Girişimsel Radyolog Doç Dr Başar Sarıkaya “1-7 Nisan Kanser Haftası”nda kanser hastaları için yeni bir alternatif olan Girişimsel Onkoloji’yi anlattı.
Amerika’da bu konuda eğitim alan ve görev yapan Sarıkaya, girişimsel onkoloji ile ilgili bilinmeyenleri ve kanser hastalarına sağladığı yararları anlattı…
Girişimsel onkoloji kanser hastalıklarının tanı ve tedavi aşamalarında modern tıbbi görüntüleme yöntemleri ve girişimsel radyolojik metodlar kullanarak büyük katkılar sağlayan ve son yıllarda önemi katlanarak artan bir alandır.
Girişimsel onkoloji görüntüleme yöntemlerini kullanmada uzmanlaşmış, damar ve damardışı tedavilerde yandal eğitimi almış girişimsel radyolog adı verilen radyologlar tarafından uygulanır. Ülkemizde maalesef yaygın bir şekilde oturmuş bir üst ihtisas eğitim programı olmadığından ancak belli başlı kurumlarda veya yurtdışında eğitim almış hekimler tarafından uygulanabilmektedir.
Kanser şüphesi bulunan bir hastada en başta karşılaşılan güçlüklerden birisi doğru tanıya ulaşmaktır. Çeşitli testlerle büyük ölçüde bu gerçekleştirilse bile kesin tanıya ulaşmak için çoğu zaman dokudan örnek alıp ayrıntılı araştırma yapılması gerekir. Girişimsel onkolog bu aşamada devreye girerek, bilgisayarlı tomografi, utrasonografi gibi görüntüleme yöntemleri kılavuzluğunda ameliyata gerek kalmaksızın doğru ve güvenli doku örneklemesi yapılabilmesini sağlar.
“Görüntüleme kılavuzluğunda biyopsi” adı verilen bu işlemlerde ortamda çoğu zaman alınan dokuyu değerlendirecek olan patoloji uzmanları da hazır bulunurlar ve alınan örneğin yeterliliği konusunda görüş beyan ederler. Böylesi bir ekip çalışması, işlemin başarısız olmasını ve tekrarlanma ihtimalini en aza indirger.
Girişimsel onkoloğun diğer bir görevi, onkoloji uzmanlarınca damardan kemoterapi adı verilen kanser ilaçlarının başlanması halinde bu ilaçların güvenli bir şekilde merkezi damarlar vasıtasıyla hastanın dolaşımına katılmasını sağlayacak özel bir takım damar yolları tahsis etmektir. Bu anlamda en sık tercih edilen yöntem port adı verilen ve göğüste ciltaltına yerleştirilen bir haznesi ve ana toplardamarın kalbe açıldığı noktada sonlanan ince bir borucuktan oluşan özel damar yolu sistemleri, kemoterapi alacak hastalara günübirlik koşullarda ve genel anestezi gerekmeksizin ağrısız bir işlemle yerleştirilir.
Bu tip merkezi damar yolları kemoterapinin kollardaki ince toplardamarlar üzerinde yaratacağı hasarlanma riski ortadan kalkar. Bu ilaçlar ve diğer damardan kullanılması gereken ilaçlar hastanın gereksinim duyduğu her an özel bir iğne ile direk hazne içine enjekte edilir. Her seferinde damar yolu açılma zahmetinden kurtulacak hastalar için büyük bir konfordur.
Özellikle ülkemizde kanser hastalarının ulaşılabilir damarlarını kaybettiklerinden dolayı yaşadıkları damar yolu problemleri, hem aynı zamanda başka sorunlarla boğuşan hastaların ciddi anlamda enerji ve morallarini tüketmekte, hem de sağlık personelinin iş yükünü de belirgin olarak artırmaktadır.
Girişimsel onkoloğun diğer bir görevi de kanser hastalarında bölgesel ve yerel tedavileri gerçekleştirmektir. Son yıllarda cerrahinin uygun olmadığı hastalarda iyi bir alternatif olarak ortaya çıkan bu yöntemler yakma/kurutma/dondurma (ablasyon) ve embolizasyon (damar içinden tıkama ile) şeklinde iki altbaşlıkta ele alınabilir. Ablasyon işlemlerinde ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemleri kılavuzluğunda ciltte herhangi bir kesi oluşturmadan bir iğne ile tümör dokusuna ulaşıp ısı farklılıkları yaratarak tümörün ölmesi hedeflenir. Bu amaçla radyofrekans (radyo dalgası frekansında elektrik akımı), mikrodalga ve kriyoablasyon (tümörü dondurarak) tüm Dünya’da gittikçe artan sıklık ve endikasyonda kullanılmaktadır.
Kanser hastalarındaki embolizasyon tedavileri ise kemoembolizasyon ve radyoembolizasyon olarak sınıflanabilir. Bu tedavi yöntemlerinde esasen iki amaç güdülür.
Temel anjiyografi prensiplerine uyarak atardamar sistemine girilerek kateter denilen özel borucuklar sayesinde tümörlü dokuya ulaşılır ve “kemoembolizasyon”da kanser hücresi üzerinde etkili ilaçlar, damarları tıkayıcı küçük parçacıklar ile birlikte tümörü besleyen damarların içine direk enjekte edilir; radyoembolizasyonda ise radyoaktif özelliğe sahip parçacıklar aynı prensiplerle tümörlü dokuya enjekte edilir. Böylece normal dokunun radyoterapiden mümkün olduğunca az etkilenmesi sağlanarak, tümör dokusu hedef alınır.
Yukarıda bahsedilen bu yöntemler ile özellikle klasik kanser tedavilerinin başarısız olduğu veya yetersiz kaldığı durumlarda yüz güldürücü sonuçlar almaktayız. Ancak bu tip tedaviler için hastanın uygun olup olmadığına genellikle ilgili tıbbi branşların katıldığı konseylerde modern tıbbi literatürün kılavuzluğunda karar verilir. (milliyet.com.tr)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder