27 Nisan 2017 Perşembe

Zatürreye karşı en büyük silah aşı!

Türkiye'de en fazla ölüme neden olan enfeksiyon hastalığı zatürre. 24-30 Nisan Dünya Aşı Haftası nedeniyle görüş bildiren Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Sayıner, aşıların özellikle yaşlı ve çocukların zatürreden korunmasında çok etkili olduğunu, ancak yetişkin aşılaması konusunda yeterli toplumsal bilincin olmadığını vurguladı.

Zatürrenin “akciğer iltihabı” olarak tanımlanabileceğini belirten Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Sayıner, zatürre hakkında şunları söyledi: “Vücudumuzun savunma sistemi normal koşullarda mikropların akciğerlere ulaşmasına engel olur. Mikroplar akciğerlere bir şekilde ulaşsa da, akciğerdeki savunma sistemleri onları temizler. Ancak bu savunma sistemlerinin yeterince güçlü olmadığı bazı kişilerde mikroplar akciğerlere yerleşebilir ve orada çoğalarak iltihaba, yani zatürreye neden olabilir. Her yıl 100 ila 500 kişiden biri zatürreye, ya da diğer adıyla pnömoniye yakalanmaktadır. Bu oran 0-5 yaş grubunda ve 55 yaş üzerinde daha da fazladır. 55 yaştan itibaren sıklığı gittikçe artar ve ileri yaşlarda çok yüksek oranlara ulaşır. Bunun nedeni bu yaş gruplarının bağışıklık sisteminin daha güçsüz olmasıdır. Zatürre, ya da genel anlamda alt solunum yolu enfeksiyonları, en fazla ölüme yol açan hastalıklar arasında 3 ila 4. sırada; ölümle sonuçlanan enfeksiyon hastalıkları arasında ise 1. sıradadır, ki bu da zatürrenin Türkiye'de önemli bir sağlık sorunu olduğunu göstermektedir.”
Kronik hastalıklar bağışıklık sistemini etkileyerek zatürre riskini artırır
cnntürk'ün haberine göre; Kronik akciğer, kalp, böbrek hastalıkları, KOAH, astım, kalp veya böbrek yetmezliği, diyabet ve siroz gibi tüm kronik hastalıkların vücudun genel dengesini bozarak bağışıklık sisteminin gücünü düşürdüğünü belirten Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Sayıner, bu gibi hastalıkların varlığında enfeksiyon riskinin arttığını belirtti. “Bu nedenle yaşın yanı sıra, kronik hastalıklar da, zatürre açısından risk faktörü olarak değerlendirilmelidir. Bu hastalıklara sahip kişilerde zatürre daha sık gelişir ve daha ağır seyreder. Bu kişilerde hastaneye yatmayı gerektirecek ağırlıkta zatürre olma ve ölüm riski daha yüksektir. Son yıllarda bilgiye erişimin artmasıyla zatürre hakkındaki farkındalık biraz artsa da, halen zatürrenin toplumumuz tarafından yeterince bilindiğini düşünmüyorum. Risk faktörleri ve olası sonuçlar konusunda toplum olarak daha kat etmemiz gereken yol var.”
Elleri sık sık yıkamak enfeksiyon riskini azaltır
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Sayıner, zatürre de dahil olmak üzere solunum sistemi enfeksiyonlarından korunmak için önemli tavsiyeler verdi: “Solunum sistemi enfeksiyonları genel olarak hava ya da solunum yoluyla bulaşır. Ayrıca enfekte bir yüzeye değen elin ağıza veya buruna götürülmesiyle de enfeksiyon bulaşabilir. Bu nedenle sadece el yıkamak bile solunum sistemi enfeksiyonlarından korunmak için önemli bir önlemdir. Çünkü günlük yaşamımızda fark etmeden pek çok yere dokunuyoruz ve elimiz o mikropları bir süre barındırıyor. Bu nedenle ellerin sık sık yıkanması enfeksiyon riskini azaltır ve bizi, sadece solunum sistemi yoluyla bulaşan mikroplardan değil, sindirim sistemiyle bulaşan mikroplardan da korur. Ek olarak, hasta kişiler öksürüp hapşırırken burunlarını ve ağızlarını mutlaka kapatmalıdır. Böylece ortama daha az mikrop saçılması sağlanabilir. Ayrıca yüzeylerin temiz tutulması ve zaman zaman temizlenmesi ve vücut direncini düşüren aşırı ruhsal ve bedensel yorgunluklardan kaçınılması enfeksiyon riskini düşüren önlemlerdir. Enfeksiyonlara karşı en güçlü silahlarımızdan biri ise aşılardır.”
Risk gruplarında zatürreye karşı en büyük silah aşı
0-5 yaş arası çocukların ciddi enfeksiyonlardan korunabilmesi için düzenli olarak aşılatılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Abdullah Sayıner şunları söyledi: “Aşılar sayesinde Türkiye'de yakın geçmişte çocuk felci yok oldu ve Türkiye'de artık çocuk felci bir sağlık tehdidi olmaktan çıktı. Yetişkinlerde ise zatürre ve hatta grip kaynaklı ölümler görülebiliyor. Nasıl ki çocuklarımızı enfeksiyon hastalıklarından korumak için aşılıyorsak, risk altındaki erişkinlerin grip virüsüne ve pnömokok bakterisine karşı aşılanması ve korunması mümkün.
Zatürre aşısı 65 yaş üstü yetişkinlere ve risk gruplarına ücretsiz
Prof. Dr. Abdullah Sayıner, Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu'nun 65 yaş üzerindeki herkese ve 18-64 yaş arasındaki KOAH, astım, diyabet, kronik kalp yetmezliği, kronik böbrek hastalığı, kanser gibi eşlik eden hastalığı olan risk gruplarına ücretsiz zatürre aşısı sunulması konusundaki kararını şöyle değerlendirdi: “Bu, erişkin bağışıklaması açısından son derece önemli bir adım çünkü aşılanma oranının artırılması için aşıların erişilebilir olması gerekiyor. Eğer herhangi bir aşının maliyeti yüksekse ya da devlet tarafından karşılanmıyorsa, hastaların bu aşıyı uygulama oranları çok düşüyor. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı'nın Aile Sağlığı Merkezleri'ne bu aşının düzenli olarak ulaşmasını sağlaması ve böylece aile hekimlerinin gerekli gördüğü hastalara bunu ücretsiz olarak uygulayabilmesi zatürreye karşı verdiğimiz savaş açısından çok önemli. Bu şekilde çok daha fazla sayıda risk altındaki hastanın aşılanma imkanına kavuşacağını düşünüyorum.”

26 Nisan 2017 Çarşamba

Migren ağrısı yakında aşıyla tedavi edilecek

Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 13 ülkede eş zamanlı yürütülen migren aşısı araştırmalarının tamamlanmak üzere olduğu bildirildi.

Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 13 ülkede eş zamanlı yürütülen migren aşısı araştırmalarının tamamlanmak üzere olduğu bildirildi. Aşının migren ağrısını yüzde 70´e varan düzeyde azaltacağını bildiren ve araştırmaya katkı sağlayan Uludağ Üniversitesi Nöroloji Bölümü' öğretim üyesi Prof.Dr. Necdet Karlı “Yaşam kalitesini bozan, şiddetli baş ağrısı olan migrenin tedavisinde ilk kez olumlu sonuçlar elde edildi. Stres, açlık, uykusuzluk gibi faktörlerin ortaya çıkardığı migren için geliştirilen aşı tedavisiyle bugüne kadarki en iyi sonuçlar alındı. Hastalar aşılarını kendileri yapabilecek. Sıkça migren ağrısı çeken hastalar bu tedaviyi aylık olarak uygulayabilecek. Ciddi bir yan etkisi yok. Sadece halsizlik ve aşı yerinde hafif kızarıklığa yol açabilir. Yaklaşık 1 yıl içinde piyasada olacak aşının, Türkiye'ye gelişi biraz daha uzun sürecek” dedi. (DHA)

25 Nisan 2017 Salı

Kadın kanserleri oranı giderek artıyor

Jinekolojik Onkoloji Profesör Doktor Polat Dursun, dünyada kadın kanserlerine bağlı ölümlerin yıllar içinde arttığının görüldüğünü söyledi. 2030 yılında bir ülke nüfusu kadar kadının kanserden öleceğini öngördüklerini belirten Dursun, Türkiye'deki vakalarla ilgili de bilgiler paylaştı.

Amerikan Kanser Derneği’nin yıllık yayınladığı kanser raporuna göre tıptaki tüm gelişmelere rağmen kanser vakalarındaki sayı ve ölüm oranlarında artış olduğunun rapor edildiğini kaydeden Jinekolojik Onkoloji Profesör Doktor Polat Dursun, “Yapılan hesaplamalara göre 2030 yılında dünyada kanserden ölen kadın sayısının 5.5 milyon olacağı hesaplandı ki bu da Danimarka, Finlandiya, Norveç, Singapur gibi büyüklükteki ülkelerin nüfusuna eşdeğerdir. 2012 de kansere bağlı ölümler 3,5 milyon iken bu rakamın 2030 yılında bu artış trendi ile 5.5 milyona çıkacağı en son yayınlanan kanser raporunda yayınlandı. Yayınlanan bu kanser raporuna göre kadınlarda ölüm nedenleri içinde kansere bağlı ölümler ABD ve Avrupa gibi gelişmiş ülkelerde kadın ölümlerinin %14 ile kalp hastalıklarından sonra 2. en sık nedenini oluşturmaktadır” dedi.
WHO ve Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’nın tahminlerine göre 2012 de 6,7 milyon yeni kanser vakası ve 3,5 milyon ölüm görüldüğünün hesaplandığını anlatan Profesör Doktor Polat Dursun, “Bu kanser vakalarının yarında çoğu (%54) ve kanser ölümlerinin de %64'ü az gelişmiş ülkelerde görülmektedir. 2030 yılında dünyada kadınlarda görülen kanser vakalarının 9,9 milyona ulaşacağı ve bunların da yıllık 5,5 milyonunun hayatını kaybedeceği hesaplanmıştır. Toplumdaki kanser sıklığı sadece nüfusun artması ile değil bu toplumun beslenme alışkanlıkları, obezite, spor alışkanlığı, sigara alkol ve tütün maddeleri tüketimi, bazı virütik hastalıkların sıklığı, ülkedeki kanser tarama programları, toplumun sağlık hizmeti alma alışkanlığı ve halkın kanser ile ilgili farkındalığı ile yakından ilişkilidir.
AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER TEHDİT ALTINDA
Gelişmiş ülkelerde kadınlarda en sık görülen kanserler meme kanseri, akciğer kanseri ve kolorektal kanserlerdir. Az gelişmiş ülkelerde ise kadınlarda en sık meme kanseri, 2. sırada serviks kanseri ve 3. sırada akciğer kanseri gelmektedir” diye konuştu.
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi verilerine bakıldığında yılda 174 bin kişiye kanser tanısı konulduğunu söyleyen Profesör Doktor Polat Dursun, yapılan hesaplamalar göre Türkiye'de yılda 103.070 erkek ve 71.233 kadın kansere yakalanmaktadır. Kadınlarda en sık meme, tiroid ve kolorektal kanserler en sık görülmektedir. Jinekolojik kanserler açısından bakıldığında ülkemizde de en sık görülen jinekolojik kanserler rahim içi kanseri, yumurtalık kanseri ve rahim ağzı kanseridir.
Sağlık bakanlığının 2004-2009 yılları arasında yaptığı hesaplamalar sonucunda Türkiye'de 3800 civarında rahim kanseri, 2790 civarında yumurtalık kanseri, 1950 civarında da rahim ağzı kanseri ve 400 civarında da diğer kadın genital kanserleri olgusu görüldüğü bildirilmiştir.
ADET DÜZENSİZLİKLERİ DİKKATE ALINMALI
Tüm jinekolojik kanserlerde erken tanı çok önemlidir. Rahim içi kanserinde en önemli bulgu menapoz sonrası kanamalar veya adet düzensizlikleridir. Bu şikayetler hastayı erkenden doktora getirdiği için rahim içi kanserinde erkenden tanı konmakta ve hastaların büyük bir kısmında sadece ameliyat ile ek kemoterapi ve radyoterapi almadan tedavi yeterli olmaktadır. Rahim ağzı kanserinde ise en önemli bulgu ilişki sonrası olan kanamalar ve düzensiz kanama ve tedaviye rağmen geçmeyen akıntılardır. Bu hastalık jinekolojik muayeneyi ihmal etmeyen kadınlarda smear ve HPV testleri ile erkenden tespit edilebilmektedir. Ama jinekolojik kontrol yapılmayan hastalarda ileri evrelerde yakalanabilmektedir ki bu durumda da ışın ve kemoterapi tedavileri gerekebilmektedir.
Yumurtalık kanserinde erken tanı koydurucu bir şikâyet yoktur. Hastalar karın ağrısı, karın şişliği, kabızlık gibi daha çok mide barsak hastalıkları diye yorumlanabilecek şikâyetlerle başvurduğu için tanı genellikle ileri evrelerde konmaktadır. İleri evrede tanı konan hastalarda da yaşam süresini uzatmak için agresif cerrahi yaklaşımlar ve kemoterapiler gerekmektedir.
Tarama programlarını iyi uygulayan ülkelerde ölüm oranları düşük iken tarama programı olmayan ülkelerdeki ölüm oranları çok yüksek düzeylerdedir. Kadınların adet düzensizliği, menapoz sonrası kanama , ilişki sonrası kanama veya kasık ve karın ağrısı durumlarında mutlaka jinekolojik muayene olmaları gereklidir.” şeklinde konuştu. Sözcü

24 Nisan 2017 Pazartesi

Tırnak makaslarında Hepatit B tehlikesi

Sakarya Üniversitesi'nde yapılan araştırma, Hepatit B hastalarının tırnaklarında yoğun miktarda virüs olduğunu ortaya koydu. Bu nedenle bu kişilerin tırnak makası gibi kişisel hijyen ürünlerinin, başkaları tarafından kullanılmaması gerektiği belirtildi.

Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç Dr. Mehmet Köroğlu ve ekibinin yaptığı araştırma ile Hepatit B hastalarının tırnaklarında bulunan virüsün miktarı ve tırnak makaslarında virüsün varlığı belirlendi.
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Mehmet Köroğlu ve ekibi tarafından yapılan çalışma Ulusal Hepato-Gastroenteroloji Kongresi’nde araştırma ekibi adına Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Mustafa Altındiş tarafından sunuldu. Araştırmayı yapan bilimsel ekip adına açıklama yapan Prof.Dr. Altındiş, şöyle dedi:
‘Daha önce tırnakta Hepatit B virüsünün bulunduğunu gösteren sadece bir araştırma vardı. Bu çalışmada dünyada ise ilk defa Hepatit B hastalarının tırnaklarında bulunan virüsün miktarı belirlendi. Bu hastaların tırnaklarında virüs bulunması sebebiyle, manikür ve pedikür aletleri tek kullanımlık olmadığı takdirde veya sterilizasyon ve dezenfeksiyon kurallarının tam uygulanamadığı durumlarda, yüksek oranda Hepatit B virüsünün bulaşma riski vardır. Bu nedenle başta kuaförler ve güzellik salonu çalışanları olmak üzere tüm dermatokozmetik sektörü çalışanları bu konuda eğitilmeli ve duyarlı hale getirilmelidir. Ayrıca kamu spotu gibi kitle iletişim araçları kullanılarak, halkımız bu konuda bilinçlendirilmelidir’ dedi.
Kişisel eşyaların paylaşılmaması gerektiğini ifade eden Prof.Dr. Altındiş, şöyle konuştu:
‘Araştırma sonuçlarında Hepatit B hastalarının tırnak makasında Hepatit B virüsünün varlığı gösterilmiş ve hastalığın özellikle ortak kullanılan tırnak makasları vasıtasıyla aile içi bulaşmasında önemli bir rol oynadığı ortaya konulmuştur. Tırnak makası, traş makinesi, jilet gibi kişisel hijyen malzemelerinin bir başkası ile paylaşılmaması ve yeterince dezenfekte edilmeden tekrar kullanılmaması gerektiği toplum sağlığı açısından vurgulanmalıdır. Bu konuda da halkımız eğitilmeli ve bilinçlendirilmelidir.’ DHA

21 Nisan 2017 Cuma

Maden suyu ile soda aynı şey mi?

Belki de çoğumuz maden suyu ve sodanın isimleri farkı olsa da aynı etkide olduğunu düşünüyoruz. Beslenme ve Diyet Uzmanı Mine Şenarslan maden suyu ve sodanın arasındaki farkı anlattı...

Maden suyu ve sodanın arasındaki fark
Maden suyu da soda da mideyi rahatlatma özelliğine sahiptir. Ancak maden suyu saf ve mineral deposudur.
Maden suyu içerisinde çözülmüş mineral sıvıları bulunduran elementlerden oluşan bir içecektir. Soda ise içilebilir nitelikteki herhangi bir suya karbonhidrat eklendiğinde elde edilir. Maden suyunun minerali çok zengin iken soda mineral içermemektedir.
Maden suyunun faydaları
Maden suyu içeriği ile mineral ihtiyacımızı karşılamak için güzel bir kaynaktır.
Maden suyu içindeki mineraller sebebiyle sağlıklı bir içecektir ve insan sağlığını destekler. Ter, solunum ve idrar yoluyla kaybolan minerallerin yerine konması için, suyla birlikte geri kalan kısmın tamamlanmasında maden suyunu destekleyici olarak kullanabiliriz.
Maden suları yüksek sodyum içerdikleri için dikkatli tüketilmeli.
Maden suyunun mide bağırsak sisteminde rahatlatıcı bir etkisi vardır.
Cildi, pürüzsüz, canlı ve gergin gösterir
Böbrek fonksiyonlarını dengelememiz de bize yardımcı olur. Diyet için gerekli olan su ve mineral ihtiyacını da karşılar. Cildin, pürüzsüz, canlı ve gergin görünümde olmasını sağlar.
Ağız ve diş sağlığının gelişmesinde yardımcı
Özellikle yaz aylarında ter ile kaybettiğimiz tuz ve minerallerin yerine konması için maden suyu çok güzel bir aparatiftir. Maden suyunun içerdiği kalsiyum, ağız ve diş sağlığının gelişmesinde bize yardımcı olmaktadır.
Çocuk ve hamileler sınırlı tüketmeli
Sağlıklı bireyler günde 1-2 adet içebilir. Çocukların ve hamilelerin sodyum oranı yüksek olduğu için sınırlı tüketmeleri gerekir.

Baharda midenize dikkat!

Mide hastalıkları denince aklımıza; ülser, gastrit, reflü, mide kanseri, mide mikrobu (helicobacter pylori) gibi hastalıklar gelir. Bu rahatsızlıklar özellikle mevsim değişikliklerinde artış gösterir… Ağrı, bulantı, kusma, hazımsızlık, ağıza acı su gelmesi, kötü ağız kokusu ve ani kilo kaybı gibi şikayetler bazı mide hastalıklarını işaret edebilir.

Mide hastalıkları denince aklımıza; ülser, gastrit, reflü, mide kanseri, mide mikrobu (helicobacter pylori) gibi hastalıklar gelir. Bu rahatsızlıklar özellikle mevsim değişikliklerinde artış gösterir… Ağrı, bulantı, kusma, hazımsızlık, ağıza acı su gelmesi, kötü ağız kokusu ve ani kilo kaybı gibi şikayetler bazı mide hastalıklarını işaret edebilir.
Ağrı ve yanma
Mide bölgesindeki sıkıcı, yanıcı karakterde kronik ağrılar ülser hastalığını düşündürür. Onikiparmak bağırsağı ülserinde ise yemeklerden birkaç saat sonra başlayan, gece uyandıran, yemek ve alkali almakla geçen kronik ağrılar söz konusudur. Bu kronik ağrıların dışında ani başlayan, çok şiddetli, delici ve kısa sürede tüm karna yayılan ağrılarda ülser delinmesi düşünülmelidir. 50 yaşın üzerinde başlayan, yemeklerle artan, antiasitlere cevap vermeyen, iştahsızlık ve kilo kaybıyla birlikte olan ağrılarda mide kanseri düşünülmelidir.
Siyah rengi takip edin
Ülser hastalarında kanamaların yüzde 20'sinde dışkı koyu katran rengindedir. Yüzde 50 vakada ise her ikisi bir arada görülür. Dışkının koyu renkte olması midedeki kan proteinlerinin mide asidi ile sindirilmesi sonucu oluşur. Dışkı katrana benzer ve pis kokuludur. Demir tedavisi, pancar, ıspanak, karadut gibi yiyecekler de dışkıyı siyah yapabilir.
Ağıza acı su gelmesi
Mideden yemek borusuna geçen mide muhtevası ağıza kadar olan bölgede yanma hissi oluşturur, bu reflü belirtisidir. Ağır yemeklerden sonra ve yattıktan sonra reflü sıktır. Reflü bazen kalp krizi, ses kısıklığı, astım gibi hastalıklarla karışabilir.
Bulantı, kusma
Başka sistemik hastalıkların yanı sıra mide hastalıklarının hemen hepsinde bulantı ve kusma ortaya çıkabilir.
Hazımsızlık
Yemeklerden sonra dolgunluk, şişkinlik hissi, çabuk doyma ve bulantı gibi şikayetlerden oluşur. Her türlü mide hastalığında hazımsızlık görülebilir.
Kötü ağız kokusu
Genelde diş, dişeti, sinüs enfeksiyonları gibi hastalıklardan kaynaklanan kötü ağız kokusu bazen mide kanseri, reflü, gastrit, helicobacter pylori gibi hastalıklarda da ortaya çıkabilir.
Ani kilo kaybı
Çok sıcak yiyecek ve içecek tüketen; salamura, işlenmiş gıda tüketen kişilerde ortaya çıkan mide rahatsızlıkları ve kilo kaybı mide kanserini düşündürmelidir.
Önemli uyarılar
Mide rahatsızlığı yaşayan kişilerin kendilerine dokunan  besinlerden uzak durmaları gerekir. Sigara ve alkol tüketimi midede rahatsızlığa yol açacağından  uzak durulmalıdır. Bilinçsiz ilaç kullanımı da son derece sakıncalıdır. Sözcü

20 Nisan 2017 Perşembe

Kanser hastaları ile ilgili kritik açıklama

İngiliz araştırmacılar, belirli amino asitleri sınırlandıran bir perhizin, bazı kanser hastaları için ek tedavi olarak kullanılabileceğini bildirdi.

"Nature" dergisinde yayımlanan çalışmada, İngiltere Kanser Araştırmaları ve Glasgow Üniversitesinden bilim adamları, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde amino asitlerden serin ve glisinin çıkarıldığı diyetin tümörlerin gelişimini yavaşlattığını tespit etti.
Araştırmacılar, serin ve glisin içermeyen diyetin uygulandığı farelerde, lenfoma ve bağırsak kanserinin gelişmesinin yavaşladığını gözlemledi.
Çalışmada, bu perhizin, aynı zamanda bazı kanser hücrelerini, reaktif oksijen türleri olarak bilinen kimyasallara daha uygun hale getirdiği belirlendi.
Bilim adamları, bunun kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ve radyoterapinin etkinliğini artırabileceğini kaydetti.
Benzer bir diyetin insanlara henüz uygulanmadığını dile getiren bilim adamları, söz konusu perhizin öncelikle sağlıklı insanlarda denenerek bu amino asitlerin eksikliğine insan vücudunun ne kadar dayanabileceğinin tespit edilmesi gerektiğini aktardı.

Hamilelikte dişlere dikkat

Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan, ’Ağız ve diş sağlığının devamlılığını sağlamak için ömür boyu etkili ve yeterli bir ağız ve diş bakımı gerekmektedir. Özellikle kadınlar mensturasyon, gebelik, emzirme gibi dönemlerden ötürü daha özenli olmalıdır.’dedi.

Gebelik döneminde bebeğin ihtiyaç duyduğu kalsiyumu annenin dişlerinden karşılayarak annede diş kaybına sebep olacağı inancı geçerli değil.
Bunun yanı sıra, gebelik döneminde hormonal değişimlerden ötürü oluşan diş eti büyümeleri ve dolayısı ile plak kontrolünün zorlaşması görülür. Yeterli ve etkili bir bakım yapılmadığında biriken plaklar; hassas, ödemli, şiş, kanamalı diş eti belirtileriyle seyreden "gingivitis" tablosuna sebep olacaktır. Müdahale edilmediği takdirde, yaşanan tablo ağırlaşarak diş etrafındaki kemik kaybına kadar ilerleyebilir.
Gebelik dönemini daha konforlu geçirebilmek için dişler günde iki defa etkili şekilde fırçalanmalı, diş ipi kullanılmalı; fırçalamada bulantı yaşayan kişilerde en azından ağız gargaraları kullanılmalı.
Gebelik öncesi ve gebelikte mutlaka "diş hekimi" kontrolünden de geçilmesi gerektiğini belirten Dent Suadiye Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan ,’Gerekirse gebelik öncesinde, ilk 3 ayda ve 4 ila 6'ncı aylar arasında hekim tarafından temizlik yapılmalıdır’ dedi.
Anestezik madde kullanımının herhangi bir yan etkisi tespit edilmemiştir.İlaç gerekli görüldüğünde ise Kadın Doğum Uzmanı ile iletişim halinde karar verilmelidir.Antibiyotik kullanımı gerekir ise, penisilin ve türevleri en güvenli antibiyotiklerdir. Bebeğin diş sağlığı için bu dönemde tetrasiklin türevi antibiyotiklerden kaçınmak gerekir, aksi halde ''tetrasiklin renklenmesi'' dediğimiz sarı-kahverengi lekeler oluşacaktır.
Anne ve bebeğin daha sağlıklı diş yapısı için, gebelik döneminde A,C,D vitaminleri, fosfor, kalsiyum bakımından zengin ve dengeli bir beslenme gerekmekte.
Yine diş çürüklerinden korunmak için ara öğünlerde rafine gıdalar; kuru meyveler, karamel gibi yapışkan gıdalar, asitli içecekler tüketilmemesi önerilir.
Süt ürünleri ve yağlı tohumların (fındık, yerfıstığı, badem) ara öğün olarak tüketilmesi , diş çürüğünden korunmada daha güvenli tercihler olacaktır.

18 Nisan 2017 Salı

Baş dönmesinin 10 önemli nedeni

Baş dönmesi şikâyeti genellikle nörolojik bir sorun olarak algılansa da çoğu kez altında kulak hastalıkları çıkıyor. Hatta alerjik sorunların da baş dönmesini tetiklediğini belirten Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Feyzi Elez, önemli bilgiler verdi.

Baş dönmesinin 10 önemli nedeni
Baş dönmesi, bir başka deyişle vertigo toplumda çok yaygın görülüyor. Net bir rakam verilememekle birlikte “Kulak Burun Boğaz” polikliniklerine başvuran hastaların yüzde 30- 40'ının yakınması vertigo oluyor. Başımız döndüğünde ilk olarak beyin tümörü gibi nörolojik sorunları düşünsek de aslında yaklaşık yüzde 85‘inin nedeni kulak hastalıkları oluyor. Ayrıca alerjik yapıdaki kişilerde şiddetli hapşırma gibi aklımıza hiç gelmeyen etkenler de bu sorunu tetikleyebiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Feyzi Elez baş dönmesinin şekli, süresi ve tabloya eşlik eden belirtilerin altta yatan etken hakkında fikir verdiğini belirterek, “Ancak tanıyı koymak için denge testi ile işitme testinin mutlaka yapılması gerekiyor” diyor. Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Feyzi Elez, baş dönmesine yol açan 10 nedeni anlattı, önemli bilgiler verdi.
1. Menier hastalığı
Yapılan çalışmalarda kulak kökenli baş dönmelerinin nedenleri arasında menier hastalığının oldukça sık görüldüğü tespit edilmiş. Menier hastalığı; kulak çınlaması, kulakta dolgunluk, işitme kaybı ve baş dönmesi krizleriyle seyrediyor. Krizler genellikle saatlerce sürüyor. Tedavide ilk adımı diyet (tuz, çikolata ve kahveden kaçınılması gibi) ve ilaç tedavisi oluşturuyor. Gerekirse kulak zarı çizilerek veya tüp takılarak orta kulağa kortizon uygulamaları yapılıyor. Bu tedavilerde oldukça başarılı sonuçlar alınıyor. Yoğun stresin bu hastalığın oluşumunda önemli rolü olduğu belirtiliyor. Bu nedenle stres kontrolü hastalığın ilerlemesini önlemek ve işitmeyi korumak açısından önem taşıyor.
2. Kulak kristallerinin dökülmesi
Baş dönmesi, başın pozisyonuna bağlı olarak gelişiyor ve saniyeler sürüyor. Genellikle yatakta sağa sola dönerken veya aşağı eğilip yukarı bakma işlemi sırasında ortaya çıkıyor. Altta yatan neden yakın zamanda veya geçmişte yaşanan kafa travması oluyor. Pozisyonun değiştirilmesi sonrasında atak bitiyor. Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Feyzi Elez tekrarlayıcı özelliğe sahip olan bu tabloda hastanın uyguladığı manevra hareketleriyle tamamen iyileşme sağlandığını söylüyor.
3. İç kulak nezlesi
İç kulak nezlesinde oldukça güçlü baş dönmesi atağına şiddetli bulantı ve kusma eşlik ediyor. Bu tabloya nezle denmesinin sebebi ise nezleye benzer şekilde yakınmaların ani ve gürültülü başlaması. Altta yatan neden genellikle 3-4 hafta önce geçirilmiş olan soğuk algınlığı oluyor.
4. Kronik orta kulak iltihapları
Kronik orta kulak iltihapları ile fistül denilen iç kulak sıvısı kaçakları da baş dönmesi sebebi olabiliyor. Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Feyzi Elez, “Kronik orta kulak iltihabında kulakta oluşan kolesteatom, kemikleri eriterek baş dönmesine yol açabiliyor. Fistül denilen kaçaklar travmaya bağlı olabileceği gibi bazen sebepsiz bazen de basit bir hapşırma veya ani basınç değişimleriyle ortaya çıkabiliyor. Bu durum iç kulak sıvısının orta kulağa kaçmasına neden olabiliyor. Düzenli takip ve gerekirse cerrahi yönteme başvuruluyor. Ayrıca alerjik yapıdaki kişilerde şiddetli hapşırma da sorunu tetikleyebiliyor” diyor
5. Migren
Migrende baş ağrısı baş dönmeleriyle senkronize olabiliyor. Klinik tablo ise iç kulakta basınç artışı bulgularıyla seyredebiliyor. Baş dönmesi ataklarıyla birlikte kulakta ve başta basınç hissi ve dolgunluk yakınmaları oluyor. Migren tedavisi uygulandığında baş dönmesi atakları ortadan kalkıyor.
6. Sistemik hastalıklar
Hipertansiyon, varis ve aritmiler gibi kalp damar sistemi rahatsızlıkları, tiroit hastalıkları, kansızlık, diyabet, böbrek üstü bezi hastalıkları ve otoimmun hastalıklar da baş dönmesine yol açabiliyor.
7. Merkezi sinir sistemi hastalıkları
Kafa travması, epilepsi, beyin dokusunda yıkımla seyreden hastalıklar, merkezi sinir sistemi tümörleri de baş dönmesine yol açabiliyor. Altta yatan nedenin tespiti için bu yakınmaya eşlik eden diğer belirtiler dikkatle inceleniyor.
8. Psikolojik nedenler
Depresyon, anksiyete ve korku gibi nedenlerden kaynaklanan pisokolojik kökenli baş dönmeleri, yaşanmış bir baş dönmesi atağı sonrasında oluşan korku ve kaygının yarattığı taklitler şeklinde gelişiyor. Psikolojik destek tedavide büyük önem taşıyor.
9. Yolculuklar
Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Feyzi Elez deniz ve uçak yolculuğunda ortaya çıkan basınç değişimlerinin de baş dönmesine yol açabildiğini belirterek, “Bunların yanı sıra araç tutması geçmişi olan kişilerde de baş dönmesi şikayetleri daha yoğun görülüyor” diyor.
10. İlaçlar
Anksiyete, depresyon, uyku ve tansiyon sorunlarında kullanılan bazı ilaçlar ve yine bazı antibiyotikler de baş dönmesine neden olabiliyor. Ayrıca depresyon ilaçlarının aniden kesilmesi de baş dönmesini tetikleyebiliyor.

17 Nisan 2017 Pazartesi

İşte en sağlıklı güneş gözlüğü

Güneş gözlüğü alacaksanız mutlaka okuyun! Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Raşit Tuncel güneş gözlüğü alırken dikkat edilmesi gerekenleri sıraladı.


Yaz aylarının yaklaşması ile birlikte güneş gözlüklerine olan talep artarken, Acıbadem Eskişehir Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Raşit Tuncel, güneş gözlüğü alırken dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.
KOYU CAM DAHA İYİ KORUR MU?
Dr. Tuncel, güneş gözlüğünü güneşe maruz kalan herkese tavsiye ettiklerini belirtti. Güneş gözlüğü alırken dikkat etmemiz gereken en önemli konunun ultraviyole ışınlarını filtre edip etmediğini kontrol etmek olduğunu belirten Dr. Bülent Raşit Tuncel, “Ultraviyole ışınları güneşten yer yüzüne ulaşan zararlı ışınlardır. Ultraviyole ışınları A, B, C olarak üçe ayrılıyor. C ışınları atmosferde emiliyor ama ultraviyole A ve B ışınları dünyaya ulaşıyor. Ultraviyole A ve B ışınlarını filtre eden güneş gözlüğü kullanmazsak bu ışınlar gözümüze zarar verir. Cam koyuluğunun ultraviyole ışınlarını filtre etmede hiç bir önemi yoktur. Cam koyu olduğunda gözümüzü daha iyi korur diye bir şey yok. Bazen daha koyu cam kullanmak zararlı bile olabilir. Camların rengi önemlidir, kullanım şekline göre değişir. Günlük kullanım için kahverengi ve yeşil camları öneriyoruz” dedi.
AKSESUAR OLARAK DEĞİL SAĞLIK İÇİN
Güneş gözlüğünün sadece aksesuar olarak kullanılmasının yanlış olduğunu söyleyen Dr. Tuncel “Güneş gözlüğü sağlık için kullanılmalı, bir aksesuar olarak düşünülmemeli. Aksesuar olarak kullanırken ultraviyole ışınlarını filtre etmeyen bir güneş gözlüğü kullanırsak zararlı bile olabilir. Göze gelen ışığı koyu renk cam azaltır ve eğer koyu renk cam güneşten gelen zararlı ışınları filtre etmiyorsa aynı zamanda da göz bebeğini büyüteceği için göze daha fazla ışık gelecektir. Zarar dahi verebilir. Aksesuar olarak kullanmak isteyenler, kaliteli, ultraviyole ışınlarını filtre eden bir güneş gözlüğü kullanmalı. Gözlük camlarında UV 400 yazan sertifika vardır. Burada bahsi geçen, 400 nanometre dediğimiz dalga boyu. Güneş gözlüğünün göze gelen insan sağlığı için zararlı olabilecek dalga boyundaki ışınları kesmesi çok önemlidir” diye konuştu. Sözcü

Hızlı kilo vermek karaciğeri yağlandırıyor

Genellikle fazla kiloyla ilişkili olarak görülen karaciğer yağlanmasının bir nedeni daha var, o da; hızlı kilo vermek. Uzmanlar, sağlık adına kilo vermek isterken daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmamak için uyarılarda bulundu.

Hızlı kilo vermek, uzun süre aç kalmak ve sağlıksız diyetler. Hepsi karaciğer yağlanmasını artırıyor.
Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Birol Özer, “Kişi 1 ay içinde 8-10 kilo verecek olursa karaciğerdeki yağlanma aksine artıyor. Çünkü vücut refleks olarak kendini korumaya çekiyor. Korumaya çektiği için de yağlanma artıyor” dedi.
Çoğunlukla obeziteyle ilişkili olarak ortaya çıkan karaciğer yağlanması, sağlık için ciddi tehdit oluşturuyor. Tedavi edilmezse karaciğer kanseri ve siroza yol açabiliyor.
KARACİĞER YAĞLANMASINDA KANSER VE SİROZ RİSKİ VAR
Türkiye nüfusunun yüzde 20'sinde görülen hastalığa karşı kilo vermek ve egzersiz yapmanın şart olduğunu belirten Prof. Özer, “Aslında sadece yağlanma olduğunda bu çok endişe verici bir problem değil. Ama yağlanma üzerine karaciğerin iltihaplanması olan kişilerin, uzun vadede yüzde 15 ila 20'sinin siroz gibi riskle karşı karşıya olduğunu biliyoruz” diye konuştu
Ancak sağlıklı kilo verilmezse karaciğer yağlanmasının daha tehlikeli boyutlara ulaşabileceğine vurgu yapan Dr. Özer, “Haftada yarım kilo, ayda iki ila üç kilo vererek zamana yayarak ideal kilosuna geldiğinde, karaciğerdeki yağlanma sorunu ortadan kalkıyor” ifadesini kullandı.
Uzmanlar, karaciğer yağlanması olan hastaların 6 ayda bir kontrolden geçmesi gerektiğini söylüyor.

"Pancarla akşam detoksu kilo vermeyi kolaylaştırıyor"

Ispanakgiller ailesinden olan pancarın antioksidan açısından zengin olduğunu belirten Diyetisyen Keservuran, akşam yapılacak ‘pancar detoksu’nun vücuttaki toksinleri atmada ve kilo vermede yardımcı olduğunu söyledi.

Pancarın yeşil yapraklarının demir, A ve C vitamini deposu olduğunu belirten Beslenme-Diyet Uzmanı Gizem Keservuran, yumru kısmının ise folik asit, manganez, potasyum ve lif kaynağı olduğunu aktardı.
Pancarın yıllarca karaciğer detoksunda kullanıldığını dile getiren uzman, “Aynı zengin içeriği ile karaciğerin detoks kapasitesini arttırır. Pancardaki kalori oranı çok düşük olduğu gibi yüksek oranda lif içerir. Bu da kilo aldıran yiyecekleri daha az tüketmenizi sağlar. Pancar glutatyon peroksidaz enzimini içerir ve bu enzim, beyaz kan hücrelerinin artmasını sağlar. Aynı zamanda da amino asitlerden glutaminin de zengin kaynağıdır” dedi.
Kilo vermeye çalışanlar için özellikle pancar ile hazırlanan detoksun, ihtiyaç duyulan enerjiyi ve tokluk hissini verdiğini aktaran Keservuran, pancarın bağırsakların da doğru çalışmasını sağlayarak zayıflama sürecinde yararlı olduğunu kaydetti.
PANCAR MI, PANCAR SUYU MU?
1 Pancarın yaklaşık 8 mg şeker içerdiğini vurgulayan Keservuran, “Bu da zayıflamak isteyenler için istenmeyen bir durum. Fakat pancarın suyu sıkıldığında şeker/karbonhidrat posa kısmında kalır ve süzülmez. Bu nedenle pancar suyu şekersiz ve bol lifli içeriği ile (2.3gr) tok tutarken bağırsakları da maksimum düzeyde çalıştırır. Ayrıca içeriğindeki B1, B2, B3 ve B6 vitaminleri ile birlikte demir ve karoten açısından da zengindir” diye konuştu.
PANCAR SUYU İLE AKŞAM DETOKSU TARİFİ
“Doğru bağırsak florasına sahip değilseniz ne yaparsanız yapın kilo veremezsiniz. Ya da tehlike sınırında kilo verirsiniz” ifadesini kullanan Keservuran, bu nedenle ilk yapılması gerekenlerden birinin de bağırsak florasını dengelemek olduğuna vurgu yaptı.
Keservuran, pancarla akşam detoksunun nasıl hazırlanacağını ve nasıl kullanılacağını şöyle anlattı:
• 3 adet taze pancar (sert, yuvarlak, lekesiz ve yoğun kırmızı renkte olanları tercih edin).
• Probiyotik (100 ml).
Hazırlanışı: 3 adet pancarı yıkadıktan sonra 4 parçaya bölün ve meyve sıkacağında sıkın. Posasını tekrar sıkmayın. Çıkardığınız pancar suyuna 1 ölçek (1 tatlı kaşığı) Probiyotik ekleyin ve hafifçe karıştırın. Bunu her akşam yemeği öncesinde veya yemek sırasında için. Yemeği az yiyeceğiniz gibi sindirim sisteminiz de düzene girecek ve kilo vermeniz hızlanacaktır.”

Kanseri sakızla tespit edecekler

Bilim insanlarından müthiş buluş! Bir biyoteknoloji şirketinin geliştirdiği sakız, 15 dakika çiğneme ile kişide kanser olup olmadığını tespit edebilecek.

Biyopsi ve kan testi gibi kanseri tespit edebilen uygulamaları alt edebilecek bir yöntem geliştiriliyor. Artık kanser, sakızla tespit edilebilecek.
Bilim insanları, kanserin nefeste ve tükürükte yarattığı değişiklikleri ölçerek tespit edebilen bir sakız üzerine çalışıyor. CNN’in haberine göre bu sakız, 15 dakika çiğnendikten sonra, kanser türleri tarafından salınan ‘uçucu’ kimyasal bileşikleri emecek ve yapılacak analiz sonucu kanser olup olmadığı belirlenmesine yardımcı olacak.
Şimdiye kadar bilim adamları, pankreas kanseri, akciğer kanseri ve meme kanserini tespit edebilen farklı sakız türleri geliştirdi.

13 Nisan 2017 Perşembe

Bahar nezlesinden korunmanın 6 altın kuralı

Havaların giderek ısınmasıyla, artık yavaş yavaş varlığını hissettiren bahar aylarına girmemizle birlikte, çocuklar başta olmak üzere, halk arasında ‘bahar nezlesi’ olarak adlandırılan mevsimsel allerjik hastalıklar ile sıkça karşılaşıyoruz. Saman nezlesi olarak da adlandırılan bu durumdan, çayır polenleri ve çimen gibi ilkbaharda ortaya çıkan çeşitli bitkisel ürünler sorumludur.

Basit nezle 7-10 günde iyileşirken, bahar nezlesinin alerjenle temas süresi boyunca devam ettiğini kaydeden Kolan International Hospital KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, “Bahar nezlesinin sık şikayetleri arasında, burun tıkanıklığı, sık hapşırık ve burun kaşıntısı ile birlikte, göz yaşarması ve şeffaf burun akıntısını sıralayabiliriz. Ayrıca bu hastalarda, tat ve koku bozukluğuna, astım ve nefes darlığı da eşlik edebilir” dedi.
Geniz eti ve bademciğe, ‘bahar nezlesi’ eklenince tablo ağırlaşabiliyor
Geniz eti sebebiyle geceleri rahat nefes alamayan ve horlayan çocuklara, ilaveten bahar nezlesinin de üstüne eklenmesiyle tablonun ağırlaşabileceğini belirten KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları söyledi: “Geniz eti çocuklarda, horlama ile birlikte uyku apnesine de neden olabiliyor. Çocuklarda uyku apnesi, hiperaktivite, dikkat eksikliği, sosyal uyumsuzluk ve geceleri altına kaçırma gibi çeşitli şekillerde kendini gösterebiliyor. Beraberinde, sık bademcik iltihaplanması veya iri bademcik bulunması ile bahar nezlesi durumlarında tablo daha da ilerliyor. Erişkin uyku apnelerinde ise, gün içinde yorgunluk ve uykusuzluk şikayetleri gerçekleşiyor” diye konuştu.
Bahar nezlesinde, işitme kayıpları artabiliyor

KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, konuşmasına şöyle devam etti: “Polen allerjisi olan çocuklarda, burun ve geniz tıkanıklığına bağlı östaki tüpü de tıkanarak, kulakta sıvı birikimlerine ve nihayetinde işitme kayıplarına neden olabilir. Bu biriken sıvı, yapışkan kıvamında olup, orta kulakta çökme sonucunda ileri de kulak zarında delinme ve kalıcı işitme kayıpları yapabiliyor. Bu durumda, genellikle allerjinin tedavisi, sakız çiğneme ve basit egzersizler gerçekleşiyor. İlkbaharda eğer işitme kaybı çok hızlı ilerlemiyorsa, mümkünse kulak zarına tüp takmak tercih edilmez. Bunun nedeni, ılıman ve sıcak havalarda üst solunum yolları direncinin düşmesine bağlı orta kulak sıvı birikimleri genellikle iyileşme eğiliminde olduklarının yanında, yazın denize girip kulağına su kaçırma riskinden dolayıdır. Fakat bazen kulakta, ısrarlı bir şekilde sıvı birikimi oluyor ve egzersizle birlikte ilaç tedavisiyle işitme kaybı düzelmiyorsa, kulak zarına tüp takmak gerekli olabilmektedir” şeklinde konuştu.
Bahar allerjisinde ilaç ve aşı tedavisi bulunuyor
Bahar allerjisi tanısının hastanın şikayetleri ve muayene bulgularıyla ortaya konulduğunu anlatan KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları kaydetti:  “Bahar allerjisinde, cilt veya kanda bakılan allerji testleri de tabloyu destekliyor. Tedavi olarak, bu çocuklara öncelikle allerjiye dönük burun spreyleri ve allerji şurup veya hapları yeterli olabilmektedir. Bunun bir alternatifi de, artık ülkemizde de ticari olarak satılabilen polen aşısı haplarıdır. Bunları henüz SGK kurumları ödemiyor ve 3-5 yıl süreyle kullanmak gerekiyor, ama uzun dönemde polene karşı bağışık kalmak için elimizdeki tek seçenektir” diye konuştu.
Bahar nezlesinden korunmanın 6 altın kuralı
Bahar aylarında sıkça karşılaşılan allerji problemlerine karşı alınması gereken önlem hakkında Doç. Dr. Seçkin Ulusoy, şunları açıkladı:
1-Polen zamanında dış ortamda, özellikle çim, çayır ve kavak ağacı gibi doğal ortamlardan uzak durmaya çalışın.
2-Mecburen bu ortamlara gidecekseniz, gözlük ve maske kullanın.
3-Her akşam duş alın.
4-Tüm kıyafetlerinizi günlük değiştirin. Kıyafetlerinizi, yatak odanızda çıkarmayın.
5-Bu dönemde, evinizin ve arabanızın camlarını kapalı tutun.
6-Hem arabada, hem de ev ve iş ortamlarınızda, polen filtreli klimalar kullanın.

NPİSTANBUL Beyin Hastanesi açıldı

Avrupa'nın 2. beyin hastanesi ünvanına sahip NPİSTANBUL Beyin Hastanesi açıldı. Hasta konforu ve güvenliği açısından her ayrıntının düşünüldüğü, tanı ve tedavide son teknolojilerin kullanıldığı, 160 yatak kapasiteli NPİSTANBUL Beyin Hastanesi, beyin alanına odaklı ve ek olarak 10 branş ile hizmet veriyor.

Ümraniye’de hizmete giren NPİSTANBUL Beyin Hastanesi, yeni binasında Avrupa'nın 2. Beyin Hastanesi olarak çalışmalarına başladı. Teşhis ve tedavide kullanılan son teknolojilerin yanında, Türkiye’nin de ilk 1A Ultra Clean ameliyathane donanımına sahip olan hastane, psikiyatri, psikoloji, nöroloji ve bağımlılık alanında pek çok ilke imza atıyor. Bu alanların yanında, beyin, sinir ve omurilik cerrahisi, bariatrik ve genel cerrahi, kulak burun boğaz gibi genel imkânlarla zenginleştiren NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’nin olanaklarını Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahı olan Prof. Dr. Kaya Aksoy sıraladı.
TARHAN: 20 YILLIK TECRÜBEMİZ VAR
Bağımlılık, Psikiyatri, Psikoloji ve Nöroloji alanındaki tecrübelerine cerrahiyi de ekleyerek kendilerini genel hastane konumuna taşıdıklarını ifade eden NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:
“Biz bağımlılık, psikiyatri, psikoloji ve nöroloji alanında yaklaşık 20 yılık bir tecrübeye sahibiz. Avrupa'nın 2. Beyin Hastanesi olarak, teknolojik alt yapımız ve uzman kadromuz ile tam teşekküllü bir tanı ve tedavi merkezi hizmeti sunmaktayız. Yeni binamızda yeni beyin takımı ile birlikte artık cerrahi operasyonlar da gerçekleştiriyoruz. Laparoskopi operasyonları, obezite tedavisi, safra kesesi, kasık fıtığı, apandisit, reflü ve mide fıtığı başta olmak üzere birçok genel cerrahi operasyonları, beyin, omurilik ve sinir cerrahisi operasyonları; Türkiye'nin sayılı çocuk ve erişkin beyin, sinir ve omurilik cerrahlarından Prof. Dr. Kaya Aksoy ve ekibi, Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Şerafettin Özer ve ekibi tarafından gerçekleştiriliyor. Cerrahi operasyonlar için SGK ve özel sağlık sigorta kurumları ile anlaşmalarımızı yaptık. Ameliyathanelerimizi hazırlarken her cerrahın operasyonlarını gerçekleştirmek için arzu ettiği bir ameliyathane tasarladık. Kullanılan teknolojilerden tüm cihazlara kadar mükemmel bir altyapı oluşturmayı hedefledik böylece minimum riskle ameliyatlar yapılabilecek, hastalarımıza en kaliteli sağlık hizmeti sunacak bir hastane olmayı amaçladık. Tüm servislerimizi önce hasta ve hasta yakınlarımızın güvenliği ve konforunu düşünerek oluşturduk.
Özel iklimlendirme sistemleri, kış bahçeleri, hasta takip sistemleri, enfeksiyon riskleri için merkezi sistemi, nöromodülasyon merkezi, Otizm tedavisinde ‘Duyu Bütünleme Kliniği gibi tüm ayrıntıları tek tek düşünerek hazırlandık. Psikiyatri, Psikoloji, Nöroloji ve Bağımlılık alanında da tecrübeli ve uzman kadromuza yeni isimler de katıldı. Şimdi uzman cerrahi ekibimizle, beyin, omurilik ve sinir ve genel cerrahi ameliyatlarını yapabilecek, Üsküdar Üniversitesi bilim ortaklığımız ile birlikte psikiyatrik hastalıkların beyin pili ile tedavi edilmesi gibi önemli çalışmalar içinde yer alacağız. Ayrıca, Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin-Omurga Cerrahisi Kliniği ile Üsküdar Üniversitesi bilimsel ortağı olan NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Kliniği ile akademik ve bilimsel işbirliği içinde olacaktır. ”

KAYA: TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK 1A ULTRA CLEAN AMELİYATHANESİNE SAHİBİZ
NPİSTANBUL Beyin Hastanesi'nin ileri düzey teknolojiyle hazırlanan yeni binasında; bel ve omurga cerrahisi, erişkin ve çocuk beyin cerrahisi, tümör, anevrizma operasyonları, Parkinson, tremor, distoni, major depresyon, OCD, epilepsi, toruette sendromu, derin beyin stimulasyonu, boyun ve bel fıtığı, skolyoz ameliyatları ve nöromodülasyon cerrahilerinin tamamı yapılabiliyor.
npistanbul-beyin-3
Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahı olan Prof. Dr. Kaya Aksoy yaptığı açıklamada; “Öncelikle belirtmek isterim ki NPİSTANBUL Beyin Hastanesi ailesine katılmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Ben ve ekibim beyin, sinir ve omurilik ile ilgili bütün cerrahi operasyonları NPİSTANBUL Beyin Hastanesi'nde gerçekleştiriyoruz. Beyin ameliyatları, omurga cerrahisi, pediatrik beyin omurilik ve sinir cerrahisi Parkinson ve hareket bozuklukları ameliyatları ile periferik sinir cerrahisi başta olmak üzere beyin ve sinir cerrahisi alanında Türkiye'nin nöroşirürji merkezi olma yolundayız. Bağımsız akredite kuruluş tarafından onaylanan Türkiye'nin ilk ve tek 1A Ultra Clean ameliyathanesi olma özelliğine sahibiz. Ameliyathanemizde bulunan pek çok önemli tıbbi cihazın yanında özellikle spinal cerrahi için çok önemli olan O-Arm O kollu skopi adı verilen cihaz sayesinde hatasız ameliyatlar yapma hedefi ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”dedi.
NPİSTANBUL Beyin Hastanesi akıllı donanıma sahip entegre sistemi ile başarılı cerrahi operasyonlar için tüm imkanları barındırıyor. Bu teknolojiler:
*Floresan boyama ile tümör ameliyatı yapabilen ileri mikroskobik cerrahi ile tümörlerin daha başarılı çıkarılma imkânı,
*Beyin, sinir ve omurilik cerrahisinde, çocuk beyin cerrahisi, tümör,  anevrizma operasyonları gibi ameliyatlar için O-Arm MR CT navigasyon ve ICG, frame teknolojieri hata oranının sıfırlanması,
*Otomatik skolyoz çekimi yapabilen dijital röntgen işlerin hızlandırılması,
*Nöronavigasyon destekli ileri düzey beyin cerrahi mikroskopu ile sodyum floresan rehberliğinde vasküler – onkolojik cerrahi hizmeti hedefi kolay tespit etmek,
*Nöronavigasyon destekli üst düzey intra operatif, renkli doppler ultrasonografi cihazı ile kontrollü cerrahi operasyon olanağı ile komplikasyonların bertaraf edilmesi,
*Nöronavigasyon destekli 3 boyutlu görüntüleme sistemi ile operasyon öncesi ve esnasında hedefe kısa ve hızlı yoldan ulaşılma
*Ameliyat sırasında 3D görüntüleme ile operasyon sırasında başarı ölçme avantajı
*Enfeksiyondan Korunma: TS EN-ISO 14644-4 standardına uygun hijyenik havalandırma, kontrollü geçiş alanları, cerrahi ekipman takip sistemleriyle üst seviyeye sterilizasyon güvenliği
*Anestezi güvenliği: End-Tidal Control ve ecoFLOW teknolojileriyle ameliyatın her aşamasında anestezi ve ağrı derinliğini kontrol edebilme olanağı
*Ameliyathane Telekonferans Sistemi ile operasyonlar sırasında dünyadan herhangi bir hekime veya bir konferans salonuna bağlanabilme, aynı zamanda üniversite öğrencilerin sınıfına canlı ders olarak katılım sağlama sistemi
Hastanenin diğer olanakları ise şöyle:
Terapi yapabilen yataklar: Yoğun bakım servisinde kullanılan multifonksiyonel yataklar ile koltuk pozisyonundan akciğer terapisi pozisyonuna kadar geniş bir skalada hastalara konforlu bir yatış süreci sunuluyor. Terapi yapabilen yataklar sayesinde hemşirelerin pek çok görevini bu yataklar üstleniyor.
Erişkin Psikiyatri Servisi: Hastaların mahremiyetleri ve hastalığın risklerine göre oluşturulan Erişkin Psikiyatri Servisinde; Depresyon, Stres, Travma, Manik-Depresif Bozukluk, Şizofreni, Sosyal Fobi, Paranoya, Bağımlılık, Panik Bozukluğu, Evlilik Sorunları, Yeme Bozuklukları, Kişilik Bozuklukları, Uyku Bozuklukları, Cinsel Kimlik Bozuklukları, Cinsel İşlev Bozuklukları, Yaygın Anksiyete Bozukluğu gibi pek çok alanda tedavi imkanı sunuluyor.

NPAMATEM: Türkiye'de AMATEM ruhsatına sahip ilk özel hastanesi olan NPİSTANBUL Beyin Hastanesi tecrübeli uzman kadrosu ile bağımlılık alanında konforlu ve güvenli bir tedavi hizmeti sunuyor.
Çocuk ve Ergen Psikiyatri Servisi: NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi; 0-18 yaş arası çocuk ve ergenlerin gelişimsel, ruhsal, bilişsel, akademik ve sosyal alanlardaki zorluklarının tanı ve tedavisi ile ilgili hizmet veriyor. Beyin fonksiyonlarını ölçerek tanı imkânlarımız; Kişilik, Dikkat, Bellek, Psikososyal testler ile taramayı içermektedir. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi alanında uzman kadromuz; doğumdan ergenlik döneminin bitimine kadar sağlıklı gelişimin sağlanması ve var olan bozuklukların tanı ve tedavisi için çalışılır. Tedavi ettiğimiz hastalıklar arasında; Yaygın Gelişim Bozukluğu, Çocukluk Depresyonu, Davranış Bozuklukları, Otizm, Özel Öğrenme Güçlükleri, Okul Başarısızlığı, Sınav Kaygısı, Çocuklarda Tik ve Takıntılar, Fonolojik Bozukluklar, Kekemelik, Afazi, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite sayılabilir. Tedavi seçeneklerimiz içinde beyin uyarım ve yeni özel eğitim tekniği olarak Duyu Bütünleme tedavisi de bulunmakta.
7/24 Psikiyatri Acil Servis hizmeti: Acil Servis birimi, multidisipliner anlayışla görev yapan ekip tarafından yönetiliyor. Genel acil servis hizmetinin yanı sıra, psikoloji ve psikiyatri tecrübesinden yola çıkılarak oluşturulan nöropsikiyatrik acil servis 24 saat hizmet sunuyor. Taşkınlık gösteren hastalar için bulunan yumuşak oda, nörolojik, riskli hastalar için acil yoğun bakım yeteneği, özel eğitimli hekim, hemşire ve sağlık memuru ekibi ve psikiyatrik acil müdahale için kullanılan özel donanımlı PSİKOACİL ambulansı ile hasta sağlığı ve güvenliğinin en üst düzeyde tutuluyor.
Beyin İçin “Check Up”: NPİSTANBUL Beyin Hastanesi'nde, kişinin zihinsel ve psikolojik işlevselliğinin ölçülerek yaşına ve eğitimine uygun düzeyde olup olmadığı Beyin “CheckUp”’ı ile ölçülebiliyor. Psikiyatrist, psikolog, nörolog ve radyoloğun işbirliği ve multidisipliner bir yaklaşım ile uygulanan Beyin “Check Up”'ında, beynin biyoelektrik haritası çıkarılarak dikkat, hafıza ve zekâ ölçümleri ile kişinin psikososyal açıdan değerlendirilmesi yapılıyor.
Beyin “Check Up”'ında uygulanan testlerle beyinde biyokimyasal alanların işlevselliği, düzensizlikler, çalışmayan alan olup olmadığı, stres hormonlarının düzeyi, kullanılan ilaçların etkileri ölçülebiliyor. Bu sayede fonksiyon bozuklukları tespit edilebilirken, saptanan soruna göre kişiye özel tedavi ve rehabilitasyon programı uygulanabiliyor. Beyin “Check Up”'ı; Alzheimer başta olmak üzere, unutkanlık, depresyon, dikkat dağınıklığı gibi hastalıkların erken tanı, teşhis ve tedavisi için öneriliyor.
Genel Cerrahi ve Psikiyatri'de Beyin Pili Tedavisi: Parkinson ve benzeri istemsiz hareket bozuklukları gibi yaşam kalitesini düşüren hastalıklarda uygulanan beyin pili ile hastalar normal yaşamına kavuşuyor. Depresyon, Obsesif Kompülsif Bozukluklar, Alzheimer gibi hafıza problemleri, epilepsi ve obezite hastaları için de başlayacak Beyin Pili tedavisi ile psikiyatrik hastalıkların tedavi edilmesi hedefleniyor.
En son teknolojiyle donatılan ameliyathanelerde; laparoskopik (videoendeskopik) ve açık cerrahi yöntemler kullanılarak operasyonlar yapılmaktadır. Laparoskopi operasyonlarda; obezite tedavisi, safra kesesi, kasık fıtığı, apandisit, reflü ve mide fıtığı başta olmak üzere birçok genel cerrahi ameliyatlarında başarıyla uygulanmaktadır.

Diş beyazlatma kalıcı mı?

Diş beyazlatma hakkında merak edilenleri anlatan Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan, işlemin kalıcı olup olmadığı hakkında bilgiler verdi.

Dişlerdeki beyazlık, uzun süre antibiyotik kullanımı, aşırı flor alımı, kanal tedavisi, travma sonucu, yaşlılık, genetik faktörler gibi etkilerle zamanla yok olabiliyor. Peki bunun bir çözümü var mı? Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan, ‘Harika gülüşlere ve kıskandıran beyazlıklara kavuşmak için korkusuzca diş beyazlatma yaptırıp kendinize olan güveni daha da arttırabilirsiniz.'dedi.
Artık diş hekimliğinde, diş beyazlatma yöntemlerinin oldukça kolay ve ağrısız olduğunu söyleyen Dent Suadiye Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği Protez ve İmplantoloji Uzmanı İlker Arslan ‘Çalışan kesim için, öğle tatilinde bile rahatlıkla sevdiğiniz müzikleri dinlerken ve dinlenirken klinikten mutlu bir gülümsemeyle çıkabilirsiniz.' dedi.
Diş beyazlatma 2 şekilde yapılabiliyor, biri ofis tipi klinik beyazlatma, diğeri ev tipi beyazlatma. Ofis tipi klinik ortamında, hekim tarafından, yaklaşık 1 saatte yapılan etkili bir yöntem. Hastanın diş etleri korunarak, ışık cihazı desteği ile diş renginde 5-6 ton açılma sağlanıyor.
Ev tipi beyazlatmada, ağzımızdan alınan ölçüler sonrasında kişiye özel plaklar hazırlanıyor. Özel bir beyazlatma seti evde kullanacağımız şekilde teslim ediliyor. Kullanılması son derece pratik olan bu yöntemle 1 haftalık kullanımda 4-5 ton açılma elde edebiliyoruz.
Diş beyazlatma sonrası oluşan renk, en az 2 yıl kalıcılığını, beyazlığını korumaktadır. Düzenli bakım ve diş fırçalamaya dikkat edilmesi bu sürenin uzamasına yardım edecektir. Beyazlatma sonrasında en sık rastlanan şikayetler dişlerde meydana gelen hassasiyetlerdir. Bu hassasiyet en fazla 24 saat sürmekte ve hayat kalitesini bozmamaktadır.
Beyazlatmamızı yaptırdıktan sonra, ilk 2 gün beyazlama etkisi devam edeceği için, renklenme yapabilecek gıdalardan uzak durmak gerekiyor, İlk bir hafta özellikle çay, kahve, sigara, kırmızı şarap, soya sosu, salça gibi boyayıcı gıdalardan kaçınılması tavsiye ediliyor.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Sağlık Bakanlığından yabancı hekim kararı

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp Gümüş, "Yeni yaptığımız şehir hastanelerinin bir kısmı uluslararası hasta hizmetleri için ayrılmıştır. Körfez ülkelerinden gelebilecek hekimler buralarda çalışabileceklerdir" dedi

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp Gümüş, "Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Türkiye 4. Ortak Sağlık Çalışma Grubu" toplantısında yaptığı konuşmada, yeni şehir hastaneleriyle birlikte Türkiye'de 40 bin yataklı hastanelerin kamu-özel ortaklığı modeliyle yapıldığını ve şu ana kadar Mersin, Yozgat ile Isparta'dakilerin açıldığını söyledi.
Şehir hastaneleri 2018'in sonuna kadar açılacak
Şehir hastanelerinin 2018'in sonuna kadar açılacağını bildiren Gümüş, Ankara'da Bilkent ve Etlik'te iki büyük şehir hastanesi yapıldığını, bunların toplam 8 bin yatak kapasitesine sahip olacağını anlattı.
Fiziki mekanlardan sonra artık içinde çalışacak sağlık personelinin eğitimine, nitelikli personel çalıştırılmasına ve yapılan hizmetlerin kaliteli olmasına önem verileceğini vurgulayan Gümüş, "Şu anda Türkiye'nin özellikle kamu-özel iş birliği yöntemiyle önemli deneyimleri oluştu. Sağlık iş birliği açısından da Türkiye'nin önünde olan ve şu anda çalıştığımız konulardan biri, sağlık endüstrisinin geliştirilmesidir" dedi.
Körfez ülkelerden gelen hekimler ve hemşireler çalışabilecek
Sağlık turizmi konusunda da körfez ülkeleriyle iş birliğine gidebileceklerini dile getiren Gümüş, "Yeni yaptığımız şehir hastanelerinin bir kısmı uluslararası hasta hizmetleri için ayrılmıştır. Burada yabancı dil bilen hemşirelerimiz, hekimlerimiz görev alacaklardır. Körfez ülkelerinden gelebilecek hekimler ve hemşireler buralarda çalışabileceklerdir." diye konuştu.

10 dakikada lazerle hemoroid ameliyatı

Hemoroid hastalarının ağrısız, sızısız sağlığına kavuşmasını sağlayan lazer ile ameliyat yöntemini Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Ömet Lütfi Akgül, 5-10 dakikalık ameliyatlar sonrası hastaların aynı gün içerisinde taburcu edildiğini söyledi.

Ameliyat sonrası ağrıların olmadığını ve hastanın aynı gün içerisinde normal sosyal hayatına ve işe geri dönüş sağlayabildiğini belirten Dr. Akgül, hemoroidin yerleşim yerine göre iç ve dış olmak üzere ikiye ayrıldığını aktardı.
Hastalığın erken döneminde sadece makatta az miktarda kanama, kaşıntı gibi yakınmalar olduğunu belirten uzman, diğer belirtiler hakkında şunları söyledi:
“Daha sonraki dönemlerde kanamaya, dışkılama sırasında makatta oluşan şişlikler eşlik eder. Özellikle bu dönemlerde hemoroid bakterilerinin yani memelerinin dışarı çıkmış olması nedeniyle makat devamlı ıslak hale gelir ve bu durum şiddetli ağrı dışında kaşıntıyı da neden olur. Bir de hemoroidin akut dönem özellikleri var yani aciliyet teşkil eden dönemleri vardır. Bu dönemlerde hemeroid aniden dışarı doğru çıkar, orada bulunan kan pıhtılaşır ve bu çok ciddi ağrı yapar. Hasta acilen doktora gitmek zorunda kalır. Yaşadığımız en büyük sıkıntılardan bir tanesi hastaların hemoroid noktasındaki bilgisizlikleridir aslında. Çünkü hastalar utandıkları için bu noktada kendilerince birçok tedavi yöntemi denemekte ve genellikle ileri evre durumuna geldikten sonra hastaneye başvurmaktadır."
Lazerin başka hastalıkların tedavisinde de uygulandığını belirten cerrah, "Biz bu yöntemi hemoroid tedavisiyle birlikte kıl dönmesi dediğimiz pilonidal sinüsde, çatlak dediğimiz anal fissürde aynı şekilde köprü ve delik dediğimiz anal fistür ameliyatlarında uygulamaktayız. Bu hastalıkların çoğu makat için kesinlikle utanıp sıkılmadan bir genel cerraha başvurmalarını öneririz. Bölgemizde yaptığımız lazerle tedavi yeni bir yöntem, 4-5 aylık bir süre içerinde bunları uyguladık ve geri dönüşlerin çok başarılı olduğunu gördük. Bölge için bir ilk sayılır" ifadelerini kullandı. cnntürk

Tıkalı burun uykusuzluğa sebep oluyor!

Kronik burun tıkanıklığının ciddi sağlık sorunlarına yol açarak yaşam kalitesini düşürdüğünü belirten Op.Dr. Bahadır Baykal, tıkalı burunun uykusuzluk sebebi olduğunu söyledi.

Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, “Baş ağrımızın ya da sabahları yorgun uyanmamızın nedeni de burun tıkanıklığı olabilir. Bu durumun ne kadar farkındayız? Burun tıkanıklığını ne derece önemsemeliyiz ? Gün içinde burundan geçen hava miktarı yaklaşık 10.000 litredir. Çocuk veya erişkin hemen herkes zaman zaman burun tıkanıklığı sorunu yaşayabilir. Çoğu zaman burun tıkanıklığı ciddiye alınmaz ve geçici çözümlerle halledilmeye çalışılır. Halbuki kronik burun tıkanıklığı uykusuzluk ve yorgunluk gibi yaşam kalitesini düşüren sorunlara neden olurken, uzun vadede ise kalp büyümesi gibi çok daha ciddi problemlere yol açabilir” dedi.
Soğuk algınlığı veya sinüzit gibi hastalıkların geçici süreli burun tıkanıklığı oluşturabildiğini ifade eden Op.Dr. Baykal, “Ama bu durum sorun oluşturmaz. Burun iç kısım eğriliği yani deviasyon ya da burun etlerinin büyümesi gibi nedenlerle oluşan kronik burun tıkanıklığı ise uzun dönemde oksijen yetersizliğine neden olarak vücudu olumsuz etkiler. Akciğerlerimize yeteri kadar temiz hava gitmeyince oksijen-karbondioksid değişimi etkilenir, kanımız dokulara eksik oksijen götürür ve zamanla dokularda hasar gelişir. Kaliteli uyku uyuyamayan kişi de yorgunluk ve konsantrasyon güçlüğü gelişir, yüksek tansiyonu takiben kalp de ritm bozukluğu başlar ve bir müddet sonra kalp büyür” diye konuştu.
Kronik burun tıkanıklığı olan hastalardaki en önemli belirtilerden birisinin horlama olduğunu kaydeden Op.Dr. Bahadır Baykal, “Kişi sabah uyandığında ağzında kuruluk hissi oluşur. Burun iç kısım eğriliği         ( deviasyon ) genellikle travma sonrası gelişen burun orta bölmesinin eğriliği durumudur. Gebelikte anne karnında bile, bebeğin dönme hareketleri esnasında burun travmaya maruz kalabilir, doğum sırasında ve çocukluk dönemindeki darbelerde deviasyon gelişiminde rol oynar. Her deviasyon burun tıkanıklığına yol açmaz.
Toplumda burun eti olarak bilinen konka adını verdiğimiz burun için yapıların şişmesi de oldukça sık rastlanan kronik burun tıkanıklığı sebeplerindendir. Kadınlarda adet dönemlerinde ve gebelikte yaşanan hormonal değişimlerde burun etlerinin şişmesine yol açar” ifadelerini kullandı.
Kronik burun tıkanıklığının sebepleri arasında sürekli alerjilerin de önemli bir yer tutmakta olduğuna dikkat çeken Op.Dr. Baykal, “Özellikle alerjik zemine sahip hastalarda gelişen polip gibi yapılar burnu tamamen tıkayabilir. Burun tıkanıklığı burnu tahriş eden her türlü maddeye karşı gelişen reaksiyon sonucu da oluşabilir. En sık görüleni tütün dumanıdır. Bazı hastalar başarılı bir burun ameliyatı geçirseler dahi sigara içmeye devam ettikleri sürece tam olarak rahatlayamazlar. Olağandışı sebeplerden birisi de gastroözofajeal reflü hastalığı (GERD) dır ki; tedavi de mutlaka mide asidinin genize kadar kaçması önlenmelidir. Eğer burun tıkanıklığının nedeni deviasyon ise tek çözüm ameliyattır. Kemik ve kıkırdak eğriliği düzeltildiği takdirde nefes sorunu düzelir. Artık oldukça konforlu ve rahat şekilde burun ameliyatlarını gerçekleştirebiliyoruz. Sanırım burun ameliyatlarını korkulan bir operasyon olmaktan çıkardık. Sık tekrarlayan sinüzit ataklarında ise öncelikle ilaç tedavisi ile iltihabı kurutup, sonrasında deviasyon, konka bülloza gibi anatomik problemleri ameliyatla hallediyoruz” şeklinde konuştu.

11 Nisan 2017 Salı

Parkinson'un tedavisi mümkün olacak mı?

Parkinson'un tedavisi için çalışma yapan uluslararası ekibin, beynin hasarlı bölgelerine yeni hücreler konması ile hastalığı tedavi edebilecek ve etkilerini geri çevirebilecek bir tedavi yöntemi buldukları duyuruldu.

Nature Biotechnology adlı bilim dergisinde yayımlanan araştırmayı yapan uzmanlar, insan beynindeki hücrelerin Parkinson hastalığı yüzünden yok olan hücrelerin rolünü üstlenmeye sevk edilebileceğini söylüyor.
Parkison benzeri belirtiler gösteren fareler üzerindeki denemeler, bu tedavinin hastalığı hafiflettiğini gösteriyor.
Ancak, bu yöntemin insanlar üzerinde denenmesi için çok sayıda benzer test yapılması gerekiyor.
Uzmanlar yöntemin büyük umut vata ettiğini söylemekle birlikte, çok erken bir aşamada olduğuna dikkat çekiyor.
Araştırmacıların hala, tedavinin insanlarda güvenli olup olmadığını, yaşamlarına astrosit olarak başlayan beyin hücrelerinin dönüştürüldükten sonra Parkinson hastalığında yok olan, dopamin üreten beyin hücrelerinin yerini alıp alamayacağını tespit etmesi gerekiyor.
Parkinson hastalığı
Parkinson hastalarında, dopamin üreten hücreler öldüğü için bu hormon yeterince bulunmuyor.
Hücreleri tam olarak neyin öldürdüğü bilinmiyor, ancak yeterince dopamin olmaması, titremeyle yürüme ve hareket etmekte zorluk çekilmesine neden oluyor.
Hastalara bu belirtilerin hafifletilmesine yönelik ilaçlar verilebiliyor ama hastalık tedavi edilemiyor.
Uzmanlar, zarar gören dopamin nöronları yerine, beyine yeni hücreler enjekte etmenin yöntemlerini arıyordu.
Ancak bu son araştırmada, hücre nakli gerektirmeyen bir yaklaşımı benimsedi.
Bunun için, beyinde zaten bulunan hücreleri yeniden programlayan bir molekül kokteyli kullandılar.
İnsan astoritlerini laboratuvarda bu kokteylle karıştırdıklarında, tam anlamıyla aynısı olmasa da dopamin üreten nöronlara çok benzeyen hücreler üretmeyi başardılar.
Daha sonra da aynı kokteyli hasta farelere verdiler.
Farelerde işe yarayan tedavi, beyin hücrelerini yeniden programladı ve Parkinson'un belirtilerini hafifletti.
Uygulanabilir bir tedavi mi?
Reading Üniversitesi'nden nöroloji uzmanı Dr Patrick Lewis, araştırmanın Parkinson tedavisinde çığır açabileceğini söyledi ancak "Bu araştırmayı insanlarda gerçekleştirmek çok zor olacak" diye de ekledi.
İngiltere Partinson Hastalığı Vakfı'ndan Profesör David Dexter ise "Şimdi bu tekniğin daha da geliştirilmesi gerekiyor. Başarılı olduğu takdirde bu yaklaşım Parkinson hastalığıyla yaşayan insanların hayatını kolaylaştırabilir ve en nihayetinde milyonlarca kişinin beklediği tedaviyi beraberinde getirebilir" dedi. cnntürk

10 Nisan 2017 Pazartesi

Bu ağrıların sebebi psikolojik olabilir… En yaygın psikolojik ağrılar

Baş ağrılarınızın sebebi psikolojik olabilir! Bütün ağrıların temelinde fizyolojik sorunlar yatmadığını belirten Psikolog Barış Gürkaş, psikolojik kökenli ağrılara dikkat çekiyor. İşte en çok görülen psikolojik ağrı tipleri...

Psikolog Barış Gürkaş, psikolojik ağrılar konusunda uyardı. Gürkaş, “Psikojen (ruhsal kökenli) ağrı psikolojik faktörlerle bağlantılı bir ağrı rahatsızlığıdır. Bazı zihinsel ya da duygusal sorun tipleri ağrıya neden olabilir, ağrıyı devam ettirebilir ve arttırabilir. Psikojen ağrı rahatsızlığı olan bir kişinin gösterdiği belirtilerle uyuşmayan şikayetleri olabilir” dedi.
PSİKOLOJİK AĞRILAR HANGİLERİ?
Psikolojik ağrı tiplerinin, baş ağrıları, kas ağrıları, sırt ağrısı ve karın ağrısı psikojen ağrının en yaygın tiplerinden bazıları olduğunu dile getiren Psikolog Barış Gürkaş, psikolojik ağrının nedenleri konusunda şunları söyledi; “Psikolojik ağrının nedeni geçmişte olabilir; örneğin zihinsel hasar, kötü anılar, bir yakınını kaybetmenin acısı gibi. Nedeni şimdiki zamanda da olabilir: doğrudan insan ruhuyla bağlantılı süreçlerden ya da dış durumlardan kaynaklı olması mümkündür. Gelecekle bağlantılı da olabilir, örneğin, zor durumda olanların beklentileri, varsayıma dayalı korkular, bazı olası olay ve sonuçlar gibi.”
PSİKOLOJİK AĞRILAR YARDIMSIZ İYİLEŞEMEZ
Psikojen ağrının teşhisi ancak diğer bütün ağrı nedenlerini hariç bıraktıktan sonra koyulabileceğini dile getiren Psikolog Barış Gürkaş, “Psikojen ağrı rahatsızlığı olan biri gösterdiği semptomlarla uyuşmayan ağrılardan şikayet edecektir. Genellikle tıp doktorları ve zihinsel sağlık uzmanlarının birlikte çalışması bu hastalığa en çok yardımcı olan yöntemdir.
Psikojen ağrı tedavisi şunları içerebilir: “Psikoterapi, Antidepresanlar VE Narkotik olmayan ağrıkesiciler. Gevşeme eğitimi, dikkat dağıtma teknikleri, akupunktur, hipnoz, tens (deri içinden elektrikle sinir uyarımı) ve fizyoterapi gibi teknikler de semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir. Psikolojik ağrı çok güçlü ve tahrip edici bir ağrıdır. Pek çok insan psikolojik ağrının üstesinden gelemez; en azından tek başına gelemez. Psikolojik ağrı dediğimiz şey aslında doğanın acil durumlarda (fiziksel acıya, hastalığa ve vücudun hasar gördüğü durumlara tepki olması amacıyla) psikolojik yardım için yarattığı bir öz-koruma. Gelgelelim psikolojik koruma sadece korur, yani problemi çözmez ya da herhangi bir yardım sağlamaz; yardım gelene kadar dayanmaya yardım eder.”
NE YAPMALI?
Psikolojik ağrıdan muzdaripseniz psikolog ve psikiyatr ile bağlantı kurulmasını öneren Psikolog Barış Gürkaş, “Psikolojik ağrıdan mı muzdaripsiniz? Daha detaylı bilgiye mi ulaşmak istiyorsunuz ya da muayeneye mi ihtiyacınız var? Lütfen bir doktora -psikoloğa veya psikiyatra görünün. Onlar muayene edecek, dış belirtileri inceleyecek ve belirtilere göre hastalığınızın adını koymaya yardımcı olacaktır. Size danışmanlık sağlayacak ve gereken yardımı sağlayacaklardır.
Psikolojik acı mı hissediyorsunuz? Sağlığınıza genel olarak dikkat etmelisiniz. İnsanlar hastalığın belirtilerine yeterli ilgiyi göstermiyorlar ve bu hastalıkların kritik derecede tehlikeli olabileceğini fark etmiyorlar. En başta vücudumuzda hiçbir belirtiyle kendini göstermeyen ama en sonunda, ne yazık ki, tedavinin artık çok geç olduğu ortaya çıkan pek çok hastalık var. Her hastalık kendine özgü belli başlı belirtilere sahip. Bu belirtilerin tanımlanması hastalığın teşhisindeki ilk adımdır. İhtiyacınız olan sadece yılda birkaç defa bir doktor tarafından görülmek; bu sayede sadece korkunç bir hastalığı önlemiş olmazsınız aynı zamanda bedeniniz için sağlıklı bir ruhun devamlılığını sağlamış olursunuz.” dedi. Sözcü

Tüp Bebek Tedavisinde MitoScore Yöntemi ve Başarısı

Op. Dr. Ali Osman Koyuncuoğlu tüp bebek tedavisinde kullanılan MitoScore yöntemi hakkında bilgi verdi.


Ngs yöntemi nedir?
Doğal yolla gebelik elde edemeyenler için gebelik şansını %90 lara kadar çıkaran ngs yöntemi kısırlık tanısı konan pek çok çifti bebek sahibi yapıyor. Gelecek nesil genetik tarama yöntemi olarak adlandırılan ngs, ile sağlıklı embriyoları tespit etmek ve sadece gebelikle sonuçlanacak embriyolar transfer etmek mümkün.
Çünkü üremeye yardımcı tedavilerde başarısızlığın en önemli sebebi sağlıksız embriyoların transfer edilmesidir. Ancak ngs sayesinde sağlıksız ve genetiği bozuk embriyolar eleniyor, sadece gebeliğe uygun olanlar anne adayının rahmine yerleştiriliyor.

MitoScore Nedir?
MitoScore, mitokondriyal bir veri olarak kullanılmak üzere Igenomix tarafından geliştirilmiş bir uygulamadır. Embriyonun içindeki enerji durumunu gösteren MitoScore, en sağlıklı embriyoların seçilebilmesi için çok önemli bir imkan sunmaktadır. Bu imkan da tüp bebek tedavilerinde çok önemli bir aşama kaydedilmesini sağlıyor.
Embriyolarda rahimde tutunabilme kapasitesini gösteren mtDNA örnek puanının klinik açıklaması, mtDNA örnek puanının (MitoScore) PGS analizlerinde yapılan rutin genetik analizlere entegre edilmesini ifade ediyor. Yani bu çalışma sayesinde artık embriyoların rahimde tutunabilme şansını tespit etmek çok daha kolaylaştı.
Mitokondriyal puan ise ‘'MitoScore'' öploid embriyoların normalize olmuş mtDNA içeriklerini gösteren bir değerdir. Aynı zamanda mevcut örnekte total mtDNA içeriğini, yani tutunabilme şansını da belirtiyor.
Bu konuda yayınlanan araştırmalara göre, embriyoda bulunan mtDNA örnek sayısı direk olarak embriyo içindeki enerji kapasitesini belirtmiyor, daha çok enerjinin stres durumunun işareti olabiliyor. İşte bu sayede de embriyonun implantasyon kapasitesini belirleyebilmek mümkün oluyor.
Mitokondriya ve mtDNA ilişkisi
• Mitokondriya, enerji üretimi için önemli rolü olan hücrelerin içindeki yapıların adıdır.
• DNA'nın büyük bir kısmı çekirdekte bulunan kromozomların içine yerleşmiş olsa da, asıl DNA mitokondriya içinde bulunuyor. Bu genetik materyalin adı da mitokondriyal DNA ya da mtDNA.
• Embriyonun mitokondriyal DNA içeriği, enerji stresinin göstergesidir. Bu veri sayesinde implantasyon potansiyeli öngörülebiliyor. Çalışmaların sonuçlarına göre, bir embriyodaki mitokondriyal DNA'nın artması demek, yetersiz enerji seviyesi ve dolayısıyla da düşük implantasyon potansiyeli demektir. Yani aslında mitokondriyal DNA arttıkça, embriyonun tutunma şansı azalıyor.
MitoScore ne için kullanılıyor?
1) MitoScore; tüp bebek kliniklerinin yüksek implantasyon potansiyeline sahip öploid embriyoları sağlıklı olarak seçebilmesini ve PGS (Preimplantasyon öncesi Genetik Tarama) için gebelik elde edebilme oranını yükseltiyor.
2) Öploid ise, embriyolarda implantasyon olasılığının mitokondriyal puanında artış sağlıyor. Bu durum, rutin morfolojik sınıflandırma konusu ile de yakından ilgilidir.
3) Mitokondriyal DNA ölçümü, embriyo gelişim aşamasının 3. ya da 5. günündeyken yani çok erken aşamada yapılabiliyor.
MitoScore, PGS (Preimplantasyon öncesi Genetik Tarama) için kullanılan örneklendirme ile çalışmak üzere tasarlanmıştır. Embriyolara, rutin kromozom görüntüleme dışında embriyoloji laboratuarında başka işlem yapılmasına da gerek kalmıyor. Şöyle ki, embriyolarına biyopsi yapılmasına ihtiyaç duyulan herkes bu testi yaptırabilir.
MitoScore avantajları nelerdir?
1) Tüp bebek tedavisinde yüksek embriyo tutunma oranı ve gebelik oranlarında ciddi artış,
2) Çoğul gebelik oranında azalma,
3) Embriyo gelişiminin 3. ya da 5. Gününde, yani erken dönemde ölçümlerin yapılabilmesi,
4) Morfolojik gözlemler sonucunda embriyo sağlığı ile ilgili daha detaylı bilgi edinilebilmesidir.
Igenomix, MitoScore ile embriyolarda bulunan mitokondriya DNA seviyelerini test etme imkanını sağlamıştır. Yetersiz olan embriyoların ayıklanabilmesi sayesinde de evrimsel gebelik olasılığı ciddi oranda artmıştır. Igenomix tarafından açıklanan istatistiklere göre, daha ilk çalışmalarla tek embriyo transferi ile %70-80 aralığında gebelik oranına çıkılabilmiştir.
MitoScore ile ilgili sık sorulan sorular
1) MitoScore testi 3. günde ya da blastokist aşaması olan 5. günde yapılabilir mi?
Igenomix embriyolar üzerinde MitoScore testini 3. ya da 5. günde yapabiliyor. 3 günlük embriyoda yaklaşık 8 adet hücre bulunur ve 3. günde yapılacak biyopside sadece tek bir hücre çıkarılabilir. 5 günlük bir embriyoda yüzlerce hücre bulunur, yani birkaç hücre rahatlıkla çıkarılabilir. 3 ya da 5 günlük embriyolara biyopsi yapılmasının kendilerine özel durumları da vardır. Güvenle çıkartılacak hücre sayısı, farklı genetik dokuların oranı, embriyologun tecrübesi ve embriyo kalitesi embriyo biyopsisi için en uygun zamanı belirleyecek faktörlerdir. Hastalar tüp bebek tedavi sürecini yöneten doktorları ile görüşerek en uygun tarihi belirleyebilirler.
2) MitoScore testinde mitokondriyal hastalıklara da bakılıyor mu?
Hayır, MitoScore sadece erken dönemlerinde embriyoların azalan enerji kapasitesini belirleyen mitokondriyal DNA değerlerini verir.
3) Embriyonun tutunma potansiyelini tahmin etmek için MitoScore ne kadar etkilidir?
Öploid embriyolarda mtDNA örnek sayısının yüksek olması, embriyoların tutunma ve hayatta kalma olasılığının düşük olduğunu gösterir. Doğal mtDNA örneklerini kullanarak, MsA değeri ile 3 günlük embriyonun tutunma değeri (IR) %59 n=51; MsB değeri ile IR %44; MsB değeri ile IR %25 n=52..
5. günde MsA değeri ile IR %81; MsB değeri ile IR %56 ve de MsD değeri ile IR %18 n=17 olacaktır.
4) Tüm elde edilen embriyolar yüksek MitoScore değerine sahipse ne olacak?
Yüksek MitoScore değeri düşük olasılıklı tutunmayı gösterir; yine de hiçbiri tutmayacak demek değildir. Bizim önerimiz düşük MitoScore değerli ve daha iyi morfolojik derecesi olan embriyoların transfer edilmesidir.

Aile hekimlerine izin müjdesi

AHEF açtığı davayı kazandı. Aile hekimlerinin izinleri ile ilgili maddenin yürütmesini durdurmak için dava açan AHEF, Danıştay'dan sevindiren haber aldı. İşte yeni karara göre aile hekimlerinin izin kullanma hakkı...

AHEF Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Gürsel Özer, aile hekimliğinin yıllardır bir yasaya bağlı değil, Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği ile yürütüldüğüne dikkat çekerek artık hekimlerin de hakkını gözeten bir yasa çıkartılması gerektiğini vurguluyor. İzinlerle ilgili açılan davada Danıştay’dan sevindirici haber aldığını ve aile hekimlerinin izinlerini kullanmalarını engelleyen maddenin yürütmesini durdurduğunu duyuran Özer, şu açıklamayı yaptı.
12 YILDIR VARIZ HÂLÂ YASADA YOKUZ
“Türkiye'de aile hekimliği 12. yılını geride bırakırken hala bir yasası bulunmuyor. 80 milyonu yakından ilgilendiren bu meslek grubu bir yönetmelikle, “Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği” ile yürütülüyor. O yönetmelikteki bazı maddelerde yapılan değişiklik, aile hekimlerinin görevlerini yerine getirirken insani şartlarda çalışmalarını engelliyordu. Aile hekimlerinin en büyük çatı örgütü AHEF olarak konuyu mahkemeye taşıdık ve yanlıştan dönülmesini sağladık.
İZİNLER BİR SONRAKİ YILA AKTARILABİLECEK
2015 yılında yönetmelikte yapılan değişiklikle, aile hekimlerinin ve aile sağlığı çalışanlarının kullanmadıkları izinlerin bir sonraki sözleşme dönemine aktarılması engellenmişti. Anayasanın 50. maddesiyle koruma altına alınan, dinlenme hakkını ihlal eden bu keyfi kararın, aile hekimlerinin verimini de olumsuz anlamda etkileyeceği gerçeğinden yola çıkarak bu duruma itiraz ettik. Danıştay da 5 Nisan 2017’de verdiği hükümle, 2015 yılındaki değişikliğin hukuksuz olduğuna hükmetti. Yani bundan böyle aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları kullanılmayan izin sürelerinin bir sonraki döneme aktarılmasını talep edebilecekler.
AİLE HEKİMLİĞİ 5 MADDELİK KANUNLA YÜRÜTÜLÜYOR
Bu son yaşanan gelişme bir kez daha göstermiştir ki, aile hekimliği sisteminin derhal kendi yasasına kavuşması şarttır. Her şeyden önce aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları kamu görevlisidir ve diğer tüm kamu görevlileri gibi izinleri kanunla düzenlenmelidir. 23 bin aile hekimi, 23 bin aile sağlığı çalışanı yani birinci basamak ve dolayısıyla koruyucu sağlık hizmetleri, yıllardır 5 maddelik kanunla yürütülmeye çalışılmaktadır. Toplum sağlığı için bu denli önemli bir basamak olan ve 80 milyona direkt erişebilen aile hekimliği sisteminin kendi yasasının olmaması, hukuk devleti olmanın gerekleriyle örtüşmemektedir.
Önce bir kanun olmalı, bürokratlar da kanun çerçevesinde yönetmelikler hazırlayarak sistemin devamını sağlamalıdır. Aile hekimlerinin özverili çalışmalarıyla başarılı bir şekilde işleyişini sürdüren birinci basamak sağlık hizmetleri, kanunuyla da koruma altına alınmalıdır. Böylece sadece bedenen sağlıklı bir toplumun temelini atmakla kalınmayacak, hukuk sistemiyle de dünyada örnek gösterilen bir aile hekimliği sistemi oluşturulmuş olacaktır.
Aile Hekimliği uygulamasında var olan 5 maddelik kanun, keyfiyet ile hazırlanan yönetmeliklerin önünü açmıştır. Defalarca değiştirilen yönetmeliklerle aile hekimliği sistemi adeta bir yapboz tahtasına dönüştürülmüştür. Sağlık çalışanlarının ve hastaların haklarını gözeten, uluslararası hukuk normlarında kanuni düzenlemelerin yapılması şarttır. Söz konusu kanunun hazırlanmasında, sistemin temeli olan aile hekimleri ve onların oluşturduğu sivil toplum kuruluşları da söz sahibi olmalıdır. Kurulduğu ilk günden bu yana aile hekimliğinin gelişmesi için elini taşın altına koymaktan çekinmeyen AHEF, kanun hazırlığında da yer almaya, hazırlamış olduğu öneri ve raporları bakanlığa ve kanun koyuculara sunmaya hazırdır.
Sağlıklı bir toplum ve maliyet etkin bir sağlık sistemi için, sistemin tüm bileşenlerini kapsayan kanun şarttır.”

Cildiniz yaza ne kadar hazır?

Dermatoloji Uzmanı Doktor Nezi Eda Kıroğlu bahar aylarının gelmesi yazın yaklaşması ve mevsimsel geçişler cildimizde alerjik vakaların artabileceği konusunda uyarılarda bulundu.

Bahar mevsiminin gelmesi ve yazın yaklaşması ile birlikte sıcak hava, güneş ve çevresel alerjenler cilde alerjik vakalar oluşturabilmekte olduğunu söyleyen Dermatoloji Uzmanı Doktor Nezi Eda Kıroğlu, “Özellikle bahar ayında polenlerin etrafa saçılması, ağaçların çiçek açması ve çimenlerin yeşermesi ile kurdeşen gibi birtakım alerjik hastalıklarda beraberinde gelmektedir. Ayrıca güneşe bağlı alerjiler de cildin açıkta kalan bölümlerinde özellikle el, kollar ve yüzde kızarıklık kaşıntı ve kabarma sulanmaya neden olmaktadır” dedi.
“Güneşe aşırı maruz kalan cilt”
Cilt yaşlanmasını tetiklemesi, kırışıkları arttırması, lekelerin oluşması kişiyi görüntü açısından rahatsız eden durumlar olmasına karşın, cilt kanserini tetiklemesi ise hayatını tehdit eden bir durum olduğunu ifade eden Kıroğlu, “Biz dermatologlar bu nedenden dolayı güneşten, ayrıca güneş dışında solaryum gibi yapay olan güçlü ışıklardan uzak durulmasını öneriyoruz. Solaryum özellikle yoğunlaştırılmış ultraviole (güneş ışığı) içerdiğinden normal güneş ışığından daha zararlıdır” dedi.
“Güneşin zararlı ışınlarından nasıl korunmalı”
Kıroğlu, “Güneşin bu zararlı etkisinden korunmak için mutlaka cildinize uygun bir güneş koruyucu kremi bir uzman tavsiyesi doğrultusunda kullanmalı, mümkünse şapka ve gözlük takmalı, sıkı dokulu kıyafetler giymeliyiz. Güneş koruyucumuzu seçerken dikkat etmemiz gereken koruma faktörü ve yapısıdır. Özellikle açık tenli kişiler ve bebeklerde daha yüksek koruma faktörlü (50 spf gibi) kremler tercih edilmeli, yine akneli ve yağlı ciltlerde yağsız ve emülasyonu hızlı etkili losyon bazında koruyucuların, kuru ciltlerde ise nemlendirme oranı daha yüksek ürünlerin seçilmesi gerekir. Güneş koruyucumuzu dışarı çıkmadan 20-30 dakika önce sürmeliyiz ve uzun süre dışarıda kalacaksak da iki-üç saatte bir tekrar etmemiz gerekir. Koruyucunun üzerine makyaj yapılmasında her hangi bir sakınca yoktur” şeklinde konuştu.

Her 4 kalp krizinden biri sessiz geliyor

Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Çağatay Ertan, kalp krizine yapılacak zamanında ve doğru müdahalenin hayat kurtaracağına dikkat çekti.

Kalp krizi, kalbi besleyen koroner damarların ani şekilde tıkanması ve bu damarların beslediği kalp kası kitlesinin kaybına yol açmasıyla gelişiyor. Hayatı tehdit eden bu tablo dünyadaki ölüm nedenleri arasında da ilk sırada yer alıyor. 10-16 Nisan Kalp Haftası nedeniyle açıklamalar yapan Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Çağatay Ertan, kalp krizine yapılacak zamanında ve doğru müdahalenin hayat kurtaracağına dikkat çekiyor. Doç. Dr. Çağatay Ertan, bu nedenle kalp krizi geçirdiği fark edilen hastaya ilk 2 saatte müdahale etmenin çok önemli olduğunu belirtiyor.
Toplumda görülme sıklığı yaşla birlikte artan kalp krizinin özellikle son yıllarda gençlerde de yükselme eğiliminde olması risk faktörlerinin kontrol altında tutulmasının önemini ortaya çıkarıyor. Bununla birlikte, ilk iki saat içinde müdahale edilen krizlerde hastanın yaşama şansı da yükseliyor. Hayat kurtarmanın yanında, kalp krizlerine ne kadar erken müdahale edilirse, o kadar çok kalp dokusu korunabiliyor. Zaman kaybedilmesini bağlı, hastada önemli miktarda kas dokusunun kaybedilmesi halinde ise ileride kalp yetersizliği sorunun yaşanabileceğine dikkat çeken Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Çağatay Ertan, bu hastaların aynı zamanda ani ölümlere neden olan ritim bozukluklarına karşı da açık olduğunu söylüyor.
En önemli etken damar sertliği
Koroner arter hastalığı olarak tanımlanan kalp damarlarının plaklar nedeniyle sertleşmesinin kalp krizi oluşumunda en önemli etken olarak gösteriliyor.Doç. Dr. Çağatay Ertan, diyabet, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, sigara kullanımı, aile öyküsü ve yaşlanmanın da kalp krizi için riski arttıran faktörler olduğunu söylüyor. Birden fazla risk faktörüne sahip kişilerde ise kalp krizi geçirme riski katlanarak artıyor.
Ayrıca, genç yaştaki erkeklerde kalp krizi geçirme riskinin kadınlara oranla daha yüksek olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Çağatay Ertan, “Menopoz sonrası, kadınlar için koruyuculuk sağlayan hormonların etkisinin azalmasıyla birlikte damar sertliği ve kalp krizi riski hızla artıyor ve aynı yaştaki erkeklerin riskiyle aynı seviyeye ulaşıyor. Birinci derece akrabalarından biri kalp krizi geçiren kişinin de kalp krizi riski artırıyor” diye konuşuyor.
Göğüsteki ağrı zamanla yayılıyor
Kalp krizi belirtilerinin tek başına ya da bir arada görülebiliyor. Özellikle risk altındaki kişilerin belirtileri hissettiği anda en yakın sağlık kuruluşuna başvurması gerektiğinin altını çizen Doç. Dr. Çağatay Ertan, acil müdahale gerektiren kalp krizi belirtileri konusunda şu bilgileri veriyor:
“En yaygın belirti göğüs ağrısı oluyor. Bu ağrı, hastalar tarafından genelde baskı tarzında, sıkıştırıcı veya ezici diye tarif ediliyor. Ağrının şiddeti giderek artarak göğsün sol yanına, çenenin altına, sol omuz, sol kol, sırt ve mide bölgesine yayılabiliyor. Ağrı ile birlikte nefes darlığı varlığı da bir başka kalp krizi belirtisi oluyor. Genellikle kalp kasılmasının bozulmasına bağlı, kanın akciğerlerde birikmesiyle ortaya çıkıyor. Bunun yanında terleme, halsizlik, bulantı, kusma ve çarpıntı da kalp krizi belirtisi olabiliyor.” Doç. Dr. Çağatay Ertan, “Özellikle risk faktörlerine sahip kişilerin yeni ortaya çıkmış göğüs ağrısını ciddiye almalılar” diyor.
Sessiz krizlerinin en önemli nedeni diyabet
Kalp krizi, ciddi belirtiler gösterebildiği gibi zaman zaman sesiz bir seyir de izleyebiliyor. Günün herhangi bir zaman diliminde ortaya çıkan sessiz kalp krizlerinin, mide bulantısı, halsizlik ya da soğuk terleme gibi belirtileri genellikle fark edilmiyor. Tüm kalp krizi vakalarının dörtte birinin sessiz ve herhangi bir ağrı olmaksızın ortaya çıktığına dikkat çeken Doç. Dr. Çağatay Ertan, özellikle ileri yaştaki hastalarda, diyabetli kişilerde ve kalp nakli alıcılarında kalp krizinin ağrıya yol açmadan meydana geldiğini söylüyor. Bu hastalarda kalp krizi tesadüfen EKG çekilmesi tanınıyor.
Önce sigarayı bırakın
Kalp krizleri için asıl önemli noktanın risk faktörlerini kontrol ederek krizin ortaya çıkmadan engellemek olduğunu belirten Doç. Dr. Çağatay Ertan, “Risk faktörlerinin tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmasa da kontrol altında tutulabilir. Ancak sigara, tamamen ortadan kaldırılabilen tek faktör. Bu nedenle herkesin, ama özellikle diğer risk faktörlerine sahip bireylerin sigarayı bırakmaları gerekiyor” diye konuşuyor.
Kalp krizi riskini azaltmak için düzenli aralıklarla sağlık kontrolü yaptırılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Çağatay Ertan, riski azaltılması için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor. “Kolesterol düzeyinin optimum seviyede tutulması, düzenli egzersiz ve spor yapılması, sigaranın bırakılması, sağlıklı ve düzenli beslenmeye özen gösterilmesi, fazla kiloların verilmesi ve diyabet hastalarının kan şekerinin kontrol altında tutulması önem taşıyor.” cnntürk