Türkiye ve Dünya üzerinde ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer alan kanser konusundaki bilinci artırmak için Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından her yıl 4 Şubat günü “Dünya Kanser Günü” olarak kabul ediliyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanser görülme sıklığında artış yaşanırken yeni nesil hedefe yönelik tedaviler ise hasta ve yakınlarına umut vadediyor.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından yayımlanan en güncel dünya kanser istatistiklerine göre kanser; ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alıyor. Dünya'da toplam 14,1 milyon yeni kanser vakası gelişmiş ve 8,2 milyon kansere bağlı ölüm olmuştur. Kanserde benzer seyir devam ettiği takdirde 2030 yılına gelindiğinde yıllık 22 milyon yeni vaka ortaya çıkması, yani 2008 verilerine göre yeni vakalarda %75 artış olması bekleniyor. Uluslararası Kanser Ajansı (IARC) tarafından yayınlanan Globocan 2012 verilerine göre ise erkeklerde en sık görülen kanser ise akciğer kanseri. Dünya Kanser Günü vesilesiyle, erkeklerde görülen kanser kaynaklı ölümlerin birincil nedeni olan ve her yıl yaklaşık 1 milyon kişinin yakalandığı akciğer kanserinin teşhis ve tedavisi konusunda en güncel gelişmeleri paylaşarak bilgi veren Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Kemoterapi Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir, kanser teşhisi ve tedavisinde devrim niteliğinde gelişmeler olduğunu vurguladı.
“Yeni gelişmeler kanser hastalarına umut veriyor”
Bugün kanser tedavisinde diğer hastalıklara oranla çok daha büyük gelişmelerin olduğunun altını çizen Prof. Dr. Gökhan Demir şunları söyledi: “Kanser artık umutsuz ve çaresiz bir hastalık değildir. Erken dönemde yakalandığı takdirde etkin olarak tedavi edilen bir hastalıktır. Geç dönemde yakalansa dahi yapılacak tedavilerle kronik bir hastalık haline getirilebilir. Bu nedenle kanser hastalarının da, yakınlarının da umutlarını korumaları ve bu hastalıkla ileri seviyede de olsa savaşmayı sürdürmeleri gerekir. Çünkü her ay yeni moleküller ve yeni hedefe yönelik tedaviler karşımıza çıkıyor. Eskiden tedavisi mümkün değil dediğimiz birçok hastamızda çok etkin hastalık kontrolü sağlayabiliyoruz. Bu nedenle geleceğe umutla bakmalıyız.”
“Yeni nesil hedefe yönelik tedaviler ile ağır yan etkiler gittikçe azalıyor”
Akciğer Kanseri ileri evrede belirti göstermeye başladığı için, erken teşhisin zor olduğunu ve hastaların yaklaşık %50'sinin ileri evrede teşhis edildiğini belirten Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Kemoterapi Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir, tedavi konusunda gelinen noktayı şöyle özetledi: “Akciğer kanseri tedavisinde son yıllarda devrim niteliğinde gelişmeler oldu. Eskiden elimizdeki tek silah kemoterapiydi, şimdiyse elimizdeki hedefe yönelik tedavi seçeneklerinin sayısı gün geçtikçe artıyor. Ayrıca artık akciğer kanserlerinin farklı genetik ve moleküler alt tipleri olduğunu öğrendik. Bu alt tiplere yönelik kişiye özel tedaviler akciğer kanseri tedavisinde bir devrim oldu çünkü bu tedaviler bir yandan daha yüksek bir başarı oranı sunarken, diğer yandan da kemoterapiye göre çok daha az yan etkiye neden oluyor. Her geçen ay yeni bir akciğer kanseri alt tipi ve yeni genetik mutasyonlar tespit ediyoruz. Sonrasında bu mutasyonlara yönelik yeni akıllı, hedefe yönelik ilaçlar ortaya çıkıyor.”
“Artık bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini tanımasını sağlayabiliyoruz”
Akciğer kanseriyle savaşta, hedefe yönelik tedavilerin yanı sıra bir diğer silahın da immünoterapi olduğunu belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, şöyle konuştu: “Yıllar boyunca biz immünoterapi çalışmalarında hayal kırıklığına uğradık çünkü bağışıklık hücreleri ne yaparsanız yapın tümör hücrelerine saldırmıyor, tümör hücrelerini düşman olarak görmüyordu. Bugün bu tümör hücrelerinin kendilerini nasıl kamufle ettikleri ortaya çıktı. Kendini kamufle eden kanser hücrelerine, bu kamuflajı baskılayan ilaçlar verdiğimizde bağışıklık sistemi harikalar yaratıyor ve kemoterapiden daha iyi cevap elde edebiliyoruz. Muhtemelen yakın zamanda akıllı ilaçlar ile immünoterapinin birlikte kullanılması ile ilgili çalışmalar da gündeme gelecek ve kemoterapi uygulanan hasta sayısı azalmaya devam edecektir. Tümör genetiğini ve moleküler yapısını daha iyi anladıkça, bir süre sonra kemoterapinin hiç kullanılmayacağını düşünüyorum.”
“Akciğer kanserinden korunmak için sigarasız ve sağlıklı bir yaşam şart”
Sigara bağımlılığıyla kanser arasında yakın bir ilişki olduğunu belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, akciğer kanserinden korunmak isteyenlere şunları söyledi: “Akciğer kanseri ve sigara arasındaki ilişkinin araştırıldığı çok sayıda çalışma gösteriyor ki; tüketilen sigara miktarı ve kaç yıl boyunca içildiği akciğer kanseri oluşumuyla bire bir ilişkili. Ancak sigaranın az içilmesi kanser oluşma riskini azaltmıyor. Günde iki üç tane sigara içen, yirmi otuz tane sigara içene oranla daha az oranda kansere yakalansa da, hiç içmeyenlerle kıyaslandığında kanser riski daha yüksek. Kanserden korunmak için mutlaka düzenli ve sağlıklı beslenmemiz gerekiyor. Aşırı alkol tüketmememiz ve Akdeniz diyeti ile beslenmemiz; aşırı tuzlu gıdalardan, içerisinde katkı maddesi bulunan gıdalardan uzak durmamız; bol miktarda sebze, meyve, salata, zeytinyağlı yiyecek ve balık tüketmemiz; aşırı tuzlanmış, tütsülenmiş gıdalardan uzak durmamız gerekiyor. Bu önlemlerin dışında iki önemli şeyi de mutlaka yapmak şart: ideal kilomuzu korumak ve düzenli egzersiz yapmak.”
“Sadece tedavide değil, teşhiste de önemli gelişmeler var”
Prof. Dr. Gökhan Demir akciğer kanserinin tanısında kaydedilen gelişmeleri özetledi: “Eskiden sadece ışık mikroskobu altından alınan patolojik örnekle teşhis yapabiliyorduk. Artık bunun yanına moleküler genetik analizler, likit biyopsi ve ikinci kuşak izleme yani next generation sequencing eklendi. Eskiden sadece tümörden alınan dokuda biyopsi yapılarak teşhis konulurdu. Son yıllarda likit biyopsi teknolojisiyle tümörlerden ayrılarak parçalanan hücrelerden çıkan genetik materyalin kanla izole edilmesiyle, o genetik materyalde birtakım moleküler ve genetik değişiklikler saptanabiliyor ve izlenebiliyor. Bu teknoloji hızla gelişiyor çünkü tümörler zaman içerisinde genetik yapılarını sürekli değiştiriyor. Yani bir genetik mutasyonu olan tümör bir süre sonra ikinci bir genetik bozukluk geliştirebiliyor ve bu değişiklikleri çok yakından ve sürekli takip etmek gerekiyor. Bu da günümüzde likit biyopsiyle mümkün oluyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder