Duruş bozukluklarını onarma, ödem atma, tansiyonu düzenleme ve tüm kasları çalıştırma gibi faydaları sebebiyle yapılabilecek en iyi spor yüzme diyebiliriz. Ancak havuzda yüzme konusunda uzmanlar bazı konularda uyarıyor. Havuz suyunun, özellikle hamile kadınlar için uygun olmayabileceği konusunda önemli riskler taşıdığı ve bu nedenle dikkatli olunması gerektiği belirtiliyor.
İngiltere’de yapılan bir araştırma bu tehlikeyi mercek altına aldı. Gebelikleri boyunca düzenli olarak yüzme aktivitesine katılan kadınların çocuklarında alerjik hastalıkların görülmesindeki artışın havuz suyu ile bağlantısı araştırıldı.
O HASTALIKLARDA BEŞ KAT ARTIŞ
Bilim insanları özellikle son 50 yılda astım, egzama gibi alerjik hastalıkların yeni doğan döneminden itibaren neredeyse beş kat artış göstermesinin ardındaki sebeplerden birini özellikle halka açık havuzlarda bulunan klor ve benzeri temizlik ürünlerinin havaya karışarak yarattığı zararlı etkiye bağlıyor.
Bu kimyasallara maruz kalan annenin taşıdığı fetüsün bağışıklık sistemi değişime uğruyor ve doğduktan sonra bu bebeklerde ciltte soyulma ve kızarmalar, besin alerjileri, egzama, astım gibi hastalıklara çok sık rastlanıyor.
KALABALIK VE KAPALI HAVUZLARA DİKKAT!
Devamlı ve düşük dozda alınan kimyasalların bağışıklık sistemine etkisi hakkında kesin kanıt olmasa da ikna edecek düzeyde veri mevcut olduğunu belirten Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, anne karnındaki fetüsün kimyasal maddelere karşı aşırı derecede duyarlı olduğunu vurguluyor.
Bakterileri ve bulaşıcı enfeksiyonları ortadan kaldırmak için, bu maddelerin havuzlarda bolca kullanıldığına dikkati çeken Op. Dr. Betül Görgen, sıcak yaz ayları için havuz programı yapan anne adaylarına şu uyarılarda bulundu:
“En çok dikkati çeken madde -yaygın dezenfeksiyon ürünü- THM (trihalometan)'lardır. Bu madde, kullanılan klorun deri hücreleri, idrar ve ter gibi organik maddelerle karışması sonucu oluşur. Çok kalabalık, bol klorlu havuzlarda da yüksek sevide bulunur. Özellikle havalandırmanın pek de yeterli olmadığı kapalı havuzlarda yoğun klor kokusunu mutlaka hissetmişsinizdir.
Çocukta beynin ve bağışıklık sisteminin gelişimi, kimyasal haberci olan hormonların doğru zamanda doğru miktarda bulunmasıyla olur. Fakat artan miktarlarda endişe veren bu kimyasallarla etkileşen doğal kimyasal haberciler bağışıklık yanıtında değişmeye yol açar. Havuzlarda kullanılan temizlik maddeleri, solunan klorlu hava bu yolla alerjik hastalıklara yol açar.”
YÖNETMELİK VAR AMA…
Türkiye'de de halka açık yüzme havuzlarında olması gereken sağlık esasları ve şartlar hakkında Sağlık Bakanlığı'nın yönetmeliği var. Bu yönetmelikte pek çok teknik detay ve rakamsal değer var. Havuzdan numuneleri alması gereken kişinin bile teknik işler, sağlık ve kimya eğitimi almış bir kişi olması gerektiği belirtiliyor.
ANALİZ VERİLERİ NEDEN PAYLAŞILMIYOR?
Havuz aktivitesi bulunan birçok spor merkezi bile, her bilgiyi paylaştıkları internet sitelerinde, nedense havuzlarına ait temizlikle ilgili analiz verilerini ve sıklığını paylaşmıyor. Çünkü, kurallara ne kadar uyulduğu tartışmalı. Birçok havuz çamaşır suyu kokuyor…
Op. Dr. Betül Görgen, hamilelere; gidecekleri havuzda Sağlık Bakanlığı'nın yönetmeliğindeki kurallara uyulup uyulmadığını araştırıp öyle gitmelerini tavsiye ediyor.
HAVUZ MU DENİZ Mİ?
Op. Dr. Betül Görgen, deniz suyunun havuz suyu gibi kimyasal içermediği için daha hijyenik olduğunu söylüyor. Op. Dr. Görgen, gidecekleri havuzun temizliğinden emin olmayan hamilelere imkanı varsa denizi öneriyor. Tabi ki denize girilecek plajın da ölçümlerinin yapılmış ve yetkililer tarafından ‘denize girilebilir yerler' arasında ilan edilmiş olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Sözcü
31 Mayıs 2016 Salı
1.5 yaşındaki çocuk ergenliğe girdi
Hindistan’da yaşayan 1,5 yaşındaki bebeğin yapılan muayene sonrası erken ergenliğe girdiği tespit edildi. Akash adındaki bebeğin erkeklik hormonları 25 yaşındaki bir erkekle aynı seviyede olduğu belirtildi. Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de yaşayan bir aile, bebeğini kontrol için doktora götürdüğünde gerçek ortaya çıktı. İsmi ‘Akash’ olarak açıklanan bebeğin nadir görülen bir hormon bozukluğundan ötürü 1 yaşında ergenliğe girdiği ve genital bölgesinde kıllar çıktığı belirtildi. Yapılan muayene sonucu, minik bebeğin erkeklik hormonlarından biri 25 yaşındaki yetişkin bir erkekle aynı seviyede olduğu saptandı.
BİR YAŞINA GELDİĞİNDE BAZI ŞEYLERİN TERS GİTTİĞİNİ ANLADIK
Hindustan Times'a açıklama yapan ama ismi belirtilmeyen anne, oğlunun vücudundaki gariplikleri 1 yaşından önce fark ettiklerini söyleyerek şöyle konuştu: "Biz başlarda hızlı büyüyen bir bebek olabileceğini düşündüğümüz için doktora götürmedik. Bir yaşına geldiğinde bazı şeylerin ters gittiği açıkça anlaşılıyordu. Ailede birçok çocuk yetiştirmiş olan kayınvalidem, Akash'ın büyümesinin normal olmadığını söyledi. Bunun üzerine bebeğimi doktora götürmeye karar verdik." BEBEĞİN
CİNSEL ORGANI, YETİŞKİN BİR ERKEK DÜZEYİNDE
Akash bebek 18 aylıkken doktora götürüldü. Yapılan muayenede, Akash’ın boyu 4 yaşındaki bir çocuğun ortalama boyu olan 95 santime ulaştığı ve yüzünde de kıllar olduğu açıklandı. Bebeğin cinsel organının da yetişkin bir erkek düzeyinde geliştiği tespit edildi.
TESTESTERON SEYİYESİ İNANILMAZ DERECEDE YÜKSEK
Hastanedeki Çocuk Hastalıkları Endokrinolojisti Dr. Vaishakhi Rustagi, yaptığı açıklamada şöyle dedi: "Akash'ın testesteron seviyesi inanılmaz derece yüksek, tıpkı 25 yaşındaki sağlıklı bir erkeğinki gibi. Bu sebepten ötürü küçük bebeğin vücudunda bu alışılmadık değişiklikleri gözlemliyoruz. Yapılan tetkiklerde testesteron seviyesi, yaşında olması gereken normal değerden 30 kat fazla çıktı. Akash'ın rahatsızlığı tıpta 'erken gelişen ergenlik' olarak adlandırılıyor ve bu 100.000 kişide bir görülüyor."
HER AY İĞNE OLMASI GEREKİYOR
Doktor Rustagi, bebeğin 11 yaşına gelene kadar ayda bir kere özel bir iğne olması gerektiğini söyledi. İğnenin dozu bebek büyüdükçe azaltılacak. Eğer tedavi edilmezse bebeğin saldırgan bir yapıya sahip olacağını söyleyen Rustagi, anormal büyümenin birkaç sene içinde duracağını, Akash’ın 100-120 santim arasında bir boyda kalacağını belirtti. Hürriyet
BİR YAŞINA GELDİĞİNDE BAZI ŞEYLERİN TERS GİTTİĞİNİ ANLADIK
Hindustan Times'a açıklama yapan ama ismi belirtilmeyen anne, oğlunun vücudundaki gariplikleri 1 yaşından önce fark ettiklerini söyleyerek şöyle konuştu: "Biz başlarda hızlı büyüyen bir bebek olabileceğini düşündüğümüz için doktora götürmedik. Bir yaşına geldiğinde bazı şeylerin ters gittiği açıkça anlaşılıyordu. Ailede birçok çocuk yetiştirmiş olan kayınvalidem, Akash'ın büyümesinin normal olmadığını söyledi. Bunun üzerine bebeğimi doktora götürmeye karar verdik." BEBEĞİN
CİNSEL ORGANI, YETİŞKİN BİR ERKEK DÜZEYİNDE
Akash bebek 18 aylıkken doktora götürüldü. Yapılan muayenede, Akash’ın boyu 4 yaşındaki bir çocuğun ortalama boyu olan 95 santime ulaştığı ve yüzünde de kıllar olduğu açıklandı. Bebeğin cinsel organının da yetişkin bir erkek düzeyinde geliştiği tespit edildi.
TESTESTERON SEYİYESİ İNANILMAZ DERECEDE YÜKSEK
Hastanedeki Çocuk Hastalıkları Endokrinolojisti Dr. Vaishakhi Rustagi, yaptığı açıklamada şöyle dedi: "Akash'ın testesteron seviyesi inanılmaz derece yüksek, tıpkı 25 yaşındaki sağlıklı bir erkeğinki gibi. Bu sebepten ötürü küçük bebeğin vücudunda bu alışılmadık değişiklikleri gözlemliyoruz. Yapılan tetkiklerde testesteron seviyesi, yaşında olması gereken normal değerden 30 kat fazla çıktı. Akash'ın rahatsızlığı tıpta 'erken gelişen ergenlik' olarak adlandırılıyor ve bu 100.000 kişide bir görülüyor."
HER AY İĞNE OLMASI GEREKİYOR
Doktor Rustagi, bebeğin 11 yaşına gelene kadar ayda bir kere özel bir iğne olması gerektiğini söyledi. İğnenin dozu bebek büyüdükçe azaltılacak. Eğer tedavi edilmezse bebeğin saldırgan bir yapıya sahip olacağını söyleyen Rustagi, anormal büyümenin birkaç sene içinde duracağını, Akash’ın 100-120 santim arasında bir boyda kalacağını belirtti. Hürriyet
Mahmet Öz "Kanseri artık yeniyoruz"
Kanseri artık yeniyor muyuz? Gıda şirketleri bizi kendilerine nasıl bağımlı hale getiriyor? Sağlıklı kalmak için yeni mucize ekmek hangisi? Eti nasıl pişirmeliyiz? Nasıl spor yapmalı, Hugh Jackman’ı niçin örnek almalıyız? Neden diyete başlamanın en doğru zamanı şimdi ve 28 günde nasıl incecik bir bele sahip oluruz? Dr. Mehmet Öz, Boğaz’daki yalısının verandasından anlatıyor.
Hürriyet'ten Savaş Özbey röportajı...
ABD’de bu yıl çok ses getiren çalışmanız ‘Yemek Gerçeği’yle başlayalım. Yemek endüstrisiyle
ilgili inanılmaz sonuçlar bulmuşsunuz.
- ‘Seinfield’ dizisini hiç seyrettin mi? Onun her bölümünün başında bir soru sorulur. Saçma sapan sorular ama dizinin başarısının arkasında o yatıyor bence. Biz de buna benzer sorularla yola çıktık: Niye tavuklarımızın tadı artık eskisi gibi değil? Çocukluğumda babam beni Queen’in bir kazasına götürürdü. Orada büyük bir dut ağacı vardı. Dutu o kadar severdim ki ağacın altına çarşaf serer, dallarını sallar, yiyebildiğim kadar yerdim. Neden şimdiki mevyelerde o çocukluğumuzun tadı yok? Bunun gibi sorularla başladı her şey.
Ne buldunuz?
- Yemek endüstrisiyle ilgili çok çarpıcı şeyler. Yediklerimizi daha lezzetli yapmak için birçok katkı maddesi kullanıyorlar. Şeker ve tuzdan bahsetmiyorum. Onlar da var tabii ama başka birçok katkı maddesi konuluyor yiyeceklerimize. Bunlara ‘doğal’ lezzetlendirici deniyor ama o ‘doğal’ın ne manaya geldiği Allah kerim. Ve bu katkılar farkında olmadan damak tadımızı değiştiriyor. Cipslerin içinde, pilavda, yediğimiz paketlenmiş birçok şeyin içinde var. Bağımlılık yapıyor bu lezzetlendiriciler.
BİZİ KANDIRIYORLAR
Doktor Öz, tai-chi’nin doğal olarak bağışıklığı güçlendirmenin en doğru yolu olduğunu söylüyor. İstanbul’a geldiği zaman da işte Boğaz’a bakan bu yalı verandasında, gün doğarken yapıyor egzersizlerini.
Ne mesela?
- Tavuk değişmiş, ekmek değişmiş. Şarap, bira, kahve, çikolata... Oysa çikolata dünyanın en sağlıklı yiyeceklerinden biri. Ama bizim bildiğimiz çikolata, bugün tüketilen sütlü çikolatalar değil. Bugünkülerin içinde yüzde 10 gerçek çikolata varsa, yüzde 90’ı yağlar ve başka katkı maddeleri... Süt içtiğin zaman yağlısını mı içiyorsun, yağsız mı?
Pek sütçü sayılmam ama içersem normalini tercih ediyorum.
- Aferin. Herkes içinde yağ yok diye sıfır yağlı sütü tercih ediyor değil mi? İşte bir kandırmaca... Çünkü doğal süt içtiğin zaman, içindeki yağlarda vücut için gerekli birçok şey var. Onu içtiğin zaman beyin daha az yağ istiyor ve daha az yağ yapıyor vücutta. Tam yağlı süt içenler daha kolay kilo veriyorlar. Yağsız süt sağlıksız değil tabii ama daha sağlıklı da değil. Yani çok mantıksız bir durum var ortada.
Tam anlayamadım, nasıl olur da yağlı bir şey daha kolay kilo vermemizi sağlıyor?
- Bak masada fındık-fıstık var. İçlerinde yağ var. Yedikçe yağ biriktirmemiz gerekiyor değil mi vücudumuzda? Ama tam tersi. Niye? Bak avcumdaki bu fındıklar aslında tohum. İçlerinde bir ağacı büyütebilecek bütün besinler var. Bunu yediğim zaman bütün o besinler vücuduna geçiyor. Beynin hemen diyor ki: “Evet biraz kalori aldım ama o kadar besleyici ki benim canım artık daha fazla yemek istemiyor.” Peki beyaz ekmek yediğin zaman ne diyor beyin?
Ne diyor?
- “Tamam kalori aldım ama içinde bana gereken maddeler yok. Protein yok, lif yok... Kesmedi beni, biraz daha yemeliyim.” İşte biz buna ‘yemek gerçeği’ diyoruz.
Gıda endüstrisi nerede giriyor devreye?
- Gıda şirketleri 1950’lerden beri yüksek teknolojili lezzetlendirme kullanıyor. Sentetik lezzetler gerçek lezzetlerin baş edemeyeceği kadar etkili olmaya başladı. Sonuç ne?
Ne?
- 70’lerde ortaya çıkan obezite dalgası. Bu kimyasallar yiyecekleri daha lezzetli sanmamıza neden oluyor ve bağımlılık yaratıyor. Anne karnındaki bebekler bile bunlara maruz kalıyor.
Nasıl korunacağız?
- Yiyeceklerin paketlerinin üzerindeki içeriklere bakın. ‘Doğal tatlandırıcı’ bile yazsa bilin ki o yemek damak tadımıza yalan söyleyip, bizi kandırıyor.
ET: İÇİ KIRMIZI DIŞI SİYAH OLMASIN
Yalının aşçısı İsmet Özçelik’le mutfağa girip sağlıklı yemekler pişiriyor.
Ben etçiyim. Etler nasıl? Aman onlara da laf etmeyin...
- İnsanların et yemeyi bırakmaları gerektiğine inanmıyorum. Kaliteli ve doğru pişirilmiş et sağlıklıdır. Ama işlenmiş etlere, mesela sosise, korumak için nitrat katılıyor. İşte o nitrat da seni kanser yapıyor. Dünya Sağlık Örgütü birkaç ay önce sık sık sosis yiyenlerin kanser olduğunu açıkladı. Her gün bir sosisli sandviç yersen bağırsak kanseri ihtimalini yüzde 18’e çıkarıyorsun. Mesela hamburger. Gözünün önünde en iyi şekilde yapıldığı zaman ben onu sağlıklı sayarım. Ama paketlenmiş hazır köfteden uzak dur.
Pişirirken neye dikkat etmeli?
- İçi kıpkırmızı olmayacak, dışı da siyah olmayacak. İçi kırmızıysa mikrop ihtimali yükseliyor.
Öyle diyorsunuz ama şefler kanlı et sevmeyeni lokantalara almayacak neredeyse...
- Sosis ve köfte farklı. Çünkü hazırlanırken içi dışı birbirine karışıyor. Ama kasaptan aldığın güzel bir eti evde pişirirken dış kısmı ısınınca mikroplar ölüyor. Hatta eti yıkama. Eğer üzerinde mikrop varsa her tarafa yayılıyor. Zaten pişirirken öldüreceksin onları. Mikroplar da iç kısma geçemiyor. Tavukları 165, kırmızı eti 145 derecede pişirmek lazım.
Bir de dışı siyahlaşmayacak demiştiniz.
- Eti pişirirken etrafında siyahlaşan, yanmış yerler oluyor ya... O kısım kansere neden oluyor. Ne yapacaksın? Pişirmeden önce mesela zeytinyağında marine edeceksin. O zaman yanmıyor, siyahlaşmak yerine kahverengiye dönüyor.
İMMÜNOTERAPİ: ÖLÜMCÜL KANSERLERİ YENMEYE BAŞLADIK
Hep kanserden bahsediyorsunuz. İçim karardı. Hiç iyi haber yok mu?
- Hepimiz her gün kanser oluyoruz aslında. Bazı hücrelerimiz raydan çıkıyor ve kendi kafasına göre takılmaya başlıyor. Ama ne oluyor? Bağışıklık sistemimiz onları buluyor ve yok ediyor. Biz de kanser olup olup kendi kendimize iyileşiyoruz. Peki ya bağışıklık sistemimiz gevşek kalırsa? İşte o zaman o kanser hücreleri saklanmayı ve çoğalmayı başarıyorlar.
Yani gerçekten kanser oluyoruz...
- Araştırmacılar bu iki sebebi çözdü. Artık yepyeni bir sistem var: İmmünoterapi dediğimiz bağışıklık sistemini güçlendiren terapiler. İnanılmaz iyi sonuçlar alınıyor. E zaten çok mantıklı. Bağışıklık sistemi işini yapamıyorsa, dışarıdan müdahale edeceğine, onu tekrar güçlendir.
Mesela?
- Eski ABD Başkanı Carter deri kanseri oldu, iğneyle geçirdiler.
Doktor kansere çare bulundu mu diyorsunuz?
- İmmünoterapi inanılmaz büyük bir ilerleme. En korktuğumuz kanserleri yavaş yavaş yenmeye başladık. Bana bir e-mail geldi bu hafta, bir araştırma grubu ilerlemiş pankreas kanserlerini bile yüzde 25 kurtarabiliyorlar artık. Yakın zamana kadar bu oran sıfırdı. Daha da gelişecek.
Ne değiştirdi bu immünoterapi?
- Eskiden kanserli hücreyi alıp, öldürüp, kesip, mikroskopla içine bakıyorduk nasıl bir şey diye. Artık hücreleri alıyoruz, bir kısmını yine kesip bakıyoruz ama diğerlerini canlı saklıyoruz.
En iyi kanser ölü kanser değil mi yani?
- Değil. Çünkü canlı hücre hangi kemoterapiye cevap veriyor, ona bakıyoruz. Eskiden bütün ilaçları birden verirdik. Hasta saçlarını kaybederdi, kendini halsiz hissederdi. Ve kanser tekrar nüksettiği zaman yeni kemoterapi veremiyorduk. Çünkü vücut artık kaldıramıyordu. Şimdi doğru ilacı, azar azar veriyoruz. Yani kanser tedavisi tamamen değişti. Ama tabii ABD’de bile çoğu hastane henüz bunu yapmıyor.
TÜRKLERİN ZAYIF NOKTASI YAŞLILIK
Profesör Dr. Mustafa Öz yalıyı 1989’da yurda döndüğünde almış. Mehmet Bey’in Türkiye’ye geldiği zamanlarda annesi Suna Hanım da, babası Mustafa Hoca da yarı Türkçe, yarı İngilizce konuşuyor.
Geçen yıl da yaşlılık üzerine yoğunlaşmıştınız.
- Evet ama yaşlılık ve sorunları üzerine çalışmak çok zor. Yaptığınız bir şeyin doğru olduğunu anlamak 30 sene alıyor. Ama şunu söyleyebilirim: Bugün 50 yaşında olup sağlıklı olan insanların çoğu 100 yaşını görecek.
Ağzınızdan bal damlıyor...
- Çünkü bizi hastalık değil, dayanıksızlık öldürüyor. Kendini dinç tutabilirsen, kalp hastalığı ya da kanser ortaya çıktığı zaman artık tedaviler mümkün. Ama dayanıksız düşmüşsen; kasların, kemiklerin erimişse, doktor o mümkün olan tedaviyi veremiyor. İşte hastayı o zaman kaybediyoruz.
Bazı ülkelerin insanları bu yüzden mi bizden uzun yaşıyor?
- Evet. Türkiye’yle karşılaştırınca çok daha fazla insan 100 yaşını görebiliyor. Aradaki fark kültürel.
Biz kültürsüz müyüz?
- Onu demek istemedim. O insanlar 80-90 yaşında tek başına merdiven çıkıyor, iniyor, eşya taşıyor. Ben mesela bavullarını taşırken babama yardım etmem. Size ayıp gibi gelebilir. Etmiyorum çünkü bunları kendisi hallederse hareket edip antrenman yapmış oluyor.
Böylece dinç kalıyor.
- Biz Türklerin en zayıf noktamız bu: Hareket etmiyoruz. Doğru beslenme ve günde birkaç dakika spor bile yeterli. Bunu sağlayabilirsek bugün 50 yaşında olan herkesi 100’üne kadar yaşatabiliriz.
EKMEK: EZEKİEL YİYİN
Ekmeğimize bir şeyler oldu mesela. Sünger gibi haftalarca taze kalabilmesi tuhaf değil mi? Tam buğday ekmekleri beyaz ekmeğe göre daha iyi. Ama ‘tam buğday’ denmesine rağmen çoğunun içinde çok az tam buğday var. Üstelik paketlenmiş olanların içinde de koruyucu kullanıyorlar. Bunlar yerine ‘ezekiel ekmek’ yiyin. Artık Türkiye’de de var. Raflarda değil, buzdolabında tutuluyor çünkü içindeki buğday olgunlaşmaya devam ediyor. Hazmı kolay. Ben sadece bunu yiyorum. Tadı da daha güzel bence.
DİYET: HUGH JACKMAN FORMÜLÜYLE KİLO VERİN
Bir de kahvaltı... Günde üç öğün etsem sıkılmam.
- Sabah kahvaltısı o kadar mühim değil. Herkes şart olduğunu ve günün en önemli öğünü olduğunu söylüyor ama o araştırmaların büyük bir kısmı yine gıda şirketleri tarafından yaptırılmış. Sabah açken elbette yemen gerek. Hatta yüksek proteinli bir yemek. Mesela yumurta, meyveli yoğurt, fındık-fıstık... Ama kalkar kalkmaz illa kahvaltı etmen şart değil. Hugh Jackman’i tanıyorsun...
Evet.
- Yakın arkadaşım. ‘Wolverine’ filmini çekerken kas yapıp kilo alması gerekiyordu. Film bitince de o kiloları vermek istedi. Formülü ne biliyor musun? Günde aşağı yukarı 14 saat hiç yemek yemiyor. Sabah diyelim ki dokuzda yiyor, akşam da altıda. İkisinin arasında yemeğini yiyor ama akşamdan sabaha kadar bir şey yemiyor.
Ama bize “Az az ama sık yemek sağlıklı” diyorlar.
- Mantıklı değil ki. Atalarımız bizim gibi sürekli bir şeyler yemezdi. Zaten mağarada buzdolabı mı vardı ki kalkıp kalkıp atıştıracak. Hugh’un yöntemini ben de uyguluyorum. Günde 12 saat kadar yemek yemiyorum. Buna uyku dahil tabii.
Bünye ne tepki veriyor?
- Vücut alışıyor. Hatta gece geç vakit çok yediğin zaman, sabah daha aç kalkarsın. Ama 12 saatin sonunda değerlerin normale dönmüş oluyor. Hafif bir şeyler atıştırıyorsun, yetiyor. Sence insanlar en çok hangi ayda perhiz yapmak isterler?
Bilmem, mayıs-haziran falan mı?
- Bravo. Anket yaptık, senin dediğin gibi çıktı. Ben hep ocak ayı sanırdım. Bütün perhiz kitapları falan da ocak ayında çıkıyor. Çünkü yeni yıl tatilinde kendimizi şımartıyoruz, disiplin bozuluyor ve her şey yeniyor. Yaptığımız bu şımarıklığı eritmek için de “Rejim yapacağım” diyoruz yeni yılda. Ama çoğunluk beceremiyor.
Neden?
- Eğer amacın önceden yaptığın bir hatayı telafi etmekse, başarılı olamıyorsun. Ama senin dediğin gibi mayıs-haziranda bikini sezonu geliyor. Bu ayrı bir motivasyon. Üstelik dışarı çıkmak, hareket etmek daha kolay. Meyve-sebze bol ve ucuz. Onun için şu anda rejime girilecek en iyi dönemdeyiz.
SPOR: ATALARIMIZ GİBİ YAPIN
Ben artık interval egzersizi yapmaya başladım. Diyelim 10 dakika spor yapıyorsun. Bisiklet mi sürüyorsun? Koşuyor musun? 10 dakika ağır ağır, sonra bir dakika var gücünle yapacaksın. En faydalı sistem bu. O bir dakikalık yoğun spor, 30 dakikalık yavaş spora eşit. Mantığı da şu: Bizim atalarımız devamlı hareket etmezlerdi. Arada bir, diyelim vahşi bir hayvanla karşılaştığında korkup büyük bir hızla kaçardı ama tehlike geçince normale dönerdi.
Hürriyet'ten Savaş Özbey röportajı...
ABD’de bu yıl çok ses getiren çalışmanız ‘Yemek Gerçeği’yle başlayalım. Yemek endüstrisiyle
ilgili inanılmaz sonuçlar bulmuşsunuz.
- ‘Seinfield’ dizisini hiç seyrettin mi? Onun her bölümünün başında bir soru sorulur. Saçma sapan sorular ama dizinin başarısının arkasında o yatıyor bence. Biz de buna benzer sorularla yola çıktık: Niye tavuklarımızın tadı artık eskisi gibi değil? Çocukluğumda babam beni Queen’in bir kazasına götürürdü. Orada büyük bir dut ağacı vardı. Dutu o kadar severdim ki ağacın altına çarşaf serer, dallarını sallar, yiyebildiğim kadar yerdim. Neden şimdiki mevyelerde o çocukluğumuzun tadı yok? Bunun gibi sorularla başladı her şey.
Ne buldunuz?
- Yemek endüstrisiyle ilgili çok çarpıcı şeyler. Yediklerimizi daha lezzetli yapmak için birçok katkı maddesi kullanıyorlar. Şeker ve tuzdan bahsetmiyorum. Onlar da var tabii ama başka birçok katkı maddesi konuluyor yiyeceklerimize. Bunlara ‘doğal’ lezzetlendirici deniyor ama o ‘doğal’ın ne manaya geldiği Allah kerim. Ve bu katkılar farkında olmadan damak tadımızı değiştiriyor. Cipslerin içinde, pilavda, yediğimiz paketlenmiş birçok şeyin içinde var. Bağımlılık yapıyor bu lezzetlendiriciler.
BİZİ KANDIRIYORLAR
Doktor Öz, tai-chi’nin doğal olarak bağışıklığı güçlendirmenin en doğru yolu olduğunu söylüyor. İstanbul’a geldiği zaman da işte Boğaz’a bakan bu yalı verandasında, gün doğarken yapıyor egzersizlerini.
Ne mesela?
- Tavuk değişmiş, ekmek değişmiş. Şarap, bira, kahve, çikolata... Oysa çikolata dünyanın en sağlıklı yiyeceklerinden biri. Ama bizim bildiğimiz çikolata, bugün tüketilen sütlü çikolatalar değil. Bugünkülerin içinde yüzde 10 gerçek çikolata varsa, yüzde 90’ı yağlar ve başka katkı maddeleri... Süt içtiğin zaman yağlısını mı içiyorsun, yağsız mı?
Pek sütçü sayılmam ama içersem normalini tercih ediyorum.
- Aferin. Herkes içinde yağ yok diye sıfır yağlı sütü tercih ediyor değil mi? İşte bir kandırmaca... Çünkü doğal süt içtiğin zaman, içindeki yağlarda vücut için gerekli birçok şey var. Onu içtiğin zaman beyin daha az yağ istiyor ve daha az yağ yapıyor vücutta. Tam yağlı süt içenler daha kolay kilo veriyorlar. Yağsız süt sağlıksız değil tabii ama daha sağlıklı da değil. Yani çok mantıksız bir durum var ortada.
Tam anlayamadım, nasıl olur da yağlı bir şey daha kolay kilo vermemizi sağlıyor?
- Bak masada fındık-fıstık var. İçlerinde yağ var. Yedikçe yağ biriktirmemiz gerekiyor değil mi vücudumuzda? Ama tam tersi. Niye? Bak avcumdaki bu fındıklar aslında tohum. İçlerinde bir ağacı büyütebilecek bütün besinler var. Bunu yediğim zaman bütün o besinler vücuduna geçiyor. Beynin hemen diyor ki: “Evet biraz kalori aldım ama o kadar besleyici ki benim canım artık daha fazla yemek istemiyor.” Peki beyaz ekmek yediğin zaman ne diyor beyin?
Ne diyor?
- “Tamam kalori aldım ama içinde bana gereken maddeler yok. Protein yok, lif yok... Kesmedi beni, biraz daha yemeliyim.” İşte biz buna ‘yemek gerçeği’ diyoruz.
Gıda endüstrisi nerede giriyor devreye?
- Gıda şirketleri 1950’lerden beri yüksek teknolojili lezzetlendirme kullanıyor. Sentetik lezzetler gerçek lezzetlerin baş edemeyeceği kadar etkili olmaya başladı. Sonuç ne?
Ne?
- 70’lerde ortaya çıkan obezite dalgası. Bu kimyasallar yiyecekleri daha lezzetli sanmamıza neden oluyor ve bağımlılık yaratıyor. Anne karnındaki bebekler bile bunlara maruz kalıyor.
Nasıl korunacağız?
- Yiyeceklerin paketlerinin üzerindeki içeriklere bakın. ‘Doğal tatlandırıcı’ bile yazsa bilin ki o yemek damak tadımıza yalan söyleyip, bizi kandırıyor.
ET: İÇİ KIRMIZI DIŞI SİYAH OLMASIN
Yalının aşçısı İsmet Özçelik’le mutfağa girip sağlıklı yemekler pişiriyor.
Ben etçiyim. Etler nasıl? Aman onlara da laf etmeyin...
- İnsanların et yemeyi bırakmaları gerektiğine inanmıyorum. Kaliteli ve doğru pişirilmiş et sağlıklıdır. Ama işlenmiş etlere, mesela sosise, korumak için nitrat katılıyor. İşte o nitrat da seni kanser yapıyor. Dünya Sağlık Örgütü birkaç ay önce sık sık sosis yiyenlerin kanser olduğunu açıkladı. Her gün bir sosisli sandviç yersen bağırsak kanseri ihtimalini yüzde 18’e çıkarıyorsun. Mesela hamburger. Gözünün önünde en iyi şekilde yapıldığı zaman ben onu sağlıklı sayarım. Ama paketlenmiş hazır köfteden uzak dur.
Pişirirken neye dikkat etmeli?
- İçi kıpkırmızı olmayacak, dışı da siyah olmayacak. İçi kırmızıysa mikrop ihtimali yükseliyor.
Öyle diyorsunuz ama şefler kanlı et sevmeyeni lokantalara almayacak neredeyse...
- Sosis ve köfte farklı. Çünkü hazırlanırken içi dışı birbirine karışıyor. Ama kasaptan aldığın güzel bir eti evde pişirirken dış kısmı ısınınca mikroplar ölüyor. Hatta eti yıkama. Eğer üzerinde mikrop varsa her tarafa yayılıyor. Zaten pişirirken öldüreceksin onları. Mikroplar da iç kısma geçemiyor. Tavukları 165, kırmızı eti 145 derecede pişirmek lazım.
Bir de dışı siyahlaşmayacak demiştiniz.
- Eti pişirirken etrafında siyahlaşan, yanmış yerler oluyor ya... O kısım kansere neden oluyor. Ne yapacaksın? Pişirmeden önce mesela zeytinyağında marine edeceksin. O zaman yanmıyor, siyahlaşmak yerine kahverengiye dönüyor.
İMMÜNOTERAPİ: ÖLÜMCÜL KANSERLERİ YENMEYE BAŞLADIK
Hep kanserden bahsediyorsunuz. İçim karardı. Hiç iyi haber yok mu?
- Hepimiz her gün kanser oluyoruz aslında. Bazı hücrelerimiz raydan çıkıyor ve kendi kafasına göre takılmaya başlıyor. Ama ne oluyor? Bağışıklık sistemimiz onları buluyor ve yok ediyor. Biz de kanser olup olup kendi kendimize iyileşiyoruz. Peki ya bağışıklık sistemimiz gevşek kalırsa? İşte o zaman o kanser hücreleri saklanmayı ve çoğalmayı başarıyorlar.
Yani gerçekten kanser oluyoruz...
- Araştırmacılar bu iki sebebi çözdü. Artık yepyeni bir sistem var: İmmünoterapi dediğimiz bağışıklık sistemini güçlendiren terapiler. İnanılmaz iyi sonuçlar alınıyor. E zaten çok mantıklı. Bağışıklık sistemi işini yapamıyorsa, dışarıdan müdahale edeceğine, onu tekrar güçlendir.
Mesela?
- Eski ABD Başkanı Carter deri kanseri oldu, iğneyle geçirdiler.
Doktor kansere çare bulundu mu diyorsunuz?
- İmmünoterapi inanılmaz büyük bir ilerleme. En korktuğumuz kanserleri yavaş yavaş yenmeye başladık. Bana bir e-mail geldi bu hafta, bir araştırma grubu ilerlemiş pankreas kanserlerini bile yüzde 25 kurtarabiliyorlar artık. Yakın zamana kadar bu oran sıfırdı. Daha da gelişecek.
Ne değiştirdi bu immünoterapi?
- Eskiden kanserli hücreyi alıp, öldürüp, kesip, mikroskopla içine bakıyorduk nasıl bir şey diye. Artık hücreleri alıyoruz, bir kısmını yine kesip bakıyoruz ama diğerlerini canlı saklıyoruz.
En iyi kanser ölü kanser değil mi yani?
- Değil. Çünkü canlı hücre hangi kemoterapiye cevap veriyor, ona bakıyoruz. Eskiden bütün ilaçları birden verirdik. Hasta saçlarını kaybederdi, kendini halsiz hissederdi. Ve kanser tekrar nüksettiği zaman yeni kemoterapi veremiyorduk. Çünkü vücut artık kaldıramıyordu. Şimdi doğru ilacı, azar azar veriyoruz. Yani kanser tedavisi tamamen değişti. Ama tabii ABD’de bile çoğu hastane henüz bunu yapmıyor.
TÜRKLERİN ZAYIF NOKTASI YAŞLILIK
Profesör Dr. Mustafa Öz yalıyı 1989’da yurda döndüğünde almış. Mehmet Bey’in Türkiye’ye geldiği zamanlarda annesi Suna Hanım da, babası Mustafa Hoca da yarı Türkçe, yarı İngilizce konuşuyor.
Geçen yıl da yaşlılık üzerine yoğunlaşmıştınız.
- Evet ama yaşlılık ve sorunları üzerine çalışmak çok zor. Yaptığınız bir şeyin doğru olduğunu anlamak 30 sene alıyor. Ama şunu söyleyebilirim: Bugün 50 yaşında olup sağlıklı olan insanların çoğu 100 yaşını görecek.
Ağzınızdan bal damlıyor...
- Çünkü bizi hastalık değil, dayanıksızlık öldürüyor. Kendini dinç tutabilirsen, kalp hastalığı ya da kanser ortaya çıktığı zaman artık tedaviler mümkün. Ama dayanıksız düşmüşsen; kasların, kemiklerin erimişse, doktor o mümkün olan tedaviyi veremiyor. İşte hastayı o zaman kaybediyoruz.
Bazı ülkelerin insanları bu yüzden mi bizden uzun yaşıyor?
- Evet. Türkiye’yle karşılaştırınca çok daha fazla insan 100 yaşını görebiliyor. Aradaki fark kültürel.
Biz kültürsüz müyüz?
- Onu demek istemedim. O insanlar 80-90 yaşında tek başına merdiven çıkıyor, iniyor, eşya taşıyor. Ben mesela bavullarını taşırken babama yardım etmem. Size ayıp gibi gelebilir. Etmiyorum çünkü bunları kendisi hallederse hareket edip antrenman yapmış oluyor.
Böylece dinç kalıyor.
- Biz Türklerin en zayıf noktamız bu: Hareket etmiyoruz. Doğru beslenme ve günde birkaç dakika spor bile yeterli. Bunu sağlayabilirsek bugün 50 yaşında olan herkesi 100’üne kadar yaşatabiliriz.
EKMEK: EZEKİEL YİYİN
Ekmeğimize bir şeyler oldu mesela. Sünger gibi haftalarca taze kalabilmesi tuhaf değil mi? Tam buğday ekmekleri beyaz ekmeğe göre daha iyi. Ama ‘tam buğday’ denmesine rağmen çoğunun içinde çok az tam buğday var. Üstelik paketlenmiş olanların içinde de koruyucu kullanıyorlar. Bunlar yerine ‘ezekiel ekmek’ yiyin. Artık Türkiye’de de var. Raflarda değil, buzdolabında tutuluyor çünkü içindeki buğday olgunlaşmaya devam ediyor. Hazmı kolay. Ben sadece bunu yiyorum. Tadı da daha güzel bence.
DİYET: HUGH JACKMAN FORMÜLÜYLE KİLO VERİN
Bir de kahvaltı... Günde üç öğün etsem sıkılmam.
- Sabah kahvaltısı o kadar mühim değil. Herkes şart olduğunu ve günün en önemli öğünü olduğunu söylüyor ama o araştırmaların büyük bir kısmı yine gıda şirketleri tarafından yaptırılmış. Sabah açken elbette yemen gerek. Hatta yüksek proteinli bir yemek. Mesela yumurta, meyveli yoğurt, fındık-fıstık... Ama kalkar kalkmaz illa kahvaltı etmen şart değil. Hugh Jackman’i tanıyorsun...
Evet.
- Yakın arkadaşım. ‘Wolverine’ filmini çekerken kas yapıp kilo alması gerekiyordu. Film bitince de o kiloları vermek istedi. Formülü ne biliyor musun? Günde aşağı yukarı 14 saat hiç yemek yemiyor. Sabah diyelim ki dokuzda yiyor, akşam da altıda. İkisinin arasında yemeğini yiyor ama akşamdan sabaha kadar bir şey yemiyor.
Ama bize “Az az ama sık yemek sağlıklı” diyorlar.
- Mantıklı değil ki. Atalarımız bizim gibi sürekli bir şeyler yemezdi. Zaten mağarada buzdolabı mı vardı ki kalkıp kalkıp atıştıracak. Hugh’un yöntemini ben de uyguluyorum. Günde 12 saat kadar yemek yemiyorum. Buna uyku dahil tabii.
Bünye ne tepki veriyor?
- Vücut alışıyor. Hatta gece geç vakit çok yediğin zaman, sabah daha aç kalkarsın. Ama 12 saatin sonunda değerlerin normale dönmüş oluyor. Hafif bir şeyler atıştırıyorsun, yetiyor. Sence insanlar en çok hangi ayda perhiz yapmak isterler?
Bilmem, mayıs-haziran falan mı?
- Bravo. Anket yaptık, senin dediğin gibi çıktı. Ben hep ocak ayı sanırdım. Bütün perhiz kitapları falan da ocak ayında çıkıyor. Çünkü yeni yıl tatilinde kendimizi şımartıyoruz, disiplin bozuluyor ve her şey yeniyor. Yaptığımız bu şımarıklığı eritmek için de “Rejim yapacağım” diyoruz yeni yılda. Ama çoğunluk beceremiyor.
Neden?
- Eğer amacın önceden yaptığın bir hatayı telafi etmekse, başarılı olamıyorsun. Ama senin dediğin gibi mayıs-haziranda bikini sezonu geliyor. Bu ayrı bir motivasyon. Üstelik dışarı çıkmak, hareket etmek daha kolay. Meyve-sebze bol ve ucuz. Onun için şu anda rejime girilecek en iyi dönemdeyiz.
SPOR: ATALARIMIZ GİBİ YAPIN
Ben artık interval egzersizi yapmaya başladım. Diyelim 10 dakika spor yapıyorsun. Bisiklet mi sürüyorsun? Koşuyor musun? 10 dakika ağır ağır, sonra bir dakika var gücünle yapacaksın. En faydalı sistem bu. O bir dakikalık yoğun spor, 30 dakikalık yavaş spora eşit. Mantığı da şu: Bizim atalarımız devamlı hareket etmezlerdi. Arada bir, diyelim vahşi bir hayvanla karşılaştığında korkup büyük bir hızla kaçardı ama tehlike geçince normale dönerdi.
Sigarayı bıraktıracak 10 neden
Dünyada her yıl 4 milyon insanın sigara sebebiyle hayatını kaybettiğini belirten Dr. Pelin Uysal, size sigarayı hemen bıraktıracak 10 neden sıraladı.
İçeriğinde insan sağlığına zararlı 4000’den fazla madde bulunan sigara, Dünya Sağlık Örgütü'ne göre dünyanın en büyük sorunu. Aktif içiciler kadar pasif içicilerin de tehlike altında olduğunu belirten uzmanlar, sigarayı bırakanların 20 dakika sonra bile olumlu etkilerini hissedebileceğini söylüyor.
SİGARAYI BIRAKTIRAN 10 NEDEN
Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Sigarayı Bırakma Polikliniği'nden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal sigarayı bırakmanız için yaşamsal önem taşıyan 10 önemli nedeni anlattı.
1.Öksürüğünüz geçer
Sigara devamlı içildiğinde kronik bronşite bağlı salgılar arttığı için özellikle sabahları koyu renkli ve balgamlı öksürük oluşuyor. Sigarayı bıraktıktan 2-12 hafta sonra öksürüğünüz varsa şiddeti azalıyor ve 3 ay içinde kayboluyor. Balgam sorununuz da 2 haftada yarı yarıya azalıyor.
2.Kalp krizi riskiniz azalır
Normalde nabzımız dakikada 80-100 kez atıyor. Ancak sigara içen kişilerde nabız atım sayısı 100 ve üzerine çıkabiliyor. Bunun sonucunda da yüksek tansiyon gibi oldukça önemli problemler ortaya çıkabiliyor. Sigarayı bıraktıktan 20 dakika sonra kan basıncı, kalp hızı normale dönüyor, 8 saat sonra kanda oksijen düzeyi normal seviyeye geliyor. Bu sayede hipertansiyon hastalarında tansiyon ideal sınıra yaklaşıyor. Sigara içenlerde kalp krizi riski de 10 kat artıyor. Sigarayı bıraktıktan 48 saat sonra kalp krizi riski azalıyor. Bir yılın sonunda risk yüzde 50 oranında düşüyor. 15. yılda kalp koroner damar hastalığı ve kalp krizi riskiniz hiç içmeyenlerle aynı düzeye iniyor.
3.Kansere yakalanma riskiniz düşer
Akciğer kanseri, kanser nedeniyle gelişen ölümler arasında 1. sırasında yer alıyor. Akciğer kanserinin yüzde 90'ının nedeni de sigara oluyor. Sigarayı bıraktıktan sonra 10. yılda akciğer kanseri riski yüzde 50 azalıyor. Sigara aynı zamanda ağız, gırtlak, yemek borusu, böbrek ile pankreas kanseri riskinin de önemli bir faktörü. Sigarayı bıraktıktan 5 yıl sonra bu kanser türlerinde riskiniz yüzde 50 oranında düşüyor.
4.Daha parlak ve canlı bir cilde kavuşursunuz
Sigara cildimizin en büyük düşmanı! Bu kötü alışkanlık cildi besleyen kılcal damarlarda tıkanıklığa, bunun sonucunda da cildin beslenmesinin bozulmasına yol açıyor. Sigara ayrıca vücuttaki A vitamini seviyesini de düşürüyor. Bunun sonucunda da ciltte kuruma ile matlaşma gibi sorunlar gelişiyor, kırışıklar ve sarkmalar gibi problemler de daha erken yaşta ortaya çıkıyor. Sigarayı bıraktıktan sonra 12. haftada kan dolaşımının düzelmesiyle birlikte cildiniz daha parlak ve canlı bir görünüme kavuşuyor. Ayrıca sigara sedef hastalığına da yine aynı mekanizma ve oksidatif strese bağlı olarak meyili arttırıyor. Bunun yanı sıra sigaranın içinde yer alan toksik maddeler bağışıklık sistemini zayıflatıyor ve vücudun savunma sisteminde oluşan bu sorun da sedef yaralarının çoğalmasına yol açıyor. Sigarayı bıraktığınızda sedef hastalığına yakalanma riskiniz azalıyor.
5.Tırnak ve parmaklarınızdaki sararmalar geçer
Sigara dumanındaki karbonmonoksit gazı, kanın oksijen taşıma kapasitesini azaltıyor. Dokular yeterince oksijen alamadığı için de tırnak ve parmaklarınızda sararmalar oluşuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal sigarayı bıraktıktan sonra ortalama 3 ay içinde sarı lekelerin kaybolduğunu belirtiyor.
6.Astım ve KOAH hastalığının ilerlemesi yavaşlar
Sigara ilerleyici olan hava yolu tıkanıklığı ile karakterize bir hastalık olan KOAH gelişiminde en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Üstelik sigarayı bıraktıktan sonra bile hasarların tümüyle ortadan kaldırılması mümkün olmuyor. Sigara içildiği takdirde hızla ilerleyen KOAH, sigara bırakıldığında ise daha yavaş ilerliyor. Sigara astım krizlerinin de en önemli nedenini oluşturuyor. Sigarayı bıraktıktan sonra 1 yıl içinde KOAH’ın ortaya çıkması engelleniyor, varsa ilerlemesi duruyor.
7.Üreme ve cinsel sağlığınızı riske atmazsınız
Sigara infertilite, erektil disfonksiyon, düşük yapma, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurmak gibi pek çok ciddi hastalık riskini de beraberinde getiriyor. Sigarayı bıraktığınızda bu riskleri azaltmış olursunuz.
8.Daha uzun bir yaşam sürersiniz
İçilen her sigara insan yaşamını 5 dakika kısaltıyor. Bu nedenle erken yaşta sigaraya başlayanların ömrü ortalama 20-25 yıl azalıyor.
9.Efor kapasiteniz artar
Sigaradaki nikotin bağımlılık yapmasının yanı sıra kalp atışlarını hızlandırıyor, tansiyonu yükseltiyor, kanın pıhtılaşma riskini arttırıyor ve kanın oksijen seviyesini düşürerek efor kapasitesini düşürüyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal sigarayı bıraktıktan sonra 2 hafta-3 ay içinde efor kapasitesinin arttığına dikkat çekerek, “Efor kapasiteniz artınca da daha hızlı koşabilir, daha uzun yürüyüşler yapabilir, hareket ettiğinizde nefes darlığı sorunu yaşamazsınız.” diyor.
10.Felç riskiniz azalır
Sigaranın kan dolaşımı ve damarlar üzerine etkileri nedeniyle beyin damar hastalıkları ve felç riski artıyor. Sigarayı bıraktığınızda ise felç olma riskiniz 5-10 yıl içinde hiç sigara içmemiş olan kişilerle aynı düzeye iniyor.
İçeriğinde insan sağlığına zararlı 4000’den fazla madde bulunan sigara, Dünya Sağlık Örgütü'ne göre dünyanın en büyük sorunu. Aktif içiciler kadar pasif içicilerin de tehlike altında olduğunu belirten uzmanlar, sigarayı bırakanların 20 dakika sonra bile olumlu etkilerini hissedebileceğini söylüyor.
SİGARAYI BIRAKTIRAN 10 NEDEN
Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Sigarayı Bırakma Polikliniği'nden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal sigarayı bırakmanız için yaşamsal önem taşıyan 10 önemli nedeni anlattı.
1.Öksürüğünüz geçer
Sigara devamlı içildiğinde kronik bronşite bağlı salgılar arttığı için özellikle sabahları koyu renkli ve balgamlı öksürük oluşuyor. Sigarayı bıraktıktan 2-12 hafta sonra öksürüğünüz varsa şiddeti azalıyor ve 3 ay içinde kayboluyor. Balgam sorununuz da 2 haftada yarı yarıya azalıyor.
2.Kalp krizi riskiniz azalır
Normalde nabzımız dakikada 80-100 kez atıyor. Ancak sigara içen kişilerde nabız atım sayısı 100 ve üzerine çıkabiliyor. Bunun sonucunda da yüksek tansiyon gibi oldukça önemli problemler ortaya çıkabiliyor. Sigarayı bıraktıktan 20 dakika sonra kan basıncı, kalp hızı normale dönüyor, 8 saat sonra kanda oksijen düzeyi normal seviyeye geliyor. Bu sayede hipertansiyon hastalarında tansiyon ideal sınıra yaklaşıyor. Sigara içenlerde kalp krizi riski de 10 kat artıyor. Sigarayı bıraktıktan 48 saat sonra kalp krizi riski azalıyor. Bir yılın sonunda risk yüzde 50 oranında düşüyor. 15. yılda kalp koroner damar hastalığı ve kalp krizi riskiniz hiç içmeyenlerle aynı düzeye iniyor.
3.Kansere yakalanma riskiniz düşer
Akciğer kanseri, kanser nedeniyle gelişen ölümler arasında 1. sırasında yer alıyor. Akciğer kanserinin yüzde 90'ının nedeni de sigara oluyor. Sigarayı bıraktıktan sonra 10. yılda akciğer kanseri riski yüzde 50 azalıyor. Sigara aynı zamanda ağız, gırtlak, yemek borusu, böbrek ile pankreas kanseri riskinin de önemli bir faktörü. Sigarayı bıraktıktan 5 yıl sonra bu kanser türlerinde riskiniz yüzde 50 oranında düşüyor.
4.Daha parlak ve canlı bir cilde kavuşursunuz
Sigara cildimizin en büyük düşmanı! Bu kötü alışkanlık cildi besleyen kılcal damarlarda tıkanıklığa, bunun sonucunda da cildin beslenmesinin bozulmasına yol açıyor. Sigara ayrıca vücuttaki A vitamini seviyesini de düşürüyor. Bunun sonucunda da ciltte kuruma ile matlaşma gibi sorunlar gelişiyor, kırışıklar ve sarkmalar gibi problemler de daha erken yaşta ortaya çıkıyor. Sigarayı bıraktıktan sonra 12. haftada kan dolaşımının düzelmesiyle birlikte cildiniz daha parlak ve canlı bir görünüme kavuşuyor. Ayrıca sigara sedef hastalığına da yine aynı mekanizma ve oksidatif strese bağlı olarak meyili arttırıyor. Bunun yanı sıra sigaranın içinde yer alan toksik maddeler bağışıklık sistemini zayıflatıyor ve vücudun savunma sisteminde oluşan bu sorun da sedef yaralarının çoğalmasına yol açıyor. Sigarayı bıraktığınızda sedef hastalığına yakalanma riskiniz azalıyor.
5.Tırnak ve parmaklarınızdaki sararmalar geçer
Sigara dumanındaki karbonmonoksit gazı, kanın oksijen taşıma kapasitesini azaltıyor. Dokular yeterince oksijen alamadığı için de tırnak ve parmaklarınızda sararmalar oluşuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal sigarayı bıraktıktan sonra ortalama 3 ay içinde sarı lekelerin kaybolduğunu belirtiyor.
6.Astım ve KOAH hastalığının ilerlemesi yavaşlar
Sigara ilerleyici olan hava yolu tıkanıklığı ile karakterize bir hastalık olan KOAH gelişiminde en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Üstelik sigarayı bıraktıktan sonra bile hasarların tümüyle ortadan kaldırılması mümkün olmuyor. Sigara içildiği takdirde hızla ilerleyen KOAH, sigara bırakıldığında ise daha yavaş ilerliyor. Sigara astım krizlerinin de en önemli nedenini oluşturuyor. Sigarayı bıraktıktan sonra 1 yıl içinde KOAH’ın ortaya çıkması engelleniyor, varsa ilerlemesi duruyor.
7.Üreme ve cinsel sağlığınızı riske atmazsınız
Sigara infertilite, erektil disfonksiyon, düşük yapma, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurmak gibi pek çok ciddi hastalık riskini de beraberinde getiriyor. Sigarayı bıraktığınızda bu riskleri azaltmış olursunuz.
8.Daha uzun bir yaşam sürersiniz
İçilen her sigara insan yaşamını 5 dakika kısaltıyor. Bu nedenle erken yaşta sigaraya başlayanların ömrü ortalama 20-25 yıl azalıyor.
9.Efor kapasiteniz artar
Sigaradaki nikotin bağımlılık yapmasının yanı sıra kalp atışlarını hızlandırıyor, tansiyonu yükseltiyor, kanın pıhtılaşma riskini arttırıyor ve kanın oksijen seviyesini düşürerek efor kapasitesini düşürüyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal sigarayı bıraktıktan sonra 2 hafta-3 ay içinde efor kapasitesinin arttığına dikkat çekerek, “Efor kapasiteniz artınca da daha hızlı koşabilir, daha uzun yürüyüşler yapabilir, hareket ettiğinizde nefes darlığı sorunu yaşamazsınız.” diyor.
10.Felç riskiniz azalır
Sigaranın kan dolaşımı ve damarlar üzerine etkileri nedeniyle beyin damar hastalıkları ve felç riski artıyor. Sigarayı bıraktığınızda ise felç olma riskiniz 5-10 yıl içinde hiç sigara içmemiş olan kişilerle aynı düzeye iniyor.
Dünyanın en ağır kız bebeği doğdu
Hindistan'da bir anne 6.8 kilo ağırlığında bir kız bebek dünyaya getirdi. Doktorlar bebeğin, şu ana kadar doğan "en ağır kız bebek" olduğunu belirtiyor.
Henüz ismi konulmayan bebeğin ağırlığı neredeyse 6 aylık bir bebeğinkine eşit. Doktorlara göre bebek, 2014’te ABD’nin Massachusetts’te 6.5 kilo doğan Carisa Rusack’in rekorunu egale etmiş oldu.
İngiliz Telegraph gazetesinin aktardığı habere göre, bebeğini sezaryenle doğuran 19 yaşındaki anne Nandini’nin sağlığı yerinde. Doğumu gerçekleştiren doktor Venkatesh Raju ise 25 yıllık doktorluk kariyerinde bu kadar büyük bir bebek görmediğini söylüyor.
Hindistan’da yeni doğan bebekler ortalama 2.5 ila 3.5 kilogram arasında dünyaya geliyor.
BOYU 62 SANTİM
Bebeğin boyu da 62 santimetreyle yeni doğanlarda boyun ortalama 50 santimetre olduğu Hindistan’da ortalamanın çok üzerinde.
1.75 metre boyunda ve 92 kilo olan anne Nandini de bu kadar büyük bir bebek doğuracağını tahmin etmediğini söylüyor.
Doktorlar bebeğin neden bu kadar kilolu doğduğunu anlamak için testler yaptıklarını söyledi.
Anne ve bebeğin bakımını üstlenen Doktor SR Kumar, “Anneye ultrason ve kan testleri yaptık ama anormal bir durum yoktu. Örnekleri anne karnında metabolizma bozukluğu testine de yolladık. Sonuçları 48 saat içinde alacağız” dedi. Şeker hastası annelerin normalden ağır bebekler doğurması sık görülen bir durum. Ancak doktorlar annenin şeker hastası olmadığını söyledi.
Şu ana dek Hindistan’da doğan en ağır bebek geçen yıl dünyaya gelen 6,7 ağırlığındaki erkek bebekti.
Dünyanın en ağır doğan bebeği unvanı ise İtalya’da 1955 yılında 10.8 kilo doğan bir erkek bebeğe ait.
Henüz ismi konulmayan bebeğin ağırlığı neredeyse 6 aylık bir bebeğinkine eşit. Doktorlara göre bebek, 2014’te ABD’nin Massachusetts’te 6.5 kilo doğan Carisa Rusack’in rekorunu egale etmiş oldu.
İngiliz Telegraph gazetesinin aktardığı habere göre, bebeğini sezaryenle doğuran 19 yaşındaki anne Nandini’nin sağlığı yerinde. Doğumu gerçekleştiren doktor Venkatesh Raju ise 25 yıllık doktorluk kariyerinde bu kadar büyük bir bebek görmediğini söylüyor.
Hindistan’da yeni doğan bebekler ortalama 2.5 ila 3.5 kilogram arasında dünyaya geliyor.
BOYU 62 SANTİM
Bebeğin boyu da 62 santimetreyle yeni doğanlarda boyun ortalama 50 santimetre olduğu Hindistan’da ortalamanın çok üzerinde.
1.75 metre boyunda ve 92 kilo olan anne Nandini de bu kadar büyük bir bebek doğuracağını tahmin etmediğini söylüyor.
Doktorlar bebeğin neden bu kadar kilolu doğduğunu anlamak için testler yaptıklarını söyledi.
Anne ve bebeğin bakımını üstlenen Doktor SR Kumar, “Anneye ultrason ve kan testleri yaptık ama anormal bir durum yoktu. Örnekleri anne karnında metabolizma bozukluğu testine de yolladık. Sonuçları 48 saat içinde alacağız” dedi. Şeker hastası annelerin normalden ağır bebekler doğurması sık görülen bir durum. Ancak doktorlar annenin şeker hastası olmadığını söyledi.
Şu ana dek Hindistan’da doğan en ağır bebek geçen yıl dünyaya gelen 6,7 ağırlığındaki erkek bebekti.
Dünyanın en ağır doğan bebeği unvanı ise İtalya’da 1955 yılında 10.8 kilo doğan bir erkek bebeğe ait.
Güneş gözlüğünde camın kalitesini nasıl anlarız?
Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Serkan Biliş, güneş gözlüğünüzün camının, kaliteli olup olmadığını anlamanın yolunu anlattı.
Yaz ayları güneş ışınları cildimiz kadar gözlerimizi de etkiliyor. Güneş gözlüğü kullanmamanın pek çok zararı olduğunu belirten Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Serkan Biliş, yaz aylarında dikkat etmemiz gereken noktaları, güneş gözlüğünün camının kalitesini nasıl anlayacağımızı ve lazer ameliyatından sonra yapılması gerekenleri özetledi.
GÜNEŞ IŞINLARI GÖZLERE NELER YAPABİLİR?
Op. Dr. Serkan Biliş, son yıllarda iklim değişikliklerinin ve ozon tabakasının incelmesinin verdiği etkiyle uzun süre güneş ışınlarına ve özellikle mor ötesi zararlı ışınlara maruz kalmanın gözde katarakta neden olduğunu belirtti. Güneş ışınlarının bunun yanı sıra; sarı nokta hastalığına, göz çevresindeki ciltte, kanserlere neden olduğunu, aynı şekilde göz yüzeyini örten dokuda değişiklikler, gözlerde kızarıklık, sulanma, yanma ve batma meydana gelebildiğini anlattı. Biliş, güneş ışınlarına çıplak gözle bakılmasının zararlarını ve yaz aylarında gözlerimizi nasıl koruyacağımızla ilgili önemli bilgiler verdi.
Biliş, “Güneş ışınlarına doğrudan maruz kalmak yanma, batma, kuruluk, sulanma, ışıktan aşırı rahatsız olma, gözkapaklarını açmada zorluk çekme gibi başka şikâyetlere de sebep olmaktadır. Güneş ışığına aşırı maruz kalan ve güneş gözlüğü kullanmayanlarda da gözbebeğine doğru et yürümesi oluşabilir.
KATARAKT RİSKİNİ ARTIRIYOR
Yazın göz sağlığını bozabilecek problemlerden olan havuz suyunun yanı sıra güneşin de göz sağlığı üzerinde olumsuz etkisi vardır. Güneş ışınlarına maruz kalan gözde birçok hastalık meydana gelebilir. Dik gelen ışınlar, korneanın en üst tabakasında harabiyet oluşturup görmeyi engeller, gözün arka kısmında tümörlere neden olur ve katarakt oluşumuna zemin hazırlar.
Ultraviyole ( UV ) engelleyici özelliği olmayıp sadece koyu renkli camları olan gözlükler katarakt riskini artırır. Bu gözlükler kullanıldığında gözbebeği genişlemekte ve buna bağlı olarak göze daha fazla UV ışığı girdiği için katarakt ve sarı nokta hastalığı riski artmaktadır.
GÜNEŞ GÖZLÜĞÜNDE BLOKAJ ORANI ÖNEMLİ
Güneş gözlüğü alırken dikkat edilmesi gereken en önemli özellik; camların ultraviyole ışınlarını blokaj derecesidir. Normalde her gözlük camı ultraviyoleyi değişik oranlarda bloke edebilmekle birlikte etkili ultraviyole blokajı için özel kaplamalar kullanılması gerekmektedir. Güneş gözlüğünün UVA ve UVB blokaj derecelerine bakılmalı, % 99'un üzerinde UV blokajı yapabilen camlar seçilmeli, hatta % 100 blokaj oranı tercih edilmelidir. Güneş gözlüklerinde kullanılan aynalı kaplamalar göze gelen ışık miktarını düşürmekle birlikte ultraviyole blokaj oranını etkilememektedir.
Güneş gözlüğü seçiminde bir diğer önemli faktör cam rengi ve koyuluğudur. Camın renginin ve koyuluğunun ultraviyole blokaj derecesiyle herhangi bir ilişkisi olmamasına ve seçimin kişisel zevke bağlı olmasına karşın her cam renginin farklı özellikleri vardır.
GÖZLÜĞÜN CAM KALİTESİNİ NASIL ANLARSINIZ?
Güneş gözlüklerindeki cam kalitesinin önemini anlamak açısından temel noktalara değinen Op. Dr. Serkan Biliş, “Güneş gözlüğü rahat bir görüş için koyu renkli olmalı ve ışığın şiddetini en az yüzde 50 oranında azaltması gerekiyor. Kaliteyi anlamanın bir başka yolu da gözlüğü taktıktan sonra dikey bir çizgiye odaklanmaktır. Bu bir pencere kenarı da olabilir. Gözlüğü hafifçe yukarı aşağı, sağa sola hareket ettirdiğimizde bu çizgide oynama oluyorsa ya da kırılmalar söz konusu ise o gözlük uygun değil demektir.” dedi.
LAZER AMELİYATI SONRASI NELERE DİKKAT ETMELİ?
Güneş ışınlarından ve çeşitli sağlık problemlerinden kaynaklı olarak gözde oluşan sağlık sorunları için lazer ameliyatlarının her mevsim yapılabildiğini anlatan Biliş, lazer ameliyatı olan bir hastanın günlük hayatına kısa sürede dönebileceğini açıkladı.
Op. Dr. Serkan Biliş, lazer ameliyatı sonrası yaz aylarında ise hastaların dikkat etmesi gereken noktaları şöyle özetledi: “Yaz aylarında gerçekleşen lazer uygulamalarında hastalar güneş etkisinden gözlerini daha dikkatli bir şekilde korumaları gerekir ve en az 2 hafta denize girilmemesi önerilir.
Güneş etkisinden korunmak için özellikle güneş gözlüğü kullanımı çok önemli. Güneş ışınlarının çok dik geldiği öğle saatlerinde dış mekanlarda bulunmamak gerekir. Güneşten gelen UV ışınlarından gözlerinizi her mevsim, her hava şartında korumalısınız, çünkü UV ışınları gözlerinize zarar verir.Güneş gözlüklerinin işlevlerinden birincisi ve en önemlisi, gözümüzü göremediğimiz UV ışınlarına karşı korumak olmalıdır.”
POLARİZE CAMLAR KULLANIN
Polarize camın en büyük özelliği parlamaları ve yansımaları emmesidir. Polarize güneş gözlükleri parlamaları camın ön kısmında tek noktada toplar ve geri yansıtarak göz içine girmesini engeller. Polarize cam katarakt ameliyatı geçirmiş veya lazer ameliyatla çizdirilmiş gözler için özellikle tavsiye edilir.
Ayrıca, güneş gözlüğü tüm gözü kaplayan ve yanlardan dönen şekilde değilse yukarıdan gelen ışınları önleyemez. Çalışmalar güneş ışınlarının genellikle gözlük kenarından geçerek göze ulaştığını göstermiştir. Bu noktaya da dikkat etmek gerekir.
Lazer ameliyatları sonrası ise suni göz yaşı damlaları ile göz yaşını destekliyoruz. Ayrıca, gözlerimizi rüzgar ve güneşten korumamız gerekiyor. Güneş gözlüğü bir aksesuar değil bir sağlık malzemesi olarak kullanılmalıdır.
GÜNEŞ IŞINLARI GÖZLERE NELER YAPABİLİR?
Op. Dr. Serkan Biliş, son yıllarda iklim değişikliklerinin ve ozon tabakasının incelmesinin verdiği etkiyle uzun süre güneş ışınlarına ve özellikle mor ötesi zararlı ışınlara maruz kalmanın gözde katarakta neden olduğunu belirtti. Güneş ışınlarının bunun yanı sıra; sarı nokta hastalığına, göz çevresindeki ciltte, kanserlere neden olduğunu, aynı şekilde göz yüzeyini örten dokuda değişiklikler, gözlerde kızarıklık, sulanma, yanma ve batma meydana gelebildiğini anlattı. Biliş, güneş ışınlarına çıplak gözle bakılmasının zararlarını ve yaz aylarında gözlerimizi nasıl koruyacağımızla ilgili önemli bilgiler verdi.
Biliş, “Güneş ışınlarına doğrudan maruz kalmak yanma, batma, kuruluk, sulanma, ışıktan aşırı rahatsız olma, gözkapaklarını açmada zorluk çekme gibi başka şikâyetlere de sebep olmaktadır. Güneş ışığına aşırı maruz kalan ve güneş gözlüğü kullanmayanlarda da gözbebeğine doğru et yürümesi oluşabilir.
KATARAKT RİSKİNİ ARTIRIYOR
Yazın göz sağlığını bozabilecek problemlerden olan havuz suyunun yanı sıra güneşin de göz sağlığı üzerinde olumsuz etkisi vardır. Güneş ışınlarına maruz kalan gözde birçok hastalık meydana gelebilir. Dik gelen ışınlar, korneanın en üst tabakasında harabiyet oluşturup görmeyi engeller, gözün arka kısmında tümörlere neden olur ve katarakt oluşumuna zemin hazırlar.
Ultraviyole ( UV ) engelleyici özelliği olmayıp sadece koyu renkli camları olan gözlükler katarakt riskini artırır. Bu gözlükler kullanıldığında gözbebeği genişlemekte ve buna bağlı olarak göze daha fazla UV ışığı girdiği için katarakt ve sarı nokta hastalığı riski artmaktadır.
GÜNEŞ GÖZLÜĞÜNDE BLOKAJ ORANI ÖNEMLİ
Güneş gözlüğü alırken dikkat edilmesi gereken en önemli özellik; camların ultraviyole ışınlarını blokaj derecesidir. Normalde her gözlük camı ultraviyoleyi değişik oranlarda bloke edebilmekle birlikte etkili ultraviyole blokajı için özel kaplamalar kullanılması gerekmektedir. Güneş gözlüğünün UVA ve UVB blokaj derecelerine bakılmalı, % 99'un üzerinde UV blokajı yapabilen camlar seçilmeli, hatta % 100 blokaj oranı tercih edilmelidir. Güneş gözlüklerinde kullanılan aynalı kaplamalar göze gelen ışık miktarını düşürmekle birlikte ultraviyole blokaj oranını etkilememektedir.
Güneş gözlüğü seçiminde bir diğer önemli faktör cam rengi ve koyuluğudur. Camın renginin ve koyuluğunun ultraviyole blokaj derecesiyle herhangi bir ilişkisi olmamasına ve seçimin kişisel zevke bağlı olmasına karşın her cam renginin farklı özellikleri vardır.
GÖZLÜĞÜN CAM KALİTESİNİ NASIL ANLARSINIZ?
Güneş gözlüklerindeki cam kalitesinin önemini anlamak açısından temel noktalara değinen Op. Dr. Serkan Biliş, “Güneş gözlüğü rahat bir görüş için koyu renkli olmalı ve ışığın şiddetini en az yüzde 50 oranında azaltması gerekiyor. Kaliteyi anlamanın bir başka yolu da gözlüğü taktıktan sonra dikey bir çizgiye odaklanmaktır. Bu bir pencere kenarı da olabilir. Gözlüğü hafifçe yukarı aşağı, sağa sola hareket ettirdiğimizde bu çizgide oynama oluyorsa ya da kırılmalar söz konusu ise o gözlük uygun değil demektir.” dedi.
LAZER AMELİYATI SONRASI NELERE DİKKAT ETMELİ?
Güneş ışınlarından ve çeşitli sağlık problemlerinden kaynaklı olarak gözde oluşan sağlık sorunları için lazer ameliyatlarının her mevsim yapılabildiğini anlatan Biliş, lazer ameliyatı olan bir hastanın günlük hayatına kısa sürede dönebileceğini açıkladı.
Op. Dr. Serkan Biliş, lazer ameliyatı sonrası yaz aylarında ise hastaların dikkat etmesi gereken noktaları şöyle özetledi: “Yaz aylarında gerçekleşen lazer uygulamalarında hastalar güneş etkisinden gözlerini daha dikkatli bir şekilde korumaları gerekir ve en az 2 hafta denize girilmemesi önerilir.
Güneş etkisinden korunmak için özellikle güneş gözlüğü kullanımı çok önemli. Güneş ışınlarının çok dik geldiği öğle saatlerinde dış mekanlarda bulunmamak gerekir. Güneşten gelen UV ışınlarından gözlerinizi her mevsim, her hava şartında korumalısınız, çünkü UV ışınları gözlerinize zarar verir.Güneş gözlüklerinin işlevlerinden birincisi ve en önemlisi, gözümüzü göremediğimiz UV ışınlarına karşı korumak olmalıdır.”
POLARİZE CAMLAR KULLANIN
Polarize camın en büyük özelliği parlamaları ve yansımaları emmesidir. Polarize güneş gözlükleri parlamaları camın ön kısmında tek noktada toplar ve geri yansıtarak göz içine girmesini engeller. Polarize cam katarakt ameliyatı geçirmiş veya lazer ameliyatla çizdirilmiş gözler için özellikle tavsiye edilir.
Ayrıca, güneş gözlüğü tüm gözü kaplayan ve yanlardan dönen şekilde değilse yukarıdan gelen ışınları önleyemez. Çalışmalar güneş ışınlarının genellikle gözlük kenarından geçerek göze ulaştığını göstermiştir. Bu noktaya da dikkat etmek gerekir.
Lazer ameliyatları sonrası ise suni göz yaşı damlaları ile göz yaşını destekliyoruz. Ayrıca, gözlerimizi rüzgar ve güneşten korumamız gerekiyor. Güneş gözlüğü bir aksesuar değil bir sağlık malzemesi olarak kullanılmalıdır.
Etiketler:
göz sağlığı,
hastalık,
katarakt,
lazer
30 Mayıs 2016 Pazartesi
Kadınların ömrünü 23, erkeklerin 28 yıl kısaltıyor
Prof. Dr. Oğuz Kılınç, sigara bağımlılığı ile ilgili önemli bilgiler verdi ve tehlikenin boyutlarını gözler önüne serdi.
Sigara bağımlılığı bir hastalık gibi değerlendirilmeli ve bırakmak için bilimsel olarak kanıtlanmış teknikler kullanılmalı. 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’nde önemli bilgiler veren Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç, sigaranın öldürücü riskinin yüzde 50 olduğunu söylüyor.
31 Mayıs, Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) üye ülkelerce 1987 yılından bu yana, Dünya Tütünsüz Günü olarak kabul ediliyor. Dünya genelinde tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle yılda yaklaşık 6 milyon kişi hayatını kaybediyor ve Türkiye’de tüm ölümlerin yüzde 23’ü tütüne bağlı hastalıklar sebebiyle oluyor. Tütün kullanımı bu şekilde devam ederse, 2030 yılında bu yüzden ölenlerin sayısının 8 milyonu aşması bekleniyor. Dünya Tütünsüz Günü dolayısıyla açıklama yapan Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç sigaranın, saç telinden ayak tırnağına kadar vücuttaki bütün hücrelere zarar verdiğini belirtti. Sigaranın 4 binden fazla kimyasal madde içerdiğini ve bunların yaklaşık 90’ının kanserojen olduğunu belirten Prof. Dr. Kılınç, “Günde sadece 1 sigara içilse bile, sigaranın ilk temas ettiği organlar olan akciğer ve kalpte ciddi riskler oluşuyor. Sigara ayrıca erkek ve kadın kısırlığında, kadınlarda görülen kadın üreme organı kanserleri ve meme kanserleri oluşma sıklığında da artış yaratıyor ve yaşlanmayı hızlandırıyor. Sigara içen kadınların ömrü 23 yıl, erkeklerin ömrü ise 28 yıl kısalıyor” dedi.
SİGARA BAĞIMLILIĞI TIBBEN BİR HASTALIK
Sigara bağımlılığının tıbben bir hastalık olarak tanımlandığını belirten Prof. Dr. Oğuz Kılınç, tedavi çeşitlerinin her geçen gün arttığını söyledi. Sigarayı bırakırken hekimlerden ve bu işin eğitimini almış sağlık çalışanlarından destek almanın çok önemli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kılınç, “Sağlık profesyonellerinin denetiminde kullanılan ilaçlar, davranışsal tedavilere eklendiğinde sigarayı bırakma şansını artırıyor. Bu ilaçlar Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış ve Sağlık Bakanlığı yönetmelikleriyle kullanımına izin verilen ilaçlar olmalı. Bunun dışında Sağlık Bakanlığı onayı olmadan, ilaç adı altında ya da sigara bırakma tedavisi adı altında sunulan tüm yöntemlerden kaçınmak gerekiyor. Çünkü bu yöntemlerin etkinlikleri konusunda güvenilir bilgi yok. Ayrıca bu tedaviler, sigara tiryakilerinin etkili tedavilere ulaşmalarına da engel olabiliyor. Bu nedenle, bırakma kararı alan kişinin mutlaka en etkili yöntemle tedaviye başlaması, bırakma sürecini kolaylaştırıyor” dedi.
“BİLİMSEL OLMAYAN YÖNTEMLERE BAŞVURMAYIN”
Sigarayı bırakmak isteyenlerin sadece yüzde 15’inin bilimselliği kanıtlanmış yöntemlere başvurduğunu kaydeden Prof. Dr. Oğuz Kılınç şunları söyledi:
“Bilimselliği kanıtlanmamış yöntemler etkili yöntemler olmadığı için, bunları deneyenler genelde sigarayı bırakamıyor. Bırakamayınca da bu durum bir umutsuzluk olarak etki gösteriyor. Kişi sigarayı asla bırakamayacağını düşünüyor. Hiç kimse verem olduğunda ot çayı içerek ve bir takım psikolojik telkin yöntemlerine başvurarak, ‘her yöntemi denedim ama verem hastalığım geçmiyor’ demez. Kanıtlanmış tedavilere başvurur. Ancak maalesef sigara basit bir alışkanlık, tiryakilik gibi düşünüldüğü için bilimsel yöntemlere başvurmaya gerek duyulmuyor. Sigarayı bırakmak için hekimlerden, Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumlar ve üniversiteler bünyesinde yer alan sigara bırakma polikliniklerinden destek alınması çok önemli. Diğer yöntemleri hiçbir şekilde önermiyoruz.”
TÜRKİYE’DE TÜTÜN KULLANIM YAŞI 12’YE KADAR DÜŞTÜ
Türkiye’de tütün kullanım yaşının 12’ye kadar düştüğünü vurgulayan Prof. Dr. Oğuz Kılınç şu bilgileri verdi:
“2012’de yapılmış Küresel Gençlik Tütün Araştırması’na göre 13-15 yaş grubunda sigara içme oranı
erkek cinsiyette yüzde 11.1’den yüzde 20.3’e, kadın cinsiyette 4.4 den 12.8′ e yükselmiştir. Bu yaş grubunda sigara içmeyenler arasında, ‘Önümüzdeki bir yıl içinde sigara içmeyi düşünüyor musunuz’ sorusuna ‘Evet’ yanıtı verenlerin oranı 2003 yılına göre 2012 yılında yüzde 96 artmış durumdadır. Türkiye’deki 15 milyon tiryakinin 2.2 milyonunun geçtiğimiz senelerde çeşitli desteklerle sigarayı bıraktığını söyleyebiliriz ama gençler arasında da önüne geçilemeyen bir artış söz konusudur. Bizim sağlıkçılar olarak gençlerde tütün kullanımını önleyecek uygulamaları gündeme almamız gerekiyor. Bunun dışında sigara paketlerinin reklam etkisinin ve çekiciliğinin önlenmesi ve sigaralardaki katkı maddelerinin kesin olarak yasaklanması gerekiyor. Piyasadaki ürün çeşitliliğinin azaltılması gerekiyor çünkü ürün çeşitliliği yüzde 10 arttığında, tüketimin yüzde 4 arttığını biliyoruz. Sağlığın sosyal belirleyicileri arasında bulunan sosyoekonomik durumun düşük olması gelir dağılımındaki eşitsizlikte tütüne başlamayı kolaylaştıran önemli bir faktördür. Bu nedenle insanların ortalama gelirlerinin artması, gelir dağılımının dengesizliğinin giderilmesi de bu tür bağımlılıklarının oluşmasında çok önemli koruyucu bir önlem.”
ÖLÜMCÜL BİR HASTALIĞA NEDEN OLMA RİSKİ YÜZDE 50
Genç içicilerin sigaradan zarar görme ihtimalinin daha düşük olmadığının altını çizen Prof. Dr. Oğuz Kılınç, “Sigaradan çekilen her nefeste sıkıntılı, öldürücü ya da sakat bırakıcı bir hastalığın başlama riski yüzde 50’dir. Dolayısıyla sigara ne kadar erken terk edilirse, kalıcı hasar yapma ihtimali o kadar azalır. Çünkü kanser riski kolay azalan bir şey değil. Bir yıl düzenli sigara içmiş bir insan bıraktıktan ancak 15 yıl sonra kanser riski açısından, içmemişlerle benzer hale geliyor. Sigara içilen süre uzadıkça da, bıraktıktan sonraki risklerin azalma süresi de uzuyor” dedi.
“DUMANSIZ HAVA SAHASINI İHLAL EDENLERİ UYARMIYORUZ”
Dumansız hava sahası uygulamalarına halkın yüzde 90 oranında destek olduğunu belirten Prof. Dr. Oğuz Kılınç, şöyle devam etti:
“Bir araştırmaya göre sigara içenler dahil olmak üzere halkımızın yüzde 90’ından fazlası, temiz hava soluma hakkının gözetilmesi gerektiğini düşünüyor, ancak ihlal oranı da yüksek. Örneğin İzmir ölçeğinde yüzde 32 düzeyinde ihlal var. İhlali yapanların çoğu 40 yaş altı erkekler. İhlallerin uyarılma oranı ise yalnızca yüzde 25. Yani halen bu konuda uyarı yapmaya çekiniyoruz. Sigara içenlerin yüzde 96’sı, diğer insanların temiz hava soluma hakkı olduğuna inandıklarını söylese de, sonuçlar pek öyle değil. Ayrıca işletmelerde bir kapalı ve açık alan karmaşası yaşanıyor. Mekanlardaki muşamba örtülü veya camla çevrilmiş açık alanlarda ihlal en fazla saptanıyor. Mutlaka hedefe yönelik etkili denetimlerin sürdürülmesi ve farklı yöntemlerle desteklenmesi gerekiyor.” DHA
Sigara bağımlılığı bir hastalık gibi değerlendirilmeli ve bırakmak için bilimsel olarak kanıtlanmış teknikler kullanılmalı. 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’nde önemli bilgiler veren Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç, sigaranın öldürücü riskinin yüzde 50 olduğunu söylüyor.
31 Mayıs, Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) üye ülkelerce 1987 yılından bu yana, Dünya Tütünsüz Günü olarak kabul ediliyor. Dünya genelinde tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle yılda yaklaşık 6 milyon kişi hayatını kaybediyor ve Türkiye’de tüm ölümlerin yüzde 23’ü tütüne bağlı hastalıklar sebebiyle oluyor. Tütün kullanımı bu şekilde devam ederse, 2030 yılında bu yüzden ölenlerin sayısının 8 milyonu aşması bekleniyor. Dünya Tütünsüz Günü dolayısıyla açıklama yapan Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kılınç sigaranın, saç telinden ayak tırnağına kadar vücuttaki bütün hücrelere zarar verdiğini belirtti. Sigaranın 4 binden fazla kimyasal madde içerdiğini ve bunların yaklaşık 90’ının kanserojen olduğunu belirten Prof. Dr. Kılınç, “Günde sadece 1 sigara içilse bile, sigaranın ilk temas ettiği organlar olan akciğer ve kalpte ciddi riskler oluşuyor. Sigara ayrıca erkek ve kadın kısırlığında, kadınlarda görülen kadın üreme organı kanserleri ve meme kanserleri oluşma sıklığında da artış yaratıyor ve yaşlanmayı hızlandırıyor. Sigara içen kadınların ömrü 23 yıl, erkeklerin ömrü ise 28 yıl kısalıyor” dedi.
SİGARA BAĞIMLILIĞI TIBBEN BİR HASTALIK
Sigara bağımlılığının tıbben bir hastalık olarak tanımlandığını belirten Prof. Dr. Oğuz Kılınç, tedavi çeşitlerinin her geçen gün arttığını söyledi. Sigarayı bırakırken hekimlerden ve bu işin eğitimini almış sağlık çalışanlarından destek almanın çok önemli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kılınç, “Sağlık profesyonellerinin denetiminde kullanılan ilaçlar, davranışsal tedavilere eklendiğinde sigarayı bırakma şansını artırıyor. Bu ilaçlar Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış ve Sağlık Bakanlığı yönetmelikleriyle kullanımına izin verilen ilaçlar olmalı. Bunun dışında Sağlık Bakanlığı onayı olmadan, ilaç adı altında ya da sigara bırakma tedavisi adı altında sunulan tüm yöntemlerden kaçınmak gerekiyor. Çünkü bu yöntemlerin etkinlikleri konusunda güvenilir bilgi yok. Ayrıca bu tedaviler, sigara tiryakilerinin etkili tedavilere ulaşmalarına da engel olabiliyor. Bu nedenle, bırakma kararı alan kişinin mutlaka en etkili yöntemle tedaviye başlaması, bırakma sürecini kolaylaştırıyor” dedi.
“BİLİMSEL OLMAYAN YÖNTEMLERE BAŞVURMAYIN”
Sigarayı bırakmak isteyenlerin sadece yüzde 15’inin bilimselliği kanıtlanmış yöntemlere başvurduğunu kaydeden Prof. Dr. Oğuz Kılınç şunları söyledi:
“Bilimselliği kanıtlanmamış yöntemler etkili yöntemler olmadığı için, bunları deneyenler genelde sigarayı bırakamıyor. Bırakamayınca da bu durum bir umutsuzluk olarak etki gösteriyor. Kişi sigarayı asla bırakamayacağını düşünüyor. Hiç kimse verem olduğunda ot çayı içerek ve bir takım psikolojik telkin yöntemlerine başvurarak, ‘her yöntemi denedim ama verem hastalığım geçmiyor’ demez. Kanıtlanmış tedavilere başvurur. Ancak maalesef sigara basit bir alışkanlık, tiryakilik gibi düşünüldüğü için bilimsel yöntemlere başvurmaya gerek duyulmuyor. Sigarayı bırakmak için hekimlerden, Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumlar ve üniversiteler bünyesinde yer alan sigara bırakma polikliniklerinden destek alınması çok önemli. Diğer yöntemleri hiçbir şekilde önermiyoruz.”
TÜRKİYE’DE TÜTÜN KULLANIM YAŞI 12’YE KADAR DÜŞTÜ
Türkiye’de tütün kullanım yaşının 12’ye kadar düştüğünü vurgulayan Prof. Dr. Oğuz Kılınç şu bilgileri verdi:
“2012’de yapılmış Küresel Gençlik Tütün Araştırması’na göre 13-15 yaş grubunda sigara içme oranı
erkek cinsiyette yüzde 11.1’den yüzde 20.3’e, kadın cinsiyette 4.4 den 12.8′ e yükselmiştir. Bu yaş grubunda sigara içmeyenler arasında, ‘Önümüzdeki bir yıl içinde sigara içmeyi düşünüyor musunuz’ sorusuna ‘Evet’ yanıtı verenlerin oranı 2003 yılına göre 2012 yılında yüzde 96 artmış durumdadır. Türkiye’deki 15 milyon tiryakinin 2.2 milyonunun geçtiğimiz senelerde çeşitli desteklerle sigarayı bıraktığını söyleyebiliriz ama gençler arasında da önüne geçilemeyen bir artış söz konusudur. Bizim sağlıkçılar olarak gençlerde tütün kullanımını önleyecek uygulamaları gündeme almamız gerekiyor. Bunun dışında sigara paketlerinin reklam etkisinin ve çekiciliğinin önlenmesi ve sigaralardaki katkı maddelerinin kesin olarak yasaklanması gerekiyor. Piyasadaki ürün çeşitliliğinin azaltılması gerekiyor çünkü ürün çeşitliliği yüzde 10 arttığında, tüketimin yüzde 4 arttığını biliyoruz. Sağlığın sosyal belirleyicileri arasında bulunan sosyoekonomik durumun düşük olması gelir dağılımındaki eşitsizlikte tütüne başlamayı kolaylaştıran önemli bir faktördür. Bu nedenle insanların ortalama gelirlerinin artması, gelir dağılımının dengesizliğinin giderilmesi de bu tür bağımlılıklarının oluşmasında çok önemli koruyucu bir önlem.”
ÖLÜMCÜL BİR HASTALIĞA NEDEN OLMA RİSKİ YÜZDE 50
Genç içicilerin sigaradan zarar görme ihtimalinin daha düşük olmadığının altını çizen Prof. Dr. Oğuz Kılınç, “Sigaradan çekilen her nefeste sıkıntılı, öldürücü ya da sakat bırakıcı bir hastalığın başlama riski yüzde 50’dir. Dolayısıyla sigara ne kadar erken terk edilirse, kalıcı hasar yapma ihtimali o kadar azalır. Çünkü kanser riski kolay azalan bir şey değil. Bir yıl düzenli sigara içmiş bir insan bıraktıktan ancak 15 yıl sonra kanser riski açısından, içmemişlerle benzer hale geliyor. Sigara içilen süre uzadıkça da, bıraktıktan sonraki risklerin azalma süresi de uzuyor” dedi.
“DUMANSIZ HAVA SAHASINI İHLAL EDENLERİ UYARMIYORUZ”
Dumansız hava sahası uygulamalarına halkın yüzde 90 oranında destek olduğunu belirten Prof. Dr. Oğuz Kılınç, şöyle devam etti:
“Bir araştırmaya göre sigara içenler dahil olmak üzere halkımızın yüzde 90’ından fazlası, temiz hava soluma hakkının gözetilmesi gerektiğini düşünüyor, ancak ihlal oranı da yüksek. Örneğin İzmir ölçeğinde yüzde 32 düzeyinde ihlal var. İhlali yapanların çoğu 40 yaş altı erkekler. İhlallerin uyarılma oranı ise yalnızca yüzde 25. Yani halen bu konuda uyarı yapmaya çekiniyoruz. Sigara içenlerin yüzde 96’sı, diğer insanların temiz hava soluma hakkı olduğuna inandıklarını söylese de, sonuçlar pek öyle değil. Ayrıca işletmelerde bir kapalı ve açık alan karmaşası yaşanıyor. Mekanlardaki muşamba örtülü veya camla çevrilmiş açık alanlarda ihlal en fazla saptanıyor. Mutlaka hedefe yönelik etkili denetimlerin sürdürülmesi ve farklı yöntemlerle desteklenmesi gerekiyor.” DHA
28 Mayıs 2016 Cumartesi
Aşk kalbe iyi geliyor
Uzman Doktor Meltem Kayatürk Tekin, kalp sağlığını koruyacak öneriler sıralarken aşkın kalbi koruduğunu belirtti.
‘Kalp Sağlığı ve Doğru Beslenme’ seminerinde konuşan Uzman Doktor Meltem Kayatürk Tekin, kalp damar hastalıklarının Türkiye’deki ölüm nedenlerinde birinci sırada olduğunu belirtti. Kalp sağlığını koruyan öneriler veren Tekin, kalbiniz için aşık olun diyor.
KALBİ KORUYAN 3 ADIM
Kalbi korumak için sağlılık beslenme önerilerinde bulunan Dr. Tekin, duygusal bir tüyo da verdi:
– Sigarayı bırakın, tuz kullanımını kısıtlayın, kolesterolünüzü kontrol altında tutun, spor yapın. Stres, öfke ve depresyon kalp sağlığınızı olumsuz yönde etkiler.
– Kolesterolü artırıcı doymuş yağlardan uzak durun. Her şeyi dozunda tüketin. Posa tüketimini arttırın. Ekmek seçiminizi beyaz ekmekten yana kullanmayın. Fazla şeker, kahve ve siyah çay tüketiminden kaçının.
– Aşık olmak ise tam tersine keyif ve mutluluk hormonu endorfini salgılayarak kalbinize iyi gelir.
‘Kalp Sağlığı ve Doğru Beslenme’ seminerinde konuşan Uzman Doktor Meltem Kayatürk Tekin, kalp damar hastalıklarının Türkiye’deki ölüm nedenlerinde birinci sırada olduğunu belirtti. Kalp sağlığını koruyan öneriler veren Tekin, kalbiniz için aşık olun diyor.
KALBİ KORUYAN 3 ADIM
Kalbi korumak için sağlılık beslenme önerilerinde bulunan Dr. Tekin, duygusal bir tüyo da verdi:
– Sigarayı bırakın, tuz kullanımını kısıtlayın, kolesterolünüzü kontrol altında tutun, spor yapın. Stres, öfke ve depresyon kalp sağlığınızı olumsuz yönde etkiler.
– Kolesterolü artırıcı doymuş yağlardan uzak durun. Her şeyi dozunda tüketin. Posa tüketimini arttırın. Ekmek seçiminizi beyaz ekmekten yana kullanmayın. Fazla şeker, kahve ve siyah çay tüketiminden kaçının.
– Aşık olmak ise tam tersine keyif ve mutluluk hormonu endorfini salgılayarak kalbinize iyi gelir.
Suriyeli baba oğlu için çare ariyor
3 yaşındaki Hamza Hamdun'un yüzü tamamen, el ve ayakları ise kısmen yandı.
Hamza Hamdun, Suriye’nin İdlib kentine düzenlenen hava saldırında yaralandı ve yüzü tamamen, el ve ayakları ise kısmen yandı. Oğlunun ameliyat olması gerektiğini söyleyen baba, tedavi için çare arıyor.
Rejime ait uçağın hava saldırısında çıkan yangınında yüzü, el ve ayakları yanan 3 yaşındaki Hamza Hamdun İdlip’teki tedavi ardından ilaç ve yeterli tedavi imkanı olmadığı için ambulansla Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye getirildi. Küçük çocuk, Hatay’ın Reyhanlı Devlet Hastanesi’nde tedavi yapılıp taburcu edildi. Baba Mudar Hamdun, oğlunun tamamen iyileşmesi için bir dizi ameliyat geçirmesi gerektiğini ancak, Türkiye’de Suriyeliler’in tedavi hizmetlerinden faydalanması için gerekli yabancı tanıtım kartları olmadığını söyledi. 1.5 ay önce Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne yabancı tanıtım kartı için başvurduklarını ve bundan dolayı kendilerine verilen ön kayıt belgesinin hastanelerde geçerli olmadığını belirten Mudar Hamdun, “Oysa oğlumun yüzü, kulağı ve gözünden ameliyat ve tedavi olması gerekiyor. Bu konuda yardım bekliyoruz” dedi. Suriyeliler hastanelerin acil servisinden faydalanabiliyor ancak muayene, tedavi ve ameliyat hizmetlerin faydalanması için güvenlik güçlerin yapılacak soruşturmanın sonunda AFAD tarafından verilen yabancı tanıtım kartı gerekiyor. DHA
Hamza Hamdun, Suriye’nin İdlib kentine düzenlenen hava saldırında yaralandı ve yüzü tamamen, el ve ayakları ise kısmen yandı. Oğlunun ameliyat olması gerektiğini söyleyen baba, tedavi için çare arıyor.
Rejime ait uçağın hava saldırısında çıkan yangınında yüzü, el ve ayakları yanan 3 yaşındaki Hamza Hamdun İdlip’teki tedavi ardından ilaç ve yeterli tedavi imkanı olmadığı için ambulansla Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye getirildi. Küçük çocuk, Hatay’ın Reyhanlı Devlet Hastanesi’nde tedavi yapılıp taburcu edildi. Baba Mudar Hamdun, oğlunun tamamen iyileşmesi için bir dizi ameliyat geçirmesi gerektiğini ancak, Türkiye’de Suriyeliler’in tedavi hizmetlerinden faydalanması için gerekli yabancı tanıtım kartları olmadığını söyledi. 1.5 ay önce Reyhanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne yabancı tanıtım kartı için başvurduklarını ve bundan dolayı kendilerine verilen ön kayıt belgesinin hastanelerde geçerli olmadığını belirten Mudar Hamdun, “Oysa oğlumun yüzü, kulağı ve gözünden ameliyat ve tedavi olması gerekiyor. Bu konuda yardım bekliyoruz” dedi. Suriyeliler hastanelerin acil servisinden faydalanabiliyor ancak muayene, tedavi ve ameliyat hizmetlerin faydalanması için güvenlik güçlerin yapılacak soruşturmanın sonunda AFAD tarafından verilen yabancı tanıtım kartı gerekiyor. DHA
Etiketler:
cilt hastalığı,
çocuk,
hastalık,
yanık
Meme kanseri riskiniz varsa dikkat!
Özellikle anne veya teyzesinde meme kanseri olan kadınlar, kontrollere erken yaşta başlamalı. Rutin tetkikler dışında BRCA1 ve BRCA2 denilen gen mutasyon testleri yaptırmalı…
Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanseri her yıl dünyada milyonlarca kişinin hayatını kaybetmesine neden oluyor. Ülkemizde her 10 kadından 1'inin hayatının bir döneminde meme kanseri ile karşı karşıya kalması tablonun ciddiyetini gözler önüne seriyor. İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Osman Erk, başta meme kanseri olmak üzere kadınlar için hayati önem taşıyan tarama testlerine dikkat çekti…
Kadınlarda meme muayenesi nasıl olmalıdır?
Her kadın ayda bir kez kendi kendini elle muayene etmelidir. Bu uygulama için en uygun zaman adetten sonraki 5 ila 8'inci günlerdir. Bu muayene dışında 18-39 yaş arası kadınların 3 yılda bir kez doktor tarafından meme muayenesi önerilmektedir. 40 yaşından sonra da her yıl mamografi ve gerekirse meme ultrasonografisi önerilen tetkiklerdir. Mamografi meme kanserini erken teşhis etmek için düşük dozda radyasyon verilerek çekilen meme röntgen filmidir.
Birinci derecedeki yakınları meme kanseri olanların özel bir test yaptırması gerekir mi?
Anne ve teyzesinde meme kanseri olan kadınların kontrollerine önem göstermesi ve erken yaşlarda başlaması önemli… Rutin tetkikler dışında bu kişilerin BRCA1 ve BRCA2 denilen gen mutasyon testlerini yaptırmaları gerekir.
Smear testi nedir?
Smear testi rahim ağzı enfeksiyonları, kanseri ve kanser öncesi durumları tespit amacıyla uygulanan özel bir tarama testidir. Bu test gerekirse HPV (Human Papilloma Virus) DNA-PCR testi ile tamamlanmaktadır.
HPV nasıl bir hastalıktır ve aşısı var mıdır?
HPV, ABD'de her yıl 6-7 milyon insana bulaşır. Hem kadın hem de erkekte hastalık yapan bu virüsü erkekler bulaştırır. Cinsel yolla bulaşan en yaygın hastalıktır. Kadınlarda rahim ağzı kanserinin ve siğillerin çoğundan sorumlu bir virüstür. Enfekte olan kişilerin çoğunda herhangi bir belirti ve bulgu ortaya çıkmaz ve enfeksiyon iki yıl içinde temizlenir. Ancak enfeksiyonun gizli olarak devam ettiği yüzde 10-20 kişide, 20 yıldan sonra rahim ağzı kanseri ortaya çıkabilir. HPV virüsünün yüzden fazla serotipi vardır. 16 ve 18 tipi en sık hastalık yapan virüslerdir. Aşının mevcut kanserojen lezyonlara veya genital siğillere etkisi yoktur. Aşı bütün HPV virüslerine karşı koruma sağlamamaktadır ve ne kadar süreyle koruyucu etkisi olduğu tam olarak bilinmemektedir. 11-26 yaş arasında uygulanması önerilmektedir. En erken uygulama yaşı 9'dur.
Hamileliğe hazırlanan kadınlarda hangi testler yapılmalıdır?
Kan şekeri tayini, tiroit testleri, demir düzeyi, B12, folik asit düzeyleri ve kızakmıkçık hastalığı geçirip geçirmediğine yönelik tetkiklerin yapılması gerekir.
Tiroit hastalıklarına karşı hangi tetkikler gerekir?
Tiroit hastalıkları kadınlarda erkeklerden 10 kat daha fazla görülmektedir. Yaşla birlikte kadınlarda tiroit hastalıkları sıklığı artmaktadır. TSH testi yapılması gereken en önemli testtir. Gerekirse tiroit hormonlarının saptanması, tiroit ultrasonu yapılması gereken diğer testlerdir.
Kadınlarda meme muayenesi nasıl olmalıdır?
Her kadın ayda bir kez kendi kendini elle muayene etmelidir. Bu uygulama için en uygun zaman adetten sonraki 5 ila 8'inci günlerdir. Bu muayene dışında 18-39 yaş arası kadınların 3 yılda bir kez doktor tarafından meme muayenesi önerilmektedir. 40 yaşından sonra da her yıl mamografi ve gerekirse meme ultrasonografisi önerilen tetkiklerdir. Mamografi meme kanserini erken teşhis etmek için düşük dozda radyasyon verilerek çekilen meme röntgen filmidir.
Birinci derecedeki yakınları meme kanseri olanların özel bir test yaptırması gerekir mi?
Anne ve teyzesinde meme kanseri olan kadınların kontrollerine önem göstermesi ve erken yaşlarda başlaması önemli… Rutin tetkikler dışında bu kişilerin BRCA1 ve BRCA2 denilen gen mutasyon testlerini yaptırmaları gerekir.
Smear testi nedir?
Smear testi rahim ağzı enfeksiyonları, kanseri ve kanser öncesi durumları tespit amacıyla uygulanan özel bir tarama testidir. Bu test gerekirse HPV (Human Papilloma Virus) DNA-PCR testi ile tamamlanmaktadır.
HPV nasıl bir hastalıktır ve aşısı var mıdır?
HPV, ABD'de her yıl 6-7 milyon insana bulaşır. Hem kadın hem de erkekte hastalık yapan bu virüsü erkekler bulaştırır. Cinsel yolla bulaşan en yaygın hastalıktır. Kadınlarda rahim ağzı kanserinin ve siğillerin çoğundan sorumlu bir virüstür. Enfekte olan kişilerin çoğunda herhangi bir belirti ve bulgu ortaya çıkmaz ve enfeksiyon iki yıl içinde temizlenir. Ancak enfeksiyonun gizli olarak devam ettiği yüzde 10-20 kişide, 20 yıldan sonra rahim ağzı kanseri ortaya çıkabilir. HPV virüsünün yüzden fazla serotipi vardır. 16 ve 18 tipi en sık hastalık yapan virüslerdir. Aşının mevcut kanserojen lezyonlara veya genital siğillere etkisi yoktur. Aşı bütün HPV virüslerine karşı koruma sağlamamaktadır ve ne kadar süreyle koruyucu etkisi olduğu tam olarak bilinmemektedir. 11-26 yaş arasında uygulanması önerilmektedir. En erken uygulama yaşı 9'dur.
Hamileliğe hazırlanan kadınlarda hangi testler yapılmalıdır?
Kan şekeri tayini, tiroit testleri, demir düzeyi, B12, folik asit düzeyleri ve kızakmıkçık hastalığı geçirip geçirmediğine yönelik tetkiklerin yapılması gerekir.
Tiroit hastalıklarına karşı hangi tetkikler gerekir?
Tiroit hastalıkları kadınlarda erkeklerden 10 kat daha fazla görülmektedir. Yaşla birlikte kadınlarda tiroit hastalıkları sıklığı artmaktadır. TSH testi yapılması gereken en önemli testtir. Gerekirse tiroit hormonlarının saptanması, tiroit ultrasonu yapılması gereken diğer testlerdir.
‘Peru’da 272 bin kadın kısırlaştırıldı’
Alberto Fujimori'nin devlet başkanlığı döneminde Peru'da üç yüz bine yakın kadının kısırlaştırıldığı ortaya çıktı. Bağımsız bir kurulun araştırma raporuna göre, Peru'da 1996–2001 yılları arasında 272 bin 28 kadın ve 22 bin 4 erkek kısırlaştırıldı.
Deutsche Welle’nin haberine göre dönemin yönetimi kısırlaştırma operasyonunu “Sağlık ve Aile Planlaması” başlığı altında yürüttü. Merkezi başkent Lima’da bulunan kadın hakları örgütü Demus’un sözcüsü Jessenia Casani, mağdurların ülkenin ücra ve yoksul bölgelerinden kadınlar olduğunu söyledi. Casani, birçoğunun yerli İndio kökenli olduğunu, İspanyolca konuşamadığını belirtti.
OPERASYONLAR SONRASI HAYATINI KAYBEDEN KADINLAR OLDU
Demus’un görgü tanıklarına dayandırdığı verilere göre, kadınların birçoğuna kısırlaştırılmaları için ya baskı yapıldı ya da herhangi bir bahaneyle sağlık merkezlerine gitmeleri sağlandı. 2002 yılına ait bir araştırma raporuna göre en az 18 kadın operasyonun sonuçlarından ötürü hayatını kaybetti. Sözcü
Deutsche Welle’nin haberine göre dönemin yönetimi kısırlaştırma operasyonunu “Sağlık ve Aile Planlaması” başlığı altında yürüttü. Merkezi başkent Lima’da bulunan kadın hakları örgütü Demus’un sözcüsü Jessenia Casani, mağdurların ülkenin ücra ve yoksul bölgelerinden kadınlar olduğunu söyledi. Casani, birçoğunun yerli İndio kökenli olduğunu, İspanyolca konuşamadığını belirtti.
OPERASYONLAR SONRASI HAYATINI KAYBEDEN KADINLAR OLDU
Demus’un görgü tanıklarına dayandırdığı verilere göre, kadınların birçoğuna kısırlaştırılmaları için ya baskı yapıldı ya da herhangi bir bahaneyle sağlık merkezlerine gitmeleri sağlandı. 2002 yılına ait bir araştırma raporuna göre en az 18 kadın operasyonun sonuçlarından ötürü hayatını kaybetti. Sözcü
Yaşa bağlı kısırlığa karşı önleminizi alın
Op. Dr. Deniz Gökalp Kaya, kısırılığın nedenlerini ve karşı önlemlerini anlattı.
Kısırlık yani infertilite, birçok toplumda önemli bir sorun olarak görülürken, dünyada çiftlerin yaklaşık %15’i infertilite nedeniyle yardımla üreme tekniklerine başvurmak zorunda kalmaktadır. Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Deniz Gökalp Kaya konu ile ilgili bilgiler verdi alınması gereken önlemleri anlattı.
BİLİNÇLİ OLUN
İnfertiliteye neden olabilecek bir çok faktör vardır. Bu faktörlerden biri de kadınların yaşıdır.Kadınlar annelerinin karnındayken kazandıkları belli bir yumurta sayısı ile doğarlar. Doğum sonrası bu yumurta sayısı artırılamaz ve menopoza kadar geçen süre içerisinde yumurtalıklarında belirli sayıda bulunan yumurtaları kaybederek en sonunda yumurtanın geliştirilemediği doğal bir süreç olan menopoz durumuna erişirler. Bu süregelişte çocuk sahibi olabilmenin bilincinde olmak gerekir.
Kadınlar erişkin dönemde her menstrüel periyotta eşi ile düzenli ilişkisi sonrası fekundite oranı olarak adlandırılan belirli bir gebe kalma oranı taşırlar ki bu oran her menstrüel periyotta yaşa bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte yaklaşık %10-20 dir. Fekundite oranı 32 yaşından sonra giderek düşerken; 37 yaşından sonra bu düşüş hızı oldukça artmaktadır. Ayrıca yaş ilerlemesi ile birlikte gebelik kayıplarında da ciddi bir artış söz konusudur. 35 yaş üstü kadınlar eğer 6 ay içinde tedavisiz gebe kalamıyorsa teşhis ve gerekli tedavi yapılmalıdır ve eğer 40 yaş üstü bir çift gebe kalamıyorsa bu değerlendirme çok hızlı bir şekilde yapılmalıdır.
YAŞ FAKTÖRÜ ÖNEMLİ!
Yaşın artışı ile birlikte gebe kalmanın zorlaşması ispatlanmıştır. İster aşılama isterse tüp bebek yönteminde olsun yaş çok önemli bir faktördür. 35 yaşından genç kadınlarda tüp bebek başarısı ortalama %41,5, 35-37 yaş arasında %31,9, 38-40 yaş arasında %22,1, 41-42 yaş arasında %12,4 ve 43-44 yaş arasında ise %5'den azdır.
Ayrıca yaşla birlikte miyom, tüplere bağlı hastalıklar, endometriozis gibi gebe kalmayı etkileyecek problemlerde ortaya çıkmaktadır.
Bu bilgiler ışığında kadınların yaş ile gebelik hızının azaldığını bilmeleri, gerektiğinde uygun koşullarda yumurta veya embriyo dondurma gibi doğurganlığı ileri yaşlara taşıyabilecek yöntemleri bilmeleri ve bu konuda hekimlerinden danışmanlık almaları gerektiğini önemle vurguluyoruz.
Kısırlık yani infertilite, birçok toplumda önemli bir sorun olarak görülürken, dünyada çiftlerin yaklaşık %15’i infertilite nedeniyle yardımla üreme tekniklerine başvurmak zorunda kalmaktadır. Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Deniz Gökalp Kaya konu ile ilgili bilgiler verdi alınması gereken önlemleri anlattı.
BİLİNÇLİ OLUN
İnfertiliteye neden olabilecek bir çok faktör vardır. Bu faktörlerden biri de kadınların yaşıdır.Kadınlar annelerinin karnındayken kazandıkları belli bir yumurta sayısı ile doğarlar. Doğum sonrası bu yumurta sayısı artırılamaz ve menopoza kadar geçen süre içerisinde yumurtalıklarında belirli sayıda bulunan yumurtaları kaybederek en sonunda yumurtanın geliştirilemediği doğal bir süreç olan menopoz durumuna erişirler. Bu süregelişte çocuk sahibi olabilmenin bilincinde olmak gerekir.
Kadınlar erişkin dönemde her menstrüel periyotta eşi ile düzenli ilişkisi sonrası fekundite oranı olarak adlandırılan belirli bir gebe kalma oranı taşırlar ki bu oran her menstrüel periyotta yaşa bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte yaklaşık %10-20 dir. Fekundite oranı 32 yaşından sonra giderek düşerken; 37 yaşından sonra bu düşüş hızı oldukça artmaktadır. Ayrıca yaş ilerlemesi ile birlikte gebelik kayıplarında da ciddi bir artış söz konusudur. 35 yaş üstü kadınlar eğer 6 ay içinde tedavisiz gebe kalamıyorsa teşhis ve gerekli tedavi yapılmalıdır ve eğer 40 yaş üstü bir çift gebe kalamıyorsa bu değerlendirme çok hızlı bir şekilde yapılmalıdır.
YAŞ FAKTÖRÜ ÖNEMLİ!
Yaşın artışı ile birlikte gebe kalmanın zorlaşması ispatlanmıştır. İster aşılama isterse tüp bebek yönteminde olsun yaş çok önemli bir faktördür. 35 yaşından genç kadınlarda tüp bebek başarısı ortalama %41,5, 35-37 yaş arasında %31,9, 38-40 yaş arasında %22,1, 41-42 yaş arasında %12,4 ve 43-44 yaş arasında ise %5'den azdır.
Ayrıca yaşla birlikte miyom, tüplere bağlı hastalıklar, endometriozis gibi gebe kalmayı etkileyecek problemlerde ortaya çıkmaktadır.
Bu bilgiler ışığında kadınların yaş ile gebelik hızının azaldığını bilmeleri, gerektiğinde uygun koşullarda yumurta veya embriyo dondurma gibi doğurganlığı ileri yaşlara taşıyabilecek yöntemleri bilmeleri ve bu konuda hekimlerinden danışmanlık almaları gerektiğini önemle vurguluyoruz.
Menopoz gözyaşını azaltıyor!
Doç. Dr. Barış Yeniad, menopoz döneminde göz kuruluğu şikayetinin arttığını belirtti.
Menopoz döneminde hormonlardaki değişim gözyaşı üretimini olumsuz etkiliyor. Milyonlarca insanı etkileyen göz kuruluğu sorunu özellikle 40 yaşın üzerindeki kadınlarda daha sık görülüyor.
GÖRME KAYBINA YOL AÇABİLİR
Göz kuruluğu, gözyaşının yeterli üretilememesi, üretilen gözyaşının kaliteli olmaması veya çok çabuk buharlaşması nedeniyle oluşur. Göz kuruluğunun oluşumunda inflamasyon (iltihabi) süreçlerin de rol oynadığı bilinmektedir. Tedavi edilmediğinde göz yüzeyinde kurumaya bağlı olarak ülser, ağrı ve çok ciddi durumlarda kornea olarak adlandırılan saydam tabakanın delinmesiyle görme kaybına yol açabilir. Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Barış Yeniad, göz kuruluğuyla ilgili şunları söyledi…
BELİRTİLERİ NELER?
Göz kuruluğu kişilerin günlük aktivitelerini olumsuz etkiler. Kitap okurken, bilgisayarda çalışırken, araba kullanırken ve klimalı ortamlarda gözde yanma, batma, kızarıklık ve refleks sulanmalara sebep olur. Tam tersi gibi düşünülse de göz kuruluğunda da gözlerde yaşarma olur. Bu durum kuruyan gözün kendini korumak amacıyla refleks olarak gözyaşı üretimi nedeniyle oluşur. Göz kuruluğu tüm yaş ve cinsiyetlerde görülmesine rağmen en sık 40 yaş üzerindeki kadınlarda görülmektedir. Bunun nedeni hormonlardaki değişime bağlı olarak gözyaşı üretiminin azalmasıdır. Daha ileri yaşlarda menopozun oluşmasıyla birlikte şikayetler daha fazla rahatsız edici olmaktadır.
TEDAVİSİ NASILDIR?
Kuru gözün tanısı klinik muayeneyle konulmaktadır. Tanıda biomikroskopik muayene sırasında kullanılan renkli boyalar son derece değerlidir. Gözyaşı miktarını ölçen kağıt çubuklar ( Schirmer) takiplerde kullanılmaktadır. Göz kuruluğunun teşhisinde herhangi bir görüntüleme yöntemi yarar sağlamaz. Klinik tanı en önemli yöntemdir. Göz kuruluğunun tedavisi ilaçlarla yapılır. Deneysel olarak oluşturulan cerrahi yöntemler şu ana kadar etkili olmamıştır. Tedavide en sık kullanılan ilaçlar yapay gözyaşı damlaları ve merhemleridir. Sayısız çeşidi olan bu tür ilaçlar temel olarak eksik gözyaşının yerine konması prensibine dayanır. Küçük tüpler veya tek damlalık şeklinde olan bu ilaçlar hafif ve orta düzeydeki göz kuruluğunda yeterli olmaktadır. Daha ileri klinik durumlarda iltihabı önlemek için kortizonlu ve bağışıklığı baskılayıcı damlalar da kullanılır. Bu damlaların yan etkileri olduğundan kullanılma miktarı ve süresi son derece önemlidir. Tüm ilaçlara rağmen yeterli düzelme görülmeyen hastalarda ise gözyaşı kanalını geçici olarak kapatan tıkaçlar yararlı olabilir.
Menopoz döneminde hormonlardaki değişim gözyaşı üretimini olumsuz etkiliyor. Milyonlarca insanı etkileyen göz kuruluğu sorunu özellikle 40 yaşın üzerindeki kadınlarda daha sık görülüyor.
GÖRME KAYBINA YOL AÇABİLİR
Göz kuruluğu, gözyaşının yeterli üretilememesi, üretilen gözyaşının kaliteli olmaması veya çok çabuk buharlaşması nedeniyle oluşur. Göz kuruluğunun oluşumunda inflamasyon (iltihabi) süreçlerin de rol oynadığı bilinmektedir. Tedavi edilmediğinde göz yüzeyinde kurumaya bağlı olarak ülser, ağrı ve çok ciddi durumlarda kornea olarak adlandırılan saydam tabakanın delinmesiyle görme kaybına yol açabilir. Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Barış Yeniad, göz kuruluğuyla ilgili şunları söyledi…
BELİRTİLERİ NELER?
Göz kuruluğu kişilerin günlük aktivitelerini olumsuz etkiler. Kitap okurken, bilgisayarda çalışırken, araba kullanırken ve klimalı ortamlarda gözde yanma, batma, kızarıklık ve refleks sulanmalara sebep olur. Tam tersi gibi düşünülse de göz kuruluğunda da gözlerde yaşarma olur. Bu durum kuruyan gözün kendini korumak amacıyla refleks olarak gözyaşı üretimi nedeniyle oluşur. Göz kuruluğu tüm yaş ve cinsiyetlerde görülmesine rağmen en sık 40 yaş üzerindeki kadınlarda görülmektedir. Bunun nedeni hormonlardaki değişime bağlı olarak gözyaşı üretiminin azalmasıdır. Daha ileri yaşlarda menopozun oluşmasıyla birlikte şikayetler daha fazla rahatsız edici olmaktadır.
TEDAVİSİ NASILDIR?
Kuru gözün tanısı klinik muayeneyle konulmaktadır. Tanıda biomikroskopik muayene sırasında kullanılan renkli boyalar son derece değerlidir. Gözyaşı miktarını ölçen kağıt çubuklar ( Schirmer) takiplerde kullanılmaktadır. Göz kuruluğunun teşhisinde herhangi bir görüntüleme yöntemi yarar sağlamaz. Klinik tanı en önemli yöntemdir. Göz kuruluğunun tedavisi ilaçlarla yapılır. Deneysel olarak oluşturulan cerrahi yöntemler şu ana kadar etkili olmamıştır. Tedavide en sık kullanılan ilaçlar yapay gözyaşı damlaları ve merhemleridir. Sayısız çeşidi olan bu tür ilaçlar temel olarak eksik gözyaşının yerine konması prensibine dayanır. Küçük tüpler veya tek damlalık şeklinde olan bu ilaçlar hafif ve orta düzeydeki göz kuruluğunda yeterli olmaktadır. Daha ileri klinik durumlarda iltihabı önlemek için kortizonlu ve bağışıklığı baskılayıcı damlalar da kullanılır. Bu damlaların yan etkileri olduğundan kullanılma miktarı ve süresi son derece önemlidir. Tüm ilaçlara rağmen yeterli düzelme görülmeyen hastalarda ise gözyaşı kanalını geçici olarak kapatan tıkaçlar yararlı olabilir.
Kemik çıkığı kabusunuz olmasın
Ayak-ayakkabı uyum uzmanı Başak Kurtoğlu, uygun ayakkabı seçiminin püf noktalarını verdi.
Büyük oranda genetik miras olan ancak ayağa uygun olmayan ayakkabı tercihlerinin de tetiklediği kemik çıkığı, özellikle kadınların kabusu oluyor. Türkiye'nin ilk ayak-ayakkabı uyum uzmanı Başak Kurtoğlu şiddetli ağrılara neden olabilen kemik çıkıklarının sebeplerini ve engelleme yollarını açıkladı.
Kadınlarda erkeklere oranla 9 kat daha fazla görülüyor.
KADINLARDA 9 KAT DAHA FAZLA
Kadınlarda erkeklere oranla 9 kat daha fazla görülüyor. Yoğun olarak tercih edilen yüksek topuklu ve öne doğru sivrilen ve daralan ayakkabı modelleri ayak yapısına uyumsuz oluşları nedeniyle Hallux Valgus oluşumuna neden oluyor.
Başparmakta görülen kemik çıkıkları yoğun ağrılara neden olabiliyor. Yürümekte zorluk çekilmesine ve giyilen her ayakkabının rahatsızlık yaratmasına sebep olan çıkıklar günlük hayatı zorlaştırıyor.
AĞRILARI AZALTABİLİRSİNİZ
Ayak başparmağı çıkıklarının verdiği rahatsızlıkların büyük kısmı cerrahi operasyonlara gerek kalmadan doğru ayakkabı ve tabanlık kullanımı ile azaltılabilmektedir.
Kemik çıkığı rahatsızlığı yaşayan kişilerin ağrıları, kızarıklık, nasır gibi problemleri doğru ayakkabı ve tabanlık seçimi ile azaltılabiliyor. Amacımız bu kişilerin giydiği ayakkabılar içerisinde rahat edebilmesini sağlamak, yürüyüş ve yaşam kalitesini arttırmak. En önemli nokta yüksek topuklu, dar kalıplı ve sivri burunlu ayakkabılar yerine ayak yapısına uygun, gerektiğinde geniş kalıplı ve kemiği rahatsız etmeyen ayakkabılar kullanılmasıdır. Kişinin ayak tipine özel olarak üretilen tabanlıkların kullanımı da başparmakta meydana gelen deformasyondan kaynaklanan yanlış basmaların önüne geçerek denge yakalanmasını sağlıyor, böylece belirli bölgelerde biriken baskının ortadan kalkmasıyla birlikte ağrılar azalıyor. Bu yöntemlerle sonuca ulaşılamayan ileri derece vakalarda ise cerrahi tedavi yöntemlerine başvurmak gerekebiliyor. Ayak başparmağı çıkıklarının verdiği rahatsızlıkların büyük kısmı cerrahi operasyonlara gerek kalmadan doğru ayakkabı ve tabanlık kullanımı ile azaltılabilmektedir.
DOĞRU AYAKKABININ 5 ÖZELLİĞİ
Ayağın genişliğine uygun, öne doğru sivrilmeyen ayakkabılar tercih edilmeli.
Ayak başparmağı kemiklerinde oluşabilecek çıkıkların ve ağrıların önüne geçebilmek için:
*Ayağın genişliğine uygun, öne doğru sivrilmeyen ayakkabılar tercih edilmeli.
*Ayakkabının bitiş noktası kemiğin orta kısmına gelmemeli.
*Toka, fiyonk gibi detaylar kemiğin üzerine gelmemeli.
*Astarında dikiş olmayan, yumuşak derili ürünler tercih edilmeli.
*Yüksek topuklu ayakkabılar kısa sürelerle kullanılmalı.
Büyük oranda genetik miras olan ancak ayağa uygun olmayan ayakkabı tercihlerinin de tetiklediği kemik çıkığı, özellikle kadınların kabusu oluyor. Türkiye'nin ilk ayak-ayakkabı uyum uzmanı Başak Kurtoğlu şiddetli ağrılara neden olabilen kemik çıkıklarının sebeplerini ve engelleme yollarını açıkladı.
Kadınlarda erkeklere oranla 9 kat daha fazla görülüyor.
KADINLARDA 9 KAT DAHA FAZLA
Kadınlarda erkeklere oranla 9 kat daha fazla görülüyor. Yoğun olarak tercih edilen yüksek topuklu ve öne doğru sivrilen ve daralan ayakkabı modelleri ayak yapısına uyumsuz oluşları nedeniyle Hallux Valgus oluşumuna neden oluyor.
Başparmakta görülen kemik çıkıkları yoğun ağrılara neden olabiliyor. Yürümekte zorluk çekilmesine ve giyilen her ayakkabının rahatsızlık yaratmasına sebep olan çıkıklar günlük hayatı zorlaştırıyor.
AĞRILARI AZALTABİLİRSİNİZ
Ayak başparmağı çıkıklarının verdiği rahatsızlıkların büyük kısmı cerrahi operasyonlara gerek kalmadan doğru ayakkabı ve tabanlık kullanımı ile azaltılabilmektedir.
Kemik çıkığı rahatsızlığı yaşayan kişilerin ağrıları, kızarıklık, nasır gibi problemleri doğru ayakkabı ve tabanlık seçimi ile azaltılabiliyor. Amacımız bu kişilerin giydiği ayakkabılar içerisinde rahat edebilmesini sağlamak, yürüyüş ve yaşam kalitesini arttırmak. En önemli nokta yüksek topuklu, dar kalıplı ve sivri burunlu ayakkabılar yerine ayak yapısına uygun, gerektiğinde geniş kalıplı ve kemiği rahatsız etmeyen ayakkabılar kullanılmasıdır. Kişinin ayak tipine özel olarak üretilen tabanlıkların kullanımı da başparmakta meydana gelen deformasyondan kaynaklanan yanlış basmaların önüne geçerek denge yakalanmasını sağlıyor, böylece belirli bölgelerde biriken baskının ortadan kalkmasıyla birlikte ağrılar azalıyor. Bu yöntemlerle sonuca ulaşılamayan ileri derece vakalarda ise cerrahi tedavi yöntemlerine başvurmak gerekebiliyor. Ayak başparmağı çıkıklarının verdiği rahatsızlıkların büyük kısmı cerrahi operasyonlara gerek kalmadan doğru ayakkabı ve tabanlık kullanımı ile azaltılabilmektedir.
DOĞRU AYAKKABININ 5 ÖZELLİĞİ
Ayağın genişliğine uygun, öne doğru sivrilmeyen ayakkabılar tercih edilmeli.
Ayak başparmağı kemiklerinde oluşabilecek çıkıkların ve ağrıların önüne geçebilmek için:
*Ayağın genişliğine uygun, öne doğru sivrilmeyen ayakkabılar tercih edilmeli.
*Ayakkabının bitiş noktası kemiğin orta kısmına gelmemeli.
*Toka, fiyonk gibi detaylar kemiğin üzerine gelmemeli.
*Astarında dikiş olmayan, yumuşak derili ürünler tercih edilmeli.
*Yüksek topuklu ayakkabılar kısa sürelerle kullanılmalı.
Bebeklerde diş sağlığının 11 kuralı
Bebeklerde diş temizliği ile ilgili bilmeniz gereken 10 şey...
Bebeğinizin dişleri çıkar çıkmaz dişlerini fırçalamaya başlamalısınız. Azı dişleri çıkana kadar ılık suyla ıslatılmış gazlı bezle veya diş temizleme mendilleriyle bebeğinizin dişlerini temizleyebilirsiniz.
Dentgroup Kids'in kurucusu Pedodonti Uzmanı Dr. Neşve Kayabaşoğlu, bebeklerin ağız ve diş sağlığı ile dikkat edilmesi gereken konuları paylaştı ve önemli uyarılarda bulundu.
1. Anne sütüyle besliyorum, dişleri neden çürüsün ki?
Sütün çocuğunuzun gelişimi için son derece yararlı bir besin olduğu doğru. Bu noktada bilinmesi gereken, anne sütünün yüzde 8, normal inek sütünün ise yüzde 4 şeker içerdiğidir. İçeriklerindeki şekerden dolayı, dişler çıktıktan sonar, gece uyku öncesinde veya sırasında verilen süt yaygın ve hızlı gelişen çürüklere sebep olmaktadır.Gün içinde içilen süt bu denli çürüklere sebep olmaz, çünkü ağızda gün boyu salınan tükürük çürük oluşumunu engellemek için var gücüyle çalışır. Uyku sırasında ise tükürük akışı olmaz ve dişin yüzeyiyle neredeyse 12 saat boyunca temasta olan süt, dişleri çürütmeye başlar. Siz, sizolun 1 yaşından sonra gece yatarken bebeğinizin biberonuna süt koymayın. Çocuğunuz biberonla uyumaktan keyif alıyorsa biberon içine su koyabilirsiniz.
2.Bebeğimin dişleri çıkmadı ki niye ağzını temizleyeyim?
Çoğu anne baba, dişleri çıkmadan bebeklerin diş ve ağız sağlığına önem vermeleri gerektiğini düşünmüyorlar. Ancak, öncelikle anne sütüyle, sonraki aylarda mama, meyve/sebze püresi ve sularıyla beslenen çocukların, dişleri çıkmamış dahi olsa, günde 2 kez dişetleri ıslak bir bezle temizlenmeli.
3. Bebeğimin dişlerini ne zaman fırçalamaya başlamalıyım?
Kural aslında çok açıktır. ‘Diş çıkar, fırçalama başlar'. Azı dişleri çıkana kadar diş temizliğini ılık suyla ıslatılmış gazlı bezlerle veya diş temizleme mendilleriyle yapabilirsiniz. Azı dişlerini temizlemek içinse mutlaka fırçaya ihtiyacınız olacaktır. Fırçalama ancak anne veya baba tarafından yapılırsa sonuca ulaşacaktır. Çocuklarınız dişlerini fırçaladıktan sonra mutlaka sizin de onların dişini fırçalamak zorunda olduğunuzu unutmayın.
4. Macun kullanımına ne zaman başlamalıyım?
Çocukların dişleri 3 yaşına kadar sadece su ve fırça yardımıyla fırçalanabilir. Macunsuz fırçalama yapıldığında çocuğun ağzında hoş olmayan koku ve tat oluşabilir. Bu da çocuğunuzun bu işe motive olmasını önleyebilir. O yüzden 0-3 yaş arası bebeklerin yutmasında hiçbir sakınca olmadığı bebek macunlarının kullanımını önermekteyiz. (İçeriğinde flour yok) 3 yaş sonrasında tükürmeyi başarabilen çocuklar dişlerini çocuk diş macunları ile fırçalayabilirler (içeriğinde az miktarda flor var)
5. Bebeğim diş çıkartırken ona nasıl yardımcı olmalıyım?
Diş çıkarma sırasında yaşanan sıkıntıları azaltmak için yapılacak en iyi yöntem soğuk uygulamasıdır. Bebeğinizin içinde su olan diş kaşıyıcılarını buzlukta 5 dakika beklettikten sonra ona vermek veya buzlukta bir süre beklettiğiniz havucu kemirmesini sağlamak onu çok rahatlatacaktır. Annenin elini çok soğuk suyla yıkadıktan sonra parmaklarıyla damaklarına yapacağı masaj da bebeğinizin büyük ölçüde rahatlamasını sağlayacaktır.
6. Bir aydır uyku uyumuyoruz bebeğim diş çıkartıyor, diş çıkardığı için mi durmadan ateşleniyor?
Süt dişlerinin sürme süreci 6 ay ile 4 yaş arasında yaşanan bir süreçtir. Bu dönem içindeki neredeyse her ateş, ishal huzursuzluk ve gece ağlamalarını dişe bağlamak son derece yanlış bir yaklaşımdır. Maalesef bunlar annelerin doğru bildiği yanlışların başında geliyor. Diş çıkma süresince yaşanan sıkıntılar bir haftayı geçmez o yüzden bebeğinizin bir haftayı geçen sıkıntıları varsa aslında çocuğunuzun başka bir sorununu atlıyorsunuz demektir. Diş çıkarma sırasında görülen ateş eğer 39 dereceyi geçiyorsa yine bebeğinizin başka bir sorunu olabileceğini unutmayın.
7. Meyveleri büyük parçalara bölerek yedirmemin diş sağlığına katkısı olur mu?
Katı meyvelerin ısırılarak yenmesi çocukların diş ve ağız sağlığı açısından hayli önemli. Çoğu ebeveyn çocuklarının boğazına kaçabileceği endişesi ile meyveleri küçük parçalara ayırarak veriyor. Oysa, katı meyvelerin ısırılarak yenmesi, çocukların çiğneme fonksiyonlarını geliştirmesi hem de dış yüzeylerini temizlemesi açısından büyük önem taşıyor. Bugün, üç yaşına gelmesine rağmen çiğnemeyi bilmeyen çocuklar var. Çocuklar besinleri çiğneyerek yemediğinde ağız içinde yeterince tükürük salgılanmıyor.Bu da çürük oluşumunu hızlandırıyor. Dolayısıyla, anne babaların katı meyve ve sebzeleri çocuklarına bütün halde vermeye özen göstermeleri gerekiyor.
8. Biz çocuğumuza çikolata, şeker yedirmiyoruz, niye dişleri çürüsün ki?
Keşke herşey bu kadar kolay olsaydı. Maalesef, çikolata, şeker vb gıdaları tüketmeyen çocuklarda da çürüğe rastlanır. Sanılanın aksine diş yüzeyine yapışan her şey çürük yapar. Karbonhidrat (ekmek, makarna gibi), süt (laktoz) vb içecekler, hepsi diş çürüğüne neden olabilir. Rafineri besinlerin artmasıyla besinlerdeki şeker oranları da yıllar içinde çok arttı. Bu da çocuklarda çürükten korunmayı zorlaştırdı. Önemli olan, besinlerin diş yüzeyinde tutulmalarını minimuma indirmektir.Çocuğunuzun dişlerini günde 2 kez 2 dakika fırçalamak, ara öğünlerden sonra ağızlarını suyla çalkalamalarını sağlayarak çürüğü engelleme konusunda önemli adımlar atabilirsiniz. 3 yaş sonrasında pedodontistlerin yapacağı fissür örtücü ve fluor uygulamaları da çürüklerin önüne geçmenizi sağlayacaktır.
9. Bir öpücükten bakteri mi bulaşırmış?
Anne ve babaların sıkça yaptığı bir hata da bebeklerini dudaklarından öpmek. Yetişkinlerin ağızlarındaki bir çürük başlangıcı veya ufak dahi olsa bir dişeti rahatsızlığı öpüşme sonrasında çocuklara bakteri geçmesine neden olabiliyor. Çürük dişler veya sağlıksız dişetleri yüzeylerinde milyonlarca bakteri barındırır. Bu bakterilerin bebeğinize geçmesini sağlayan diğer durumlarsa annenin yere düşen emziği önce kendi ağzında temizleyip sonra çocuğuna vermesi veya mamanın sıcaklığını anlamak için önce kaşıkla kendi tadına bakması daha sonra da çocuğunu aynı kaşıkla beslemesidir.
10. Antibiyotikler yüzünden mi çocuğumun dişleri sağlıksız?
Dişlerde renkleşme ve yapısal bozukluklara sebep olan tetrasiklin grubu antibiyotiklerin bebeklerde ve hamilelerde kullanımı seneler önce yasaklanmasına rağmen efsanesi hala devam etmektedir. Bilinenin aksine, antibiyotikler diş çürüğü yapmazlar. Sağlıksız dişlerin sebebi aslen, antibiyotik kullanımına neden olan hastalıklardır. Örneğin, yüksek ateş kandaki kalsiyum ve fosfat düzeylerinde bozulmalara, bu da diş sağlığında ve gelişiminde bazı sıkıntılara yolaçmaktadır.
11. Bebeğimin dişlerinde bir problem yok ki neden diş hekimine götüreyim?
Aslında, bebeğinizin ağız ve diş sağlığı için yapabileceğiniz en doğru şey onu 1 yaşından itibaren düzenli pedodontist kontrollerine götürmektir. Erken yaşta başlayan bu muayeneler sayesinde bebeğinizin dişlerini çürütebilecek etkenlerden, doğru bilinen yanlışlardan ve koruyucu yöntemlerden daha sorunlar başlamadan bilgi sahibi olup; çocuğunuzu çürüklerden koruyabileceksiniz. Erken yaştan itibaren pedodontist kontrolüne giden çocuklar için ise tedaviler ve koruyucu uygulamalar keyifli seanslara dönüşecektir. Aksi takdirde ağrı ile birlikte pedodontistle tanışan çocuklarda tedavi hem pedodontist hem aile hem de çocuk için çok yorucu ve yıpratıcı olabilmektedir. Sözcü
Bebeğinizin dişleri çıkar çıkmaz dişlerini fırçalamaya başlamalısınız. Azı dişleri çıkana kadar ılık suyla ıslatılmış gazlı bezle veya diş temizleme mendilleriyle bebeğinizin dişlerini temizleyebilirsiniz.
Dentgroup Kids'in kurucusu Pedodonti Uzmanı Dr. Neşve Kayabaşoğlu, bebeklerin ağız ve diş sağlığı ile dikkat edilmesi gereken konuları paylaştı ve önemli uyarılarda bulundu.
1. Anne sütüyle besliyorum, dişleri neden çürüsün ki?
Sütün çocuğunuzun gelişimi için son derece yararlı bir besin olduğu doğru. Bu noktada bilinmesi gereken, anne sütünün yüzde 8, normal inek sütünün ise yüzde 4 şeker içerdiğidir. İçeriklerindeki şekerden dolayı, dişler çıktıktan sonar, gece uyku öncesinde veya sırasında verilen süt yaygın ve hızlı gelişen çürüklere sebep olmaktadır.Gün içinde içilen süt bu denli çürüklere sebep olmaz, çünkü ağızda gün boyu salınan tükürük çürük oluşumunu engellemek için var gücüyle çalışır. Uyku sırasında ise tükürük akışı olmaz ve dişin yüzeyiyle neredeyse 12 saat boyunca temasta olan süt, dişleri çürütmeye başlar. Siz, sizolun 1 yaşından sonra gece yatarken bebeğinizin biberonuna süt koymayın. Çocuğunuz biberonla uyumaktan keyif alıyorsa biberon içine su koyabilirsiniz.
2.Bebeğimin dişleri çıkmadı ki niye ağzını temizleyeyim?
Çoğu anne baba, dişleri çıkmadan bebeklerin diş ve ağız sağlığına önem vermeleri gerektiğini düşünmüyorlar. Ancak, öncelikle anne sütüyle, sonraki aylarda mama, meyve/sebze püresi ve sularıyla beslenen çocukların, dişleri çıkmamış dahi olsa, günde 2 kez dişetleri ıslak bir bezle temizlenmeli.
3. Bebeğimin dişlerini ne zaman fırçalamaya başlamalıyım?
Kural aslında çok açıktır. ‘Diş çıkar, fırçalama başlar'. Azı dişleri çıkana kadar diş temizliğini ılık suyla ıslatılmış gazlı bezlerle veya diş temizleme mendilleriyle yapabilirsiniz. Azı dişlerini temizlemek içinse mutlaka fırçaya ihtiyacınız olacaktır. Fırçalama ancak anne veya baba tarafından yapılırsa sonuca ulaşacaktır. Çocuklarınız dişlerini fırçaladıktan sonra mutlaka sizin de onların dişini fırçalamak zorunda olduğunuzu unutmayın.
4. Macun kullanımına ne zaman başlamalıyım?
Çocukların dişleri 3 yaşına kadar sadece su ve fırça yardımıyla fırçalanabilir. Macunsuz fırçalama yapıldığında çocuğun ağzında hoş olmayan koku ve tat oluşabilir. Bu da çocuğunuzun bu işe motive olmasını önleyebilir. O yüzden 0-3 yaş arası bebeklerin yutmasında hiçbir sakınca olmadığı bebek macunlarının kullanımını önermekteyiz. (İçeriğinde flour yok) 3 yaş sonrasında tükürmeyi başarabilen çocuklar dişlerini çocuk diş macunları ile fırçalayabilirler (içeriğinde az miktarda flor var)
5. Bebeğim diş çıkartırken ona nasıl yardımcı olmalıyım?
Diş çıkarma sırasında yaşanan sıkıntıları azaltmak için yapılacak en iyi yöntem soğuk uygulamasıdır. Bebeğinizin içinde su olan diş kaşıyıcılarını buzlukta 5 dakika beklettikten sonra ona vermek veya buzlukta bir süre beklettiğiniz havucu kemirmesini sağlamak onu çok rahatlatacaktır. Annenin elini çok soğuk suyla yıkadıktan sonra parmaklarıyla damaklarına yapacağı masaj da bebeğinizin büyük ölçüde rahatlamasını sağlayacaktır.
6. Bir aydır uyku uyumuyoruz bebeğim diş çıkartıyor, diş çıkardığı için mi durmadan ateşleniyor?
Süt dişlerinin sürme süreci 6 ay ile 4 yaş arasında yaşanan bir süreçtir. Bu dönem içindeki neredeyse her ateş, ishal huzursuzluk ve gece ağlamalarını dişe bağlamak son derece yanlış bir yaklaşımdır. Maalesef bunlar annelerin doğru bildiği yanlışların başında geliyor. Diş çıkma süresince yaşanan sıkıntılar bir haftayı geçmez o yüzden bebeğinizin bir haftayı geçen sıkıntıları varsa aslında çocuğunuzun başka bir sorununu atlıyorsunuz demektir. Diş çıkarma sırasında görülen ateş eğer 39 dereceyi geçiyorsa yine bebeğinizin başka bir sorunu olabileceğini unutmayın.
7. Meyveleri büyük parçalara bölerek yedirmemin diş sağlığına katkısı olur mu?
Katı meyvelerin ısırılarak yenmesi çocukların diş ve ağız sağlığı açısından hayli önemli. Çoğu ebeveyn çocuklarının boğazına kaçabileceği endişesi ile meyveleri küçük parçalara ayırarak veriyor. Oysa, katı meyvelerin ısırılarak yenmesi, çocukların çiğneme fonksiyonlarını geliştirmesi hem de dış yüzeylerini temizlemesi açısından büyük önem taşıyor. Bugün, üç yaşına gelmesine rağmen çiğnemeyi bilmeyen çocuklar var. Çocuklar besinleri çiğneyerek yemediğinde ağız içinde yeterince tükürük salgılanmıyor.Bu da çürük oluşumunu hızlandırıyor. Dolayısıyla, anne babaların katı meyve ve sebzeleri çocuklarına bütün halde vermeye özen göstermeleri gerekiyor.
8. Biz çocuğumuza çikolata, şeker yedirmiyoruz, niye dişleri çürüsün ki?
Keşke herşey bu kadar kolay olsaydı. Maalesef, çikolata, şeker vb gıdaları tüketmeyen çocuklarda da çürüğe rastlanır. Sanılanın aksine diş yüzeyine yapışan her şey çürük yapar. Karbonhidrat (ekmek, makarna gibi), süt (laktoz) vb içecekler, hepsi diş çürüğüne neden olabilir. Rafineri besinlerin artmasıyla besinlerdeki şeker oranları da yıllar içinde çok arttı. Bu da çocuklarda çürükten korunmayı zorlaştırdı. Önemli olan, besinlerin diş yüzeyinde tutulmalarını minimuma indirmektir.Çocuğunuzun dişlerini günde 2 kez 2 dakika fırçalamak, ara öğünlerden sonra ağızlarını suyla çalkalamalarını sağlayarak çürüğü engelleme konusunda önemli adımlar atabilirsiniz. 3 yaş sonrasında pedodontistlerin yapacağı fissür örtücü ve fluor uygulamaları da çürüklerin önüne geçmenizi sağlayacaktır.
9. Bir öpücükten bakteri mi bulaşırmış?
Anne ve babaların sıkça yaptığı bir hata da bebeklerini dudaklarından öpmek. Yetişkinlerin ağızlarındaki bir çürük başlangıcı veya ufak dahi olsa bir dişeti rahatsızlığı öpüşme sonrasında çocuklara bakteri geçmesine neden olabiliyor. Çürük dişler veya sağlıksız dişetleri yüzeylerinde milyonlarca bakteri barındırır. Bu bakterilerin bebeğinize geçmesini sağlayan diğer durumlarsa annenin yere düşen emziği önce kendi ağzında temizleyip sonra çocuğuna vermesi veya mamanın sıcaklığını anlamak için önce kaşıkla kendi tadına bakması daha sonra da çocuğunu aynı kaşıkla beslemesidir.
10. Antibiyotikler yüzünden mi çocuğumun dişleri sağlıksız?
Dişlerde renkleşme ve yapısal bozukluklara sebep olan tetrasiklin grubu antibiyotiklerin bebeklerde ve hamilelerde kullanımı seneler önce yasaklanmasına rağmen efsanesi hala devam etmektedir. Bilinenin aksine, antibiyotikler diş çürüğü yapmazlar. Sağlıksız dişlerin sebebi aslen, antibiyotik kullanımına neden olan hastalıklardır. Örneğin, yüksek ateş kandaki kalsiyum ve fosfat düzeylerinde bozulmalara, bu da diş sağlığında ve gelişiminde bazı sıkıntılara yolaçmaktadır.
11. Bebeğimin dişlerinde bir problem yok ki neden diş hekimine götüreyim?
Aslında, bebeğinizin ağız ve diş sağlığı için yapabileceğiniz en doğru şey onu 1 yaşından itibaren düzenli pedodontist kontrollerine götürmektir. Erken yaşta başlayan bu muayeneler sayesinde bebeğinizin dişlerini çürütebilecek etkenlerden, doğru bilinen yanlışlardan ve koruyucu yöntemlerden daha sorunlar başlamadan bilgi sahibi olup; çocuğunuzu çürüklerden koruyabileceksiniz. Erken yaştan itibaren pedodontist kontrolüne giden çocuklar için ise tedaviler ve koruyucu uygulamalar keyifli seanslara dönüşecektir. Aksi takdirde ağrı ile birlikte pedodontistle tanışan çocuklarda tedavi hem pedodontist hem aile hem de çocuk için çok yorucu ve yıpratıcı olabilmektedir. Sözcü
Sağlık Bakanlığı: Bu ilaçlar toplatılıyor
Yüksek tansiyon ilacı üreten firma, ilaçlar karıştığı için piyasadakileri tek tek toplayacak.
Sağlık Bakanlığı, yüksek tansiyon hastalarını uyarıyor! ‘Tensinor’ tansiyon ilaçlarının, 100 miligramlık olanlarının 50 miligramlık kutuların içine karıştığının tespit edilmesi üzerine tek tek toplatılacağı duyuruldu.
GERİ ÇEKME KARARI ALINDI
Firma, yüksek tansiyon hastalarını tek tek arayarak ilaçları toplayacak. Habertürk’ten Lütfi Erdoğan’ın haberine göre Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Astra Zeneca İlaç San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin ruhsatına sahip olduğu ‘Tensinor Tablet 100mg' adlı ürünün 16A145 (SKT:12/2020) parti numaralısı ile ilgili olarak ürünün ruhsat sahibi firması tarafından, ‘Tensinor 100mg Tablet' üretimi sırasında hat içine ‘Tensinor 50mg Tablet' kutusunun karışmış olması sebebiyle piyasada içeriği ve karekod bilgileri ‘Tensinor 100mg Tablet'e ait olan ancak kutusu ‘Tensinor 50mg Tablet' olarak görünen ürünlerin tespit edildiği bildirilmiştir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı, 1. sınıf A seviyesine tekabül eden nihai kullanıcı seviyesinde geri çekme işlemi uygulama kararı aldı. Karar firmaya bildirildi.”
Sağlık Bakanlığı, yüksek tansiyon hastalarını uyarıyor! ‘Tensinor’ tansiyon ilaçlarının, 100 miligramlık olanlarının 50 miligramlık kutuların içine karıştığının tespit edilmesi üzerine tek tek toplatılacağı duyuruldu.
GERİ ÇEKME KARARI ALINDI
Firma, yüksek tansiyon hastalarını tek tek arayarak ilaçları toplayacak. Habertürk’ten Lütfi Erdoğan’ın haberine göre Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Astra Zeneca İlaç San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin ruhsatına sahip olduğu ‘Tensinor Tablet 100mg' adlı ürünün 16A145 (SKT:12/2020) parti numaralısı ile ilgili olarak ürünün ruhsat sahibi firması tarafından, ‘Tensinor 100mg Tablet' üretimi sırasında hat içine ‘Tensinor 50mg Tablet' kutusunun karışmış olması sebebiyle piyasada içeriği ve karekod bilgileri ‘Tensinor 100mg Tablet'e ait olan ancak kutusu ‘Tensinor 50mg Tablet' olarak görünen ürünlerin tespit edildiği bildirilmiştir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı, 1. sınıf A seviyesine tekabül eden nihai kullanıcı seviyesinde geri çekme işlemi uygulama kararı aldı. Karar firmaya bildirildi.”
Etiketler:
haber,
ilaç,
sağlık bakanlığı,
tansiyon
27 Mayıs 2016 Cuma
18 yıldır balık pulu derisine çare bulamadı
İç savaş nedeniyle evlerini terk edip annesi ve kardeşiyle Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesine sığınan, kendi imkanlarıyla kurdukları çadırda yaşayan Muhammed Kulel, savaşın yaşattığı acıların yanı sıra 18 yıldır balık pulu hastalığıyla da uğraşıyor.
Henüz 1 yaşındayken yakalandığı balık pulu hastalığı yüzünden özellikle sıcak havalarda vücudunda kaşıntı olan ve acılar çeken 19 yaşındaki Kulel, iyileşmek için dua ediyor.
Kameralara konuşmaktan çekinen Muhammet Kulel, hastalığı yüzünden acılar çektiğini söyledi. Özellikle sıcak havalarda vücudunun her yerinin kaşındığını dile getiren Kulel, derisinin de döküldüğünü aktardı.
Vücudundaki izlerin görüntüsünün de kendisini rahatsız ettiğini belirten Kulel, "Evimiz yok, paramız yok ama ben yetkililerden bu hastalığıma çare bulmalarını istiyorum" dedi.
BALIK PULU HASTALIĞI (İHTİYOZ) NEDİR?
Kalıtsal olarak genelde yeni doğan bebeklerde görülen deri dökümü hastalığına ihtiyoz deniyor. Halk arasında balık pulu olarak bilinen ihtiyoza, balık pulu denilmesi döküntünün meydana getirdiği izlerden kaynaklanıyor. Tıpkı balıkların pulu gibi, dirseklerde, ellerin içinde, yüzde ve bacaklarda deri dökülmeleri oluyor. Hastalıkt ilk belirtisini, kol arkasında meydana gelen şişliklerle gösteriyor ve ihtiyozun şiddeti, son bahar ve kış aylarında artıyor.
Henüz 1 yaşındayken yakalandığı balık pulu hastalığı yüzünden özellikle sıcak havalarda vücudunda kaşıntı olan ve acılar çeken 19 yaşındaki Kulel, iyileşmek için dua ediyor.
Kameralara konuşmaktan çekinen Muhammet Kulel, hastalığı yüzünden acılar çektiğini söyledi. Özellikle sıcak havalarda vücudunun her yerinin kaşındığını dile getiren Kulel, derisinin de döküldüğünü aktardı.
Vücudundaki izlerin görüntüsünün de kendisini rahatsız ettiğini belirten Kulel, "Evimiz yok, paramız yok ama ben yetkililerden bu hastalığıma çare bulmalarını istiyorum" dedi.
BALIK PULU HASTALIĞI (İHTİYOZ) NEDİR?
Kalıtsal olarak genelde yeni doğan bebeklerde görülen deri dökümü hastalığına ihtiyoz deniyor. Halk arasında balık pulu olarak bilinen ihtiyoza, balık pulu denilmesi döküntünün meydana getirdiği izlerden kaynaklanıyor. Tıpkı balıkların pulu gibi, dirseklerde, ellerin içinde, yüzde ve bacaklarda deri dökülmeleri oluyor. Hastalıkt ilk belirtisini, kol arkasında meydana gelen şişliklerle gösteriyor ve ihtiyozun şiddeti, son bahar ve kış aylarında artıyor.
26 Mayıs 2016 Perşembe
Küçük çocuğun kafası 9 kilo!
Beyinde su toplanması anlamına gelen 'hidrosefali' teşhisi konan küçük çocuğun kafası sürekli büyüyor.
Bangladeş'in güneyinde yaşayan iki yaşındaki Emon adlı erkek çocuğun kafası tam 9 kilo ağırlığında. 1 yaşındaki bir çocuğun ortalama ağırlığına eşit sayılabilecek ağırlıktaki kafasıyla küçük çocuk sürekli bakıma muhtaç bir halde hayatını sürdürüyor.
Emon'un sezaryenle doğumundan beri sürekli büyüyen kafasına bir çare arayan anne ve babası, küçük çocuğun rahatsızlığına teşhis koyabilecek doktor bulamadı.
BEYNİNDE SU TOPLANMASI TEŞHİSİ KONDU
Küçük Emon'a en sonunda 'hidrosefali' (beyinde su toplanması) teşhisi kondu. Doktorlar, kafatasının içinde biriken sıvının baskı yaparak beyne zarar verdiği bu rahatsızlığın tedavisinin ancak Bangladeş dışında bir ülkede yapıldığını çaresiz anne babaya bildirdi. Çok fakir olan Emon'un ebeveynlerinin yurt dışına çıkacak maddi durumları bulunmuyor.
ANNENİN GEBELİK SIRASINDAKİ HASTALIĞI SEBEP OLMUŞ
Tedavi uygulanmama durumunda rahatsızlık uzun vadede zihinsel ve bedensel engellere ve hatta kalıcı beyin hasarına sebep olabiliyor. Doğuştan gelen ve bebeklerde görülen hidrosefali, annenin gebelikte kabakulak ve kızamıkçık hastalıkları yaşaması sonucunca gelişen komplikasyonlar neticesinde bebeklerin etkilenmesiyle ortaya çıkıyor. Hürriyet
Bangladeş'in güneyinde yaşayan iki yaşındaki Emon adlı erkek çocuğun kafası tam 9 kilo ağırlığında. 1 yaşındaki bir çocuğun ortalama ağırlığına eşit sayılabilecek ağırlıktaki kafasıyla küçük çocuk sürekli bakıma muhtaç bir halde hayatını sürdürüyor.
Emon'un sezaryenle doğumundan beri sürekli büyüyen kafasına bir çare arayan anne ve babası, küçük çocuğun rahatsızlığına teşhis koyabilecek doktor bulamadı.
BEYNİNDE SU TOPLANMASI TEŞHİSİ KONDU
Küçük Emon'a en sonunda 'hidrosefali' (beyinde su toplanması) teşhisi kondu. Doktorlar, kafatasının içinde biriken sıvının baskı yaparak beyne zarar verdiği bu rahatsızlığın tedavisinin ancak Bangladeş dışında bir ülkede yapıldığını çaresiz anne babaya bildirdi. Çok fakir olan Emon'un ebeveynlerinin yurt dışına çıkacak maddi durumları bulunmuyor.
ANNENİN GEBELİK SIRASINDAKİ HASTALIĞI SEBEP OLMUŞ
Tedavi uygulanmama durumunda rahatsızlık uzun vadede zihinsel ve bedensel engellere ve hatta kalıcı beyin hasarına sebep olabiliyor. Doğuştan gelen ve bebeklerde görülen hidrosefali, annenin gebelikte kabakulak ve kızamıkçık hastalıkları yaşaması sonucunca gelişen komplikasyonlar neticesinde bebeklerin etkilenmesiyle ortaya çıkıyor. Hürriyet
Geçmeyen bel fıtığı ağrılarına kesin çözüm
Algoloji uzmanı Dr. Savaş Şencan, 'Epiduroskopi' yönteminin fıtık ameliyatlarından sonra bile geçmeyen ağrılara çözüm olduğunu belirtti.
İnatçı bel ve bacak ağrılarına, ameliyattan sonra bile geçmeyen ağrılara çözüm olan ‘Epiduroskopi’ yöntemi, hastalar için büyük bir umut. Konu ile ilgili bilgiler veren Dr. Savaş Şencan, ağrılara neden olan omurga darlığı ve sinir sıkışmalarını bu şekilde yok edebildiklerini belirtti.
KAYSERİ’DE İLK KEZ YAPILDI
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ilk kez ‘Epiduroskopi’ ameliyatı yapıldı. Hastanede ilk kez uygulanan yöntemin, bel fıtığı ameliyatı sonrası ağrıları devam eden hastalara umut olduğu bildirildi. Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. İbrahim Özcan, hastanede geçen Aralık ayında göreve başlayan Algoloji Uzmanı Dr. Savaş Şencan'ın bu tarihten beri 4 bin 205 hastaya poliklinik hizmeti sunduğunu, 396 hastanın da Algoloji Servisi’nde yatarak tedavi gördüğünü bildirdi. Bu birimin çalışmaya başlaması ile Kayseri ve civarındaki özellikle kanser hastalarına hizmet verilmeye başlandığını belirten Doç.Dr. Özcan, bu hastalara yeni hizmete açılan periferik anjio cihazı yardımıyla dünya standartlarında hizmet vermekten dolayı mutlu olduklarını ifade etti. Epiduroskopi ameliyatını Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ilk kez yapan Algoloji Uzmanı Dr. Savaş Şencan da, şöyle dedi:
“Hastamıza epiduroskopi işlemi gerçekleştirdik. Hastamız daha önce bel fıtığı ameliyatı olmuş ama ameliyat olmasına rağmen ağrıları azalmamış. Bu yöntemle hastaların belinde ameliyata bağlı oluşumları bir kateter aracılığıyla açıyoruz ve aynı anda gerekli ilaç tedavisini de uyguluyoruz.”
HASTALAR 4 GÜN SONRA AYAĞA KALKIYOR
Ameliyat işleminde hasta bilincinin açık olduğunu ve lokal anestezi uygulandığını belirten Dr. Şencan, şöyle devam etti:
“Ameliyatımızı başarı ile sonuçlandırdık. Bulunan bütün yapışıklıkları açtık. Epiduroskopi işlemi bel fıtığı ameliyatı olmuş ve diğer tedavi yöntemlerine cevap vermemiş hastalar için güvenli ve etkili bir yöntem.”
Şencan, 3 milimetre gibi küçük bir açıklıktan girilerek gerçekleştirilen ameliyatta yara, pansuman gibi durumların söz konusu olmadığını, bununla birlikte tek bir seansın yeterli olduğu uygulamada, yapılan ameliyatların yaklaşık 30 dakika sürdüğünü ve hastanın 4 saat sonra günlük hayatına devam edebildiğini de kaydetti. DHA
İnatçı bel ve bacak ağrılarına, ameliyattan sonra bile geçmeyen ağrılara çözüm olan ‘Epiduroskopi’ yöntemi, hastalar için büyük bir umut. Konu ile ilgili bilgiler veren Dr. Savaş Şencan, ağrılara neden olan omurga darlığı ve sinir sıkışmalarını bu şekilde yok edebildiklerini belirtti.
KAYSERİ’DE İLK KEZ YAPILDI
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ilk kez ‘Epiduroskopi’ ameliyatı yapıldı. Hastanede ilk kez uygulanan yöntemin, bel fıtığı ameliyatı sonrası ağrıları devam eden hastalara umut olduğu bildirildi. Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. İbrahim Özcan, hastanede geçen Aralık ayında göreve başlayan Algoloji Uzmanı Dr. Savaş Şencan'ın bu tarihten beri 4 bin 205 hastaya poliklinik hizmeti sunduğunu, 396 hastanın da Algoloji Servisi’nde yatarak tedavi gördüğünü bildirdi. Bu birimin çalışmaya başlaması ile Kayseri ve civarındaki özellikle kanser hastalarına hizmet verilmeye başlandığını belirten Doç.Dr. Özcan, bu hastalara yeni hizmete açılan periferik anjio cihazı yardımıyla dünya standartlarında hizmet vermekten dolayı mutlu olduklarını ifade etti. Epiduroskopi ameliyatını Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ilk kez yapan Algoloji Uzmanı Dr. Savaş Şencan da, şöyle dedi:
“Hastamıza epiduroskopi işlemi gerçekleştirdik. Hastamız daha önce bel fıtığı ameliyatı olmuş ama ameliyat olmasına rağmen ağrıları azalmamış. Bu yöntemle hastaların belinde ameliyata bağlı oluşumları bir kateter aracılığıyla açıyoruz ve aynı anda gerekli ilaç tedavisini de uyguluyoruz.”
HASTALAR 4 GÜN SONRA AYAĞA KALKIYOR
Ameliyat işleminde hasta bilincinin açık olduğunu ve lokal anestezi uygulandığını belirten Dr. Şencan, şöyle devam etti:
“Ameliyatımızı başarı ile sonuçlandırdık. Bulunan bütün yapışıklıkları açtık. Epiduroskopi işlemi bel fıtığı ameliyatı olmuş ve diğer tedavi yöntemlerine cevap vermemiş hastalar için güvenli ve etkili bir yöntem.”
Şencan, 3 milimetre gibi küçük bir açıklıktan girilerek gerçekleştirilen ameliyatta yara, pansuman gibi durumların söz konusu olmadığını, bununla birlikte tek bir seansın yeterli olduğu uygulamada, yapılan ameliyatların yaklaşık 30 dakika sürdüğünü ve hastanın 4 saat sonra günlük hayatına devam edebildiğini de kaydetti. DHA
Etiketler:
ağrı,
bacak ağrısı,
bel fıtığı,
haber,
hastalık,
sağlık,
tedavi
25 Mayıs 2016 Çarşamba
Alzheimer’ın sebebi bulundu mu?
Erkeklerde alzheimer görülme sebebi ile erkeklerin kadınlardan daha az yaşamasının sebebi aynı.
İsveç’de yapılan araştırmalar, alzheimer hastalığının sebebi ve tedavisi ile ilgili yeni bir adım olabilir. Uppsala Üniversitesi’nde 3 bin 200 erkek denekle yapılan araştırmada, erkeklerde ileri yaşlarda Y kromozomu kaybının alzheimer hastalığına sebep olabileceği açıklandı.
Yapılan deneyde 3 bin 200 erkek denekten yüzde 17’sinde Y kromozomu kaybı görüldü ve bu kişilerin alzheimer hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğu belirtildi. Daha önce yapılan araştırmalar, kadınların erkeklerden daha uzun yaşamasını da Y kromozomu kaybına bağlamıştı.
İsveç’de yapılan araştırmalar, alzheimer hastalığının sebebi ve tedavisi ile ilgili yeni bir adım olabilir. Uppsala Üniversitesi’nde 3 bin 200 erkek denekle yapılan araştırmada, erkeklerde ileri yaşlarda Y kromozomu kaybının alzheimer hastalığına sebep olabileceği açıklandı.
Yapılan deneyde 3 bin 200 erkek denekten yüzde 17’sinde Y kromozomu kaybı görüldü ve bu kişilerin alzheimer hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğu belirtildi. Daha önce yapılan araştırmalar, kadınların erkeklerden daha uzun yaşamasını da Y kromozomu kaybına bağlamıştı.
23 Mayıs 2016 Pazartesi
Obezitenin önüne egzersizle geçin
Alınmış kiloyu vermeye çalışmak yerine , sağlıksız kilo alımı önceden önlenmesi gerekiyor.
Obezite; vücudun aşırı yağlanması olarak ifade ediliyor. Son yıllarda görülen obezite oranındaki artışta, beslenme türü kadar fiziksel aktivitedeki azalmanın da büyük rolü olduğu biliniyor. Günümüzde kilo vermek için birçok yöntem olmasına rağmen, verilen kiloların kontrolü konusunda çoğu insan başarısız oluyor. Yaşın ilerlemesi ile metabolizmanın yavaşlaması ve fiziksel aktivitedeki değişiklikler kişilerin kilo almasını kolaylaştırıyor. Bu nedenle alınmış kiloyu vermeye çalışmak yerine , sağlıksız kilo alımı önceden önlenmesi gerekiyor. Spor Eğitmeni Barış Muti Obezite ve doğru egzersiz konusunda bilgilendiriyor.
Kilo kontrolü için ne kadar egzersiz yapılmalı?
Egzersiz, kilo verme yanında verilen kiloların da korunmasında çok etkili bir yöntemdir. Kilo kontrolü için günde en az 60 dk orta düzeyde ve haftada minimum üç gün tavsiye ediliyor. Üç günlük bir egzersiz programının kiloyu korumak için, daha fazlasının ise kilo vermek için gerekli olduğu ifade ediliyor. Devamlılık önemli !
Beslenme ve Egzersiz dosttur
Günlük yaşantımızda hareketimizi artırmaya yönelik yürüyüşler, çocuklarımızla oynadığımız hareketli oyunlar , danslar bile bunun için yeterli olabilir. Tempolu yürüyüş, koşma, yüzme, tenis, bisiklete binme, aerobik egzersizler revaçta olan egzersiz tipleridir. Günlük hayatımıza katabileceğimiz küçük fiziki aktiviteler ile de kalori harcamak mümkün.
Araba yerine bisiklet kullanmak ya da yürümek.
Toplu taşıma araçlarından bir durak önce veya sonra inmek.
Arabayı ulaşmak istediğimiz yere uzak bir yere park edip yürümek.
Asansör yerine merdivenleri kullanmak. Günde 40-45 merdiven çıkmak yılda 2 kg, günde 180-200 merdiven çıkmak (yaklaşık 16 kat) yılda 8 kg yağ kaybı demek.
Ev-bahçe-otomobil ile ilgili uğraşlar bulmak.
Ev temizliği yapmak (yaklaşık 227 kalori kaybı demek).
Dans etmek (yaklaşık 1 saatte 250 kalori kaybı demek).
Alışveriş yapmak, 45-60 dakika otomobil temizlemek, 45-60 dakika cam-yer silmek, 30 dakika bisiklete binmek, 30 dakika bahçede çalışmak, 30 dakikada 3 km yürümek, 15 dakika merdiven çıkmak (150 kalori kaybı demek).
Egzersiz programları
Her gün vücudunuzun karın-kalça-omurga-kol ve bacak gibi belli kas gruplarını dengeli bir şekilde çalıştıran egzersizler uygulayabilir, kontrollü bir şekilde ağırlık çalışabilirsiniz. Tüm bunları evinizde ailenizle beraber yapabileceğiniz gibi, size yakın bir spor merkezinde uzmanların gözetiminde de uygulayabilirsiniz. Hangi koşullar sizi egzersiz yapma konusunda motive ediyorsa ona göre tercih kullanabilirsiniz. Ayrıca vücut ağırlığımız yanında mutlaka vücut yağ oranımızı kontrol etmemiz şart, Tanita marka bir çok ürünü bu amaç için kullanabilirsiniz, pratik kullanımı sayesinde kişinin ölçümlerini kendisinin de yapabileceği Innerscan Vücut Analizi ile kişinin kilosunu, yağ oranını, vücut sıvı oranını, kaslarının ağırlığını, kemik ağırlığını, fiziksel aktivite derecesini, günlük alması gereken kalori miktarını ve metabolizma yaşını 10 sn’ lik bir analiz ile öğrenmeniz mümkün.
Nefes egzersizleri ve açık havadan faydalanmak
Nefes egzersizleri vücuda yeterli miktarda oksijen girişini sağlayarak metabolizmayı kuvvetlendirir. Ayrıca fiziki, zihinsel ve duygusal detoksa yardımcı olarak kişinin olumlu hissetmesine ve motivasyonun yükselmesine yarar.
Açık havada yaptığınız en aşağı 15 dakikalık bir yürüyüş, vücudunuzun D vitamini sentezlemek için ihtiyaç duyduğu güneş enerjisini size kazandıracaktır. Bunun için öğle yemeğiniz için ayarladığınız sağlıklı bir menüyü, havanın güzel olduğu günler mümkünse işinize yakın bir parkta yiyebilirsiniz.
Obezite; vücudun aşırı yağlanması olarak ifade ediliyor. Son yıllarda görülen obezite oranındaki artışta, beslenme türü kadar fiziksel aktivitedeki azalmanın da büyük rolü olduğu biliniyor. Günümüzde kilo vermek için birçok yöntem olmasına rağmen, verilen kiloların kontrolü konusunda çoğu insan başarısız oluyor. Yaşın ilerlemesi ile metabolizmanın yavaşlaması ve fiziksel aktivitedeki değişiklikler kişilerin kilo almasını kolaylaştırıyor. Bu nedenle alınmış kiloyu vermeye çalışmak yerine , sağlıksız kilo alımı önceden önlenmesi gerekiyor. Spor Eğitmeni Barış Muti Obezite ve doğru egzersiz konusunda bilgilendiriyor.
Kilo kontrolü için ne kadar egzersiz yapılmalı?
Egzersiz, kilo verme yanında verilen kiloların da korunmasında çok etkili bir yöntemdir. Kilo kontrolü için günde en az 60 dk orta düzeyde ve haftada minimum üç gün tavsiye ediliyor. Üç günlük bir egzersiz programının kiloyu korumak için, daha fazlasının ise kilo vermek için gerekli olduğu ifade ediliyor. Devamlılık önemli !
Beslenme ve Egzersiz dosttur
Günlük yaşantımızda hareketimizi artırmaya yönelik yürüyüşler, çocuklarımızla oynadığımız hareketli oyunlar , danslar bile bunun için yeterli olabilir. Tempolu yürüyüş, koşma, yüzme, tenis, bisiklete binme, aerobik egzersizler revaçta olan egzersiz tipleridir. Günlük hayatımıza katabileceğimiz küçük fiziki aktiviteler ile de kalori harcamak mümkün.
Araba yerine bisiklet kullanmak ya da yürümek.
Toplu taşıma araçlarından bir durak önce veya sonra inmek.
Arabayı ulaşmak istediğimiz yere uzak bir yere park edip yürümek.
Asansör yerine merdivenleri kullanmak. Günde 40-45 merdiven çıkmak yılda 2 kg, günde 180-200 merdiven çıkmak (yaklaşık 16 kat) yılda 8 kg yağ kaybı demek.
Ev-bahçe-otomobil ile ilgili uğraşlar bulmak.
Ev temizliği yapmak (yaklaşık 227 kalori kaybı demek).
Dans etmek (yaklaşık 1 saatte 250 kalori kaybı demek).
Alışveriş yapmak, 45-60 dakika otomobil temizlemek, 45-60 dakika cam-yer silmek, 30 dakika bisiklete binmek, 30 dakika bahçede çalışmak, 30 dakikada 3 km yürümek, 15 dakika merdiven çıkmak (150 kalori kaybı demek).
Egzersiz programları
Her gün vücudunuzun karın-kalça-omurga-kol ve bacak gibi belli kas gruplarını dengeli bir şekilde çalıştıran egzersizler uygulayabilir, kontrollü bir şekilde ağırlık çalışabilirsiniz. Tüm bunları evinizde ailenizle beraber yapabileceğiniz gibi, size yakın bir spor merkezinde uzmanların gözetiminde de uygulayabilirsiniz. Hangi koşullar sizi egzersiz yapma konusunda motive ediyorsa ona göre tercih kullanabilirsiniz. Ayrıca vücut ağırlığımız yanında mutlaka vücut yağ oranımızı kontrol etmemiz şart, Tanita marka bir çok ürünü bu amaç için kullanabilirsiniz, pratik kullanımı sayesinde kişinin ölçümlerini kendisinin de yapabileceği Innerscan Vücut Analizi ile kişinin kilosunu, yağ oranını, vücut sıvı oranını, kaslarının ağırlığını, kemik ağırlığını, fiziksel aktivite derecesini, günlük alması gereken kalori miktarını ve metabolizma yaşını 10 sn’ lik bir analiz ile öğrenmeniz mümkün.
Nefes egzersizleri ve açık havadan faydalanmak
Nefes egzersizleri vücuda yeterli miktarda oksijen girişini sağlayarak metabolizmayı kuvvetlendirir. Ayrıca fiziki, zihinsel ve duygusal detoksa yardımcı olarak kişinin olumlu hissetmesine ve motivasyonun yükselmesine yarar.
Açık havada yaptığınız en aşağı 15 dakikalık bir yürüyüş, vücudunuzun D vitamini sentezlemek için ihtiyaç duyduğu güneş enerjisini size kazandıracaktır. Bunun için öğle yemeğiniz için ayarladığınız sağlıklı bir menüyü, havanın güzel olduğu günler mümkünse işinize yakın bir parkta yiyebilirsiniz.
Elif bebek, balık pulu hastalığı ile savaşıyor
Adıyaman'da yaşayan Elif bebek, balık pulu hastalığı ile savaşıyor.
Adıyaman’da yaşayan Açar ailesinin 1 yaşındaki bebekleri Elif Erva Açar, balık pulu denilen iktiyozis hastalığı ile mücadele ediyor. 1 yaşında olmasına rağmen yeni doğmuş gibi bir görüntüsü olan Elif bebeğin tedavisi, ailenin masrafları karşılamakta zorlandığı için gecikiyor.
İktiyozis hastalığı, ölü deri hücrelerinin kalın ve kuru döküntüler halinde birikmesine neden olan kalıtsal bir cilt bozukluğudur. Elif, ailede bu hastalığa yakalanan ikinci bebek. Bir önceki doğumda da aynı hastalıkla dünyaya gelmiş bebeklerini kaybetmiş olan aile, Elif’i de kaybetmek istemiyor.
YARDIMSEVERLERDEN HABER BEKLİYOR
Çocuklarının bu hastalığı nedeniyle zor günler yaşadığını belirten aile, çaresiz durumda. Aile, bebeklerinin iyileşmesi için gereken tedaviyi, maddi imkansızlıklar nedeniyle yaptıramadıklarını ve Elif’in daha fazla acı çekmesini istemediklerini belirtti.
KALITSAL BİR HASTALIK
Balık pulu hastalığı ile ilgili bilgi aldığımız Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı Dr. Erçin Özüntürk, şöyle konuştu:
Bu hastalık kalıtsal bir hastalıktır. Toplumda çok sık karşılaşılan bir hastalık değildir. Özellikle yeni doğan bebeklerde deri dökümü ile kendisini gösterir. Halk arasında balık pulu olarak bilinen bu hastalığın tıptaki adı ichtiosis'dir. Hastanın dirseklerinde, ellerinin içinde, yüzünde ve bacaklarında tıpkı balık pulu gibi derisinde döküntüler meydana gelmektedir. Genellikle ilk belirtileri kol arkasından gelen şişliklerle kendisini gösterir. Bu hastalığın son bahar, ilk bahar veya kış aylarında şiddeti artabilir.
YOĞUN BİR TEDAVİ GEREKİYOR
Balık pulu hastalığı deri hekimlerinin olduğu bütün kliniklerde tedavisi başarı ile yapılabilmektedir. Hastalar tedavi olmak için deri hekimlerine başvurmalıdır. Bu hastalığın tedavisinde hastayı uzun süre takip etmek gerekmektedir.
Balık pulu hastalığında hastaların derilerinin döküldüğü yerlerin vazelin gibi kremlerle nemlendirilmesi gerekir. Deri hekimleri tarafından hastalara yoğun bir tedavi süreci uygulanmaktadır.
İktiyozis hastalığı, ölü deri hücrelerinin kalın ve kuru döküntüler halinde birikmesine neden olan kalıtsal bir cilt bozukluğudur. Elif, ailede bu hastalığa yakalanan ikinci bebek. Bir önceki doğumda da aynı hastalıkla dünyaya gelmiş bebeklerini kaybetmiş olan aile, Elif’i de kaybetmek istemiyor.
YARDIMSEVERLERDEN HABER BEKLİYOR
Çocuklarının bu hastalığı nedeniyle zor günler yaşadığını belirten aile, çaresiz durumda. Aile, bebeklerinin iyileşmesi için gereken tedaviyi, maddi imkansızlıklar nedeniyle yaptıramadıklarını ve Elif’in daha fazla acı çekmesini istemediklerini belirtti.
KALITSAL BİR HASTALIK
Balık pulu hastalığı ile ilgili bilgi aldığımız Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı Dr. Erçin Özüntürk, şöyle konuştu:
Bu hastalık kalıtsal bir hastalıktır. Toplumda çok sık karşılaşılan bir hastalık değildir. Özellikle yeni doğan bebeklerde deri dökümü ile kendisini gösterir. Halk arasında balık pulu olarak bilinen bu hastalığın tıptaki adı ichtiosis'dir. Hastanın dirseklerinde, ellerinin içinde, yüzünde ve bacaklarında tıpkı balık pulu gibi derisinde döküntüler meydana gelmektedir. Genellikle ilk belirtileri kol arkasından gelen şişliklerle kendisini gösterir. Bu hastalığın son bahar, ilk bahar veya kış aylarında şiddeti artabilir.
YOĞUN BİR TEDAVİ GEREKİYOR
Balık pulu hastalığı deri hekimlerinin olduğu bütün kliniklerde tedavisi başarı ile yapılabilmektedir. Hastalar tedavi olmak için deri hekimlerine başvurmalıdır. Bu hastalığın tedavisinde hastayı uzun süre takip etmek gerekmektedir.
Balık pulu hastalığında hastaların derilerinin döküldüğü yerlerin vazelin gibi kremlerle nemlendirilmesi gerekir. Deri hekimleri tarafından hastalara yoğun bir tedavi süreci uygulanmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)