avrupa Obezite Kongresi'nde konuşan uzmanlar, 3.5 milyon İngiltere vatandaşı üzerinde yapmış oldukları araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre obez kişiler, metabolizmaları sağlam da olsa kalp krizi ve ani felç risklerine normal kiloda olan kişilerden daha yatkınlar.
Kabul edilebilir fazla kilo diye bir şey söz konusu değil. Araştırmayı yürüten uzmanlar şimdiye kadar her üç obez kişiden birini tanımlamak için kullanılan "sağlıklı obez" tanımının yanıltıcı olduğunu, bu tanımın obez olmakla beraber diyabet ve kalp hastalıklarına daha az yatkın olan kimseler için sıklıkla ve yanlış olarak kullanıldığını belirtirken, söz konusu hastalıkların obezite sorunu yaşayan kimselerde genelde herhangi bir belirti vermeksizin ortaya çıktığına da dikkat çekiyor.
Benzer araştırmalar daha önce de yapılmıştı. Ancak dün Kongre'ye sunulmuş olan çalışma şimdiye kadar yapılmış olan araştırmaların en geniş zaman aralığına yayılmış olanı en kapsamlısı olarak öncekilerden ayrılıyor. 1995 ve 2015 aralığını kapsayan ve yaklaşık 3.5 milyon hastanın kaydının tarandığı çalışmada obez olup kan değerleri ve kolesterolü normal olan kişiler takip edildi ve bunların ne kadarında sonradan koroner kalp yetmezliği, inme ve periferal vasküler hastalıklara rastlandığına bakıldı. Elde edilen sonuç obez olmayan hastalarınkiyle mukayese edildiğinde, obezite sorunu olan hastalarda koroner kalp yetmezliğine bağlı hastalıkların normal kilodakilere göre yüzde elli, inme ve felçlerin yüzde yedi, kalp krizinin ise iki misli fazla olduğu görüldü.
Sunumu yapan doktor Rishi Caleyachetty'ye göre bu sonuç gösteriyor ki "Obez ama sağlıklı olunabileceği düşüncesi bir mitten ibaret."
Caleyachetty konuşmasında obezitenin tespitinde günümüzde en temel ölçüt kabul edilen ve kilonun boya bölünmesiyle hesaplanan boy-kilo endeksine de değindi. Kimi zaman atletlere ve formda olan kimselere normalin üzerinde değerler verdiği için eleştirilen ve güvenilirliği tartışmalı olan ölçek Caleyachetty'ye göre bazen yanıltıcı olabilse de genel tanı için halen en temel dayanağı teşkil ediyor. İngiltereli bilim adamına göre, ortada metabolik bir sorun olsun ya da olmasın, sağlık uzmanlarının esas görevi obezite sorunu yaşayanların kilo kaybını kolaylaştıracak ve bunun önemini anlatabilecek yöntemler geliştirmek olmalı.
Sputnik'in haberine göre, obezitenin sağlığı tehdit ettiği yolundaki uyarıların kaynağı Birmingham Üniversitesi'yle sınırlı değil. Sydney Üniversitesi'nden obezite ve beslenme uzmanı profesör Timothy Gill, obezite sorunu yaşayan kimselerin buna rağmen sağlıklı bir hayat sürebilmesini, bazı kimselerin sigara alışkanlığı olduğu halde akciğer kanserine yakalanmamasına benzetirken Dünya Kanser Araştırmaları Vakfı'ndan (World Cancer Research Fund) Susannah Brown da tehlikenin yalnızca kardiyovasküler hastalıklarla sınırlı olmadığına dikkat çekiyor. Obeziteyi derhal önüne geçilmesi gereken bir salgın olarak nitelendiren Brown, obezitenin prostat ve böbrek kanseri de dahil olmak üzere çok sık rastlanan 11 kanser tipini tetiklediğinin altını çiziyor: "Eğer İngiltere'de yaşayan herkes sağlıklı kiloda olsaydı, ülkedeki kanser vakalarında yılda 25 bin azalma olurdu."
Dünya Obezite Federasyonu da (The World Obesity Federation) bu ayın başında, neden olduğu hastalıklar dolayısıyla obeziteyi hastalık olarak tanıdığını resmen duyurmuştu. (cnntürk)
84 kilo verdi! Sarkan derisine aldırmadı, bakın ne yaptı...
84 kilo verdikten sonra cildinde çok ciddi sarkma meydana gelen genç kız, moralini bozmadı.
Jessica Weber, aksine kendisi gibi fazla kilo verenlere ilham olmak için Instagram sayfası açtı.
Kilo verdikçe fotoğraflarını paylaşan 23 yaşındaki Weber, kilo verme kararını 173 kiloya ulaştığında vermiş.
Anne-kız duygusal bir konuşma yapmış ve Jessica'nın annesi, kızının ondan önce öleceğini düşündüğünü söyleyerek ağlamaya başlamış.
Bu acı gerçeğin yüzüne sert bir şekilde çarptığını kaydeden Jessica Weber, "Bu durum benim için çok güçlü bir motivasyon oldu" dedi.
15 ayda 173 kilodan 89 kiloya düşen genç kız, "Kolay olmadı" diyor.
Kilo verdikten sonra cildinde sarkma başlayan Weber, "Kilo veren bazı insanlarda bu problem olmuyor ama ben o kadar şanslı değildim" diyerek, görüntüsünden utanmadığını göstermek için fotoğraflarını paylaşmaya başladı.
"Açık olmak istedim çünkü insanlara obezitenin neler yaptığını göstermek istedim. Değişiklik yapabilirler, ancak deri sarkması gibi sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. İnsanlar korkmasınlar, kilo kaybından sonra meydana gelenleri gizlemeye çalışmasınlar" dedi.
Şimdilerde düşük karbonhidrat, yüksek yağlı diyetle beslenen Weber, başarısını fotoğrafladıkça, takipçileriyle paylaşıyor. (Habertürk)
Kilo verdikçe fotoğraflarını paylaşan 23 yaşındaki Weber, kilo verme kararını 173 kiloya ulaştığında vermiş.
Anne-kız duygusal bir konuşma yapmış ve Jessica'nın annesi, kızının ondan önce öleceğini düşündüğünü söyleyerek ağlamaya başlamış.
Bu acı gerçeğin yüzüne sert bir şekilde çarptığını kaydeden Jessica Weber, "Bu durum benim için çok güçlü bir motivasyon oldu" dedi.
15 ayda 173 kilodan 89 kiloya düşen genç kız, "Kolay olmadı" diyor.
Kilo verdikten sonra cildinde sarkma başlayan Weber, "Kilo veren bazı insanlarda bu problem olmuyor ama ben o kadar şanslı değildim" diyerek, görüntüsünden utanmadığını göstermek için fotoğraflarını paylaşmaya başladı.
"Açık olmak istedim çünkü insanlara obezitenin neler yaptığını göstermek istedim. Değişiklik yapabilirler, ancak deri sarkması gibi sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. İnsanlar korkmasınlar, kilo kaybından sonra meydana gelenleri gizlemeye çalışmasınlar" dedi.
Şimdilerde düşük karbonhidrat, yüksek yağlı diyetle beslenen Weber, başarısını fotoğrafladıkça, takipçileriyle paylaşıyor. (Habertürk)
Etiketler:
diyet,
kilo,
obezite,
sağlıklı beslenme,
zayıflama
19 Mayıs 2017 Cuma
Sabahları dinç uyanmak için 10 ipucu
Sabah yorgun, halsiz, üzgün ve keyifsiz olarak yataktan kalkmak dünyanın zor işlerinden birisi. Sosyal değişimler ve teknolojik gelişmeler bu sorunun başlıca nedenlerinden... Bu problemi çözmenin bazı püf noktaları var. İşte, sabah dinç uyanmanın 10 yolu...
Sosyal yaşamdaki değişiklikler ve teknolojik gelişmeler gecenin de artık gündüz gibi yoğun bir şekilde yaşanmasına yol açıyor. Bu durum uyku kalitesini bozuyor, enerjiyi azaltıyor, duygusal durumu ve sağlığı olumsuz etkiliyor. Gün içinde düşünme, odaklanma ve problem çözme gibi becerileri verimli kullanabilmek için ‘uyku hijyeni’ne özen göstermek büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Psikiyatri Bölümü'nden Doç. Dr. Levent Sütçigil, uyku bozuklukları ve daha iyi bir uyku için dikkat edilmesi için 10 madde sıralıyor…
AYNI SAATTE YATIP AYNI SAATTE KALKIN
“1) Hafta sonları da dahil olmak üzere yatma ve kalkma saatini mümkün olduğunca aynı saatlerde olmasına dikkat edin.
2) Uyku için kendinize yeterli süre ayarlamaya çalışın. İhtiyaç duyulan uyku süresi kişiler arası farklılıklar gösterse de, ertesi gün dinlenmiş uyanmak için ihtiyacınız olan ortalama uyku süresi 7-8 saattir.
3) Yatak odanızın karanlık, sessiz ve serin olmasını sağlayın. Uyuduğunuz odanın içinde bulunan elektronik eşyaları kapatın, kalın perdeler kullanarak ışık ve sesin odaya girmesini engellemeye çalışın. Sabah kalktığınızda perdeleri açın. Gün ışığı uyanıklığa daha çabuk geçmenize yardımcı olacaktır.
UYUMADAN ÖNCE KİTAP OKUYUN
4) Uyku öncesi ılık bir duş almak ya da kitap okumak gibi alışkanlıklar geliştirin.
5) Uykudan bir-iki saat önce televizyon, bilgisayar, akıllı telefon gibi parlak ışığa sahip cihazları kullanmayı bırakın. Bu tip ekranların yaydıkları ışık, beyinde melatonin adlı uyku getirici hormonun salgılanmasını engeller, uykunuzun gecikmesine neden olur.
6) Yatmaya yakın egzersiz yapmaktan kaçının. Gün içinde egzersiz yaparak uykunuzu düzenlenmesine yardımcı olun.
7) Kafeinin vücuttan atılımı kişisel farklılık gösterebileceğinden, kafeinli içecekleri mümkün olduğunca azaltın, akşam yemeğinden sonra hiç almayın.
Sosyal yaşamdaki değişiklikler ve teknolojik gelişmeler gecenin de artık gündüz gibi yoğun bir şekilde yaşanmasına yol açıyor. Bu durum uyku kalitesini bozuyor, enerjiyi azaltıyor, duygusal durumu ve sağlığı olumsuz etkiliyor. Gün içinde düşünme, odaklanma ve problem çözme gibi becerileri verimli kullanabilmek için ‘uyku hijyeni’ne özen göstermek büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Psikiyatri Bölümü'nden Doç. Dr. Levent Sütçigil, uyku bozuklukları ve daha iyi bir uyku için dikkat edilmesi için 10 madde sıralıyor…
AYNI SAATTE YATIP AYNI SAATTE KALKIN
“1) Hafta sonları da dahil olmak üzere yatma ve kalkma saatini mümkün olduğunca aynı saatlerde olmasına dikkat edin.
2) Uyku için kendinize yeterli süre ayarlamaya çalışın. İhtiyaç duyulan uyku süresi kişiler arası farklılıklar gösterse de, ertesi gün dinlenmiş uyanmak için ihtiyacınız olan ortalama uyku süresi 7-8 saattir.
3) Yatak odanızın karanlık, sessiz ve serin olmasını sağlayın. Uyuduğunuz odanın içinde bulunan elektronik eşyaları kapatın, kalın perdeler kullanarak ışık ve sesin odaya girmesini engellemeye çalışın. Sabah kalktığınızda perdeleri açın. Gün ışığı uyanıklığa daha çabuk geçmenize yardımcı olacaktır.
UYUMADAN ÖNCE KİTAP OKUYUN
4) Uyku öncesi ılık bir duş almak ya da kitap okumak gibi alışkanlıklar geliştirin.
5) Uykudan bir-iki saat önce televizyon, bilgisayar, akıllı telefon gibi parlak ışığa sahip cihazları kullanmayı bırakın. Bu tip ekranların yaydıkları ışık, beyinde melatonin adlı uyku getirici hormonun salgılanmasını engeller, uykunuzun gecikmesine neden olur.
6) Yatmaya yakın egzersiz yapmaktan kaçının. Gün içinde egzersiz yaparak uykunuzu düzenlenmesine yardımcı olun.
7) Kafeinin vücuttan atılımı kişisel farklılık gösterebileceğinden, kafeinli içecekleri mümkün olduğunca azaltın, akşam yemeğinden sonra hiç almayın.
YARIM KALAN İŞLERİ YATAKTA YAPMAYIN
8) Gün içinde bir kez yapılacak şekerleme, 20 dakikayı geçmediği sürece, gece uykusuna yardımcı olacaktır.
9) Yarım kalan işleri yatak odanızda yapmayın. Bir süre sonra yatak odası yarım kalan işleri akla getireceğinden kaygı duyulan bir yer olarak hatırlanmaya başlanacaktır.
10) Uykunuz gelmediği zamanlarda yatakta uykuyu beklemek yerine kalkıp az bir ışıkta kitap okuyun, müzik dinleyin. Televizyon izlerseniz programın içeriğine göre planladığınızdan daha fazla televizyon karşısında kalmak zorunda kalabilirsiniz. Sonuçta bu durum uykunuzun daha da açılmasına neden olur.” (Kaynak:sözcü.com.tr)
Mide kanserine karşı domates
Domates mide kanserinin yayılmasını önlüyor.
İtalya'da yapılan bir araştırma, domatesin mide kanseri tümörlerinin yayılmasını önlediğini ortaya çıkardı. Bu faydanın domatesin bütünüyle tüketilmesi halinde gözlendiğini belirten uzmanlar, bu bulgunun mide kanserinin önlenmesi ve tedavisi için yeni ilaçlar üretilmesinde kullanılabileceğini belirtti.
İtalya'da yapılan bir araştırma, domatesin mide kanseri tümörlerinin yayılmasını önlediğini ortaya çıkardı. Bu faydanın domatesin bütünüyle tüketilmesi halinde gözlendiğini belirten uzmanlar, bu bulgunun mide kanserinin önlenmesi ve tedavisi için yeni ilaçlar üretilmesinde kullanılabileceğini belirtti.
18 Mayıs 2017 Perşembe
Silikon mağduru hemşire ameliyat oldu
Silikon yaptırdıktan sonra dudaklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalan hemşire Merve Keleş ameliyat oldu. Peki hemşirenin son durumu ne?
Adana’da kendisini doktor olarak tanıtan bayan kuaförüne dudak silikonu yaptırdıktan sonra dudaklarını kaybetme korkusu yaşayan hemşire Merve Keleş, sosyal paylaşım sitesinden ameliyat olduğunu ve iyileşmeye başladığını bildirdi.
Çukurova Üniversitesi Balcalı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Göğüs Hastalıkları Polikliniği'nde hemşire olarak görev yapan 22 yaşındaki Merve Keleş’in hayatı bir anda alt üst olmuştu. Keleş, yaklaşık 1.5 ay önce arkadaşı aracılığıyla internette kendisini estetik uzmanı olarak tanıtan bayan kuaförü Soner G. ile tanışmış, doğuştan sol alt dudağında şekil bozukluğu olduğu için dudağını kalınlaştırmak isteyerek, Azerbaycan’da eğitim gördüğünü öne süren Soner G.’ye önce 500 TL'ye geçici dolgu yaptırmış, daha sonra dolgu bir haftada eriyince, bu kez bin liraya silikon dolgu yapılması konusunda anlaşmış, kliniği tadilatta olduğu için işlemi evde yapacağını söyleyen kuaför, 12 Nisan Çarşamba günü hemşire Merve Keleş’e operasyonu yapmıştı. Operasyondan hemen sonra Keleş’in dudakları şişmeye başlamış ve dudaklarını kaybetme ile karşı karşıya kalınca hastaneye başvurmuştu. Keleş o günden beri hastanede kalıp dudaklarını kaybetmemek için tedavi görüyor. Keleş, geçtiğimiz günlerde sosyal paylaşım sitesinden dudağının fotoğrafını çekip “ameliyattan küçük bir iz” diye paylaşım yaptı. Daha sonra da yine fotoğrafını çekip “İyileşiyorum eve gideceğim günü iple çekiyorum” mesajını paylaştı.
Bayan kuaförü Soner G. bir süre önce hırsızlık suçundan 5 yıl 3 ay hapis cezası aldığı için yakalanıp cezaevine gönderilmişti. ‘Silikon’ vakasıyla alakalı da 4 kadın Cumhuriyet Savcılığı’na şikayette bulununca Soner G. hakkında “unvan dolandırıcılığı ve yaralama” suçundan soruşturma başlatıldı. Yapılan soruşturma sonucunda Soner G.’nin bu suçlardan da tutuklu yargılanmasına karar verildi. Sözcü
Çukurova Üniversitesi Balcalı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Göğüs Hastalıkları Polikliniği'nde hemşire olarak görev yapan 22 yaşındaki Merve Keleş’in hayatı bir anda alt üst olmuştu. Keleş, yaklaşık 1.5 ay önce arkadaşı aracılığıyla internette kendisini estetik uzmanı olarak tanıtan bayan kuaförü Soner G. ile tanışmış, doğuştan sol alt dudağında şekil bozukluğu olduğu için dudağını kalınlaştırmak isteyerek, Azerbaycan’da eğitim gördüğünü öne süren Soner G.’ye önce 500 TL'ye geçici dolgu yaptırmış, daha sonra dolgu bir haftada eriyince, bu kez bin liraya silikon dolgu yapılması konusunda anlaşmış, kliniği tadilatta olduğu için işlemi evde yapacağını söyleyen kuaför, 12 Nisan Çarşamba günü hemşire Merve Keleş’e operasyonu yapmıştı. Operasyondan hemen sonra Keleş’in dudakları şişmeye başlamış ve dudaklarını kaybetme ile karşı karşıya kalınca hastaneye başvurmuştu. Keleş o günden beri hastanede kalıp dudaklarını kaybetmemek için tedavi görüyor. Keleş, geçtiğimiz günlerde sosyal paylaşım sitesinden dudağının fotoğrafını çekip “ameliyattan küçük bir iz” diye paylaşım yaptı. Daha sonra da yine fotoğrafını çekip “İyileşiyorum eve gideceğim günü iple çekiyorum” mesajını paylaştı.
Bayan kuaförü Soner G. bir süre önce hırsızlık suçundan 5 yıl 3 ay hapis cezası aldığı için yakalanıp cezaevine gönderilmişti. ‘Silikon’ vakasıyla alakalı da 4 kadın Cumhuriyet Savcılığı’na şikayette bulununca Soner G. hakkında “unvan dolandırıcılığı ve yaralama” suçundan soruşturma başlatıldı. Yapılan soruşturma sonucunda Soner G.’nin bu suçlardan da tutuklu yargılanmasına karar verildi. Sözcü
Canan Karatay: Zeytinle açılacak oruç, hurma nereden çıktı?
Kocaeli 9. Kitap Fuarı'na katılan Canan Karatay, orucun zeytinle açılması gerektiğini belirterek, "Zeytinle açılacak oruç. Hz. Muhammet zeytinle açardı. Hurma nereden çıktı? Hurma tamamen endüstriyeldir. Hurma nereden geliyor İsrail'den, Tunus'tan. Aklınızı başınıza alın. 'Kutsal kutsal' diyerek, bizi sömürüyorlar" dedi.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Kocaeli 9. Kitap Fuarı’na katılan Canan Karatay, ‘Sağlıklı Beslenme’ konulu söyleşiye katıldı. Canan Karatay sayesinde 3 yılda 30 kilo verdiğini söyleyen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, “Hocam sizin sayenizde son 3 yılda tam 20 kilo verdim doğal beslenerek. Bütün yapay, katkılı şeylerden mümkün olduğu kadar uzak kalıyorum. Doğal beslenme, sağlıklı beslenme bir, ikincisi de hareket. Spor yapıyorum. 65 yaşındayım ama gençler benimle yürüyemiyor. Benimle koşamıyor. Ben hocamın talebesiyim. Onun dediklerine uyduğum için tam anlamıyla enerjim arttı. Gözüm açıldı” dedi.
Canan Karatay ise “Çok gençleşmişsiniz maşallah. Hiç 65 yaşında gözüküyor mu? Ben de sizden 10 yaş büyüğüm, ablanız sayılırım. 75 yaşındayım. Sağlık diliyorum. Sayın başkanımız canlı örnek. Ben kötü bir şey mi söylüyorum sayın başkanım? Kötü bir şey söylemiyorum. Yalnız endüstriler için kötü oluyor. Her türlü savaş, her türlü mücadele bana karşı. Bu da beni mutlu ediyor” diye konuştu.
20-30 YAŞINDAKİ GRUPTA KISIRLIK ÇOK FAZLA
Yanlış beslenmeden dolayı 20-30 yaş grubunda kısırlığın fazla olduğunu söyleyen Canan Karatay, “Siz sanmayın ki şeker hastalığı genetiktir. Şeker hastalığı genetik değildir, önlenebilir. Şeker hastalığı başlatılmayabilir. Babam şeker hastasıydı. Annem bize çocukluktan itibaren çaya, şekere, süte şeker koydurtmadı. Biz öyle büyüdük, yağ yiyerek, zeytinyağı içerek büyüdük. Ben böyle söyleyince tabi yeni yetmeler çok yeni bir şeymiş gibi, özellikle 1980’den sonraki jenerasyon hepsi AVM çocuğu, hayatları AVM’de geçiyor, yemekleri AVM’de geçiyor. Anneler okulda, kantinde yemek yiyorlar, bütün hastalıkların temeli o zaman atılıyor ve bu anneler hamile kalamıyorlar. 20 ve 30 yaşındaki grupta kısırlık çok fazla. Neden, yanlış beslenmeden. Biz tıp okurken hanımlara nasıl korunulacak diye ders anlatırdık. Şimdi kıyamet kopuyor tüp bebek diye. Tüp bebek merkezleri açılmış. Neden, çünkü erkeğin de kadının da vücudunda annenin de babanın da vücutlarında sağlıklı tohum gelmiyor” diye konuştu.
RAMAZAN PİDESİNİN SAĞLIKLI OLDUĞUNU SANMAYIN
Ramazan’a şimdiden bol su içerek hazırlanmak gerektiğini ifade eden Canan Karatay şöyle konuştu:
“Sahura kalktığınız zaman çok güzel bir Karatay kahvaltısı yapacaksınız. İki üç tane yumurta yiyebilirsiniz az pişmiş tereyağında. 30-40 tane zeytin yiyebilirsiniz. Bol ceviz yiyeceksiniz. Ama şimdi pide geliyor önünüze, Ramazan pidesi. Ramazan pidesinin sağlıklı olduğunu sanmayın. Bunu söylüyorum ama yemeden de yapamayacağınızı biliyorum. O pideyi avucunuzun içi kadar açacaksınız. Yarısına bol köy tereyağı koyacaksınız zararını azaltmak için veya zeytinyağı varsa ona batırarak yiyebilirsiniz. Ramazan’a şimdiden bol su içerek hazırlanmamız gerekiyor. Çünkü Ramazan’da akşama doğru ortaya çıkan baş ağrısı susuzluktan dolayıdır. Onun için şimdiden bu vücudu, bu toprağı iyi sulandırmaya başlayın. Son dakikada çok su içmek önemli değil. Çünkü bütün vücudun içine sağlıklı su girmesi lazım. Bunu benimsememiz lazım. İkincisi bağırsaklarınızın çok iyi çalışması lazım. O zaman acıkmıyorsunuz. O zaman baş ağrımıyor.”
HURMA TAMAMEN ENDÜSTRİYEL
Canan Karatay orucun zeytinle açılması gerektiği belirterek, şu açıklamada bulundu:
“Zeytinle açılacak oruç. Hz. Muhammet zeytinle açardı. Hurma nereden çıktı? Hurma tamamen endüstriyeldir. Hurma nereden geliyor, İsrail’den, Tunus’tan geliyor. Aklınızı başınıza alın. Kutsal kutsal diyerek, kutsallığı kullanarak bizi sömürüyorlar. Gözümüzü açacağız. Zeytin çok önemlidir. Zeytinle açılır, hafif su içilir, çay içilir şekersiz olmak şartıyla. Biraz peynir, biraz zeytin, sonra bir çorba. Ondan sonra da ne pişirildiyse o yenir. Bir de bu ilanlarda ben söyleye söyleye galiba kalktı. İftar sofrasında nur yüzlü neneler dedeler. Ortada bir tane gazlı içecek. Nereden çıktı kardeşim? Gelenek olan bu mudur? Böyle bir şey var mı, ayıptır günahtır. Bizim mercimek çorbamız var, soğuk ayranımız var, ayran çorbamız var taze naneyle yapılan, buğdayla yapılan. Bizim tarhanamız var. Bunlar dururken o koca şişele senelerce satıldı.”
DHA
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Kocaeli 9. Kitap Fuarı’na katılan Canan Karatay, ‘Sağlıklı Beslenme’ konulu söyleşiye katıldı. Canan Karatay sayesinde 3 yılda 30 kilo verdiğini söyleyen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, “Hocam sizin sayenizde son 3 yılda tam 20 kilo verdim doğal beslenerek. Bütün yapay, katkılı şeylerden mümkün olduğu kadar uzak kalıyorum. Doğal beslenme, sağlıklı beslenme bir, ikincisi de hareket. Spor yapıyorum. 65 yaşındayım ama gençler benimle yürüyemiyor. Benimle koşamıyor. Ben hocamın talebesiyim. Onun dediklerine uyduğum için tam anlamıyla enerjim arttı. Gözüm açıldı” dedi.
Canan Karatay ise “Çok gençleşmişsiniz maşallah. Hiç 65 yaşında gözüküyor mu? Ben de sizden 10 yaş büyüğüm, ablanız sayılırım. 75 yaşındayım. Sağlık diliyorum. Sayın başkanımız canlı örnek. Ben kötü bir şey mi söylüyorum sayın başkanım? Kötü bir şey söylemiyorum. Yalnız endüstriler için kötü oluyor. Her türlü savaş, her türlü mücadele bana karşı. Bu da beni mutlu ediyor” diye konuştu.
20-30 YAŞINDAKİ GRUPTA KISIRLIK ÇOK FAZLA
Yanlış beslenmeden dolayı 20-30 yaş grubunda kısırlığın fazla olduğunu söyleyen Canan Karatay, “Siz sanmayın ki şeker hastalığı genetiktir. Şeker hastalığı genetik değildir, önlenebilir. Şeker hastalığı başlatılmayabilir. Babam şeker hastasıydı. Annem bize çocukluktan itibaren çaya, şekere, süte şeker koydurtmadı. Biz öyle büyüdük, yağ yiyerek, zeytinyağı içerek büyüdük. Ben böyle söyleyince tabi yeni yetmeler çok yeni bir şeymiş gibi, özellikle 1980’den sonraki jenerasyon hepsi AVM çocuğu, hayatları AVM’de geçiyor, yemekleri AVM’de geçiyor. Anneler okulda, kantinde yemek yiyorlar, bütün hastalıkların temeli o zaman atılıyor ve bu anneler hamile kalamıyorlar. 20 ve 30 yaşındaki grupta kısırlık çok fazla. Neden, yanlış beslenmeden. Biz tıp okurken hanımlara nasıl korunulacak diye ders anlatırdık. Şimdi kıyamet kopuyor tüp bebek diye. Tüp bebek merkezleri açılmış. Neden, çünkü erkeğin de kadının da vücudunda annenin de babanın da vücutlarında sağlıklı tohum gelmiyor” diye konuştu.
RAMAZAN PİDESİNİN SAĞLIKLI OLDUĞUNU SANMAYIN
Ramazan’a şimdiden bol su içerek hazırlanmak gerektiğini ifade eden Canan Karatay şöyle konuştu:
“Sahura kalktığınız zaman çok güzel bir Karatay kahvaltısı yapacaksınız. İki üç tane yumurta yiyebilirsiniz az pişmiş tereyağında. 30-40 tane zeytin yiyebilirsiniz. Bol ceviz yiyeceksiniz. Ama şimdi pide geliyor önünüze, Ramazan pidesi. Ramazan pidesinin sağlıklı olduğunu sanmayın. Bunu söylüyorum ama yemeden de yapamayacağınızı biliyorum. O pideyi avucunuzun içi kadar açacaksınız. Yarısına bol köy tereyağı koyacaksınız zararını azaltmak için veya zeytinyağı varsa ona batırarak yiyebilirsiniz. Ramazan’a şimdiden bol su içerek hazırlanmamız gerekiyor. Çünkü Ramazan’da akşama doğru ortaya çıkan baş ağrısı susuzluktan dolayıdır. Onun için şimdiden bu vücudu, bu toprağı iyi sulandırmaya başlayın. Son dakikada çok su içmek önemli değil. Çünkü bütün vücudun içine sağlıklı su girmesi lazım. Bunu benimsememiz lazım. İkincisi bağırsaklarınızın çok iyi çalışması lazım. O zaman acıkmıyorsunuz. O zaman baş ağrımıyor.”
HURMA TAMAMEN ENDÜSTRİYEL
Canan Karatay orucun zeytinle açılması gerektiği belirterek, şu açıklamada bulundu:
“Zeytinle açılacak oruç. Hz. Muhammet zeytinle açardı. Hurma nereden çıktı? Hurma tamamen endüstriyeldir. Hurma nereden geliyor, İsrail’den, Tunus’tan geliyor. Aklınızı başınıza alın. Kutsal kutsal diyerek, kutsallığı kullanarak bizi sömürüyorlar. Gözümüzü açacağız. Zeytin çok önemlidir. Zeytinle açılır, hafif su içilir, çay içilir şekersiz olmak şartıyla. Biraz peynir, biraz zeytin, sonra bir çorba. Ondan sonra da ne pişirildiyse o yenir. Bir de bu ilanlarda ben söyleye söyleye galiba kalktı. İftar sofrasında nur yüzlü neneler dedeler. Ortada bir tane gazlı içecek. Nereden çıktı kardeşim? Gelenek olan bu mudur? Böyle bir şey var mı, ayıptır günahtır. Bizim mercimek çorbamız var, soğuk ayranımız var, ayran çorbamız var taze naneyle yapılan, buğdayla yapılan. Bizim tarhanamız var. Bunlar dururken o koca şişele senelerce satıldı.”
DHA
15 Mayıs 2017 Pazartesi
Anne sütünü arttıran besinler
Diyetisyen Elif Yıldız, bebekler için en iyi besin maddesinin anne sütü olduğunu ifade etti.
Yıldız, annelerin sütünü arttırmak için tüketmesinde fayda olan besinleri anlattı. Elif Yıldız, anason, rezene, ısırgan otu, kuru incir, fesleğen, nane, susam ve bol su tüketiminin anne sütünü arttırdığını kaydetti.
Yıldız, annelerin sütünü arttırmak için tüketmesinde fayda olan besinleri anlattı. Elif Yıldız, anason, rezene, ısırgan otu, kuru incir, fesleğen, nane, susam ve bol su tüketiminin anne sütünü arttırdığını kaydetti.
Kanserle savaşta anne sütü mucizesi
Anne sütünün kanserle savaştaki etkisi kanıtlanıyor.
İsveç'teki bir araştırma sonucu anne sütünün mesane, bağırsak ve rahim ağzı kanserlerinde tümörleri öldürücü
güce sahip olduğu belirlendi. Anne sütünde bulunan bir maddenin enjekte edildiği tümörü öldürürken sağlıklı hücrelere zarar vermediği açıklandı. Tedavi onayı için tam teşekküllü testler yapılmak üzere hazırlık başlatıldı.
İsveç'teki bir araştırma sonucu anne sütünün mesane, bağırsak ve rahim ağzı kanserlerinde tümörleri öldürücü
güce sahip olduğu belirlendi. Anne sütünde bulunan bir maddenin enjekte edildiği tümörü öldürürken sağlıklı hücrelere zarar vermediği açıklandı. Tedavi onayı için tam teşekküllü testler yapılmak üzere hazırlık başlatıldı.
14 Mayıs 2017 Pazar
Tiroid hastalığının 16 belirtisi
Her üç kişiden birini tehdit eden tiroid hastalığı, bu 16 belirti ile kendini gösteriyor.
Tiroid bezi insan vücudunda çok önemli rol oynar, bedendeki birçok aktiviteyi kontrol eder ve hormonların yapımını sağlar. Bu bezin çalışmasının normal bir şekilde devam ettirememesi sonucunda bir çok belirti karşımıza çıkar. Toplumun yaklaşık üçte birini etkileyen, çok sayıda sistemde önemli şikayetlere ve belirtilere sebep olan tiroid hastalığının teşhisi basittir. Hastalığın geç fark edilmesi veya teşhis edilememesi can sıkan belirtilere sebep olabilir. Medicana International İstanbul Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Fevzi Balkan tiroid hastalığının erken teşhis ve tedavisi için belirtilerini anlattı.
KİLO ALIMI ve KİLO VEREMEME: Hipotiroidi kilo alımına sebep olurken hipertiroidi kilo vermeye sebep olabilir.
BOYUNDA ŞİŞLİK VE AĞRI: Guatr, tiroid nodülünün veya kistinin habercisi olabilir.
ÇARPINTI, ELLERDE TİTREME: Tiroidin bezinin fazla çalıştığı hipertiroidi durumunda olabilir.
AŞIRI TERLEME: Tiroidin Fazla Çalışması aşırı terlemenin önemli sebeplerindendir.
CİLTTE KALINLAŞMA: Hipotiroidinin belirtisi olabilir.
KANSIZLIK: Hipotiroidide genelde eşlik eden kansızlıkta bulunur
KASLARDA SEYİRME VE AĞRILAR: Tiroid rahatsızlıkları, kas ağrıları ve kas güçsüzlüğü yapabilir.
SAÇ DÖKÜLMESİ: Tiroid bezinin az veya çok çalışması yapabilir,bazen eşlik eden kaş dökülmeleri de olabilir.
TANSİYON YÜKSELMESİ: Tiroid bozukluklarına tansiyon dengesizliği eşlik edebilir.
KABIZLIK: Özelikle tiroid bezinin az çalıştığı durumlarda olabilir.
ADET DENGESİZLİKLERİ: Tiroid hastalıklarının çoğu adet düensizliği yapabilir, bazen ilk belirti de olabilir.
KISIRLIK: Tiroid hormon dengesizlikleri gebe kalmada zorluklara sebep olur.
SES KISIKLIĞI: Tiroid hastalıklarında ses tınısında değişiklikler olabildiği gibi bazen ses kısıklıkları da olabilir.
KAŞ DÖKÜLMESİ: Tiroid hastalıkları saç dökülmesi ile beraber veya bağımsız olarak kaşların dış kısmında dökülmelere sebep olabilir.
ÖDEM: Tiroidin az çalışması vücutta su tutulumunu artırır ve ödem gelişir.
DUYGU DURUMUNDA DEĞİŞİKLİKLER: Tiroid hastalıkları stres, panik atak ve depresyona yol açabilmektedir. (sözcü.com.tr)
Tiroid bezi insan vücudunda çok önemli rol oynar, bedendeki birçok aktiviteyi kontrol eder ve hormonların yapımını sağlar. Bu bezin çalışmasının normal bir şekilde devam ettirememesi sonucunda bir çok belirti karşımıza çıkar. Toplumun yaklaşık üçte birini etkileyen, çok sayıda sistemde önemli şikayetlere ve belirtilere sebep olan tiroid hastalığının teşhisi basittir. Hastalığın geç fark edilmesi veya teşhis edilememesi can sıkan belirtilere sebep olabilir. Medicana International İstanbul Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Fevzi Balkan tiroid hastalığının erken teşhis ve tedavisi için belirtilerini anlattı.
KİLO ALIMI ve KİLO VEREMEME: Hipotiroidi kilo alımına sebep olurken hipertiroidi kilo vermeye sebep olabilir.
BOYUNDA ŞİŞLİK VE AĞRI: Guatr, tiroid nodülünün veya kistinin habercisi olabilir.
ÇARPINTI, ELLERDE TİTREME: Tiroidin bezinin fazla çalıştığı hipertiroidi durumunda olabilir.
AŞIRI TERLEME: Tiroidin Fazla Çalışması aşırı terlemenin önemli sebeplerindendir.
CİLTTE KALINLAŞMA: Hipotiroidinin belirtisi olabilir.
KANSIZLIK: Hipotiroidide genelde eşlik eden kansızlıkta bulunur
KASLARDA SEYİRME VE AĞRILAR: Tiroid rahatsızlıkları, kas ağrıları ve kas güçsüzlüğü yapabilir.
SAÇ DÖKÜLMESİ: Tiroid bezinin az veya çok çalışması yapabilir,bazen eşlik eden kaş dökülmeleri de olabilir.
TANSİYON YÜKSELMESİ: Tiroid bozukluklarına tansiyon dengesizliği eşlik edebilir.
KABIZLIK: Özelikle tiroid bezinin az çalıştığı durumlarda olabilir.
ADET DENGESİZLİKLERİ: Tiroid hastalıklarının çoğu adet düensizliği yapabilir, bazen ilk belirti de olabilir.
KISIRLIK: Tiroid hormon dengesizlikleri gebe kalmada zorluklara sebep olur.
SES KISIKLIĞI: Tiroid hastalıklarında ses tınısında değişiklikler olabildiği gibi bazen ses kısıklıkları da olabilir.
KAŞ DÖKÜLMESİ: Tiroid hastalıkları saç dökülmesi ile beraber veya bağımsız olarak kaşların dış kısmında dökülmelere sebep olabilir.
ÖDEM: Tiroidin az çalışması vücutta su tutulumunu artırır ve ödem gelişir.
DUYGU DURUMUNDA DEĞİŞİKLİKLER: Tiroid hastalıkları stres, panik atak ve depresyona yol açabilmektedir. (sözcü.com.tr)
Uykusuzluk obezite yapıyor
Çağımızın en büyük sağlık problemlerinden biri olan obezite ile mücadelede önemli bir bulgu ortaya çıktı. İngiltere'de yapılan araştırma, normalden az uyumanın insanların hormonlarını etkilediğini ve kişinin kendisini daha aç hissettiğini ortaya çıkardı.
İngiltere'deki londra "kings college" araştırmacıları, "az uyumak iştahı açıyor,, insanda doyma hissini engelliyor" ifadelerini kullandı.
Yapılan araştırma geceleri 7 saatten az uyuyan insanlazın obez ve tip 2 diyabet hastası olma ihtimallerinin arttığını ortaya koydu.
Uzmanlar, az uyumanın iştah hormonlarını etkilediğini ve tokluk hissini engellediğini söylüyor.
Gece uyanık kalan insanların salgıladığı stres hormonlarının, sonraki günkü kan şekerini etkilediği ifade ediliyor. Bu kişilerde kan şekeri normalin altına düşüyor.
Tatlı şeyler yemek isteyen bu insanların kan şekeri aniden yükseliyor. Uykusuz kalan insanların kan şekeri oranlarının diyabet hastalarınınki kadar yükseldiği görülmüş.
Doktorlar az uyuyan bir kişinin, normalden yüzde 20 daha fazla gıda tükettiğini söylüyor. Bu kaloriler vücutta birikerek kilo alınmasına yol açıyor. Hormon dengesinin düzelmesi içinse birkaç gece iyi uyumak gerekiyor.
Uykunun çocukların gelişimi için önemine vurgu yapan doktorlar, doktorlar teknoloji ve internet sebebiyle giderek daha az uyuyan insanlığın obezleştiğini söylüyor. ntvmsnc
İngiltere'deki londra "kings college" araştırmacıları, "az uyumak iştahı açıyor,, insanda doyma hissini engelliyor" ifadelerini kullandı.
Yapılan araştırma geceleri 7 saatten az uyuyan insanlazın obez ve tip 2 diyabet hastası olma ihtimallerinin arttığını ortaya koydu.
Uzmanlar, az uyumanın iştah hormonlarını etkilediğini ve tokluk hissini engellediğini söylüyor.
Gece uyanık kalan insanların salgıladığı stres hormonlarının, sonraki günkü kan şekerini etkilediği ifade ediliyor. Bu kişilerde kan şekeri normalin altına düşüyor.
Tatlı şeyler yemek isteyen bu insanların kan şekeri aniden yükseliyor. Uykusuz kalan insanların kan şekeri oranlarının diyabet hastalarınınki kadar yükseldiği görülmüş.
Doktorlar az uyuyan bir kişinin, normalden yüzde 20 daha fazla gıda tükettiğini söylüyor. Bu kaloriler vücutta birikerek kilo alınmasına yol açıyor. Hormon dengesinin düzelmesi içinse birkaç gece iyi uyumak gerekiyor.
Uykunun çocukların gelişimi için önemine vurgu yapan doktorlar, doktorlar teknoloji ve internet sebebiyle giderek daha az uyuyan insanlığın obezleştiğini söylüyor. ntvmsnc
Tıp dünyası minik Hülya için seferber oldu
Adana'da, 3 kollu olarak dünyaya gelerek herkesi şaşırtan 4 yaşındaki Hülya Enzelik, ameliyatla normal şekle döndü.
Şanlıurfa'nın Akçale Kale İlçesi'nde 4'ü ikiz olmak üzere 5 çocuklu inşaat işçisi İbrahim ve ev kadın Meryem Enzelik çiftinin 4 yıl önce Hülya adını verdikleri bir kızları oldu. Omzunda 3'üncü bir kol bulunan bebek, herkesi şaşkına çevirdi. Aile, Şanlıurfa'daki doktorların yönlendirmesiyle minik çocuğu, Adana'daki Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı'nda görevli Prof. Dr. Cenk Özkan'a getirdi. Küçük çocuğu muayene eden Prof. Dr. Cenk Özkan, belirli aralıklarla tıbbi takibini sürdürdü. Omuzdan çıkan 3'üncü kolun Hülya Enzelik'in sağlığını tehdit etmeye başlamasının ardından ameliyat kararı verildi. Yaklaşık 3 ay önce minik kız, ameliyatla omzundaki fazla koldan kurtuldu.
'ÇOK NADİR GÖRÜLÜYOR'
Sağlığına kavuşan küçük çocukla ilgili konuşan Prof. Dr. Cenk Özkan, şunları anlattı:
"Hülya bize 3 kolu olması şikayetiyle getirildi. Literatüre baktığımızda bu çok çok nadir görülen bir şey. Bu normalde ikiz bebeklerden birisinin gelişiminin durması sonucu diğer kardeşinde diğer organın kalmış olmasından oluyor. 'Fetus içerisinde fetus' olarak adlandırılıyor tıp dilinde. Bu şekilde hastanın sırtı, karnı farklı yerlerinde çok çok nadiren görülebiliyor. Hülya'nın da ikiz kardeşleri var kendisinden büyük. Yani ailede aslında sürekli olarak ikiz doğum var. Hülya da ikiz olarak olacakmış ama tek dünyaya gelmiş. Sırtında bu şekilde bir kol çıkıntısı olduğunu fark etmişler. Kol çıkıntısı omur iliklere de bağlantılı olduğu için 4 yaşına kadar kimse bir şekilde bir müdahale etmek istememiş ve olay buraya kadar gelmiş. Biz bu fazla kolun çocuğa yük olmak dışında bir faydası olmadığından oradan uzaklaştırdık. Normal kendi kolundan biraz daha küçük ama bariz bir şekilde içerisinde fonksiyonu bulunmayan parmakları ve eli de olan o kolu cerrahi bir operasyonla çıkarttık. Biraz güç bir operasyon oldu ama başardık. Hastanın sağlık durumu gayet iyi şimdi. Koşuyor, keyfi yerinde, herhangi bir problemimiz de olmadı. Bu çok çok nadir görülen olaylardan biri. Hülya'ya benzer, tıp literatüründe sırt bölgesinde çok fazla hasta yok, dünya üzerinde bile sayılı vaka bildirimleri mevcut."
'HERKES ŞAŞIRDI'
Minik Hülya'yı ameliyat sonrası rutin sağlık kontrolüne getiren dedesi 60 yaşındaki Mehmet Enzelik ise, "Hülya'nın 3 kolu vardı, biri sırtından çıktı. Biz de şaşırdık, herkes şaşırdı, 'Bu nasıl oldu?' diye. Allah'ın işi işte. Hastaneye götürdük, ameliyat etmediler. Korkuyorlardı. Adana'ya getirdik. Ameliyat oldu, sağlık durumu çok güzel, çok memnunuz Allah'a çok şükür" dedi. (Milliyet)
Şanlıurfa'nın Akçale Kale İlçesi'nde 4'ü ikiz olmak üzere 5 çocuklu inşaat işçisi İbrahim ve ev kadın Meryem Enzelik çiftinin 4 yıl önce Hülya adını verdikleri bir kızları oldu. Omzunda 3'üncü bir kol bulunan bebek, herkesi şaşkına çevirdi. Aile, Şanlıurfa'daki doktorların yönlendirmesiyle minik çocuğu, Adana'daki Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı'nda görevli Prof. Dr. Cenk Özkan'a getirdi. Küçük çocuğu muayene eden Prof. Dr. Cenk Özkan, belirli aralıklarla tıbbi takibini sürdürdü. Omuzdan çıkan 3'üncü kolun Hülya Enzelik'in sağlığını tehdit etmeye başlamasının ardından ameliyat kararı verildi. Yaklaşık 3 ay önce minik kız, ameliyatla omzundaki fazla koldan kurtuldu.
'ÇOK NADİR GÖRÜLÜYOR'
Sağlığına kavuşan küçük çocukla ilgili konuşan Prof. Dr. Cenk Özkan, şunları anlattı:
"Hülya bize 3 kolu olması şikayetiyle getirildi. Literatüre baktığımızda bu çok çok nadir görülen bir şey. Bu normalde ikiz bebeklerden birisinin gelişiminin durması sonucu diğer kardeşinde diğer organın kalmış olmasından oluyor. 'Fetus içerisinde fetus' olarak adlandırılıyor tıp dilinde. Bu şekilde hastanın sırtı, karnı farklı yerlerinde çok çok nadiren görülebiliyor. Hülya'nın da ikiz kardeşleri var kendisinden büyük. Yani ailede aslında sürekli olarak ikiz doğum var. Hülya da ikiz olarak olacakmış ama tek dünyaya gelmiş. Sırtında bu şekilde bir kol çıkıntısı olduğunu fark etmişler. Kol çıkıntısı omur iliklere de bağlantılı olduğu için 4 yaşına kadar kimse bir şekilde bir müdahale etmek istememiş ve olay buraya kadar gelmiş. Biz bu fazla kolun çocuğa yük olmak dışında bir faydası olmadığından oradan uzaklaştırdık. Normal kendi kolundan biraz daha küçük ama bariz bir şekilde içerisinde fonksiyonu bulunmayan parmakları ve eli de olan o kolu cerrahi bir operasyonla çıkarttık. Biraz güç bir operasyon oldu ama başardık. Hastanın sağlık durumu gayet iyi şimdi. Koşuyor, keyfi yerinde, herhangi bir problemimiz de olmadı. Bu çok çok nadir görülen olaylardan biri. Hülya'ya benzer, tıp literatüründe sırt bölgesinde çok fazla hasta yok, dünya üzerinde bile sayılı vaka bildirimleri mevcut."
'HERKES ŞAŞIRDI'
Minik Hülya'yı ameliyat sonrası rutin sağlık kontrolüne getiren dedesi 60 yaşındaki Mehmet Enzelik ise, "Hülya'nın 3 kolu vardı, biri sırtından çıktı. Biz de şaşırdık, herkes şaşırdı, 'Bu nasıl oldu?' diye. Allah'ın işi işte. Hastaneye götürdük, ameliyat etmediler. Korkuyorlardı. Adana'ya getirdik. Ameliyat oldu, sağlık durumu çok güzel, çok memnunuz Allah'a çok şükür" dedi. (Milliyet)
12 Mayıs 2017 Cuma
Sakız Alzheimer’a yakalanma riskini düşürüyor
Sakız çiğnemeyi sevenlere müjde! Alzheimer riskini yüzde 9 düşürüyor.
Dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olan İskoçya'daki Glasgow Üniversitesi, sakızın beyni koruduğunu tespit etti. Sakız çiğnemek beyne giden kan miktarını artırıyor. Bu durum beyindeki hücrelerin iletişimini hızlandırarak Alzheimer'a yakalanma riskini yüzde 9 oranında düşürüyor.
Dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olan İskoçya'daki Glasgow Üniversitesi, sakızın beyni koruduğunu tespit etti. Sakız çiğnemek beyne giden kan miktarını artırıyor. Bu durum beyindeki hücrelerin iletişimini hızlandırarak Alzheimer'a yakalanma riskini yüzde 9 oranında düşürüyor.
Nobel ödüllü Aziz Sancar'dan kanser hastalarına hayati uyarı
Türkiye’deki kanser hastalarına “Amerika’ya gelmeyin. Tedaviler standart” diyen Nobelli Prof. Dr. Aziz Sancar “Tedavide temel destek aile desteğidir buraya geldiklerinde aile desteğinden yoksun kalıyorlar” uyarısı da yaptı.
Nobel Kimya Ödülü’nü 2015 yılında alan Mardinli bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, Amerika’nın Sesi Radyosu’na konuştu.
Savur’dan Amerika’ya ve oradan da Nobel ödülüne uzanan yaşam öyküsünü anlatan Sancar, şu anda kanser tedavisinde kullanılan ilaçlardan birinin etkisini artırmak konusunda çalıştıklarını da söyleyerek şu öneri ve uyarıda bulundu:
“Kanseri engellemek için vejetaryen yiyeceklerle besleniyorum. Günde 5-10 kilometre yürümeye çalışıyorum. Uykuyla aram iyi değil. Kanser hastalarına ‘Amerika’ya gelmeyin’ diyorum. Yapılan tedaviler standarttır. Amerika, Avrupa ve dünyanın her yerinde aynı tedavi tatbik ediliyor. Tedavide temel destek aile desteğidir, buraya geldiklerinde aile desteğinden yoksun kalıyorlar.”
‘REÇETEMİ MUSKA DİYE BAŞLARINA KOYARLARDI’
İstanbul’da tıp eğitimini bitirdikten sonra Savur’a bağlı Sürgücü Köyü’ndeki sağlık ocağında görev yapmaya başladığını anlatan Prof. Dr. Aziz Sancar şunları anlattı:
“Beni o kadar severlerdi ki onları muayene ettikten sonra reçete doldururdum, reçetemi başlarına muska diye koyarlardı. O zamanları özlüyorum, bana sorarsanız hayatımın en güzel dönemi Sürgücü Beldesi’nde doktorluk yaptığım dönemlerdi. Damda yatardık, Suriye’nin uzaktan iki şehrinin ışıklarını seyrederdik. Sabah ezan sesi ile uyanırdık.”
Savur’da 8 çocuklu bir ailede büyüdüğünü belirten Prof. Dr. Sancar, annesine ayrı bir yer ayırdı. Annesi Meryem Sarcar’ın bir köy imamının kızı olduğunu ve normalde biraz tutuk ve kapalı olmasının beklendiğini söyleyen Sancar şöyle konuştu:
BÜTÜN ÇOCUKLARININ OKUMASINI İSTEDİ
"Ama o Atatürk’ü taparcasına severdi. Atatürk’ün yaptığı devrimleri kendi hayatına getirdiği değişiklikleri gördü. O bakımdan annem büyük Atatürk hayranıydı. Atatürk’ün fazla vurguladığı konu eğitim ve bilimdi, onu annem de anladı. O bakımdan bütün çocuklarına 'okuyacaksınız’ dedi ve onun sayesinde hepimiz okuduk."
Prof. Dr. Sancar, "1960’larda İstanbul Tıp Fakültesinde gördüğüm eğitimi Avrupa’nın en iyi fakültelerinde alamazdınız. Harika bir eğitim gördüm. Çok harika hocalarımız vardı, beni iyi hazırladı ben Amerika’ya hazırlanmış olarak geldim. Orada imkanlarımız yoktu, burada vardı ama ben teorik olarak hazırdım" dedi.
Nobel Kimya Ödülü’nü 2015 yılında alan Mardinli bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, Amerika’nın Sesi Radyosu’na konuştu.
Savur’dan Amerika’ya ve oradan da Nobel ödülüne uzanan yaşam öyküsünü anlatan Sancar, şu anda kanser tedavisinde kullanılan ilaçlardan birinin etkisini artırmak konusunda çalıştıklarını da söyleyerek şu öneri ve uyarıda bulundu:
“Kanseri engellemek için vejetaryen yiyeceklerle besleniyorum. Günde 5-10 kilometre yürümeye çalışıyorum. Uykuyla aram iyi değil. Kanser hastalarına ‘Amerika’ya gelmeyin’ diyorum. Yapılan tedaviler standarttır. Amerika, Avrupa ve dünyanın her yerinde aynı tedavi tatbik ediliyor. Tedavide temel destek aile desteğidir, buraya geldiklerinde aile desteğinden yoksun kalıyorlar.”
‘REÇETEMİ MUSKA DİYE BAŞLARINA KOYARLARDI’
İstanbul’da tıp eğitimini bitirdikten sonra Savur’a bağlı Sürgücü Köyü’ndeki sağlık ocağında görev yapmaya başladığını anlatan Prof. Dr. Aziz Sancar şunları anlattı:
“Beni o kadar severlerdi ki onları muayene ettikten sonra reçete doldururdum, reçetemi başlarına muska diye koyarlardı. O zamanları özlüyorum, bana sorarsanız hayatımın en güzel dönemi Sürgücü Beldesi’nde doktorluk yaptığım dönemlerdi. Damda yatardık, Suriye’nin uzaktan iki şehrinin ışıklarını seyrederdik. Sabah ezan sesi ile uyanırdık.”
Savur’da 8 çocuklu bir ailede büyüdüğünü belirten Prof. Dr. Sancar, annesine ayrı bir yer ayırdı. Annesi Meryem Sarcar’ın bir köy imamının kızı olduğunu ve normalde biraz tutuk ve kapalı olmasının beklendiğini söyleyen Sancar şöyle konuştu:
BÜTÜN ÇOCUKLARININ OKUMASINI İSTEDİ
"Ama o Atatürk’ü taparcasına severdi. Atatürk’ün yaptığı devrimleri kendi hayatına getirdiği değişiklikleri gördü. O bakımdan annem büyük Atatürk hayranıydı. Atatürk’ün fazla vurguladığı konu eğitim ve bilimdi, onu annem de anladı. O bakımdan bütün çocuklarına 'okuyacaksınız’ dedi ve onun sayesinde hepimiz okuduk."
Prof. Dr. Sancar, "1960’larda İstanbul Tıp Fakültesinde gördüğüm eğitimi Avrupa’nın en iyi fakültelerinde alamazdınız. Harika bir eğitim gördüm. Çok harika hocalarımız vardı, beni iyi hazırladı ben Amerika’ya hazırlanmış olarak geldim. Orada imkanlarımız yoktu, burada vardı ama ben teorik olarak hazırdım" dedi.
Etiketler:
haber,
kanser,
kanser tedavisi,
sağlık
Dünyanın en şişman bebeği!
Yeni Zelanda'da dünyaya gelen 7,39 kilogram ağırlığındaki erkek bebeğin ülkenin yenidoğan en ağır bebeği olduğuna inanılıyor.
Radio New Zealand’da yer alan habere göre, Wellington Hastanesi’nde ismi açıklanmayan Lower Hutt kentinden bir anne ülkenin en ağır bebeği olduğuna inanılan 7,39 kilogram ağırlığında erkek bebek dünyaya getirdi.
Sezaryen ile üç saat süren operasyonun ardından doğan bebeğin normalin iki katı ağırlığında ve 57 santimetre boyunda olduğu belirtildi.
İsimlerinin açıklanmasını istemeyen aile, bebeğin sağlıklı ve mutlu olduğunu söyledi. İkinci oğlunu dünyaya getiren annenin ilk bebeğinin de 5,4 kilogram doğduğu açıklandı.
Çevresindekilerin, bebeklerini Yeni Zelandalı ünlü rugby oyuncusu Jonah Lomu’nun veliahtı olarak tanımladıklarını aktaran baba, "İnsanlar ona bir sonraki Jonah Lomu diyor fakat biz onun piyanist olacağını düşünüyoruz." dedi.
Yeni Zelanda medyasında yer alan haberlere göre ülkede şu ana kadar kayıtlara geçen yenidoğan bebeklerin en ağırı 2014 yılanda 6,85 kilogram ile Hamilton kentinde dünyaya gelmişti. Hürriyet
Radio New Zealand’da yer alan habere göre, Wellington Hastanesi’nde ismi açıklanmayan Lower Hutt kentinden bir anne ülkenin en ağır bebeği olduğuna inanılan 7,39 kilogram ağırlığında erkek bebek dünyaya getirdi.
Sezaryen ile üç saat süren operasyonun ardından doğan bebeğin normalin iki katı ağırlığında ve 57 santimetre boyunda olduğu belirtildi.
İsimlerinin açıklanmasını istemeyen aile, bebeğin sağlıklı ve mutlu olduğunu söyledi. İkinci oğlunu dünyaya getiren annenin ilk bebeğinin de 5,4 kilogram doğduğu açıklandı.
Çevresindekilerin, bebeklerini Yeni Zelandalı ünlü rugby oyuncusu Jonah Lomu’nun veliahtı olarak tanımladıklarını aktaran baba, "İnsanlar ona bir sonraki Jonah Lomu diyor fakat biz onun piyanist olacağını düşünüyoruz." dedi.
Yeni Zelanda medyasında yer alan haberlere göre ülkede şu ana kadar kayıtlara geçen yenidoğan bebeklerin en ağırı 2014 yılanda 6,85 kilogram ile Hamilton kentinde dünyaya gelmişti. Hürriyet
10 Mayıs 2017 Çarşamba
On binlerce kişiye ücretsiz verilecek
Sigara bırakma tedavisi alan 300 bin kişiye nikotin ilaçları ücretsiz verilecek. Bakanlar Kurulu kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Sayıları 300 bini geçmemek şartıyla sigarayı bırakma tedavisi alanlara sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın nikotin replasman ve ilaçları ücretsiz verilecek.
Bakanlar Kurulu'nun 6 Mayıs'ta Resmi Gazete'de yayımlanan ve belirli kamu hizmetlerinden kimlerin ücretsiz veya indirimli yararlanabileceğini belirleyen, "kamuda tasarruf kararnamesi" olarak bilinen kararnameye bu yönde geçici bir madde ekleyen kararı yayımlandı.
Buna göre, sigarayı bırakma tedavisi alanlar, sayıları 300 bini geçmemek şartıyla herhangi bir sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Sağlık Bakanlığı'nca temin edilerek birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarına dağıtılacak nikotin replasman preparatları ile ilaçlardan, tütün bağımlılığı ve eğitim birimleri kanalıyla yaralanmada "Tasarruf kararnamesi" kapsamı dışında tutulacaklar.
Sayıları 300 bini geçmemek şartıyla sigarayı bırakma tedavisi alanlara sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın nikotin replasman ve ilaçları ücretsiz verilecek.
Bakanlar Kurulu'nun 6 Mayıs'ta Resmi Gazete'de yayımlanan ve belirli kamu hizmetlerinden kimlerin ücretsiz veya indirimli yararlanabileceğini belirleyen, "kamuda tasarruf kararnamesi" olarak bilinen kararnameye bu yönde geçici bir madde ekleyen kararı yayımlandı.
Buna göre, sigarayı bırakma tedavisi alanlar, sayıları 300 bini geçmemek şartıyla herhangi bir sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Sağlık Bakanlığı'nca temin edilerek birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarına dağıtılacak nikotin replasman preparatları ile ilaçlardan, tütün bağımlılığı ve eğitim birimleri kanalıyla yaralanmada "Tasarruf kararnamesi" kapsamı dışında tutulacaklar.
9 Mayıs 2017 Salı
Çocuklarda yaz hastalıklarına dikkat!
Yaz aylarında çocukları pek çok hastalıktan korumak şart. Özellikle de sıcak hava, havuz, böcek sokmaları ve gıdalar hastalıklara yol açabiliyor. Güneş yanıkları, güneş çarpması, burun kanamaları, ishaller, böcek sokmaları, isilik, havuz-deniz kirliliğine bağlı enfeksiyonlar; yaz aylarında çocuklarda en sık görülen hastalıklar arasında sayılabilir. Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Yrd. Doç. Dr. Canan Abdullah Göl, ‘’Ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen bu hastalıklar aslında ailelerin alabilecekleri basit önlemlerle önlenebiliyor ’’dedi.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Yrd. Doç. Dr. Canan Abdullah Göl’ çocuklarda sık görülen yaz hastalıkları ile ilgili önemli bilgiler verdi.
Güneş yanıkları
Yaz aylarında sıcakların artmasıyla birlikte çocuklarda en sık güneş yanıkları görüyoruz. Ultraviyole ışınları, bebek cildini olumsuz etkiliyor. Güneşten koruyucu kremlerin sadece güneşin en dik geldiği 10.00-15.00 saatleri arası deniz kenarında değil, bebekler açık havada gezdirilirken bile sürülmesini öneriyoruz. Çünkü güneş ışınları 15’ten sonra da, gölgede bile çocuklara, hassas ciltli bebeklere yansıyarak onları olumsuz etkileyebiliyor. Güneşten koruyucu kremlerin içinde katkı maddesi bulunmamalı, fiziksel bariyer oluşturacak özellikte olmalı. Bunun dışında kaliteli gözlük, şapka, şemsiye gibi önerilerimiz var.
Güneş çarpması
Güneş çarpmalarıyla da sık karşılaşıyoruz. Güneşte 2-3 saat boyunca oyun oynayan çocuklar acil servise bulantı, kusma ve yüksek ateşle başvuruyor. Çocukların ilk olarak ateşini düşürüyoruz. Eğer ağır bir güneş çarpması varsa, yani çocuğun genel durumu ve bilinci yerinde değilse hastaneye yatırıp, terlemeyle kaybettiği eksikleri yerine koymaya çalışıyoruz. Hafif güneş çarpmalarında aile evinde de müdahale edebilir. Çocuğun üzerindeki giysiler çıkarılıp serin bir yerde hemen ılık suya sokulabilir mesela.
Burun kanaması
Bu da sıcağın ve güneşin etkisiyle ortaya çıkabilen bir sorun. Ayrıca burnuyla oynamaya bağlı olarak da burun kanayabilir. Gribal üst solunum yolu hastalıklarında burun kanaması olabilir. Eğer güneşe ve sıcağa bağlı bir burun kanaması varsa, acil müdahale olarak soğuk su kompresiyle burun yıkanmalı. Genellikle burnu kanayan çocuklara kafasını geri atması söylenir ancak bu hatalı bir uygulamadır. Burnu kanayan çocuk kafasını dik tutmalı. Burun kanatlarına mekanik baskı uygulamak gerekiyor. Eğer durmayan bir kanamaysa, hastanede burun tamponu konarak kanama durduruluyor.
İshaller
Isı artışları mikropların üremesini, gıdaların bozulmasını kolaylaştırıyor. Eğer hafif ishal, kusma varsa, çocuk günde iki-üç kere tuvalete gidiyorsa önce takip öneriyoruz. Virüslerin yol açtığı basit yaz ishalleri 1-2 günde geçebilir ve tedavi uygulamadan sadece çocuğun beslenmesine dikkat ederek, bol sıvı vererek, ORS olarak bilinen tuzlu, şekerli su takviyesi yaparak geçebilir. Geçmeyen, uzayan, günde üçten fazla tuvalete gitmeyi gerektiren ishallerde hastaneye başvurmalı. Bu tür hastalara tıbbi müdahale yapılarak kayıpların yerine konması sağlanır. Kanlı ishal söz konusuysa, ilaç tedavisine başvuruyoruz.
Böcek sokmaları
Alerjik reaksiyon yapmamış, hafif sinek, böcek sokmalarında kaşıntıya karşı ilaçlar, solüsyonlar veya merhemler öneriyoruz. Isırılmış yerlerin kaşınmaması gerekiyor. Bazen çocuklar ağır alerjik reaksiyonlarla da gelebiliyorlar. Böyle durumlarda hastane şartlarında tıbbi müdahale uygulanıyor. Tatile çıkarken ya da çok sıcak yerlerde sineksavarları öneriyoruz. Özellikle bebeklerde gece yatak çevresini koruyacak cibinlik kullanımı öneriliyor. Bebeklerin kollarını ve bacaklarını koruyan giysileri tercih edilmeli.
İsilik
Sıcağın etkisiyle aşırı terlemeye bağlı olarak isilik daha çok bebeklerde görülüyor. Ciltte nokta şeklinde döküntüler oluyor. Çoğu zaman sıcak havada fazla giydirmeye bağlı olarak ortaya çıkıyor. Çocuğa her gün banyo yaptırarak ve çok ince giydirerek, ilaç bile sürmeden isilikler kendiliğinden geçebiliyor.
Havuz ve denizlerden hastalık bulaşıyor mu?
Evet, havuz-deniz kirliliğine bağlı hastalıklar görülüyor. Özellikle yaz aylarında daha yoğun olarak kullanılan havuzlar idrar yolu enfeksiyonları için risk teşkil ediyor. Uygun sağlık koşulları taşımayan havuzlardaki mikroplara çocuklar daha duyarlıdır. İdrar yolu enfeksiyonu belirtileri idrar yaparken yanma şeklinde basit olabileceği gibi yüksek ateş, bulantı, kusma, karın ağrısı, idrarda kan görülmesi gibi daha ciddi şikayetlerle de karşımıza gelebilmektedir. Yakın zamanda havuz kullanımı sonrası bu gibi şikayetleri olan çocukların hekim tarafından değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Ailelere havuz yerine daha çok denizi öneriyoruz. Tabii ki denizin de temiz olması gerekiyor. Deniz ve havuzdan sonra duş almak ve mayo gibi ıslak kıyafetlerin hızlıca değişimi de önemli. cnntürk
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Yrd. Doç. Dr. Canan Abdullah Göl’ çocuklarda sık görülen yaz hastalıkları ile ilgili önemli bilgiler verdi.
Güneş yanıkları
Yaz aylarında sıcakların artmasıyla birlikte çocuklarda en sık güneş yanıkları görüyoruz. Ultraviyole ışınları, bebek cildini olumsuz etkiliyor. Güneşten koruyucu kremlerin sadece güneşin en dik geldiği 10.00-15.00 saatleri arası deniz kenarında değil, bebekler açık havada gezdirilirken bile sürülmesini öneriyoruz. Çünkü güneş ışınları 15’ten sonra da, gölgede bile çocuklara, hassas ciltli bebeklere yansıyarak onları olumsuz etkileyebiliyor. Güneşten koruyucu kremlerin içinde katkı maddesi bulunmamalı, fiziksel bariyer oluşturacak özellikte olmalı. Bunun dışında kaliteli gözlük, şapka, şemsiye gibi önerilerimiz var.
Güneş çarpması
Güneş çarpmalarıyla da sık karşılaşıyoruz. Güneşte 2-3 saat boyunca oyun oynayan çocuklar acil servise bulantı, kusma ve yüksek ateşle başvuruyor. Çocukların ilk olarak ateşini düşürüyoruz. Eğer ağır bir güneş çarpması varsa, yani çocuğun genel durumu ve bilinci yerinde değilse hastaneye yatırıp, terlemeyle kaybettiği eksikleri yerine koymaya çalışıyoruz. Hafif güneş çarpmalarında aile evinde de müdahale edebilir. Çocuğun üzerindeki giysiler çıkarılıp serin bir yerde hemen ılık suya sokulabilir mesela.
Burun kanaması
Bu da sıcağın ve güneşin etkisiyle ortaya çıkabilen bir sorun. Ayrıca burnuyla oynamaya bağlı olarak da burun kanayabilir. Gribal üst solunum yolu hastalıklarında burun kanaması olabilir. Eğer güneşe ve sıcağa bağlı bir burun kanaması varsa, acil müdahale olarak soğuk su kompresiyle burun yıkanmalı. Genellikle burnu kanayan çocuklara kafasını geri atması söylenir ancak bu hatalı bir uygulamadır. Burnu kanayan çocuk kafasını dik tutmalı. Burun kanatlarına mekanik baskı uygulamak gerekiyor. Eğer durmayan bir kanamaysa, hastanede burun tamponu konarak kanama durduruluyor.
İshaller
Isı artışları mikropların üremesini, gıdaların bozulmasını kolaylaştırıyor. Eğer hafif ishal, kusma varsa, çocuk günde iki-üç kere tuvalete gidiyorsa önce takip öneriyoruz. Virüslerin yol açtığı basit yaz ishalleri 1-2 günde geçebilir ve tedavi uygulamadan sadece çocuğun beslenmesine dikkat ederek, bol sıvı vererek, ORS olarak bilinen tuzlu, şekerli su takviyesi yaparak geçebilir. Geçmeyen, uzayan, günde üçten fazla tuvalete gitmeyi gerektiren ishallerde hastaneye başvurmalı. Bu tür hastalara tıbbi müdahale yapılarak kayıpların yerine konması sağlanır. Kanlı ishal söz konusuysa, ilaç tedavisine başvuruyoruz.
Böcek sokmaları
Alerjik reaksiyon yapmamış, hafif sinek, böcek sokmalarında kaşıntıya karşı ilaçlar, solüsyonlar veya merhemler öneriyoruz. Isırılmış yerlerin kaşınmaması gerekiyor. Bazen çocuklar ağır alerjik reaksiyonlarla da gelebiliyorlar. Böyle durumlarda hastane şartlarında tıbbi müdahale uygulanıyor. Tatile çıkarken ya da çok sıcak yerlerde sineksavarları öneriyoruz. Özellikle bebeklerde gece yatak çevresini koruyacak cibinlik kullanımı öneriliyor. Bebeklerin kollarını ve bacaklarını koruyan giysileri tercih edilmeli.
İsilik
Sıcağın etkisiyle aşırı terlemeye bağlı olarak isilik daha çok bebeklerde görülüyor. Ciltte nokta şeklinde döküntüler oluyor. Çoğu zaman sıcak havada fazla giydirmeye bağlı olarak ortaya çıkıyor. Çocuğa her gün banyo yaptırarak ve çok ince giydirerek, ilaç bile sürmeden isilikler kendiliğinden geçebiliyor.
Havuz ve denizlerden hastalık bulaşıyor mu?
Evet, havuz-deniz kirliliğine bağlı hastalıklar görülüyor. Özellikle yaz aylarında daha yoğun olarak kullanılan havuzlar idrar yolu enfeksiyonları için risk teşkil ediyor. Uygun sağlık koşulları taşımayan havuzlardaki mikroplara çocuklar daha duyarlıdır. İdrar yolu enfeksiyonu belirtileri idrar yaparken yanma şeklinde basit olabileceği gibi yüksek ateş, bulantı, kusma, karın ağrısı, idrarda kan görülmesi gibi daha ciddi şikayetlerle de karşımıza gelebilmektedir. Yakın zamanda havuz kullanımı sonrası bu gibi şikayetleri olan çocukların hekim tarafından değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Ailelere havuz yerine daha çok denizi öneriyoruz. Tabii ki denizin de temiz olması gerekiyor. Deniz ve havuzdan sonra duş almak ve mayo gibi ıslak kıyafetlerin hızlıca değişimi de önemli. cnntürk
32 kilo olan Yağız bebeğin sağlığı, 15 bin TL’lik ilaca bağlı
Yağız bebek yardım bekliyor. Henüz 1,5 yaşında olmasına rağmen, "Leptin hormonu eksikliği" nedeniyle sürekli kilo alan 32 kiloya ulaşan Yağız bebeğin ailesi, yurt dışından getirilen ve değeri 15 bin TL olan ilaç için Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yardım istiyor.
Sedat ve Sevda Bekte çifti, ikinci çocukları Yağız'ı 5 aylıkken kilo problemi nedeniyle doktora götürdü. Yapılan araştırmalar sonucu çocuğa “leptin hormonu eksikliği” teşhisi konuldu. Doktorlar, aileye bebeğin tedavisi için yurt dışında bulunan ve SGK kapsamı dışında olan 4 bin 441 dolar değerindeki ilacın kullanması gerektiğini söyledi.
İlacın hastalık tanısının dışında kaldığını söyleyen aile, ilacı alacak güçlerinin olmadığını belirtti. Bebeklerinin hastalık tanısına göre ilacın SGK kapsamına alınmasını isteyen aile, bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan yardım istiyor. İlacın bir kutusunun 4 bin 441 dolar olduğunu belirten baba Sedat Bekte, ilacın bir kutusunun 3 gün gittiğini söyledi. Bebeğinin aşırı yemekten kilo almadığını vurgulayan anne Sevda Bekte, bebeğinin sadece anne sütüyle bile ayda iki kilo aldığına dikkat çekti.
“DAHA ÖNCE ÜÇ DEFA İLAÇ İÇİN BAŞVURDUK FAKAT REDDEDİLDİK”
Sanayide oto tamir dükkanında çalışan 32 yaşındaki Sedat Bekte, “Yağız 1,5 yaşında ve leptin hastası. Devamlı ve hızlı bir şekilde kilo alıyor. Alınması gereken ilaç Sağlık Bakanlığı tarafından onaylı fakat farklı bir tanıda. Farklı bir tanıda onaylı olduğu için ilacı alamıyoruz. Bu ilacın SGK’dan Yağız’ın tanısına göre onaylanması ve yayınlanması gerekiyor. Yayınlanırsa biz ilacı alıp tedaviye başlayabiliyoruz. Daha önce üç defa ilaç için başvurduk fakat tanı kapsamında olmadığı için talebimiz reddedildi. Bu ilacın SGK’dan onaylanmasını istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanıma buradan sesleniyorum. SGK’dan bu ilacın tanımlanmasını ve Yağız’ın tedavisine başlanmasını istiyorum. Yağızın kullanması gereken ilacın bir kutusu 4 bin 441 dolar. Yağız bu ilacı doktorlar kesmediği sürece ömür boyu kullanacak. Türk lirası olarak yaklaşık 15 bin TL. İlacın bir kutusu 3 gün gidiyor. 3 aylık rapora göre 20 kutu ilaç kullanması gerekiyor. Dolar bugün 3,5 TL ise üç aylık ilacı tahminen 300 bin TL gibi bir rakam tutuyor. Yağız bu ilacı kullanmazsa kilo almaya devam edecek, yürüyemeyecek, koşamayacak, nefes almakta sıkıntı çekecek. Şu anda 12 santim karaciğer yağlanması var. Her geçen gün kilo alıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızdan isteğimiz ilacımızın bir an önce onaylanıp, Yağız'ın tedavisine başlamak” dedi.
YAĞIZ’A BAYRAM HEDİYESİ OLSUN
Yağız’ın bir an önce sağlığına kavuşmasını istediğini belirten 26 yaşındaki Sevda Bekte, “Yağız’ın her çocuk gibi koşup yürümesini istiyorum. Yağız gerçekten çok zor durumda. Bir yıldır gitmediğimiz yer kalmadı. Nereye gittiysek elimiz boş döndük. Çalışma yapan arkadaşlarımız var ama zaman sabır diyorlar. Ben sabrımın bittiği yerdeyim şu anda. Sayın Cumhurbaşkanımızın bize yardım etmesini istiyorum. Bu ilacı Yağız’a Ramazan Bayramı hediyesi olarak vermesini rica ediyorum. Kendilerine buradan sesimi duyurmak istiyorum. Şu an ilaç olarak Yağız’a hiçbir tedavi uygulanmıyor. Yağız sürekli yemek yemek istiyor. Ben onu oyalamaya çalışıyorum ama Yağız 32 kilo. Artık sıkıntılarımız başladı. Yağız dışarı çıkmak istiyor, yürümek istiyor, oynamak istiyor, kucağıma gelmek istiyor. Diyet falan dediler fakat Yağız’ın tedavisi diyetlik değil. Anne sütü alırken bile ayda 2 kilo alıyordu. Şu anda ek gıda alıyor ama hala ayda 2-2,5 kilo alıyor. Bu hastalığı 5 aylıkken doktora götürdüm araştırmalar yapıldı ve hormon eksikliği çıktı. Sağ olsun vatandaşlar yardım etmek istiyor ama ilaç pahalı olduğu için bu da zor oluyor. Bu ilacı devlet aracılığıyla bir doktor kontrolünde alabiliyoruz. Bunu da yapsa yapsa bize Cumhurbaşkanımız yapar, bakanlarımız yapar sağlık bakanımız yapar” diye konuştu. ntvmsnc
İlacın hastalık tanısının dışında kaldığını söyleyen aile, ilacı alacak güçlerinin olmadığını belirtti. Bebeklerinin hastalık tanısına göre ilacın SGK kapsamına alınmasını isteyen aile, bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan yardım istiyor. İlacın bir kutusunun 4 bin 441 dolar olduğunu belirten baba Sedat Bekte, ilacın bir kutusunun 3 gün gittiğini söyledi. Bebeğinin aşırı yemekten kilo almadığını vurgulayan anne Sevda Bekte, bebeğinin sadece anne sütüyle bile ayda iki kilo aldığına dikkat çekti.
“DAHA ÖNCE ÜÇ DEFA İLAÇ İÇİN BAŞVURDUK FAKAT REDDEDİLDİK”
Sanayide oto tamir dükkanında çalışan 32 yaşındaki Sedat Bekte, “Yağız 1,5 yaşında ve leptin hastası. Devamlı ve hızlı bir şekilde kilo alıyor. Alınması gereken ilaç Sağlık Bakanlığı tarafından onaylı fakat farklı bir tanıda. Farklı bir tanıda onaylı olduğu için ilacı alamıyoruz. Bu ilacın SGK’dan Yağız’ın tanısına göre onaylanması ve yayınlanması gerekiyor. Yayınlanırsa biz ilacı alıp tedaviye başlayabiliyoruz. Daha önce üç defa ilaç için başvurduk fakat tanı kapsamında olmadığı için talebimiz reddedildi. Bu ilacın SGK’dan onaylanmasını istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanıma buradan sesleniyorum. SGK’dan bu ilacın tanımlanmasını ve Yağız’ın tedavisine başlanmasını istiyorum. Yağızın kullanması gereken ilacın bir kutusu 4 bin 441 dolar. Yağız bu ilacı doktorlar kesmediği sürece ömür boyu kullanacak. Türk lirası olarak yaklaşık 15 bin TL. İlacın bir kutusu 3 gün gidiyor. 3 aylık rapora göre 20 kutu ilaç kullanması gerekiyor. Dolar bugün 3,5 TL ise üç aylık ilacı tahminen 300 bin TL gibi bir rakam tutuyor. Yağız bu ilacı kullanmazsa kilo almaya devam edecek, yürüyemeyecek, koşamayacak, nefes almakta sıkıntı çekecek. Şu anda 12 santim karaciğer yağlanması var. Her geçen gün kilo alıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızdan isteğimiz ilacımızın bir an önce onaylanıp, Yağız'ın tedavisine başlamak” dedi.
YAĞIZ’A BAYRAM HEDİYESİ OLSUN
Yağız’ın bir an önce sağlığına kavuşmasını istediğini belirten 26 yaşındaki Sevda Bekte, “Yağız’ın her çocuk gibi koşup yürümesini istiyorum. Yağız gerçekten çok zor durumda. Bir yıldır gitmediğimiz yer kalmadı. Nereye gittiysek elimiz boş döndük. Çalışma yapan arkadaşlarımız var ama zaman sabır diyorlar. Ben sabrımın bittiği yerdeyim şu anda. Sayın Cumhurbaşkanımızın bize yardım etmesini istiyorum. Bu ilacı Yağız’a Ramazan Bayramı hediyesi olarak vermesini rica ediyorum. Kendilerine buradan sesimi duyurmak istiyorum. Şu an ilaç olarak Yağız’a hiçbir tedavi uygulanmıyor. Yağız sürekli yemek yemek istiyor. Ben onu oyalamaya çalışıyorum ama Yağız 32 kilo. Artık sıkıntılarımız başladı. Yağız dışarı çıkmak istiyor, yürümek istiyor, oynamak istiyor, kucağıma gelmek istiyor. Diyet falan dediler fakat Yağız’ın tedavisi diyetlik değil. Anne sütü alırken bile ayda 2 kilo alıyordu. Şu anda ek gıda alıyor ama hala ayda 2-2,5 kilo alıyor. Bu hastalığı 5 aylıkken doktora götürdüm araştırmalar yapıldı ve hormon eksikliği çıktı. Sağ olsun vatandaşlar yardım etmek istiyor ama ilaç pahalı olduğu için bu da zor oluyor. Bu ilacı devlet aracılığıyla bir doktor kontrolünde alabiliyoruz. Bunu da yapsa yapsa bize Cumhurbaşkanımız yapar, bakanlarımız yapar sağlık bakanımız yapar” diye konuştu. ntvmsnc
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)