29 Şubat 2016 Pazartesi

Bebek pudrası kanser mi yapıyor?

Bebek pudrası kullanan bir kadının yumurtalık kanseri yüzünden hayatını kaybetmesi tartışma yarattı.

ABD’li ünlü bir kozmetik firmasının bebek pudrasını kullandığı iddia edilen bir kadının kansere yakalanarak hayatını kaybetmesi büyük bir tartışma yarattı. Bu ürünlerle ilgili uyarılarda bulunan uzmanlar, pişik sorununu engellemek için kullanılan pudranın özellikle anneye zararı olduğunu ifade ederken, alınacak her ürünün içeriğine dikkat edilmesi, kimyasal içerikli ürünlerin ise asla tercih edilmemesi gerektiğini vurguluyor.

Bebek pudrasının içindeki partiküllerin akciğere tutunup enfeksiyonlara neden olabileceğini anımsatan Toker Bebe Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Toker, bu durumun çok ciddi sonuçlar doğurduğunu ifade etti.

“PUDRA PİŞİĞİ ARTIRIR” 

Son örneğinin ABD’de yaşandığını vurgulayan Toker, “Söz konusu pudralar, bebeklerin pişik sorununun önüne geçmek için kullanılır. Ancak çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini de ne yazık ki yaşanan son olayla gördük. Aslında pudra sanıldığı kadar etkisi olan bir ürün değil. Hatta bebeğin hassas cildine de zararı var. Çünkü pudranın suyu çekme özelliği, ciltteki nemi de hapsederek pişiği arttırır.” dedi.

RENKSİZ VE KOKUSUZ OLMALI

Toker, bebek ve çocuklar için satın alınacak her ürünün içeriğine dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, şunları söyledi:
“Masum gibi görünse de her ürünün bebeklerin hassas cildine olduğu kadar, anne-babalara da olumsuz etkileri olabilir. Bu yüzden de özellikle ürünlerin içeriğinin çok detaylı incelenmesi gerekmekte. Özellikle kokusuz, renksiz ürünlerin tercih edilmesi çok daha iyi olur. Ailelerin pişik de olsa bebekleriyle ilgili her sorunda önce doktorlarına danışmaları, daha sonra sağlıklı ürün kullanımına yönelmelerini öneriyorum.”

Termal suların şifa verdiği 6 hastalık

Diyabetten karaciğer hastalıklarına kadar pek çok hastalığa iyi gelen termal kaplıcalar, her geçen gün daha çok tercih ediliyor

Bu sene tatilinizin bir kısmını sağlığa ayırabilirsiniz. Aylardır zihnimize ve bedenimize saldıran yorgunluk, stres, yoğun çalışma temposu, kötü beslenme gibi unsurlar, sebebini anlayamadığımız sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olabiliyor. Bu yüzden önce doktorunuza danışın sonra da doğal kaynaklardan faydalanabileceğiniz bir tatil ayarlayın.

Wellness Park Yönetim Kurulu Üyesi Ali Rıfat Coşkuner, termal suların iyileştirici özelliğini ve hangi hastalıklara iyi geldiğini anlattı.

TERMAL KAPLICA SULARININ İYİ GELDİĞİ HASTALIKLAR

Karaciğer hastalıkları: Kronik döneme geçmiş ve kronikleşmiş karaciğer hücresel iltihabi hastalıklarda termal kaplıcaları yararlı bir tedavidir. Çocuklardaki bağırsak gelişimi bozukluğu ile karakterize Coliaki sendromunda olumlu sonuç alınır. Karaciğer hücrelerinin hepatitten korunmasında, hepatit sonrası tedavisinde, kaplıca kürü genel etkisi ile karaciğerin hücrelerinin hayati fonksiyonlarını uyardığı gibi banyo suyunun ısısı, deriden geçen ionlarının doku enzimlerinin aktivasyonlarını hızlandırması söz konusudur.

Safra yolları ve kesesinin yetersizlikleri ve kronik iltihaplarında da termal kaplıcalarının olumlu etkisi vardır.

Mide ve Bağırsak Hastalıkları: Hipoasidite ve hiperasiditeye bağlı hazımsızlık şikayeti olanlar termal kaplıcalarından yararlanırlar. Kronik Gastrit, nezlevi bağırsak iltihapları, kronik enterit, spastik kolit, asabi kaynaklı kabızlıklar, bağırsak parazitleri, bağırsak salgısı ve safra yetersizliği ile sindirim bozukluğuna bağlı ishaller ve hemoroidlerde , özel uygulama yöntemleri ve içme kürleri ile birlikte faydalıdır.

Beslenme- Metebolizma Hastalıkları: Dengesiz beslenme sonucu ortaya çıkan şişmanlıkta da termal kaplıcaları faydalıdır. Şişmanlığın komplikasyonları olan artrozik şikayetleri tedavi eder, mide, bağırsak, karaciğer ve böbrek fonksiyonları düzenlenir.

Diyabet hastalıkları: Diyetle veya ağızdan antia-diabetik ilaçlarla kan şekeri düzenlenmiş, şişman veya yaşlı diyabeti, dışarıdan insuline gerek duyulmadığı dönemlerde termal kaplıcalarından istifade eder. Banyo ve içme kürleri ile kan şekeri düşer.

Böbrek Hastalıkları: Kronik nefrit, kronik sistit ve kronik prostatitte ve böbrek taşlarında faydalıdır. İçme kürleri, lokal kompreslerle banyolar, özellikle böbrek taşlarında en uygun tedavi yöntemidir.

Sünnet için en sağlıklı yaş

Doç. Dr. Haluk Kulaksızoğlu, sünnetle ilgili önemli bilgiler verdi.


Sünnetin fiziksel sağlık açısından önemi olduğu gibi yapılan yaşın da psikolojik sağlık açısından önemi var. İstanbul Florence Nightingale Hastanesi, üroloji bölümünden, Doç. Dr. Haluk Kulaksızoğlu, dini ve tıbbi gerekçelerle yapılan sünnetin ciddi bir cerrahi müdahale olduğunu ve yapıldığı yaşın çocukların psikolojik gelişimi açısından önemli olduğunu vurguladı.

Modern tıbbın gereği olarak cerrahi her türlü müdahalenin olduğu gibi sünnetin de cerrahi koşulların olduğu ameliyathane ortamında yapılması gerekir. Enfeksiyon riski, gerekli müdahalelerin yapılabilmesi açısından bu son derece önemlidir. Sünnet olacak çocukların gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra hazırlanarak ameliyathaneye alınması oluşabilecek sorunlardan korunma açısından en önemli adımlardan birisidir.

MÜMKÜN OLDUĞU KADAR ERKEN YAPTIRIN

Çocuk gelişim uzmanları, psikolojik olarak çocukların sorun yaşamaması için sünnetin 2 yaşından önce mümkün olduğu kadar erken dönemde yapılmasını veya 6 yaş sonrasında yapılmasını önermektedirler. Ancak tabii ki bu acil tıbbi sünnetler dışında bir durumdur. Son yıllarda sadece lokal anestezi değil bir ameliyat mantığı ile genel anestezi verilmesi çocuklarda oluşabilecek psikiyatrik sorunların da ortadan kalkmasını sağlamaktadır.

İşeme sorunu olan, sık enfeksiyonlar gibi tıbbi gereklilik durumlarında çocukların yaşına bakılmaksızın sünnet olmaları mümkündür. Acil nedenlerle bu yaş aralığında sünnet yapılan çocukların psikolojik gelişimleri açısından mutlaka anestezi altında bunu hatırlamayacakları şekilde yapılması faydalı olacaktır. 6 yaş sonrasında yapılacak sünnetlerde de çocukların kendi akranlarından aldıkları yanlış bilgilendirmeler onların bu işleme bakış açısını belirlemektedir.

LOKAL VEYA ANESTEZİLİ SÜNNET… HANGİSİ DAHA DOĞRU?

6 aya kadar olan bebekler dışında tüm çocukların uyutularak sünnet olmalarında fayda vardır. 6 ay öncesinde penis bölgesi sinirleri tam olarak ağrıya hassas olmadığından lokal anestezi ile yapılabilmektedir. Özellikle halkımız arasında “aneztesi” uygulamaları konusunda ciddi bir ön yargı bulunmaktadır. Sünnet sırasında uygulanan anestezi daha çok sedo-analjezi adı verilen normal ameliyatlarda kullanılan anestezilerden daha hafif bir işlemdir. Tam manası ile derin bir uyku hali sağlanmaktadır. Anestezi sonrası insanların korktukları olaylara neden olan kas gevşemesi için gerekli ilaçlar burada gerekmediğinden anestezi riski de son derece düşüktür. Çocukların psikolojik konforu ve sonuçta ellerinden ve kollarından birilerinin tutmasının verdiği baskıdan bu şekilde kurtulan çocukların sünnetleri de işlemi gerçekleştiren doktor tarafından da daha özenle yapılabilmektedir. İdeal olarak anestezi ile gerçekleştirilen sünnetlerin ameliyathane ortamında yapılmasının bir başka nedeni de budur.

SÜNNET SONRASI BAKIM ÖNEMLİ

Sünnet sonrasında genellikle cildin kapanması ilk 3-4 gün içerisinde olmaktadır. Ancak kullanılan dikişlerin erimesi, oradaki dokularda olan şişlik ve kızarıklıkların tam olarak geçmesi yine de bir hafta ile on gün arasında bir zaman alabilmektedir. Sünnet sonrasında antibiyotikli bir pomad genellikle önerilmektedir. Bu taze yaranın korunması açısından faydalıdır. Aynı zamanda ilk 2 gün için bir ağrıkesici kullanılması gerekebilmektedir. Eğer ameliyathane gibi steril-temiz bir ortamda sünnet gerçekleştirildi ise genellikle antibiyotik kullanılması gerekmez. Sünnet derisinin veya pansumanın çocuk idrarını yaparken ıslanması yara iyileşmesi ve enfeksiyon gelişmesi açısından bir risk taşımaz. Çocuk idrarı steril yani, mikropsuz bir sıvıdır. Sünnet işlemi sırasında kendiliğinden eriyen dikişler kullanıldığından pansuman ve dikiş alma gibi bir gereksinim olmamaktadır. Sünnet sonrasında doktorunuzun uygun göreceği bir kontrol zamanı sonrasında gündelik hayatına dönmesi mümkün olacaktır. Sünnet sonrası cilt iyileşmesinde bir sorun yok ise çocuklar 4 gün sonrasında banyo yapabilir durumda olurlar.

SÜNNET SONRASINDA ÇOCUK NASIL GİYDİRİLMELİ?

Sünnet sonrasında altına bez bağlanan çocukların bezinin hemen bağlanmasında bir sorun olmaz. Daha büyük çocuklar için ise korumalı sünnet iç çamaşırları önerilebilir. Genellikle sünnet sonrasında banyo için olur aldıktan sonra çocuklar iç çamaşırlarını da rahatlıkla giyebilirler.

EVDE NELERE DİKKAT ETMELİ?

Sünnet sonrasında en önemli sorun kanamadır. Bunun için ailelerin özellikle ilk 24 saat için çocuklarına dikkat etmeleri gerekmektedir. Bir miktar pansumanın kırmızı olması, şişlik ve hafif bir morluk olabilecek durumlardır. Eğer kanama devamlı ise, çocuk idrar yapmakta sorun yaşıyorsa veya normalden fazla bir şişlik var ise mutlaka doktora kontrole götürülmesi gerekmektedir. Ateşlenme olması, verilen ilaçlara rağmen 24 saat içerisinde ağrının geçmemesi durumunda yine doktor kontrolü gerekir.

Sünnet ailelerin oğulları için verecekleri en önemli kararlardan birisidir. Bu nedenle ileride karşılaşılabilecek sorunları engellemek için bu noktalara dikkat etmek gerekmektedir. Sözcü

28 Şubat 2016 Pazar

Samir'in elleri

Afganistan'dan İran'a, oradan da Doğubayazıt üzerinden 31 Ocak’ta Türkiye'ye kaçak yollarla giren bir grup Afgan mülteci yemek molası verdi.

Lokantadaki müşteriler 9 yaşındaki Samir'in ellerinin donduğunu fark edince 17 yaşındaki ağabeyi Beşir'i de alarak Erzurum'a getirdi. Samir, Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedaviye alınırken ağabeyi de geri gönderme merkezine yerleştirildi. Donmaya bağlı yanıklar oluşan, ellerinin kesilme tehlikesi bulunan Samir doktorlar sayesinde kurtuldu.  DHA

27 Şubat 2016 Cumartesi

"Emziklerde kanserojen riski"

Dünya Sağlık Örgütü, bulaşık eldivenleri, emzik ve biberonlarda bulunan bir kimyasalın kansere neden olabileceği uyarısında bulundu.


Hürriyet'in Daily Mail'e dayanarak verdiği habere göre, ayrıca ayakkabı, hava yastıkları, elastik bantlarda da bulunan MBT denilen madde çocukların oynadığı yumuşak oyuncaklarda da var.

TOKSİK MADDELER İÇERİYOR

Araba lastiğinden geri dönüşüm yapılarak ekde edilen maddede civa ve arsenik ile birlikte başka toksik kimyasalların da bulunduğu belirtiliyor.

KANSER YAPAN MADDELER LİSTESİNE ALINMALI

Uzmanlar özellikle top oynayan çocukların yanlışlıkla bu maddeyi yutmasından endişe ediyor.

Fransa'nın Lyon kentinde düzenlenen 8 ülkeden 24 uzmanın olduğu bir buluşmada uzun zamandır cilt alerjisine neden olduğu için suçlanan bu kimyasalın kanserojenlere yani kanser yapan maddeler listesine de eklenmesi gerektiği söylendi. ntvmsnc

26 Şubat 2016 Cuma

Alerjik çocuklarda kalp ve tansiyona dikkat!

Araştırmalara göre alerjik problemleri olan çocuklarda kalp ve tansiyon hastalıklarına daha sık rastlanıyor bu yüzden erken teşhis önem taşıyor.


Çocuklarda alerjik problemlerin erken teşhisinin önemli olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ebru Gözer, “Alerji, kronik olması, endişe ve stresle tetiklenmesi, fiziksel aktivitelerin kısıtlanması gibi faktörler nedeniyle obezite, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi ileri yaş hastalıklarına zemin hazırlayabiliyor” dedi.

KALP VE TANSİYON GÖRÜLME RİSKİ YÜKSEK

Northwestern Üniversitesi Multidisipliner Egzama Merkezi’nin 0-17 yaşları arasında 13 bin 274 çocuk ile yaptığı araştırma astım, saman nezlesi ve egzama hastası olan çocuklarda kalp ve tansiyon hastalıkları görülme riskinin yüksek olduğunu gösteriyor.  Alerjinin erken teşhisinin hem hastalığın tedavisi hem de başka sağlık sorunlarına neden olmaması için önemli olduğunu anlatan Ebru Gözer, çoğunlukla doğuştan gelen alerjik hastalıkların her yaşta farklı şikayetlerle ortaya çıkabildiğini belirtti.

BAŞKA HASTALIKLARI DA TETİKLİYOR

Alerjinin kronik oluşu, stresle tetiklenmesi ve fiziksel aktivitelerde kısıtlamaya neden olması nedeniyle başka hastalıkları da tetikleyebildiğini söyleyen Dr. Gözer, “Araştırmalar alerjik çocuklarda obezite, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi hastalıkların daha sık rastlandığını gösteriyor” dedi.

Gözer, bebeklik döneminde alerjik hastalıkların cilt sorunları, tekrarlayan egzamalar, bez bölgesinde geçmeyen pişikler, kusma, karın ağrıları, kanlı yapışkan ağrılı dışkılama, huzursuzluk ve ağlama nöbetleri ile kendini belli edeceğini dile getirdi.

ERKEN TEŞHİS İÇİN BU BELİRTİLERE DİKKAT

Alerjik anne ve babalarda genetik yatkınlık nedeniyle erken tanı konulma şansının yüksek olduğunu hatırlatan Dr. Gözer, “Anne sütü veya formül mama ile beslenen bebeklerde sindirim sistemine ait bulgular inek sütü proteinin alerjisini akla getirmelidir. Ek besinlerin başlandığı dönemde de döküntü, kusma, pişikler, karın ağrısı ve huzursuzluk yakınmaları varsa besin alerjisi olabilir” dedi.  Burun akıntısı, hapşırma, burun kaşıntısı, gözaltlarında mor halkalanma ile birlikte burun üzerinde çizgilenmenin ise alerjik nezle bulguları olduğunu anlatan Dr. Gözer, bu belirtilerin alerjik olması için tekrarlıyor, bazı durumlarda artıyor veya sürekli gözleniyor olması gerektiğini hatırlattı.

BELİRTİNİN BAŞLADIĞI ORTAM İPUCU VERİYOR

Kreşe gitmeye yeni başlayan bir çocukta devamlı veya tekrarlayan burun akıntısı gibi şikayetlerin enfeksiyon kaynaklı olabileceğine değinen Gözer, “Hastalar şiddetli ataklar halinde başlayan belirtilerle başvuruyorsa belirtinin hangi ortamda başladığı sorgulanmalıdır” dedi.  Solunum, üst solunum yolları ve deri bulgularının mevsimlerle ilişkisi olduğuna değinen Gözer, “Ebeveynler bu bulguların arttığı dönemlerin polen mevsimi olup olmadığını kontrol etmesi gerekir.  Birkaç mevsim geçişinde benzer bulgular tekrar ediyorsa bu alerji tanısı için çok belirgin bir bulgudur” diye konuştu.

ALERJENLE TEMASI KESMEK ÖNEMLİ

Gözer, evde evcil hayvan olması veya hayvanlar ile temas sonrası yakınma gelişmesinin, küf ve rutubetli ortamlarda kalındıktan sonra solunum yolu sıkıntılarının artmasının önemli belirleyiciler olduğunu anlattı. Ayrıca alerji tanısı konulduktan sonra hasta şikayetlerinin kontrol altına alınabilmesi için öncelikle alerjene maruz kalma durumunun ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi. Gözer, “Besin alerjisinde ise diyete dikkat edilmeli, egzama için cilt bakımına önem verilmeli, ev tozundan korunmalı, ev içi nem ve sıcaklığa dikkat edilmeli, sigarasız ev ortamı sağlanmalı” diye konuştu. Hürriyet

3 günlük bebeğin yemek borusundan taş çıktı

Suriye’nin Halep kentinde dünyaya gelen ve Gaziantep Çocuk Hastanesi’ne getirilen 3 günlük bebeğin nefes borusunun girişinde büyük bir çakıl taşı çıkarıldı.

Suriye’nin Halep kentinde dünyaya gelen ve rahatsızlanınca yakınları tarafından Kilis sınırına getirilen ve ambulansla Gaziantep Çocuk Hastanesi’ne taşınan Suriye uyruklu Ali ve Fattum Mahmud çiftinin Seyyid Fattumi Mahmud adını verdikleri 3 günlük kız bebeğin yapılan kontrolünde nefes darlığı sorunu yaşadığı görüldü.

DURUMU İYİ

Röntgen filmi çekilen yemek borusundan geçerek nefes borusunun girişine ulaşan bir cisim olduğu saptanınca bebek ameliyata alındı. Yaklaşık 2 saat süren operasyon sonrasında bebeğin yemek borusunun girişinde tespit edilen cismin çakıl taşı olduğu belirlendi ve çıkarıldı. Nefes borusunu tıkamasına çok az kala çıkarılan çakıl taşı doktorları şaşkına çevirdi. Hastane yönetimi adli vaka olabileceği gerekçesiyle güvenlik birimlerine de haber verdi.

DOKTOR: 'ŞOKE OLDUK'

Bebeği ameliyat eden Gaziantep Çocuk Hastanesi Yeni Doğan çocuk Cerrahisi Uzmanı Mehmet Göksu, çakıl taşının kendilerini şoke ettiğini ve ilk kez böyle bir durumla karşılaştığını belirterek şöyle dedi:

"Bebeğin ailesi bize bebeklerinin beslenememe ve nefes alırken zorlanma şikayetiyle başvurdu. Yaptığımız incelemelerde bebeğin yemek borusunda tıkanıklık olduğunu fark ettik. Doğuştan olan yemek borusunun yokluğuyla ilgili bir tablo düşündük, çekilen filmler bunu gösteriyordu. Hastayı ameliyat ettiğimiz de çok sıra dışı bir durumda karşılaştık. Yemek borusunu açtığımızda çocuğun, ebadıyla ve yemek borusuyla oldukça uyumsuz büyük bir çakıl taşıyla karşılaştık. Biz şoke olduk. Taşı, yemek borusuna zarar vermeden çıkarmayı başardık ve yemek borusunu onarıp ameliyatımızı bitirdik. Şu an hastanın durumu iyi. Durum, özel bir durum olduğu için adli tutanak tuttuk ve ilgili mercilere ilettik. Taşın yemek borusuna nasıl girdiğini kestirmemiz mümkün değil hem de doğru değil, ama çocuğun hayati tehlike oluşturacak ölümle sonuçlanacak bir durum söz konusuydu." DHA

25 Şubat 2016 Perşembe

Fotoğrafta beyaz çıkan göz neyin habercisi? (Retinoblastom nedir?)

Uzmanlar uyarıyor: Fotoğraf çektiğinizde çocuğunuzun göz bebeklerinin biri kırmızı diğeri beyaz çıkıyorsa vakit kaybetmeden bir göz hekimine gitmenizde fayda var.

Uyarı; Çocuk Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Rejin Kebudi'den geldi. Kebudi, "Fotoğraf çektiğinizde çocuğunuzun göz bebeklerinin biri kırmızı diğeri beyaz çıkıyorsa bir tür göz kanser görülme ihtimali yüksektir" dedi.

Bu tür kanserlerin erken saptanması durumunda yalnız hayat değil, görme yetisinin de kurtulabildiğine vurgu yapan Kebudi, çocukluk çağı kanserlerinin tüm yaşlardaki kanserlerin yüzde 2’sini oluşturduğunu söyledi.

Prof. Dr. Rejin Kebudi, bazı belirti ve bulguların çoğu kez kanser dışında da görüldüğünü ve bu nedenle ailelerin panik yapmadan sağlık kuruluşuna müracaat ederek muayene ve tetkiklerini yaptırmasını önererek, çocukluk çağında en sık görülen göz içi kanser türü retinoblastoma karşı da dikkatli olunması uyarısında bulundu..

GÖZÜN BEYAZ GÖRÜNMESİ KANSER KAYNAKLI KİREÇLENMEYİ İŞARET EDEBİLİR

Erken tanının tedavide başarı oranını arttırdığını vurgulayan Kebudi, "Fotoğraf çektiğinizde çocuğunuzun göz bebeklerinin biri kırmızı diğeri beyaz çıkıyorsa çocuğu göz doktoru da görmelidir. Genellikle çekilen fotoğraflarda göz bebeği kırmızı görünür. Bu göz arkasındaki damarların kırmızı olmasından dolayıdır. Eğer fotoğrafta çocuğun göz bebeği kırmızı yerine beyaz görünüyorsa kanserden dolayı göz arkasında kireçlenme oluşuyor bu da fotoğrafa o şekilde yansıyor demektir" ifadelerini kullandı. cnntürk

Çocuklarda romatizma her yaşta görülebilir

Çocuklarda romatizmanın her yaşta görülebileceğini belirten Romatoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Kasapçopur, bu tür hastalıkların etkin tedavi edilmemesi durumunda sakatlıklara yol açabileceğini söyledi.

Hareket yeteneğiyle diğer tüm vücut sistemini de etkileyen romatizmal hastalıkların dikkatli ve sürekli tedavi edilmesinin önemine değinen Çocuk Romatoloji Uzmanı Prof. Dr. Kasapçopur, aksi takdirde su sorunların kalıcı ve sakatlık bırakıcı eklem değişikliklerine neden olabileceğine dikkat çekti.

29 Şubat Dünya Nadir Hastalıklar Günü dolayısıyla düzenlenen basın toplantısında konuşan Prof. Kasapçopur, çocukluk çağında bilinenlerin yanı sıra tam olarak bilinmeyen hastalıkların da ortaya çıkabildiğini ve bunların tümünün "nadir" ya da "yetim" olarak tanımlandığını aktardı. Kasapçopur, nadir hastalıkların çoğunluğunun da çocuk romatoloji bilim dalının ilgi alanını oluşturduğunu belirtti.

"SJIA, ÇOCUKLARIN YÜZ BİNDE 15'İNDE GÖRÜLÜR"

Çocukluk çağının (0-16 yaş) en çok karşılaşılan romatolojik hastalığı olan "Jüvenil İdiopatik Artrit"in alt grubu olan "Sistemik Jüvenil İdiopatik Artrit" (SJIA), "Ailevi Akdeniz Ateşi" (FMF) ve "Kriyopirin İlişkili Periyodik Sendrom" (CAPS) hastalıklarına ilişkin bilgi veren Kasapçopur, şunları kaydetti:

"SJIA, çocukların ortalama yüz binde 15'inde görülür. Kontrol altına alınamayan ateş ve ciddi eklem tutulumlarıyla ortaya çıkar. Bu hastalık tipinde vücuttaki tüm organlarda etkilenme ve fonksiyon bozukluğu görülebilir. Hastalığa karaciğer-dalak büyümesi ve kalp zarında sıvı toplanması da eşlik edebilir. Hasta çocukta bu duruma yol açan, kontrolsüz ortaya çıkan iltihap durumudur. Bu iltihaba enfeksiyon dışı nedenler yol açar. Hastalık zamanında kontrol altına alınamazsa oluşabilecek makrofaj aktivitasyon sendromu nedeniyle ölüme yol açabilir. SJIA, çocukta zamanında tanılandırılır ve iyi bir çocuk romatoloji merkezinde hasta kontrol altına alınırsa tedavisi mümkün olan bir hastalıktır."

FMF VE CAPS DA "YETİM HASTALIKLAR" ARASINDA

Çocuklarda görülen bir diğer önemli romatolojik hastalığın ise yineleyen ateş ve karın ağrısı atakları ile ortaya çıkan FMF olduğunu belirten Kasapçopur, tedavisi ilaçla mümkün olan bu hastalığın Türkiye'de görülme sıklığının yaklaşık binde bir olduğunu ifade etti.

Kasapçopur, yineleyen ateşe eşlik eden döküntülerin yer aldığı önemli bir başka bir hastalığın da "kriyopirin ilişkili periyodik sendrom" anlamına gelen CAPS hastalığı olduğunu aktararak, şunları kaydetti:

"Bu hastalık nüfusun milyonda bir ya da ikisinde görülür. Anne ve babadan kalıtımsal yolla geçen hastalık ileri evrede duyma kaybı, kronik menenjit ve hasar bırakan eklem iltihabı gibi sorunlara yol açabilir, çok nadir görüldüğünden ve belirtileri başka hastalıklara benzediğinden tanısı geç konulabilir. Ancak zamanında tanı konulduğunda yine tedavisi mümkündür." ntv

Kanser tedavisinde yeni yaklaşım

Amerikalı araştırmacılara göre, kanserli hücrelerin hepsini yok etmeye çalışmaktansa, kontrol altına almak hastalıkla mücadelede daha etkili.

“Kanseri yok etmek yerine, onunla yaşamayı öğrenin.” Amerikalı bir grup araştırmacı, bu görüşte.

Araştırmacılar, mevcut kanser tedavisine taban tabana zıt, yeni bir tedaviyi savunuyor.

Bu tedavi yöntemine göre, kanseri yok etmeye çalışmamalı, sadece kontrol altına almalı.

Geleneksel kanser tedavisinde, yüksek dozda kemoterapi uygulanıp, kanserli hücrelerin tüketilmesi hedefleniyor. Bağışıklık sistemini zayıflatan bu sürecin kişi üzerinde yıkıcı etkisi olabiliyor. Üstelik bazı uzmanlara göre, bu yöntem kanserli hücelerin ilaca direnç kazanarak geri dönmesine yol açıyor.

Florida'daki kanser merkezi ve araştırma enstitüsünden araştırmacılar, düşük doz kemoterapi ile kanseri kontrol altına almanın daha etkili olduğunu öne sürdü.

Meme kanseri görülen fareler üzerinde yapılan deneyde, standart tedavi tümörleri küçülttü ancak tedavi sona erince tümörler yeniden büyüdü. Farelere önce yüksek, sonra düşük doz kemoterapi uygulandığında ise kanser, kontrol altına alındı.

KLİNİK DENEYLER HENÜZ YAPILMADI

Uzmanlar, bu tedavinin daha etkili olduğu ve hastanın ömrünü uzatacağı görüşünde.

Ancak bir sonuca varmadan önce deneyin insanlar üzerindeki sonuçlarını da görmek gerekiyor. ntv

Bacak bacak üstüne atmayın

En yaygın oturma şekillerinden biri bacak bacak üstüne atarak oturulmasıdır. Ancak uzmanlar bu konuda bazı risklere dikkat çekiyor. Ortopedik olarak tehlikeli olabilen bacak bacak üstüne atarak oturmak ayrıca kan dolaşımını da kısıtlayarak varisi tetikleyebiliyor.



Uzun süre aynı pozisyonda oturmak herkeste bacaklar ve ayaklarda uyuşmaya neden olur çünkü bacak bacak üstüne atıldığında dizin arkasında bulunan ve bacakların alt kısmı ile ayaklarda hissi sağlayan peroneal sinir üzerine baskı uygulanır. Fakat bu şekildeki uyuşma geçicidir.

YÜKSEK TANSİYON RİSKİ

Tansiyon ölçülürken de bacak bacak üstüne atmak tansiyonu geçici olarak bir miktar yükseltebilir. Bazı araştırmalarda bunun kan basıncını artırdığı bilimsel olarak da ortaya çıktı.

İstanbul’da yapılan geniş çaplı bir araştırmada da bacak bacak üstüne atılmış halde alınan ölçümlerin daha yüksek çıktığı, normal oturma pozisyonuna geçtikten sonra tansiyonun eski haline döndüğü görüldü. En fazla artış ise yüksek tansiyon tedavisi gören insanlarda oldu.

PIHTILAŞMA RİSKİ

Uzmanlar buna dair iki açıklama öne sürülüyor. Birincisi, bir dizi diğerinin üzerine atma sonucu bacaklardaki kan göğüs bölgesine yönelerek kalpten daha fazla kan pompalanmasına, bu ise tansiyonun yükselmesine neden olur. İkincisi ise bu artışı, eklemleri hareket ettirmeden bacak kaslarının hareket etmesi nedeniyle damarlardan geçen kanın damar üzerindeki baskısını artırmasına bağlıyor.

Hollanda’da yapılan bir deneyde birinci açıklamayı doğrulayan sonuçlar elde edildi. Yani bacak bacak üstüne atıldığında daha fazla kanın kalbe gitmesi nedeniyle tansiyon yükseliyordu.

Fakat bu artış geçici oluyor, uzun dönemli bir sonuca yol açmıyordu. Ancak kan pıhtılaşması riski olanlara bacak bacak üstüne atılı halde uzun süre oturmamaları, aksi halde pıhtılaşma riskinin artacağı uyarısı yapılıyor.

VARİS RİSKİ

Kan damarlarındaki minik kapakçıklar kanın yanlış yönde geri akmasını önler. Fakat bunlar zayıflayıp gerildiğinde kan birikmesi ve damar genişlemesi sonucu oluşan varisler ortaya çıkar.

Bacak bacak üstüne atmanın önemli bir etken olduğu kanıtlanmış değildir. Varis oluşumunda genetik faktörün de kısmen etkili olduğu sanılıyor.

EKLEMLERE ETKİSİ

Bir araştırma, bu şekilde üç saatten fazla oturanların öne eğilip omuzlarını içe doğru bükme eğilimi göstereceği sonucuna varmıştı. Fakat burada kişilerin kendi tahminleri esas alınmıştı.

Çoğu insan bacak bacak üstüne atarken sağ bacağını sol dizinin üstüne atarak oturur.

Rotterdam’da yapılan bir araştırmada ise bacak bacak üstüne atılıyken pelvisin aldığı pozisyona göre, kalça ekleminin arkasındaki piriformis kasının uzadığı, bunun ise karın kaslarının sıkılmasıyla aynı etkiyi yaratarak pelvik eklemlerin istikrarını artırdığı gözlendi.

Kısacası, bacak bacak üstüne atarak oturmayı rahat buluyorsanız, uzun süre bu pozisyonda kalmamak kaydıyla size zararı olmayacağını bilerek oturabilirsiniz.

Hayatını sandviç poşetine borçlu

10 hafta erken doğan Isaac Derwent hayata başladığında sadece 1 kiloydu. Küçük bebeğin hayatını ise sandviç poşeti kurtardı.
Anne Jennifer eşi Jonathan ile birlikte alışveriş yaptığı sırada karnında hafif bir ağrı hissetti. Ancak hamileliğinin 30. haftasında olduğu için bunun doğum sancısı olacağını hiç düşünmüyordu.
BEBEĞİ POŞETE SARDILAR
Jennifer ilk çocuğunu hastaneye yetişemediği için evinde doğurmuştu. Aynı şeyi yaşamaktan korkan genç kadın eşi ile birlikte hemen hastaneye koştu ancak geç kalmıştı çünkü küçük Isaac aceleci davranmıştı ve yolda dünyaya geldi. Anne ve baba erken doğan 1 kilo ağırlığındaki bebeklerini sandviç poşetine sardı.
VÜCUT ISISINI KORUDU
Hastaneye ulaştıklarında doktorlar poşetin içindeki bebeği görünce şaşkınlıklarını gizleyemediler. Jennifer Derwent bebeğini poşete koyarak vücut ısısının korunmasını sağlamış ve ölümünü engellemişti.
(Jennifer ve Jonathan ilerleyen yıllarda bu anılarını hatırlayıp gülümsemek için bebeklerinin bir fotorafını çekti.)

İKİ ÇOCUKLARI DA NORMAL DOĞMADI
Poşetin içindeki bebek hemen yoğun bakım ünitesine alındı. Isaac 5 hafta boyunca hastanede kaldı. Derwent çifti için bu olay alışılmadık bir durum değildi çünkü ilk çocukları Holly'nin doğumu da normal bir şekilde gerçekleşmemişti.  Poşet  sayesinde yaşayan Isaac'in sağlığı şu an yerinde.
 Genç anne bebeğini doğururken acı çekmedini ama doğumdan sonra küçük Isaac'i kucağına alamadığında daha çok acı çektiğini belirtti. 
Geçtiğimiz ekim ayında da Pixie Griffiths-Grant isimli küçük bebeğin hayatını sandviç poşeti kurtarmıştı. (hürriyet.com.tr)

24 Şubat 2016 Çarşamba

Hastalığından dolayı dışarı bile çıkamıyor

Halk arasında balık hastalığı olarak bilinen Lamellar İktiyozis hastası olan 8 yaşındaki Melih Gökalp, tedavisi için kendine uzanacak bir yardım eli bekliyor. Hastalığından dolayı dışarıya çıkamayan Melih, şu ana kadar hiç arkadaşının olmadığını söylüyor.


Mardin'in Kızıltepe ilçesi İpek Mahallesi'nde ikamet eden Yusuf Gökalp'ın 2'nci çocuğu olan 8 yaşındaki Melih, doğuştan halk arasında balık hastalığı olarak bilinen Lamellar İktiyozis hastası.
Çocuğunun bakımından hiç rahatsız olmadığını dile getiren babanın tek sıkıntısı ise maddi imkanlarının yetersiz olması. İlaçlarının çoğu kozmetik olduğu için karşılayamayan baba, yetkilerden ve hayırseverlerden yardım talebinde bulundu.

Maddi imkanı olmayan aile Melih'in tedavisi için yetkililerden ve hayırseverlerden yardım bekliyor. Baba Gökalp, 5 yıl önce eşiyle boşandıktan sonra çocuklarına hem babalık hem annelik görevini yapıyor. Gökalp, hasta olan çocuğunun Allah'ın kendilerine verdiği bir hediye olarak görüyor.
Hastalığından dolayı büyüyünce doktor olmak istediğini belirten Melih Gökalp ise şu ifadelerde bulundu:

"8 yaşındayım ve hep yalnızım, hastalığımdan dolayı dışarıya çıkamıyorum, arkadaşlarımla oynayamıyorum, eğlenemiyorum onun için hiç arkadaşım yok. Olsaydı ben de mutlu olurdum hastalığımdan dolayı herkes benden korkuyor, yetkililer bize yardım etsin onların da çocuğu vardır. Çocuklarına iyilik yapıyorsa bize de yardım etsinler tedavi olmak istiyorum. Arkadaşlarım gibi okula gitmek istiyorum."


Habertürk

23 Şubat 2016 Salı

Boğaz ağrısından kurtulmanın 12 etkili yolu!

Boğaz ağrısı ile tahrişin neden olduğu; yutkunma, yeme ve konuşma güçlüğü yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürüyor. Ancak uzmanlara göre üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle gelişen boğaz ağrısından korunmak çok da zor değil! İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Emrah Turunç, hemen herkesin kış mevsiminde ortak sorunu olan boğaz ağrısını geçirmek için 12 öneride bulundu. İşte o öneriler:

1.  Tuzlu ve karbonatlı gargara yapın

Tuz ve karbonat boğazı temizliyor ve mikroplardan arındırıyor. Bir su bardağı ılık suyun içine bir çay kaşığı tuz ve bir çay kaşığı karbonat ekleyip karıştırarak hazırlayacağınız gargarayı dişlerinizi fırçaladıktan sonra uygulayarak hem ağız içerisindeki mikropları önemli ölçüde azaltabilir, hem de boğazınızı yumuşatabilirsiniz. Ancak hazırladığınız karışımı ağız içinde sadece çalkalamak yerine, mutlaka başınızı geriye doğru yatırarak gargara yapmalısınız. Bu şekilde karışımı bütün boğaz bölgesine uygulamış olacaksınız. Gargara yaptıktan sonra karışımı yutmamaya ve mutlaka tükürmeye de özen gösterin.

2. Bal, limon ve zencefilin gücünden faydalanın

Evinizdeki malzemelerle hazırlayabileceğiniz basit bir karışımla da boğaz ağrısından kurtulabilirsiniz. Balın boğazı yumuşatma özelliğinden, limonun antibakteriyel özelliğinin yanı sıra içindeki C vitamininden ve toz zencefilin balgam söktürücü özelliğinden faydalanabilirsiniz. Birkaç kaşık bal ile yarım limonun suyunu, bir çay kaşığı toz zencefille karıştırıp, buna az miktarda ılık su ekleyin. Elde ettiğiniz karışım boğaz ağrısı için etkili bir yöntem olacaktır.

3. Mentollü buhar banyosu yapın

Burun tıkanıklığı, geceleri ağzımızı açarak uyumamıza, bunun sonucunda da ağız kuruluğuna neden oluyor ve ağız içine havadan çok sayıda mikrobun girip yerleşmesine adeta davetiye çıkarıyor. Yatmadan önce alacağınız sıcak bir duş sizi hem rahatlatacak, hem de burun tıkanıklığını gidererek havayollarınızın açılmasına yardımcı olacaktır. Mentollü buhar banyosu da burun tıkanıklığını gidermeye yardımcı oluyor. Ayrıca gargara yapmak için kullanabileceğiniz tuzlu-karbonatlı karışımı burun tıkanıklığını gidermek için burun temizliğinde de kullanabilirsiniz.

4.  Ihlamur ve adaçayı için

Boğazdaki tahrişi giderme özelliği ile bilinen bitkiler ıhlamur ile adaçayı, boğaz ağrısı çektiğiniz dönemde etkili oluyor. Ayrıca ekinezya da bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudunuzun enfeksiyonlara karşı direncini artırıyor. Bunlarla hazırlayacağınız bitki çayları boğaz ağrınızı gidermede etkili olacaktır.

5. Bol bol ılık su için

Bol bol su tüketmek vücudun, dolayısıyla havayollarının nemli kalmasını sağlıyor. Bu sayede de ağız kuruluğunu önlüyor, boğazdaki tahrişi azaltıyor, varsa mukusun daha kolay çözünmesine yardımcı oluyor. Günde en az 1.5-2 litre su içmeyi ihmal etmeyin. Suyu ılık olarak, yani oda sıcaklığında iken içmeye de özen gösterin, çünkü buzdolabında beklemiş soğuk su da boğazdaki tahrişi arttırabiliyor.

6. Besinlerinizi ılık tüketin

Aşırı soğuk ya da sıcak içecekler boğazdaki tahrişi arttırabiliyor, bu nedenle yiyecek ve içeceklerinizi mutlaka ılık olarak tüketmeye dikkat edin. Boğazınızın ileri derecede ağrılı, şiş ve iltihaplı olduğu durumlarda yumuşak kıvamlı, pilav ya da püre tarzında yiyeceklerin çiğnemeniz ve yutmanız daha kolay olacağı için bu çeşit gıdaları tercih etmenizde fayda var.

7. Sigaradan ve sigara dumanından uzak durun

Sigara içmek solunum yollarını hem tahriş ediyor, hem de dış etkenlere karşı savunmasız bırakıyor. Sadece sigara içiyor olmak bile, herhangi bir enfeksiyon olmaksızın boğazda ağrı, tahriş ve öksürüğe neden olabiliyor. Sigara haricinde, puro, pipo, nargile, hatta bunların dumanına pasif olarak maruz kalmak da havayollarını tahriş ediyor, iyileşmeyi geciktiriyor. Bu yüzden sigara içmeyin ve sigara dumanından uzak durmaya dikkat edin.

8. Kaloriferlerin üzerine bir kap su koyun

Soğuk kış aylarında evlerin ısıtılması nedeniyle ortamdaki nem çok azalıyor ve solunan kuru hava boğazda tahrişe yol açabiliyor. Bunu önlemek için kaloriferlerin üzerine içi su dolu kaplar veya ıslak havlular koyarak bulunduğunuz ortamı nemli hale getirebilirsiniz.

9. Yüksek sesle konuşmayın

Yüksek sesle konuşmak ve özellikle bağırmak, boğazda tahrişe ve ses tellerinde zedelenmeye bağlı ses kısıklığına yol açabiliyor. Bu yüzden özellikle soğuk havalarda sesinizi kullanırken daha dikkatli olmalısınız.

10. Abartılı öğünlerden kaçının

Boğaz ağrısının ardında yatan ve genellikle gözden kaçan nedenlerden biri de reflü, yani mide özsuyunun ağza gelerek geçtiği yollarda aside bağlı tahrişe neden olması. Reflüyü engellemek için yatma saatinizden en az 3 saat önce yeme içmeyi bırakmalı, özellikle akşam yemeğinde abartılı öğünlerden kaçınmalı ve mide asidini artırarak reflüye neden olabilecek, çay-kahve ve asitli içeceklerden uzak durmalısınız. Ayrıca yükseltilmiş yastık ile uyumaktan da fayda görebilirsiniz

11. Bilinçsiz ilaç kullanmayın

men herkesin evinde bir ecza dolabı ve o dolapta daha önceden kalma türlü türlü ilaçlar bulunuyor. Bu gibi durumlarda bazen bilinçsizce bu ilaçları kullanmaya yönelebiliyoruz. Ancak basit gibi görünen bir bitkisel pastilin bile içinde şeker bulunabileceğini ve bunun diyabeti olanlara zarar verebileceğini unutmayın. Hele ki antibiyotik türü ilaçları mutlaka doktor kontrolünde, gereken dozda ve miktarda kullanmalısınız. Ayrıca kullanmadan önce bütün ilaçların son kullanma tarihini kontrol etmeyi ihmal etmeyin.

12. Bir haftadan uzun sürdüyse doktora gidin

Ateş yüksekliği, halsizlik ve yaygın vücut ağrısı, şiddetli öksürük, sarı-yeşil renkte balgam sorununuz varsa ve boğaz ağrınız 1 haftadan uzun sürüyorsa mutlaka doktora başvurmanız gerekiyor.

Ruh sağlığımız için her gün yapmamız gereken 5 şey

Psikiyatristler ruh sağlığımızın tıpkı diş sağlığımız gibi olduğunu söylüyor. Nasil ki periyodik aralıklarla dişçiye gidip ağzımızda biriken bakterileri temizletiyorsak; ruh sağlığımız için de aynı şeyi yapmalıyız. Periyodik olarak kendimizle, düşüncelerimizle, hislerimizle ilgilenmemiz ve işe yaramayanları temizlememiz gerekiyor. Peki bunu nasıl yapacağız?


Ruh sağlığımızla ilgili sorunları daha kolay fark edebiliyoruz artık. Tuhaf görünüyor ama, eskiden bir şeylerin yolunda olmadığını çok nadir düşünürdük. "Neden böyle oldu?" diye sormak, ancak depresyonda olduğumuzda, kaygılı olduğumuzda ya da bir meselenin üstesinden gelemediğimizde aklımıza gelirdi. Şimdilerdeyse ruh sağlığımızın ne kadar önemli bir mesele olduğunun son derece farkındayız. Bu konudaki küçük problemleri hemen çözmenin, içimize doğan kötü hisler büyümeden üstesinden gelebilmenin ne kadar önemli olduğunun bilincindeyiz.

Psikiyatristler, ruh sağlığımızın, diş sağlığımızdan bir farkı olmadığını söylüyor. Nasil ki periyodik aralıklarla dişçiye gidip ağzımızda biriken bakterileri temizletiyorsak; ruh sağlığımız için de aynı şeyi yapmalıyız. Periyodik olarak kendimizle, düşüncelerimizle, hislerimizle ilgilenmemiz ve işe yaramayanları temizlememiz gerekiyor. Tabii bunun için ilk yapmamız gereken; hislerimizin ve düşüncelerimizin bilincinde olmak! Bunu yapabildiğimizde içimizde saklı olan tüm gereksiz parçaları, bizi geriye götüren ve sağlıksız duygulara sürükleyen kısımları fark edebiliriz. Peki nasıl yapacağız? Günlük rutinde, iyi bir ruh sağlığı için yapmamız gereken 5 küçük pratik var...

1- BİR ŞEYE ASLA 'İYİ' VEYA 'KÖTÜ' DEMEYİN

Bir şeyi deneyimlemeden önce iyi ya da kötü olduğunu çok nadir bilebiliriz. Bu kelimeler çoğu zaman anlamsızdır. Bunun yerine daha spesifik kelimeleri kullanmanın düşünce sisteminizde ne tür farklılıklar yaratabileceğini tahmin bile edemezsiniz. Örneğin x bir şeyi 'iyi' yerine, 'işe yarıyor'; 'kötü' yerine 'işe yaramıyor' diye etiketleyebilirsiniz. Buradaki asıl mesele konunun iyi ya da kötü olması değil; bu şekilde düşünerek ruh sağlığınıza yapacağınız olumlu katkı.

2- DEĞİŞİMİN KAÇINILMAZ OLDUĞUNU UNUTMAYIN

Hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair olan inanç, insanoğlunun muhtemelen en büyük hayali... Bilim, hayatta 'devamlılık' diye bir şeyin olmadığını, bu sözün tamamen anlamsız olduğunu söylese de bizler sanki her şey, her zaman aynı kalacak gibi hissediyoruz. Öyle olsa bile, hiçbir şey değişmemiş ya da değişmeyecek gibi davranmaya bayılıyoruz! Sonunda gerçeklerle yüzleştiğimizde ise çok mutsuz oluyoruz...

Halbuki hayat dinamiktir. Her şey büyür, derinleşir ve gelişir. Her şeyin bir gün değişeceği gerçeği ise, kabullenmesi belki zor ama çok da basit bir gerçektir.

Günlük rutininiz sırasında hangi konuda değişimi kabul edemediğinizi, nerede direnç gösterdiğinizi ya da hangi değişikliğin yasını tuttuğunuzu bulun. Kendinize "Neden bu değişime ayak uyduramıyorum?" diye sorun ve mutlaka bir cevap bulun. Değişimle baş etmeye çalışmaktansa kabullenmek daha az duygusal ve ruhsal efor gerektirir.

3- HER ŞEYİ KONTROL EDEMEYECEĞİNİZİ KABUL EDİN

Bir başka inancımız ise her şeyi kontrol edebileceğimize dair duyduğumuz yanılsama... Unutmayın: Siz okyanustaki tek bir damlasınız! Hiçbir şeyi tek başınıza halledemezsiniz. Gelecek sonsuz olasılıkla doludur ve hepsini hesaplamamızın mümkünatı yoktur.

4- İNSANLARA TOLERANS GÖSTERİN

Hepimiz en yakın arkadaşlarımızın hatalarını ve saçmalıklarını kolaylıkla görmezden gelebiliyoruz. Ama aynı hata ve saçmalıkları bir başkası yaptığında, hemen ayıplamaya başlıyoruz. Kendinizi bir başkasını ayıplar ya da eleştirirken bulduğunuzda hemen durun! Fark ettiniz mi? Zihniniz o kadar elastik ki, aynı davranışa farklı tepkiler gösterebiliyor.

5- DUYGULARINIZI OLDUĞU GİBİ KABUL EDİN

Duygularınızı 'olumsuz' ve 'olumlu' olarak elekten geçirirken, hepsini kabullenmeyi ihmal etmeyin. Evet bazıları olumsuz duygular (mesela 'öfke', hiçbir işe yaramaz) ve bazıları çok işe yarar (örneğin 'şefkat'). Ancak işe yarasın ya da yaramasın, unutmayın ki bu duyguların hepsi size ait! Onları kabul edin. Olumlu duygularınızı büyütüp besledikçe olumsuz olanların yavaş yavaş ama kesin bir şekilde son bulacağını unutmayın. Olumsuz hislerinizi, kötü huylu bir köpek gibi düşünün. Sessizce oturup saldırmadığı sürece sorun yok!

Sigarayı bırakmamanın 5 büyük bahanesi

Uzman Psikolog Dilek Yılmaz, sigarayı bırakmamak adına üretilen bu bahaneleri değerlendirdi.

Sigara içmediğim zaman herkesi kırıyorum, konsantre olamıyorum, kilo alıyorum, düşünemiyorum, bağırsaklarım çalışmıyor gibi cümleler sigarayı bırakmak istemeyenlerden duyulan en sık bahanelerdir. Doktortakvimi.com üyelerinden Uzman Psikolog A. Dilek Yılmaz, sigarayı bırakmamak adına üretilen bu bahaneleri değerlendirdi.

Günümüzde sigaranın zararlı olduğu herkes tarafından kabul edilmesine rağmen, Dünya Sağlık Örgütü’nün istatistiklerine göre her 3 yetişkinden biri sigara kullanmaktadır. Sigara içildikten 10-20 saniye sonra nikotin beyne ulaşıp haz duyulmasını sağlayan dopamin adlı bir madde salgılanmasına neden olur. Her sigara içildiğinde nikotin beyinde aynı yolu tetiklediğinden haz hissedilmesini sağlar. Vücut bir süre sonra bu nikotin miktarına alışır ve her seferinde aynı hazzı hissedebilmek için daha çok sigara içilmesi gerekir. Sigara içimi sırasında içen kişi bir yandan haz alırken diğer yandan da sigaranın zarar veren etkileri ile sağlığını kaybetmeye başlıyor. Sebepleri çok tartışılan bu konu için doktortakvimi. com üyesi Uzman Psikolog A. Dilek Yılmaz yorumlarını aktardı.

Sigara içmeye başlamak için kişilerin farklı nedenleri olabildiğini, genellikle sigara kullanmaya başlamanın erken ergenlik dönemlerinde gerçekleştiğini ve psikososyal etmenlerin önemli rol oynadığını belirten Yılmaz, olumsuz sonuçlarına karşın takıntılı bir biçimde sürekli sigarayı arama ve içme şeklinde kendini gösteren kronik bir davranış bozukluğu olan sigara bağımlılığı ile ilgili olarak şu yorumlarda bulundu.

Sigara içen ebeveynlerin çocuklarında sigara içme oranı daha yüksek

Sigaraya başlayan gençler bu yolla bir yandan çevresine “büyüme” mesajı verirken diğer yandan da karşı cinse cinsel kimliğini ifade ettiği hissini yaşamaktadır. Sigara içmenin içen kişiye popülarite ve çekicilik kazandırdığı düşüncesi de oldukça yaygındır. Anne babanın sigara içtiği evlerde büyüyen çocukların da sigara içme oranı oldukça yüksektir. Sigaranın kullanım sonrasında ortaya çıkan haz ve keyif alma vb. sonuçlar sigaranın ödüllendirici etkileri olarak pekiştirici etki yapar. Pekiştiricilerin her zaman haz vermesi şart değildir.

Birkaç haftada sigara isteği yok oluyor

Sigarayı kullanan kişi bıraktığında yoksunluk belirtileri yaşıyorsa o kişi sigaraya fiziksel bağımlılık geliştirmiş demektir. Tütün içinde bulunan karbonmonoksit, nikotin, katran gibi zararlı maddeler akciğerlerin doğal savunma sistemini bozarak bir yandan sigara içen kişinin sıklıkla akciğer enfeksiyonuna yakalanmasına sebep olurken diğer yandan da akciğer kanseri, KOAH (Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları) ve kalp damar hastalıklarında önemli artışa yol açmaktadır. Bu hastalıklar kişilerin yaşam kalitesini ciddi olarak bozmakta ve ölümcül sonuçlar doğurmaktadır.

Bunca sağlık riski bilinmesine rağmen içiciler sigarayı bırakmak istedikleri halde bırakamadıklarından yakınırlar ve içmeye devam etmek için kendilerine birçok gerekçe sıralarlar.

Sigaranın zararlı sonuçlarıyla karşılaşmak istemeyen içiciler ise sigarayı bırakmak için çeşitli yollar denemektedirler. Bazı insanlar sigarayı kendi başına, diğerlerinin yardımı veya ilaç kullanımı olmadan bırakabilirler. Fakat çoğu sigara kullanıcısı için, sigara bağımlılığı ile başa çıkmak zor olabilir. Sigarayı bırakmayı takiben nikotin ihtiyacı birkaç haftada kaybolmaktadır. Fiziksel yoksunluk belirtileri olmadan, takıntılı bir şekilde sürekli sigarayı arama ve kullanma davranışı ise psikolojik bağımlılıktır. Psikolojik bağımlılık fiziksel bağımlılıktan daha önemlidir. Sigarayı arama ve içmeye iten uyarıcılar (özendirici uyarı; alkol vb.) tetikleyicidirler ve kişinin uyarılmışlık düzeyini artırırlar. Bu belirtiler; şiddetli sigara içme isteği, anksiyete (kaygı), konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk, baş ağrısı, sersemlik, sindirim sistemine ait sıkıntılar (kabızlık), öfke, kalp atım hızında değişiklikler, uyku bozuklukları, iştah artması ve kilo almadır. Bu nedenle bırakma sürecinde sigarayı bırakan kişiye psikolojik destek verilmesi yararlı olmaktadır. Sigarayı bırakan kişi ile psikoterapistin işbirliği önemlidir. Sigarayı bırakmak için farklı yollar vardır ilaç kullanımı, bantlar, psikoterapi, hipnoterapi. Sigarayı bırakmak isteyen kişiler kendilerine en uygun yolu seçerek bırakmayı deneyebilirler. Sözcü

Kolesterolü düşüren besinler

Yüksek kolesterol kalp damar hastalıklarının en büyük sorumlusu... Peki düşürmek için ne yemeli?

Kolesterol seviyenizi düşürmek için bazı beslenme alışkanlıkları edinmeniz gerekiyor. İşte hem midenize hem de kalbinize dost besinler:

Yulaf

Güne yulaf ile başlamak kolesterol seviyesini düşürmek için en kolay yollardan biri. 1 kase yulaf yaklaşık 1-2 gram fiber içerir.

Baklagiller

Baklagiller fiber açısından zengindir. Sindirimleri uzun sürdüğü için, daha uzun süre tok tutarlar.

Kabuklu yemişler

Pek çok araştırma badem, ceviz, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar olarak geçen kabuklu yemişlerin kalp sağlığınız için iyi olduğunu gösteriyor.

Yağlı balık çeşitleri

Haftada üç kere balık yemenin kalp sağlığınız için iki ayrı faydasını görürsünüz. Birincisi, içerdiği omega-3 yağları kandaki trigliserit seviyesini düşürmeye yardım eder ve kalp ritim bozukluklarını önlemede faydalıdır. İkincisi, balık yediğinizde et yemezsiniz, böylece etten alacağınız kötü kolesterol LDL’yi yükselten doymuş yağlar yerine, balıktan LDL’yi düşüren omega-3 yağlarını alırsınız.

Bitki sterolleri ve stanolleri

Bitkilerden elde edilen ve yapıları kolesterole çok benzeyen steroller ve stenoller bağırsakların yediklerinizden kolesterol emilimini engeller.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Meme protezi ile ilgili bilmeniz gereken 12 şey

Unutmayın! Meme yerine konulabilen bir dokudur.


Meme kanseri dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınların en sık kapısını çalan hastalık. Her dokuz kadından biri, hayatının bir döneminde meme kanseri ile karşılaşıyor. Kadın dünyasında estetik tartışmasız önemli rol oynarken, meme kanserine yakalanan kadınlar ilk olarak ‘memesini kaybedeceği’ endişesi yaşıyor. Oysa endişeye gerek yok. Acıbadem Ataşehir Cerrahi Tıp Merkezi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Ercan Cihandide, ”Meme kanseri memenin kaybına sebep olsa da meme yerine konulabilen bir dokudur. Üstelik bu operasyonun yaşı yok. Meme kanseri bir kadının başına geldikten sonra kesinlikle pes etmemeli” diyor. Dr. Ercan Cihandide meme protezi ve kişinin kendi dokularından meme yapımı ile ilgili merak edilenleri sozcu.com.tr okurları için anlattı.

En doğru zaman nedir?
Maskektomi uygulanmış ve aradan vakit geçmiş bir hastaya da meme protezi başarıyla yapılabiliyor. Bunun hem dünyada hem ülkemizde pek çok örneği var. Ama hasta için en doğrusu genel cerrahla beraber plastik cerrahın ameliyata girip, eş zamanlı ameliyatı yapması. Artık dünyada yaklaşım bu şekilde. Eş zamanlı rekonstrüksiyonda dokular tazeyken hemen uygulamanın yapılması daha güzel ve estetik sonuçların alınmasını sağlıyor.

Meme protezinde neler değişti?
Meme rekonstrüksiyonunda yarım asırdır protez kullanılıyor. Bu sürede teknolojide ve kullanılan materyallerde çok büyük gelişmeler yaşandı. İlk başta kullanılan implantlar (protezler) pürtüksüz ve düz yüzeyli, yuvarlak şekilli, uzaktan doldurma portlarına sahipti ve protezlerin öne doğru bombeleşmesini sağlayan arka tarafları yarı sert kıvamda değildi. Eskiden meme protezleri yuvarlaktı ve anatomik ideal meme görüntüsünden uzaktı. Artık gerçek meme görüntüsünü başarıyla elde edebiliyoruz.

Hangi yöntemler uygulanıyor?
Meme yapımında sunulan seçenekler değişiyor. İki basamaklı yapılacak meme rekonstrüksiyonunda ilk başta doku genişletici koyuyoruz. Şu anda kullandığımız protezlerin arka kısmında yarı sert bir silikon kaplama var ve bu, doku genişleticisinin öne doğru daha fazla bombeleşmesini sağlıyor. Böylece protez meme görüntüsünü daha iyi taklit ediyor. Üstelik artık hem protezler hem de doku genişleticiler pürtüklü yüzeye sahip durumda.

Doğal görünüm mümkün mü?
Kesinlikle mümkün. Damla şeklinde tabir ettiğimiz kadının doğal memesinin anatomik şekline uygun, meme ekspander protezleri var. Bu da hastanın normal bir ideal meme görüntüsünde olmasını sağlıyor. Doğal bir memede, memenin üstü daha eğimli, alt tarafı ise daha bombelidir. Protez ve doku genişleticiler de (ekspander) bu şekli taklit ettiğinden dolayı doğal ve güzel bir meme görüntüsünü daha iyi elde etmemize olanak sağlıyor.

Protez meme hastaya nasıl uygulanıyor?
Op. Dr. Ercan Cihandide “Meme kanserinden dolayı memenin tamamı alınan bir hastaya aynı ameliyatta genel cerrahla birlikte eş zamanlı olarak doku genişletici yerleştiriyoruz. Genel cerrah meme dokusunu ve meme ucunu alırken biz de meme dokusu boşaltılan bölgeye doku genişleticisini yerleştiriyoruz. Bu sayede dümdüz olan deriyi genişletiyor ve kalıcı protezi yerleştirmek için orada bir cep oluşturuyoruz. Ameliyattan bir ay sonra doku genişleticiyi enjeksiyonla şişirmeye başlıyoruz. Belirli zamanlarda hasta muayeneye gelir gibi ayakta işlem görüyor. Doku genişleticisi konulan memeye enjektörle serum vererek içerideki balonu şişiriyoruz” diyor.

Hastalığın tedavi sürecini etkiliyor mu?
Memeye yerleştirdiğimiz doku genişletici, kemoterapi veya ışın tedavisini engellemiyor. Bu süreçte biz de oluşturduğumuz cebi ikinci ameliyata hazırlıyoruz. Yaklaşık birkaç ayda şişirme işlemiyle deriyi genişletme işlemini tamamlıyoruz. Ardından kemoterapinin bitmesini ve vücudunun genel anestezi alabilecek bir vücut kondisyonuna sahip olmasını bekliyoruz. Yaklaşık üç, üç buçuk aylık sürecin sonunda ikinci ameliyatta doku genişleticiyi çıkartıp normal meme büyütmede kullandığımız hastaya kalıcı meme protezini koyuyoruz. Bu ikinci ameliyatta işin başka bir güzel yanı var. Diğer sağlıklı memeyi de toparlama, dikleştirme ve küçültme işlemi gerekiyorsa aynı ameliyatta bunu da düzenliyor, iki memenin de aynı orantıda olmasını sağlıyoruz. Bundan beş altı ay sonra kanser nedeniyle alınmış ve sonrasında onarılmış memeye lokal anestezi altında yaklaşık yarım saatlik bir işlemle meme ucu yapıyoruz.

Meme protezi uygulanan hastada meme kanserinin tekrar tetiklenme riski var mı?
Meme kanseri olanları geçelim, meme kanseri hiç olmayan sadece meme büyütme ameliyatı için gelen kadınlar da bu konudan çok endişe duyuyor. “Meme kanseri tetiklenir mi, meme kanseri olursam ben bunun farkına nasıl varacağım” gibi sorularla çok sık karşılaşıyoruz. Her iki hasta grubu için de konuşacak olursak, meme kanseri olmayan bir hastada meme protezi uygulandığında, meme kanseri tetiklenmez. Meme kanseri oluşma ihtimali varsa bile yapılan rutin takiplerde ortaya çıkabilir. Meme kanserinde ise kanser dokusu, meme bezi dokusunun içinden kaynaklanmaktadır. Mastektomi dediğimiz; meme bezi yani bu kanseri doğuran bütün hücrelerin olduğu doku tamamen alınmaktadır. Alınan meme dokusunun yerine meme protezi yerleştirilmektedir. Dolayısıyla kanserle ilişkilendirilmiş bir hücre kalmadığından yeni bir kanser oluşumundan bahsetmek mümkün değildir.

Meme ucu nasıl yapılıyor?
Plastik cerrahinin özel teknikleri var. Bunlardan biri olmazsa olmazlardan “Flep cerrahisi”. Flep cerrahisi ile komşu dokuları ve yumuşak dokuları kullanarak minik bir meme başı oluşturuyoruz. Memenin üstünde bulunan kendi cildinden bir deri adacığı yapıyoruz gibi düşünebilirsiniz. O hastanın dış görünüşte bir meme ucu olmuş oluyor.

Meme onarımında kullanılan malzemeler açısından bir yenilik var mı?
Son dönemlerde en güzel gelişmelerden biri de Entegre Portlu Doku Genişleticiler (Ekspanderlar); İlk ameliyatta yerleştirmiş olduğumuz doku genişleticisinin içerisinde bir mıknatıs var. Göğsün dışından mıknatıs bulucuyla göğsün içindeki mıknatısı buluşturarak serum verilecek alanı belirliyoruz. Ve ondan sonra enjektörle doku genişleticisinin içerisine serum vererek bu şekilde şişiriyoruz. Entegre Portlu Doku Genişleticiler hasta konforu açısından çok güzel ve önemli bir gelişme. Biz de Uluslararası bilimsel toplantılara, konuşmalara ve tanıtımlara katılarak en son gelişmeleri takip edip burada birebir hastalarımıza uyguluyoruz.

Meme Protezi dışında meme rekonstrüksiyon seçenekleri nelerdir?
Birkaç seçeneğimiz var. Hastanın kendi dokusundan örneğin karın bölgesindeki dokusundan meme yapabiliyoruz! İkincisi, sırttan yine hastanın kendi kas ve deri dokusunu kullanarak meme elde edebiliyoruz. Pek çok hasta ne yazık ki mastektomi dediğimiz memenin kanser nedeniyle alınması ameliyatından sonra memenin geri konabileceğini bilmiyor. Hastaya bu operasyonu ilk başta anlattığımızda da hasta ilk olarak “nasıl yani” diyerek şaşırıyor. Burada önemli olan bizim kadar genel cerrahların da hastalara bu konuda bilgi vermesi ve plastik cerrahiye yönlendirmesi. Siz hastaya göğsünün tekrar yerine gelebilme ihtimali olduğundan bahsettiğiniz anda hasta bu olaydan haberdar oluyor, o zaman bilinçlenip araştırmaya başlıyor. Yoksa memenizi alacağız deyip hastaya bu ihtimali sunmadan dümdüz bir göğüs ön duvarıyla hastanın hayatını idame ettirmesini beklemek bana göre kabul edilemez. Özellikle meme tüm cerrahinin tarihçesinde kadınların bir uzvu olarak çok önemli bir yer teşkil ediyor.

Hasta kaybettiği göğsüne ne kadar zaman sonra tamamen kavuşabiliyor?
Memenin ilk alınma sürecinden başlayarak hasta altı ay sonra eski meme görünümüne tekrar kavuşabiliyor. İki memenin arasındaki simetri ne kadar iyi olursa görünüm o kadar doğal duruyor. Dolayısıyla onarılmış bir meme görüntüsünden uzak, protez uygulaması yapıldığı anlaşılmıyor.

Meme protezi takılan bir hasta ne zaman cinsel hayatına geri dönebilir?
Bunu ilk ameliyat ve ikinci ameliyat diye ikiye ayıralım. İlk ameliyattan sonra koyduğumuz doku genişleticisinin yerine oturması gerekiyor bu da yaklaşık bir aylık bir süreç. Ameliyattan sonraki ilk şişirme yapılacak sürece kadar bir darbe gelmesi veya bir travma olmasını istemeyiz. İkinci ameliyatı baz alırsak tabi bir değişim var. Değişim sonrası kalıcı protezin yerine oturması ve memenin şekillenmesi gerekiyor. Ayrıca diğer memenin de yine toparlanması, ödeminin geçmesi, şekillenmesi en azından bir ila bir buçuk aylık bir süreç. Bu dönemlerde bir travma istemiyoruz. Bu ister koşu bandında koşmak olsun ister cinsel hayat olsun. (sözcü.com.tr)

Kemik sağlığını olumsuz etkileyen faktörler

Prof. Dr. Mehmet Demirtaş, kemik sağlığını bozan hastalıklarla ilgili bilgiler verdi
Bedenimizi ömür boyu taşıyan kemiklerin sağlığını etkileyen birçok faktör var. Yaş, çevresel etmenler ve hastalıklar gibi pek çok şey olumsuz etkiler yaratabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Demirtaş, kemik sağlığının korunması hakkında bilgi verdi.

TİROİD VE BÖBREK HASTALIKLARINA DİKKAT

Kemik sağlığını olumsuz etkileyen ve işlevlerini bozan hastalıkların başında; tiroid ve paratiroid bezlerinin hastalıkları gelmektedir. Böbrek rahatsızlıkları da kalsiyum-fosfor metabolizmasını etkilendiği için kemiklerde yumuşamaya neden olabilmektedir. Romatoid artrit ve bağ dokusu hastalıklarının tedavisinde kullanılan kortizon, kemiklerin ekleme yakın yerlerinde bölgesel doku ölümüne yol açarak eklemlerin fonksiyonun bozar. Ayrıca karaciğer hastalıklarında da kemik metabolizmasını kontrol eden enzimlerin etkilenmesi durumunda kemik döngüsünün bozulmasına bağlı yumuşamalar görülebilmektedir.

BİLİNÇSİZ İLAÇ KULLANIMI KEMİKLERİ DE ETKİLİYOR

Kemiklerde oluşabilecek sorunlar yalnızca hastalıklardan kaynaklanmamaktadır. Bunun yanında; yaşam şekli ve ilaç kullanımı gibi değişkenlerin de kemik sağlığı üzerinde etkileri bulunmaktadır. Hareket etmek genel sağlık açısından olduğu gibi kemik sağlığı açısından da çok önemlidir. Bununla birlikte kortizon, kan sulandırıcılar, sara, kanser ilaçları, guatr, mide ve psikiyatri ilaçları gibi bazı ilaçlar da kemik metabolizmasını bozabileceği için uygun kullanımı mutlaka doktor yönlendirmesi ile olmalıdır.

OBEZİTE, BEDENİ ŞİŞMANLATIYOR KEMİKLERİ ZAYIFLATIYOR

Sigara ve aşırı alkol tüketimi ile düzensiz beslenmenin neden olduğu obezite de kemik sağlığını olumsuz etkileyen diğer faktörlerdir. Kemik kaybı hızı özellikle menopoz dönemindeki kadınlarda önemli ölçüde artar. Kahve, şekerli ve asitli içecekler gibi yüksek düzeyde kafein içeren besinler, aşırı protein alımı, tuz tüketimi ve idrarla kalsiyum atımını arttırır.

TÜMÖR RİSKİNİ UNUTMAYIN

Kemik yoğunluğu, kemikteki kalsiyum minerali miktarı ile ilişkilidir. Bu yoğunluk 25-30 yaşlarında maksimum düzeye ulaşır. Bu yaş döneminden sonra kemik yoğunluğunun devamını sağlayacak hususlara dikkat edilmeli ve kemik kaybı hızı azaltılmaya çalışılmalıdır. Kemiklerde oluşan sorunların en önemli nedenleri; gençlerde spor yaralanmaları, yanlış beslenme, fiziksel aktivite azlığıdır. İleri yaştaki kişilerde ise yaşın ilerlemesine bağlı olarak ek sistemik hastalıkların görülme oranı artar. Bunların yan etkisi olarak kemiklerde tümör oluşma riski de bulunmaktadır. Kemiklerde meydana gelen ağrılar bu tümörlere işaret ediyor olabilir. Kemik tümörlerinin bir kısmı sinsi bir şekilde yayılmaya başladığı için anlamlandırılamayan kemik ağrılarında mutlaka doktora başvurulmalıdır. Sözcü

“Erkek çocuklarınıza da rahim ağzı kanseri aşısı yaptırın”

Kaliforniya Üniversitesi Jinekolojik Onkoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Prof. Dr. Krishnansu Tewari, rahim ağzı kanserini önlemek için yapılan HPV aşısının, erkekleri de kanserden koruduğunu söyledi.

Prof. Dr. Tewadi anal kanserler ile siğilleri önleyen aşının erkek çocuklarına da 9-12 yaşlarında yaptırılmasını önerdi.

Rahim ağzı kanseri tedavilerindeki son gelişmelerle ilgili konferanslar vermek için Türkiye’ye gelen Prof. Dr. Tewari, erkeklerin HPV aşısı yaptırarak, enfeksiyonun kadınlara da bulaşmasını engelleyebileceğini hatırlattı.

KIZLARIMIZI KORUMAMIZ LAZIM

Rahim ağzı kanserlerinin tarama testi PAP smear testiyle, değişmeye bağlayan hücrelerin, kansere dönüşmeden yakalanabileceğini belirten Prof. Dr. Tewari, “Ama HPV aşısı kanserin gelişmesini engelliyor. Çocuklara 9-12 yaşında yaptırmak lazım. Bu yaşlar vücudun söz konusu virüslere karşı en yüksek düzeyde antikor üretebildiği yaşlar. Cinsel yaşam başlamadan (HPV ile karşılaşmadan) aşının uygulanması önemli” dedi. Rahim ağzı kanserlerinin, cinsel yolla bulaşan HPV virüslerinden kaynaklandığını hatırlatan Prof. Dr. Tewari, “Aşı ilk çıktığında ABD’de aileler, yapılması halinde çocuklarının cinsel yaşama daha yatkın olacaklarından endişe etti. Kızamık, menenjit aşısı yapılırken, virüslerin nasıl bulaştığını anlatmıyoruz. Bu aşı için de “HPV’ye karşı yapılıyor, rahim ağzı kanserinden koruyor” demek yeterli. Kızlarımızı korumamız lazım. Aşının mutlaka yaygınlaştırılmasını öneriyoruz” diye konuştu.

BAZI KADINLAR HPV’NİN ÜSTESİNDEN GELEBİLİYOR

HPV oldukça yaygın ve cinsel temasla kolayca geçebiliyor. Cinsel yönden aktif kadınların yüzde 80’e varan bölümü yaşamlarının bir anında, bir HPV virüs tipiyle enfekte oluyor. HPV virüslerini aldığımızın farkında olmasak bile bağışıklık sistemimiz HPV enfeksiyonlarını savaşarak uzaklaştırabiliyor. Ancak bazen yüksek riskli virüs tipleri rahim ağzında kalıyor ve zamanla kanser gelişmesine neden olabiliyor.

130'UN ÜZERİNDE HPV VİRÜSÜ TÜRÜ VAR

Bilinen 130’ün üzerinde HPV virüsü olduğunu, bunlardan 13-14 kadarının kanser yapıcı olduğunu belirten Prof. Dr. Tewari, “Neyse ki HPV ile enfekte olanların tümünde kanser gelişmiyor. Çoğu kadının bağışıklık sistemi, 30’lu yaşlarına geldiğinde HPV enfeksiyonlarından kurtuluyor. Ama bağışıklık sistemlerinde bir sorun varsa, enfeksiyondan 12-15 yıl sonra virüsün yarattığı sorun kansere yol açıyor. 17-18 yaşında HPV ile karşılayanlar, 30-35’li yaşlarda kanser oluyor. Rahim ağzı kanserinde ortalama yaş 47” diye konuştu.

PAP SMEAR TESTLERİNE DEVAM

Rahim ağzındaki değişime uğrayan hücreleri taramaya yönelik test olan PAP smear’ın önemine işaret eden Prof. Dr. Tewari, “Bu test bütün dünyada ölümleri azalttı. Türkiye’de de bunun çok iyi uygulandığını görüyorum. Kanser öncüsü yapıları, kansere dönüşmeden yakalamak, ciddi ameliyatlar, radyoterapi, kemoterapiden de kadını kurtarmak, üreme yeteneğini korumak demek. PAP smear’a HPV DNA’sı testini de eklenerek duyarlılığı artırıldı. Tüm bunlar çok önemli. Ancak aşılamayla kanser öncüsü yapılar da engellenmiş oluyor” dedi.

YENİ TEDAVİLER ÇIĞIR AÇTI

Rahim ağzı kanseri tedavisinde hedefe yönelik biyolojik ilaçların çığır açtığını anlatan Prof. Dr. Tewari, “Kanserin ileri evresinde kullanığımız bu ilaçlar, bir yıl kadar olan sağ kalımı, hastanın yaşam kalitesini bozmadan 17 aya kadar uzattı. Başka hedefe yönelik ilaçlar da üretiliyor. Ayrıca halen araştırma safhasında olan immünoonkoloji ilacı da umut veriyor. HPV E7 ilacıyla bağışıklık sistemi üzerinde kanser tedavisi hedefleniyor. Bu araştırma henüz faz 2’de. Önümüzdeki yıl faz 3’e geçilmesi planlanıyor” dedi.

2 DAKİKADA BİR KADIN RAHİM AĞZI KANSERİNDEN ÖLÜYOR
Dünyada 45 yaş altı kadınlarda en sık görülen ikinci kanser türü rahim ağzı kanseri. Meme ve akciğer kanserinden sonra kanserden ölümlerin önde gelen üçüncü nedeni. 2 dakikada bir, bir kadın serviks kanserinden ölüyor. Rahim ağzı kanseri Türkiye’de en sık görülen sekizinci kanser türü. Ulusal rahim ağzı kanseri tarama programı 30 yaşından sonra 65 yaşına kadar her 5 yılda bir PAP smear testi yaptırmayı öneriyor.

Mesude Erşan / Hürriyet

20 Şubat 2016 Cumartesi

Hamburger kanser ediyor

Diyetisyen Elif Bilgin, çocukluk dönemindeki beslenme ile ilgili önemli bilgiler vererek anne ve babalara uyarıda bulundu.

Takvim'de yer alan habere göre fast-food olarak tüketilen pizza, hamburger, sosisli ve dönerin bağışıklık sistemi yetersizliğine, sık sık hastalanmalara, kalp-damar hastalıkları ve katarakt riskinin artmasına yol açtığını belirten Bilgin şunları söyledi: "Meyveler yerine meyve sularını tüketmek başlı başına posadan, vitamin ve minerallerden çocuğunuzun mahrum kalması demektir. Gazlı içecekler, çay ve kahve fazla miktarda tüketildiğinde vücutta demir emilimi azalmakta ve demir eksikliğine yol açmaktadır. Fast-food ürünleri uzun dönemde kanser ve diyabete yol açar. Fazla alınan kepek; demir ve kalsiyum gibi çocuk gelişiminde önemli olan minerallerin atımını arttırabilir. Light süt ürünleri ise beyin gelişimini olumsuz etkiler."

19 Şubat 2016 Cuma

Dikkat! Siz de çölyak hastası olabilirsiniz

Çölyak, ince bağırsağın glüten proteinine gösterdiği bir alerji... Bazen hiç belirti vermiyor bazen başka hastalıklarla karıştırlıyor.

İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi ve Acil Dahiliye Bölüm Başkanı Prof. Dr. Osman Erk, hastalıkla ilgili önemli bilgiler verdi.

Bilindiği gibi tahıllar bol miktarda kompleks karbonhidrat ve protein, lif, kepek, vitamin ve mineral içerir. Glüten buğday, arpa, çavdarda bulunan bir proteindir, yulafta glüten yoktur, fakat yulaf ürünleri olan yulaf unu ve ezmesi genellikle glüten içeren diğer tahıllarla aynı yerlerde üretildikleri için bulaşma söz konusudur ve yulaf ürünleri glüten içerebilir. Yulaf dışında pirinç, mısır ve soyada glüten bulunmaz. Glüten Latince kökenli bir kelimedir ve yapışkan protein anlamına gelmektedir. Günümüzde tahılların ve özellikle buğdayın, çok eski zamanlarda tüketilen buğdaya göre genetiği ile çok fazla oynanmıştır ve bol miktarda glüten içerir. Tahıllar dışında pek çok yiyecek ve içecekte, hazır besinlerde glüten bulunur. Glüten besinlere elastikiyet, dolgunluk, şekil, kıvam kazandırır, hamur işlerinin hafif, çıtır-çıtır ve gevrek olmasını sağlar. Bu özellikleri nedeniyle glüten hemen her türlü hazır besinde katkı maddesi olarak bulunur. Glüten ayrıca ilaçların içinde, güzellik malzemelerinde, banyo malzemelerinde de bulunan bir toksik proteindir. Glüten kısaca her yerde hazır ve nazırdır.

TAHIL SAĞLIĞA FAYDALIDIR AMA…

Sindirim sistemimiz çok fazla miktarda glüteni sindirmeye uygun değildir. Glüten fraksiyonunda çölyak hastalığına, glüten hassasiyetine, diğer otoimmün hastalıklara, alerjik reaksiyonlara, sızıntılı bağırsak hastalığına yol açabilen gliadin proteini yanı sıra, insülin direncine ve diyabete yol açan lektinler, vitamin ve mineral emilimini azaltan fitat gibi zararlı diğer proteinler de vardır. Tahıllar ve tam tahıllar sağlık açısından yararlı yiyecekler olarak değerlendirilmesine rağmen tarım ve çiftçiliğin gelişmesi ile birlikte başta obezite, kalp hastalıkları, şeker hastalığı ve kanser hastalığının ortaya çıkması tesadüf değildir. Tahılların glisemik indeksi yüksektir ve toksik birçok bileşene sahip olabilir. 

ÇOCUKLARDA NASIL FARK EDİLİR ?

Eğer çocuğunuzda sebepsiz yere şişkinlik, karın ağrısı, mide bulantısı, cilt döküntüsü, kemik erimesi ya da gelişme geriliği gibi rahatsızlıklar varsa bunlar, çölyak için önemli belirtiler olarak dikkate alınmalıdır. “Çocuğum ne yese karnı ağrıyor” diyorsanız çocuğunuz çölyak hastası olabilir. Genetik bir hastalık olarak tanımlanan çölyak, her yaşta ortaya çıkabiliyor. Bilimsel çalışmalar emzirmenin bebeği çölyak hastalığından koruduğunu ortaya koyuyor. Emzirme sırasında anne sütünden bebeğe az miktarda glüten geçer. Bu da bebeği çölyak hastalığından korur ya da en azından hastalığı erteler. Ayrıca yaşamın ilk aylarında glütenden zengin beslenmenin ciddi risk yarattığı bilinmektedir. Yaşamın ilk 4-6 ayında sadece anne sütü ile beslenme bu açıdan çok önemlidir. Çölyak hastalığı her yaşta ortaya çıkabilmesine rağmen 8-12 aylık çocuklarda daha sık görülmektedir.

GENETİK BİR HASTALIK MIDIR?

Glütenin neden olduğu en önemli hastalık çölyak hastalığıdır. Glüten ince bağırsak mukoza hücrelerine toksik etki yapar; vücudun bağışıklık sistemi harekete geçer ve ince bağırsaklarda var olan besin, vitamin ve minerallerin emilimini sağlayan villus adı verilen parmaksı çıkıntılar ortadan kalkar. Villusların ortadan kalkmasıyla besinler, vitamin ve mineraller emilemez; kronik ishal, zayıflama, çocuklarda büyüme ve gelişme geriliği ortaya çıkar. Çölyak hastalığı otoimmün ve genetik bir hastalıktır. Birinci derece akrabalarda hastalık sıktır.

NELERE DİKKAT EDİLMELİ?
 
Glütenin var olduğu başlıca yiyecekler şunlardır ve bu yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Ekmek, makarna, çörek, gevrek, pasta, pizza, işlenmiş et (sosis, salam, sucuk), bira, alkollü içecekler, soslar, çorbalar, turşular, sirke, bulgur, irmik, kuskus, müsli. Ayrıca güzellik ve kozmetik ürünlerinden ruj, fondöten, pudra, losyon, makyaj malzemeleri glüten içerebilir. Bu ürünlerin kullanılması alerjik reaksiyonlara, cilt kuruluğu; kaşıntı gibi durumlara yol açabilir.

KESİN TEDAVİSİ YOK ÇÖZÜM YOLU VAR

Bağırsak tutulumunun yaygınlığı şikayetleri belirler. Bazen ishal, karın ağrısı, şişkinlik, gaz gibi şikayetler olmadan kansızlık; osteoporoz; karaciğer yağlanması; nöropati, demans gibi nörolojik belirti ve bulgularla seyredebilir. Yaygın bağırsak tutulumu olan hastalarda kronik ishal, kilo kaybı, kötü kokulu ve yağlı gaita sıktır. Bazen ishal olmadan kabızlık, zayıflama olmadan obeziteye neden olabilir. Çölyak hastalığı tedavisi olmayan ama çözümü olan bir hastalıktır. Çözüm glüten içeren her türlü tahıl ve yiyeceklerden uzak durmaktır. Glüten her türlü yiyecekte vardır, etiketler dikkatle okunmalıdır. sözcü.com.tr

Uyku apnesi kilo aldırıyor

Uyku apnesi pek çok hastalığı tetikliyor, önlem alınmadığında ciddi sorunlara yol açabiliyor.


Uyku, vücudun tamamının dinlenmeye geçtiği dönemdir. Sağlıklı bir yaşam için kaliteli uyku çok önemlidir. Uyku apnesi yaşayan kişilerde, uyku kalitesi birinci dereceden bozulmaktadır. Bu durumun zamanla kişinin depresif ve sinirli bir ruh haline bürünmesine yol açtığını belirten uzmanlar, uzun süren uyku apnesinin; kalp ritm bozukluğu, şeker hastalığı, kilo alma, bronşit ve zatürre hastalıklarına davetiye çıkardığını söyledi. Hisar Intercontinental Hospital Uyku Bozuklukları Merkezi Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Serhat Fındık da, “Uyku apnesi tedavisi tamamiyle kişinin tedaviye yanıtına göre değişmektedir. Ayrıca kilo problemi yaşayan kişiler tedavinin başarıya ulaşması için mutlaka bir diyetisyen veya endokrin uzmanına başvurmalıdır” dedi.

Bu yılki grip virüsü çok inatçı çıktı

Son zamanlarda, “Ben hayatımda böyle inatçı grip görmedim, tam bitti derken yeniden başlıyor” cümlesini çok sayıda kişiden duymanız mümkün. Destek tedavileri, antigribal ilaçlar, bitkisel kürler derken biraz nefes aldıran grip, bir anda insanı yeniden yatağa düşürebiliyor.



Halk arasında domuz gribi olarak adlandırılan H1N1 ile son aylarda ülkemizde adından sıkça söz edilen H3N2, influenza virüsünün A tipi olarak tanımlanıyor. Her iki virüs de yakaladığını günlerce bırakmıyor, özellikle de H3N2 çok inatçı. Her ikisi de risk grubundakilerde ölüme neden olabiliyor, risk grubunda olmayanları ise adeta ‘paçavra’ya çeviriyor.

Ntv.com.tr'den Tülay Karabağ’ın haberine göre herkes domuz gribinden korkuyor. Ancak Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Zerrin Beykal, ‘daha tehlikeli’ diye nitelendirdiği H3N2 virüsüne ve onun yol açtığı ‘müzmin’ gribe dikkat çekiyor.

Son zamanlarda hastanelerin dolup taşmasına sebep olan ve ağır şekilde geçirilen H3N2 virüsünün çok inatçı olduğunu belirten Uzm. Dr. Beykal, ”Bu yıl karşılaştığımız çok inatçı bir grip. Halk arasında H1N1 virüsünden korkuluyor ama H3N2 virüsü daha tehlikeli. Çünkü daha uzun sürüyor, şikayetleri daha ağır geçiyor ve daha inatçı. Belirtileri bir aya kadar devam edebiliyor. Yani bu daha problemli bir virüs” dedi.

10 YILDA BİR GÖRÜLMESİ GEREKİYOR AMA MEVSİMSEL GRİP SINIFINDA

Grip virüsünün influenza A, B, C diye üç tipi olduğunu aktaran
Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Aynur Topkaya da H1N1 ve H3N2 virüslerinin aslında 5-10 yılda bir görülmesi gerekirken artık mevsimsel grip halini aldığına vurgu yaptı: “İnfluenza B mevsimsel dediğimiz, yılda en az bir kere tekrarlayan virüstür. Ancak artık maalesef H1N1 mevsimsel gribe dönüştü. Normalde H1N1 her sene görülen bir grip türü değil, H3N2 de öyle. Bu iki virüs normalda 5-10 yılda bir pandemi dediğimiz kıtalararası salgınlara neden olur ancak bunlar bu yıllarda sık tekrarlıyor. İnfluenzanın C tip ise basit hastalıklar yapan bir virüstür.”

GRİP BAŞKA HASTALIKLARLA BİRLEŞİNCE TABLO KÖTÜLEŞİYOR 

Grip tedavisinin normalde bir hafta veya 10 günde tamamlandığını belirten, “Ancak bu sene daha fazla dinlenerek ve yatarak grip geçiren çok sayıda hasta oldu” diyen Prof. Topkaya, inatçı gribin altında başka hastalık etkenlerinin olabileceğine dikkat çekiyor: “Şu anda ortada gezen soğuk algınlığı virüsleri de var. Grip virüsü bu soğuk algınlığı virüsleri ile birleşince hastalık daha uzun sürüyor. Bir de altta yatan kronik sinüzit veya kronik farenjit gibi bir sorun varsa ve griple birleşirse hastalık halinin çok daha uzun sürmesine neden olabiliyor.”

H3N2 DAHA AĞIR ŞİKAYETLERE YOL AÇIYOR

Bu yıl ülkemizde H3N2 virüsünün, Avrupa ve Amerika’ya göre daha fazla görüldüğünü söyleyen Dr. Beykal, bu virüsün H1N1’e göre daha ağır belirtiler de verdiğini aktardı, “Daha çok geniz ve burun boşluklarına yerleşip bu bölgelerde yanma ve kazıntı hissi oluşturuyor” dedi.

Ayrıca H3N2 virüsü ile birlikte yüksek ateş, yaygın kas ağrıları, titreme baş ağrısı, öksürük, göğüste sıkıntı ve aşırı derecede halsizlik şikayetleri görülebiliyor. Belirtilerin büyük kısmı 7-10 gün içinde düzelse de inatçı öksürük 1-2 aya kadar devam edebiliyor.

KEMİK SUYU İÇİN, BOL C VİTAMİNİ ALIN

Ağır geçirilen gribin risk grupları dışında, hayatı tehdit etmeyen bir virüs olduğuna değinen Dr. Beykal, grip hastalığının özel bir tedavisi bulunmadığını yineledi. Hastalık başladığı anda ateş takibi yapmak ve doktora gitmek gerektiğini vurgulayan Beykal, bol ılık ve sıvı gıdalar, özellikle kemik suyu, C vitamini alımı, istirahat, ateş düşürücüler gibi destek tedavilerin rahatlama sağladığını hatırlattı, korunma önlemlerine bir kez daha vurgu yaptı:

“Grip salgınları sırasında kişilerle yakın temastan kaçınılmalı. Özellikle bir metreden yakında bulaşma oluyor. Bu nedenle grip olanların topluluklardan uzak durmalarını, hapşırık ve öksürük sırasında mendille ağızlarını kapatmalarını ve ellerini sık sık yıkamalarını öneriyoruz."

KAPALI ORTAMLARI SIK SIK HAVALANDIRIN

Ayrıca eve gelindiğinde üstteki kıyafetlerin çıkartılıp havalandırılması ve kapalı ortamların sık sık havalandırılması gerekiyor. Düzenli egzersiz yapmanın ve vücut direncini artıracak yiyeceklerle beslenmenin, gripten korunmada önemli rol oynadığı unutulmamalı.